5.Bölüm

3040 Words
5.BÖLÜM "NAR-I TEESSÜF" Nar-ı Teessüf, insanın içini yakan üzüntü. Gözlerime kırgınlığı yansıtarak bakıyordum. Onun bir ailesi vardı. Burada fazlalık olan bendim. Oğlunun ona olan sevgisi, aralarındaki bağ çok güzeldi. Acaba annesiyle de böyle bir var mıydı aranızda Yavuz? Neden bana söylemedin? Neden? İçim kan ağlarken hiçbir şey demeden baktım. Ortamda derin bir sessizlik vardı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes emir almış gibi susmuştu. Sanırım buradaki herkes biliyordu. Bir tek ben aptal yerine konulmuştum. O kadar zamanı vardı neden anlatmadı hiçbir şey? Bilseydim gelir miydim? Asla. Bir aileyi yıkmak bana göre değil. Korkut'un mutluluğunu görmüştüm. Nasıl bozardım o mutluluğu? Ya o kadın? Haklı değil miydim? Babam da sürekli metresiyle takılırdı. Annem de ne kadar kızsa da umutsuzlukla babamı başka kadınlara gönderiyordu. Şimdi o kadın da benimle ilgili düşünmez miydi? Düşüncelerimden sıyrılıp yanımdaki Safiye'ye döndüm. Bana üzüntüyle bakıyordu. Söyleyememişti. Anlıyordum bunu söylemek ona düşmezdi. Ona burukça gülümsedim. "Valide Sultan beklemesin gidelim." dedim her şeyi içime atarak. "Maia" dedi. İlk defa ismimi duydum onun dudaklarından. Bakışlarımı kaldırıp bakmadım ona. "Prenses benimle geliyorsun." dedi sert sesiyle. Onu umursamadan arkamı döndüm. Kızlara baktım. "Gidiyoruz!" dedim buz gibi bir sesle. Kızlar karasızlıkla bir bana bir arkama bakıyorlardı. Hiçbir şey demedim onlara. Arkama bakmadan adımlarımı ilerletip koridorda yürüdüm. Adım seslerine bakılırsa geliyorlardı arkamdan. Valide sultanın kapısında durduk. Atike hatun selam verip kapıyı açtı. "Buyurun prenses!" dedi. Her şeyi arkamda bırakıp gülümseyerek girdim içeri. Arkamdan Safiye sultanın girmesiyle kapı kapandı. Valide sultan her zaman ki yerinde oturmuş bizi bekliyordu. Ona selam verdim. Gülümseyip bizi yanına çağırdı. Yanına minderlerin üstüne karşı karşıya oturduk Safiye'yle. "Nasılsın prenses?" dedi düz bir tonda. "Teşekkür ederim Valide sultanım iyiyim. Siz nasılsınız?" diye sordum bir şey belli etmeden. "Sağ ol kızım iyiyiz çok şükür." Safiye ile konuştuktan sonra yemek yemeye başladık. Hiç iştahım yoktu ancak bir şey belli olmasın diye zorla yemek yemeye başladım. "Hayırdır kızım? İyi görmedim seni?" diye sordu Valide. Bakışlarımı ona çevirip gülümsedim. "İyiyim Valide sultanım hiçbir şeyim yok." İnanmamıştı ama ısrar etmedi. O sırada kapı açılıp içeri Atike hatun girdi. Valide sultanın yanına gelerek kulağına bir şeyler söyledi. Valide sultan şaşkınca ona baktı. Bakışlarını üstümde hissettim. "Tamam sen çık!" diye emretti. "Aslında bugün seni biriyle tanıştıracak-" "Destur Sultan Yavuz Han Hazretleri!" dışarıdan gelen sesle Safiye sultan ile ayağı kalkıp eğildik. Kapının açılıp o iri cüssesinin içeri girdiğini hissettim. Sırtımı dikleştirip başımı önümdeki sofradan ayırmadım. Onun yüzüne bakmak istemiyordum. Bakışlarını yüzümde hissettim. "Hayırdır oğlum? Bir sorun mu var?" dedi Valide sultan. "Evet prensesle konuşacaktım." Sesi sert ve gürdü. "Kime bu şiddetin oğlum otur da bir konuşalım " Valide Sultanın ortamı yumuşatmak istediğini anladım. Ama onun öfkesi dinecek gibi değildi. "Validem dediğimi duydunuz. Oturmayacağım!" dedi sinirle. Yüzüne bakmadığım içindi bu öfkesi. Sinirine aldırmadan omuz silktim. Umurumda değildi. Adımlarını bana yöneltecekken "Orda dur aslanım. Görüyorum ki sinirlisin o yüzden sakin olduğunda konuşalım." dedi sert tonda Valide sultan. Bakışlarını bana çevirip "Kızım sen odana gidebilirsin. Yarın müsait olduğunda konuşuruz!" dedi. Başımı 'tamam' dercesine sallayıp selam verdim. Yüzümü kaldırmadan onun yanından geçecekken bileğimi tuttu. Uzun boyunu eğerek kulağıma yaklaştı. "Konuşacağız hatun. Anlatacağım sana!" dedi yumuşak sesle. Bakışlarımı ona çevirip gözlerimi gözlerine diktim. "Konuşacak bir şeyimiz kaldığını sanmıyorum!" dedim kırık sesimle. Tüm kırgınlığımı görsün istedim. Tam dudaklarını aralayacaktı ki bileğimi elinden çekip odadan çıktı. "Sen dur oğlum. Konuşacaklarımız var." dedi Valide sultan. Sanırım arkamdan gelecekti ki Valide sultan onu engellemişti. Odadan çıktığım gibi koridordan odama doğru gitmek için yürümeye başladım. Rüzgardan dolayı uçuşan tül perdelere baktım. Yatakta bacaklarımı kendime çekmiş bir şekilde uzanıyordum. Geldiğimden beri aynı pozisyondaydım. Kızlar benimle konuşmak istemişti ama onları kaba bir dille kesmiş umurumda olmadığını söylemiştim. Madam ise benim bu halimi bildiğinden odaya gelince gitmişti. Derince bir iç çekip yataktan kalktım. Uyku tutmamıştı ben de balkona çıkmak istedim. Soğuk havaya aldırmadan çıplak ayaklarımla balkona çıktım. Manzara bakıp iç çektim. Şehir karanlığa gömülmüş ancak ay ışığından dolayı güzel bir gösteri sunuyordu gözlerime. Rüzgar saçlarıma vurup tenimi okşuyordu. Bakışlarımı sol tarafa çevirirken büyük ve yukarıda olan balkona gözlerimi değdirdm. Sonra da onu gördüm. Beyaz gömleğiyle kollarını balkonun taştan duvarına yaslamış gökyüzünü izliyordu. Yüzü dertliydi. Kaşları çatık dudakları gerilmişti. Sinirli gibiydi. Derin bir nefes alıp yüzünü sıvazladı. Aniden benim balkonuma değen gözleriyle panikledim. Gözleriyle beni baştan aşağı süzdü. Gözlerini yüzümde dolaştırdı. Yüzme bakıp hasretle derin bir nefes aldı. Şu kısacık zamanda ona çok alışmıştım. Kokusuna, hatunum demesine, beni sarıp sarmalamasına ve kollarında huzur bulmaya. Kalbim onu görünce hızla atıyordu. Yerinden çıkıp elimde kalacak diye korkuyordum. Karnım kasılıyor, ne yapacağımı şaşırıyordum. Bu ne demekti? Onu seviyor muydum? Yoksa onu seviyor muydum? Ona karşı içimde adlandıramadığım duygular vardı. Bakışlarımı ona çevirip yüzüne baktım ve balkondan çıkıp odaya girdim. Üstümdeki elbiseye aldırmadan soğuk yatağa uzandım. O sırada dışarıdan bir ses duydum Şarkı söylüyor gibiydi. Çok hoş bir tınısı vardı. Kulağımı o şarkıya verip gözlerimi kapattım. İki gündür dışarı çıkmıyordum. Öylece yatakta uzanıp günlerimi geçiriyordum. Hissiz gibiydim. Yemek yemiyor hiçbir aktivite yapmıyordum. Sadece yatağımda uzanıyordum. İçeri kimsenin girmesine izim vermiyordum. Yavuz birkaç defa esip gürlemiş Valide sultanın emriyle dönüp gitmek zorunda kalmıştı. Onu çok özlemiştim. Kollarına beni almasını, 'hatun' demesini istiyordum. Başkasına ait olan bir erkeği düşlemek ne kadar doğruydu? İki gündür ağlıyordum bir süre sonra gözlerimden yaş gelmemişti. Gözlerim ve dudaklarım şişmişti. Burnum kızarmıştı. Uyuyamıyordum artık. Gecelerim gündüzlerim birbirine karışmıştı ama sonunda bir karar vermiştim. Gidecektim. "Destur Valide Sultan Hazretleri!" kapıdan duyduğum sesle uzandığım yerden kalktım. Üstümü düzelttim ve sultanı bekledim. Valide sultan içeri girince kapı kapandı. Başımı eğip selam verdim. "Hoş geldiniz Valide Sultanım!" dedim kısık sesimle. Yanıma yaklaşıp elini kaldırdı ve eğik başımı yüzüne tuttu. "Ah kızım! Neden acı çektiriyorsun kendine?" dedi üzüntüyle. Gözlerimi yüzüne çevirdim. Gerçekten üzgün duruyordu. "Hadi gel biraz konuşalım." dedi. Yatağın karşısında bir koyu kırmız kanepe vardı. Oraya oturduk. "Kendini bu kadar harap etmene gerek yok." dedi üzgün sesiyle. Ona baktım ve hiçbir şey söylemedim. "Evliliklerde olur böyle şeyler." "Ben ülkeme döneceğim Valide sultanım!" dedim boğazımı temizleyerek. "Ne? Anlayamadım?" Kucağımdaki ellerime bakıp konuşmaya başladım "Onun evli olduğunu çocuğu olduğunu bilseydim hiç gelmezdim. Ama evlenmedik yani geç değil." "Kızım sen ne dediğinin farkında mısın? Ne evliliği? Oğlum evli değil ki?" Başımı hızla kaldırıp ona baktım. "Nasıl yani?" "Şimdi söyleyeceklerimi iyi dinle. Yavuz'um daha yeni hükümdar olmuştu. O zamanlar daha toydu. Hükümdarlığın ilk zamanların da harem de bir vardı. Adı Hümaşah'tı. Kumral saçları masmavi saçları vardı. Gözleriyle oğlumun aklını çelmişti. Yavuz onu beğenmişti. Biraz vakit geçirip eğlendikten sonra Hümaşah'ın hamile olduğunu öğrendim. Aslında çok iyi bir haberdi çünkü erkek olursa bu hükümdarlığın geleceği için çok önemliydi. Sonra aylar geçti Hümaşah doğum yaptığı sırada öldü. Yavuz onun ölümüne üzülmüştü ama zamanla toparlandı." yaşadıkları çok zor şeylerdi. Hiç aklıma gelmemişti. O kadına üzülmüştüm ama biraz da kıskanmıştım. Yavuz'un başka bir kadını beğenmesini hayal edince sinirlendim. Sonrada kendime kızdım. Ölmüş bir kadını kıskanıyordum. Valide sultan ellerimin üstüne elini koydu. "Oğlum onu seviyordu ama öyle aşk falan değildi. Benim oğlum her daim yalnızdı. Kardeşiyle bile geçinemedi. Hümaşah'ı kaybettiğine üzülmüştü çünkü sarayda ki tek dostunu kaybetmişti. Aylar geçerken Korkut büyüdü Yavuz sevgisini hiç eksik etmedi ondan. Hiçbir kadınla yan yana bile gelmedi. Sonra oğlumda bir değişiklik hissettim. Kafası karışıyor daldığı zamanlarda da sürekli gülümsüyordu. Acaba dedim bunu yapan bir kadın mı?" Valide sultan gülümseyip devam etti sözüne "Merak ettim bir gün aldım karşıma. Anlattı bana. Rüyalarında sürekli bir kız görüyormuş. Her gece rüyasına girip düşlerini süslüyormuş. Kafasına takmıştı. Bulacaktı o kızı. Aradan tam üç yıl geçti. Her gece aynı kızı görmeye devam ediyordu. Sonra bir gün evleneceğini söyleyip hazırlık yapmamı istedi. Heyecanlanmıştım. Sonra sen geldin" dedi. "Peki o kız?" dedim merakla. "Seni ilk gördüğümde bu yüzden şaşırmıştım. Çünkü anlattığı kız tıpa tıp sendin!" dedi gülerek. "Dediğini yapmış seni bulmuştu deli oğlan." Ne yani o kız ben miydim? "Neyse seni biraz yalnız bırakayım çok konuştum. Bu arada bu gitme işini biraz daha düşün derim ben." dedi ve ayaklandı. Onu selamladım. Bana gülümseyip odadan çıktı. Kanepeye tekrar oturdum. Kafam karışmıştı. Bu yüzden miydi her şey? Beni bulmak için tam üç yıl beklemişti. Düşüncelerimde boğulup kaldım. Kızlar akşam yemeğini önüme koyup bana baktılar. Sanırım ne söyleyeceklerini düşünüyorlardı. "Söyleyin!" dedim gözlerimi onlara çevirerek. "Şey prensesim buradan gidecek misiniz?" dedi Gülcan. "Bu da nerden çıktı?" dedim kaşlarımı çatarak. Nerden duymuşlardı? "Prensesim Valide Sultan Atike hatunla konuşurken duyduk. Hünkara söylemesi için tembihledi onu." dedi Esma durumu açıklayarak. "Anlamadım. Valide Sultan neden böyle bir şey yapmış ki?" dedim düşünerek. Ben sadece demiştim. Gerçekten gitmek istiyor muydum ki? "Sanırım sizin için yapmış prenses." dedi Gülcan. "Nasıl yani? "Prenses size o gece anlatmak istedik ama dinlemediniz. Sanırım size Valide sultan anlatmış durumu. Siz de gitmek isteyince o da hünkara iletirmiş. Çünkü sizin gitmenizi istemiyor. Hatta bunu hünkara bilerek söyledi ki sinirlensin." diye söyledi Esma. "Açıkçası prenses hünkar bu iki gündür barut gibi. Az evvel saray mutfağına sizin için yemek getirmek için gittiğimiz de hünkara hizmet eden kızlardan birinin ağladığını gördük." Gülcan heyecanla anlattı. "Söylediğini göre hiçbir hata yapmamasına rağmen hünkar durduk yere ona patlamış rezil etmiş. Sonra da yemekleri alıp göndermiş yemeğini bile yememiş." diye devam etti. Esma ara girip "Aslında ben de birkaç bir şey duydum. Padişah iki gündür aralıksız çalışıyormuş, yemek bile yemiyormuş. Bunu aşçıbaşı dedi." Anlattıklarını dikkatle dinledim. Neden böyle yapıyordu ki? Derin bir nefes aldım. "Bir de prensesim az önce haremden gelirken hünkarı gördük. İnanın onu hiç böyle görmemiştim. Uykusuzluktan harap olmuştu." dedi Gülcan üzüntüyle. Gözlerimi suçlulukla kaçırdım. Onu dinlememiş yargısızca suçlamıştım. Evet bana söylemediği için ona kırgındım. Ama bende aynısını ona yapmamış mıydım? Belki de olan biteni ondan dinlemeliydim? Onu görmek için kendimce bahane aradığı fark edip kızdım. Evet onu çok özlemiştim. Özlemim o kadar ağır basıyordu ki. Halbuki bir ay öncesine kadar hayatımda yoktu bile. Aniden ayağı kalkıp kızlara baktım. "Ben gidiyorum. Açsınızdır oturup bunları bitirin olur mu?" dedim ve kapıya doğru yürüdüm. "Olmaz prensesim. Siz nereye biz de oraya. Hem bu yemekler sizin için yapıldı." dedi Gülcan ve gözlerini kaçırdı. "Evet prensesim. Lütfen biz de gelelim!" Esma da Gülcan'a hak verdi. "Hayır oturup bu yemekleri bitireceksiniz. Bende geleceğim biradan. Emrediyorum" dedim kaşlarımı çatarak. Onları arkamda bırakıp odadan çıktım. Yavuz'un yanına gidecektim ama nasıl? Koridorlar birbirlerine o kadar çok benziyor ki nasıl bulacağımı bilmiyordum. O sırada arkası dönük olan Sümbül ağayı fark ettim. "Sümbül ağa!" diye seslendim. Arkasını dönüp sesin geldiği yöne baktı. Gözleri beni bulunca hemen yanıma gelip selam verdi. "Emredin prensesim!" dedi. "Hünkarı gördün mü?" diye sordum. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Evet prensesim kendisi inzivaya çekildiler" dedi. "Beni oraya götürür müsün?" diye rica ettim. "A-ama-" "Lütfen Sümbül ağa. Onunla konuşmam gerek." dedim. "Peki prensesim. Beni takip edin!" dedi. Ona teşekkür edip takip ettim. Kısa süre sonra koridorun ucunda durdu. "İşte orada prenses!" dedi eliyle işaret ederek. Gösterdiği yere baktım. Hasan Paşa ve yanında ki adamlar ile birlikte kapıdaydılar. "Teşekkürler Sümbül ağa!" Tam gidecekken önüme geçti. "Lakin prenses bilmeniz gereken bir şey var" dedi söyleyip söylememek arasında gidip gelirken. "Ne oldu?" dedim. "Ş-şey" dedi lafı geveleyerek. "Ne oldu dedim!" "Hünkarımız haremden bir cariye istemişti bugün. Yani oraya gitseniz bile sizi almazlar." dedi hızlıca. Sonra ellerini ağzına kapattı. Sanırım ağzından kaçırmıştı. Söylediklerini bir süre kavrayamadım. Ne demek cariye çağırmış? Yüreğime sanki binlerce iğne batırıyorlardı. Üstüme öyle bir ağırlık çökmüştü ki nefes alamadım bir an. Gözlerimi odanın kapısına dikip hızlıca yürümeye başladım. Sümbül ağanın telaşla arkamdan geldiğini duydum. Hızlıca kapının önünde durdum. Lakin Hasan Paşa hemen önümde durdu. "Kusura bakmayın prenses. Lakin sizi içeri alamam. Hünkarımız böyle emretti!" dedi başını öne eğerek. İçeri girmeme izin vermeyeceklerdi anlaşılan. Başımı sallayıp gidecekmiş gibi arkamı döndüm. Hasan Paşa kapının önünden çekildiği gibi kapıyı hızla açıp içeri girdim. Askerler kollarımdan tuttular. Gözlerimi oda da gezdirip onu buldum. Arkası dönük bir şekilde duruyordu. Kapı açılınca arkasını dönüp bize baktı. Gözlerinin ışıltısı yorgunlukla sönmüş gözaltları şişmişti. Yüzü uykusuzluktan gerilmişti. Güzel yüzünün rengi solmuş yorgunlukla bana bakıyordu. Üstünde uzun siyah bir ceket altında beyaz bir gömlek ve deriden bir pantolon giyinmişti. Benim ona baktığım gibi onun da beni incelediğini gördüm. "Hasan ağa bir kıza sahip çıkamıyor musun?" diye sinirle söylendi. Sesi buz gibiydi. Sert sesi yüzüme vurup sanki bedenime kazındı. Gözlerini gözlerimden çekip Hasan Paşa'ya baktı. "Affed-" "Ben zorla girdim. Hasan Paşa'nın bir suçu yok." Hasan Paşa'nın lafını kesip ben cevap verdim. Yüzünü bana çevirmeden konuştu. "Bir daha olmasın şimdi çıkın!" dedi buz gibi bir tonda. Askerler sıkıca tutukları kolumu bıraktılar. Acıyan kolumu sıvazlayıp sinirle onlara baktım. Bir an gözlerini üzerimde hissetsem de bunun benim düşüm olduğunu sandım. Kapının kapanma sesiyle ona döndüm. "Neden geldin?" dedi sert sesiyle. Onun bu tavrıyla kalbim sanki parçalara bölünmüştü. Az önceki cesaretimden eser kalmamıştı. Kalbimdeki ağırlıkla "Ş-şey ben-" "Fazla vaktim yok. Ne diyeceksen de sonra da git prenses!" dedi sinirle. Başımı yerdeki halılara indirdim. Yüzümün kızardığını hissettim Gözlerim yavaştan dolmaya başladı. Kendimi tutup "Konuşmak istediğim için geldim." dedim fısıldayarak. Alayla gülüp "Konuşacak bir şeyimiz olduğunu sanmıyorum. Bana güvenmeyen biriyle konuşacak iki kelamım yok!" Kendimi o kadar sıkıyordum ki bedenim kaskatı olmuştu. "Benden sakladın. Ne yapmamı bekliyordun?" dedim titreyen sesimle. "Güvenmeni lakin sana bir damla bile güven vermediğimi anlamış oldum. Şimdi söyleyecek bir şeyin daha yoksa çık!" Buz gibi sesiyle başımı kaldırdım ve ona baktım. O sırada kapı çaldı. "Hünkarım Ayşe Hatun geldi!" dedi Hasan Paşa. Gözlerimin içine bakarak "İçeri gönder!" dedi sert sesiyle. Dolmuş gözlerimi ona dikip baktım. Yıkmıştı beni. Paramparça etmişti. Kapının açılma sesini duydum sonra da içeri birinin girdiğini. Gözlerimi gelen kişiye çevirdim. Siyah saçlı uzun ince bir kadındı. Kırmızı bir elbise giymiş ve açıkçası çok güzel olmuştu. Yaklaşıp selam verdi. "Hünkarım emrinize amadeyim!" dedi ince sesiyle Ayşe denen kadın. Daha fazla katlanamayacağımı anlayınca dolu gözlerimi ona çevirdim. Sol gözümden bir yaş damladı. Yanağımdan süzülüp yere aktı. Bir yerde okumuştum 'insanın sağ gözünden akan yaş mutluluğu sol gözünden akan yaş ise acıyı simgelermiş'. Fark ettim de Yavuz benim hiç sağ gözümden yaş akmamıştı. Gözlerimi ondan çekip arkamı döndüm ve kapıyı açıp dışarı çıktım. Sümbül ağanın ve Hasan Paşa'nın gözlerini üstümde hissettim. Elimi duvara yaslayarak gözlerimi tavana kaldırıp derin bir nefes aldım. "Prensesim iyi misiniz?" dediğini duydum Hasan Ağa'nın. Cevap veremedim. Ağzımı açtığımda bir hıçkırık sesi yükseldi. Elimi ağzıma yaslayarak kapattım. Gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı. Kendimi tutamadım. "Lütfen prenses ağlamayın ne olursunuz!" dedi Hasan Paşa. Halime üzülmüştü. Sümbül ağanın elini bana uzattığını gördüm. Titreyen elimi kaldırarak onu durdurdum. Hemen geri çekildi. Duvardan destek alıp yürümeye başladım. Yavaş adımlarla o boş koridoru terk ettim arkama bile bakmadan. Gözlerimi boş soğuk odada dolaştırdım. Yerde dizlerimi kendime çekerek oturmuştum. Serin hava çıplak ayaklarıma vuruyor beni biraz daha üşütüyordu. Aldırmadım. Tüm gece hıçkırarak ağlamıştım. Gözyaşlarımdan bir bir kurtulmuştum. Öyle ki artık yaş gelmiyordu. Bakışlarımı hissizce duvara diktim. Acaba dokunmuş muydu o kadının tenine? Bana dokunduğu elleriyle? Hani bana öyle hasretti ki başka kadınları düşünmezdi? Onun o kadınla birlikte olduğu düşüncesi bile kahretti beni. Küçük bir cızıltı doldurdu kulağımı. Başımı çevirip baktım. Dün duyduğum ses bir kez daha yankılanıyordu. Gözlerimi kapatıp dinledim. Huzur veriyordu insana. Üşüyen ayaklarımı kıpırdatıp ayağı kalktım. Kapıyı aralayıp koridora baktım. Askerler uyuklamış kızlar da karşıda ki odadaydılar. Çıplak üşüyen ayaklarımı umursamadan yürümeye başladım sese doğru. Sarayın bahçesine çıktım. Soğuk havayla ürperdim. Kollarımı birbirine doladım. Biraz ilerleyip sesin yankılandığı büyük binaya baktım. İki büyük kolonu gökyüzüne uzanıyordu. Ortada büyük bir çemberi vardı. İçeriden ses yankılanmaya devam ediyordu. Adımlarımı oraya yönlendirip içeri adımımı attım. Artık yankılanan ses kesilmişti. Etrafıma bakıp ses çıkarmadan yürümeye başladım. Bir erkek sesi duydum. Az önce okuduğu dilde farklı bir şarkı söylüyordu. Sesin geldiği yöne gittim. Büyük geniş açık bir kapıydı önünde durdum. İçerisi büyük kocaman ve ferahtı. İbadet yerine benziyordu. Duvarlarda rengarenk işlemeler ve Arapça harfler vardı. Tavandan aşağı süzülen büyük bir lamba, odanın bir tarafında küçük bir merdiven vardı. Odayı incelerken sesin kesilmiş olduğunu fark etmedim. Düşüncelerimden bana seslenen bir sesle sıyrıldım. "Kızım iyi misin?" dedi erkek sesi. Gözlerimi ona çevirdim. Üzerinde bembeyaz bir elbise vardı. Başında ise beyaz bir şapka vardı. Uzun sakalı göğüs kafesine değiyordu. Kırışmış yüzü gülümseyerek bana bakıyordu. "Hayırdır kızım? Seni buraya gönderen nedir?" dedi şefkatle. Ürkekçe geriye bir adım attım. "Korkma zarar vermem sana. Ben bu caminin imamıyım." dedi. "Cami mi? İmam ne demek?" dedim kısık sesimle. "İstersen bunu oturup konuşalım ha kızım? Dışarı soğuk hem üşümüşsündür." dedi ve bana yerde duran tabureyi ve açık kitabın olduğu yeri gösterdi. Bakışlarımı adam çevirdim. Yaşlı adamı tanımasam da bana güven veriyordu. Dediğini yapıp küçük adımlar atarak taburenin karşısına oturdum. Halime gülümseyip diğer tarafa oturdu. "Eh anlat bakalım güzel kızım ismin nedir?" dedi "İsmim Maia." dedim gözlerimi kaçırarak. "Demek yabancısın buralara. Bende Ahmet buranın sorumlusuyum." dedi kendini tanıtarak. "Az önce duyduğum şarkıyı siz mi söylüyordunuz?" dedim titrek sesimle. "Şarkı mı? Haa ezandan mı bahsediyorsun evet ben söylüyordum." "Adı ezan mı?" dedim "Evet bizim dinimiz de günde beş vakit ezan okunur" dedi açıklayarak. "Sabahları duyuyorum. Bana huzur veriyor" dedim üzüntüyle. Halime gülümsedi "Peki bu nedir?" dedim önündeki kitabı göstererek. "Bu kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim." "Peki o da ezan gibi mi?" "Evet ezan gibi." dedi gülümseyerek. "Sana okumamı ister misin?" diye sordu. Başımı hızlıca salladım Bu halimi görüp gülümsedi. Ayağı kalktı. "Hemen geliyorum." dedi ve odanın çıkışına gitti. Biraz sonra elinde iki parça kıyafetle döndü. Bana uzattı. "Bunu üstüne ört bunu da başına" dedi. Dediğini yapıp kısa kollu geceliğin üstüne giydim uzun kollu beyaz elbiseyi. Başıma da verdiği eşarbı attım. "Kur'an okunurken yanında başı olmak doğru değildir. O yüzden verdim sana onları." "Teşekkür ederim." dedim ve burukça gülümsedim. Bir şeyler mırıldanıp kitabı okumaya başladı. Okumaya başladığında içim bilemediğim bir huzurla doldu. Gözlerimi kapatıp o okumayı bitirene kadar dinledim sessizce. Okumasını bitirdiğinde "Kızım kimin kimsen yok mudur?" dedi merakla. "Hiç kimsem yok." dedim mırıldanarak. "Sen kendini yalnız hissetsen de Tanrı her zaman yanındadır." dedi "Peki sizin tanrınız?" dedim. Elini kalbine koyup "Benim yaradanım her daim buradadır" dedi sevgiyle. Ona gülümseyip baktım. "Peki söyler misiniz beni buraya hangi tanrı gönderdi?" "Sen hangisinin göndermesini istersen." dedi. Elini kaldırıp arkamdaki kapıyı gösterdi. "Şu kapı her daim herkese açık hangi dinden olursa olsun!" dedi. Beni dışlamadığını anladığımda gülümsedim. Beni bağrına basmıştı. Onunla biraz sohbet ettik. Bana dininden, ailesinden kitaplardan bahsetti. Onunla konuşmak beni rahatlatmıştı. Beni hiç yargılamamış gülümseyip sakin cevaplar vererek konuşmuştu. Dinini anlattıkça hayran kalmıştım. Bir süre sohbet ettikten sonra yiyecek bir şeyler getireceğini söyleyip odadan çıktı. Gözlerimi odada dolaştırıp sırtımı yanımdaki duvara verdim. Hiçbir şey düşünmeden dizlerimi kendime çekip kollarımı dolayıp başımı kollarıma yaslayarak gözlerimi kapattım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD