Acı
Deniz'in anlatımı.
Her sabah yeniden doğar umutlar, anılar ve acılar. Her sabah yeniden nefes alır yaşam. Bir umuda sıkıca tutunur gibi yeniden tutunursun hayata. Gözünü açtığın an aklına gelmez yaşadıkların.Unutursun kısacık bir an, yaşadıklarını ve yaşamak istediklerini. Yeniden nefes aldığın gibi bir umudun vardır. Ne mi o? Güneş
Her karanlık gecenin bir sabahı varmış derler. Gecenin en karanlık anında doğarmış. Bir şafak vakti. Tıpkı umudun canının en çok yandığı an ortaya çıktığı gibi. Seni düştüğün karanlık kuyudan çıkardığı gibi. Belki de haklılar, bilmiyorum. Ben yıllar önce bıraktım anlam aramayı. Yaşamayı nefes alıp vermek sananlardanım, evet.
Her sabah kalktığımda dün yaşadıklarım umudun yeniden yeşermesine izin vermiyor. Katran karası bir hançer gibi umudu kökünden söküp atıyor. Geriye uçurumdan savrulan bir yaprak bırakıyor. Toprakla buluşacağı anı bekleyen yaprak gibi savruluyorum oradan oraya.
Ben Deniz Arslan. Ünlü avukat Mehmet Arslan'ın tek kızı. Biliyor musunuz tek evlat olmayı istemezdim. Derdimi anlatacak, beni anlayacak, sevecek bir kardeşim olsun isterdim. Canım yandığında başkasına değil, ona sarılmak isterdim. Aşık olduğumu ona anlatmak, her sırrımı onunla paylaşmak isterdim.
"Deniz hadi kızım, Geç kalacaksın yoksa." Bu hayattaki tek dayanağım halam. Küçük kızın ilk kahramanı, ilk aşkı babası olurmuş. Ben bunların hiç birisini tatmadım biliyor musunuz? Sabah sabah bu kadar duygusallık yeter sanırım.
Bu gün üniversitemin ilk günü. Sonunda yaz tatili bitti. Çok sevgili babam "Biricik kızı" avukat olsun diye emir verdi. Aslında karşı çıkabilir, istediğim bir fakülteyi kazanabilirdim ama ben savaşacak gücü bulamadım kendimde.
Üzerimi giyinip çıktım odamdan. Halam bekletilmeyi pek sevmez. Sonra taramalı tüfeğe bağlıyor kendisi. Halamın aşırı ısrarı üzerine kahvaltı yapıp üniversiteye geçtim. Önceden ders programımı aldığım için rahattım. Kampüse girdiğimde bu kadar kalabalık içinde nasıl yalnız olduğuma hayret ettim.
Seviyordum burayı. Tam iki yılım geçti bu koridorlarda. Kendimi en arka sırada cam kenarına attım. Kendi yalnızlığıma gömülecektim ki, arkadaşım Alya deyim yerindeyse omzumu çökerterek sarıldı.
"Yavaş gel be kolum koptu." diyerek sarılışına karşılık vermiştim. Benim aksime çok konuşan birisiydi. Ama ders sırasında ağzını açmaz, derse odaklanırdı. Susmayı nasıl başardığı büyük bir muamma.
"Özledim be ne yapayım. Sen özlemedin sanki. İki koca aydır görüşmüyoruz be." Özlemek. İki harf eksilirse ölmek. Sanırım buradan geliyor sözün aslı. İnsan özlediği zaman ölüyormuş. Ben sevilmeyi özleyerek çocukluğumu öldürdüm sanırım.
"Ben dedim sanki tatile yurt dışına çık diye. Memleketin suyu çıktı sanki." diyerek atarımı da yapmıştım.
"Dedim sana gel birlikte gidelim diye. Gelmedin ki. Katır inadı var sende kabul et artık."
"Abartma istersen. Hem aile gezinizde benim ne işim var. Ayrıca Mesut amca babamı sevmiyor biliyorsun. Ben ne diye burnunun dibinde biteyim." Eskiden çok yakın arkadaşlarmış. Neden araları bozulmuş bilmiyorum. Mesut amcaya sorunca geçiştirmişti. Başımı çevirince onu gördüm. Sessizce süzüldü içeriye.

Sevmek böyle birşey mi? Yoksa ben mi büyütüyorum? Bir defa göz göze gelmek için tüm hayatını verecek kadar sevilir mi bir insan? Hayatımın en büyük hatasını yaptım severek. Aslında sevmek hata değil ki. Karşılıksız sevmek hata. Onun bir başkasını sevdiğini bilerek sevmek hata. Ah be toprak gözlüm, bir defacık baksan, görsen seni seven bu kalbi. Sever misin beni?
"Oho bende diyorum bu kız neden tepki vermiyor. Mecnunu gelmişte haberim olmamış. Seni sevmediğini bile bile nasıl seviyorsun?" Omzumu silkerek bilmem demiştim. Bilmiyordum gerçekten nasıl sevdiğimi. Koca iki yılı geride bırakmıştım onu severek.
Flashback
Doğum günümde dolaşmak için dışarı çıkmış, yürüyerek eski mahallelere girmiştim. Seviyordum buraları. Şehrin süslü kalablığına inat gerçekti dokülmeye yüz tutmuş duvardakı sıvalar. Sırtımı duvara yaslayarak oturdum. Ne kadar oturdum orada bilemem. Küçük bir kız çocuğu "Abla ben de oturabilir miyim? Söz hiç konuşmuycam." diyerek yüzüme bakıyordu kocaman gözleriyle.
"Oturabilirsin küçük hanım. İsmin ne? Tanışalım mı?" Küçük elini uzatarak, "Meyra. Senin ismin ne?" Çok güzel bir isim. İlk defa duyuyordum.
"Deniz. Neden burada yalnızsın? Bak çocuklar parkta oynuyor," dediğim zaman gözleri dolarak yüzüme bakmış, "Beni aralarına almıyorlar ki. Benim annem, babam yokmuş. O yüzden istemiyorlarmış." diyerek burnunu çekti.
"Biliyor musun benim de annem yok. Benimle oynamak ister misin?" Eliyle gözyaşlarını silerek evet demişti. Uzun süre Meyra'yla oynamış, yorgun düşünce de ağacın altına oturmuştuk. O zaman görmüştüm onu. Bir ağacın altında oturmuş, sessizce kitap okuyordu. Etrafında olup bitenlerden habersiz. Dikkatimi çekmişti o gün. Nereden bilebilirdim ki, bir hafta sonra aynı bölümde okuyacağımızı.
---
"Nereye daldın yine?" Geçmişin tozlu sayfalarından Alya'nın sesiyle çıkmıştım.
"Meyra'yı görmeye gidelim mi? Seni de çok seviyor biliyorsun. Seni soruyordu geçen gün." diyerek geçiştirmiştim onu.
"Gidelim ya, özledim bende bıcırığı. Ama önce eve uğrayalım, aldığım hediyeyi alıp öyle gidelim." Cevap vereceğim sırada hoca gelmiş, ben de başımla onaylamakla yetinmiştim.
Hukuk okumanın zor yanı ilk gün bile olsa ders işlemek sanırım. Dersler bitince kendimi tükenmiş gibi hissediyordum. Ama günün en güzel yanı onu görmek olmuştu. Sırf bu yüzden şikayet etmezdim derslerden. Canımı yakansa, benim ona baktığım gibi, onun bir başkasına bakması.
Her zamanki gibi güzeldi Yaren, ama başkalarını küçük görüyor, dalga geçmekten geri kalmıyor. Bazen düşünyorum da Mert nasıl seviyor böyle birisini? Ama unuttuğum şey aşkın gözünün kör olduğuydu. Bu değim nereden geliyor bilmiyorum, ama gerçekten sevdiğin zaman onun hiçbir kusurunu görmediğin doğru.
Alya'yla birlikte ilk önce onlara gitmiş, sonra da yürüyerek Meyra'nın yaşadığı mahalleye geçmiştik. Ailesini kazada kaybeden Meyra'ya büyükannesi bakıyordu. Birlikte Meyra'nın okul masraflarını üstlenmiş, elimizden geldiği kadar da maddi yardımda bulunuyorduk. O gün ilk defa zengin olduğuma sevinmiştim. Küçük bir çocuğun yüzündeki tebessümün paha biçilemeyeceğini öğrenmiştim.
Bu yardımdan babamın haberi yoktu. Hoş bizim hiç oturup konuştuğumuz yoktu ki. Onun için tahammül edemeyeciği bir varlıktım. Parasıyla ihtiyaçlarımı karşılaması ona yetiyor sanırım. 5 yaşımda hem annemi, hem babamı kaybettim ben. Ben annemin nasıl öldüğünü bile bilmiyorum. Hatırlıyorum da, karşıma geçmiş, beni sarsarak "Senin annen öldü. Duydun mu beni öldü. Bir daha anne kelimesini duymayacağım," diyerek bağırıp çağırmış, Beni savunmasız bırakarak çekip gitmişti. Ben o gün her ikisini kaybetmişim de haberim olmamış meğer.
"Deniz abla, Alya abla hoşgeldiniz." diyerek boynuma atlamıştı Meyra. Aynı şekilde Alya'ya da sarılmıştı. Birlikte içeri geçmiş, Yasemin teyzeyle güzel sohbet etmiştik. Kendi evimde bile ben bu kadar rahat değilim. Yıllardır burada yaşıyormuşum da haberim yokmuş gibi hissediyordum her buraya geldiğimde. Birlikte yemek yapıp yemiştik. Çok geç olmadan Alya'yla eve döndüğümüzde çok geç kaldığımı anladım.
Kapıdan girdiğimde yüzüme inen tokatla kala kalmıştım yerimde. "Annen gibi o..pu olacaksın başıma sen de. Bu saate kadar kimle sürtüyordun doğru söyle. O iti de geberteceğim. Ben her şeyini eksiksiz edeyim, benim kızım sokaklarda itlerle sürtsün." Ve daha nice ağza alınmayacak hakaretlerle öylece kaldım. Bunları söyleyen benim babam mı? Kızına bunları bir baba nasıl yakıştırır?
Toprağa gömülmeden de ölürmüş insan. Ruhunu paramparça ederek ölürmüş. Tek bir cümle nasıl yerle bir edermiş insanı bilmiyordum ben. Bilmek istemiyordum ki.
"Teşekkür ederim baba. Kızını ellerinle öldürdüğün için teşekkür ederim. Beni neden sevmediğini sorguladım hep. 'Neden? Neden sevmedi?' diye sordum kendime. Şimdi cevabımı aldım. Diyorsun ya 'Benim kızım nasıl yapar?' diye. Ben senin kızınsam, gerçekten böyle düşünüyorsan, bunu yapmayacağımı bilirdin be baba. Ama sen de haklısın ben hiç senin kızın olmadım ki. 5 yaşında öldü senin tek kızın. Bir umudum vardı. 'Belki bir gün babam beni sever,' diye bir umudum vardı. Onu da ellerinle yok ettiğin için teşekkür ederim. Ve şunu iyi bil baba, ben kötü bir şey yapmadım. Ama sen de haklısın, kim hiç tanımadığı birine inanır ki." diyerek odama koşup kapıyı kilitledim.
Aşağıda tek damla gözyaşı dökmeyen ben hıçkırıklarımda boğuldum. İlk defa tokat yedim belki, ama canımı yakan sözleriydi. Benden neden nefret edişiydi. Oturduğum yerden kalkıp, hep kilitli tuttuğum çekmeceden anneme yazdığım günlüğü alarak içimdekileri dökmeye başladım.
"Bir yerlerde yaşıyor musun anne? Yoksa gerçekten öldün mü? Ben şimdi öldüm. Belki de, senin günahının bedelini yaşıyorum ben. Bana her baktığında senin yaptıklarını görüyor. Bu yüzden hiçbir eşyan, resmin yok bu evde.
Canım çok yanıyor anne. İnsanın canını en çok sevdikleri yakarmış, ben bilmiyordum ki. Çok küçüktü kalbim. İnsanı güvendikleri öldürürmüş anne. Ben kimseye güvenmemiştim babam kadar. Beni nasıl öldüreceğini biliyormuş meğer. Bir çocuğun ilk kahramanı, ilk aşkı babası olurmuş. Ben bunları yaşamadım anne. Benim ilk üzüntüm, ilk yangınım, ilk hayal kırıklığım oldu babam.
Baba, evladına bisiklet sürmeyi öğretmeli, nasıl güvenmemek gerektiğini, nasıl sevmemek gerektiğini değil. Ben sevmemeyi öğrendim babamdan. Güvenmemeyi, Ne kadar acı çekersen çek, başkalarının yanında güçlü durmayı öğrendim. Oysa ben babamın dizinde ağlamak istedim hep.
Kızın yine ağlıyor anne. Kızın yine yalnız. Yine kırık dökük. Yine paramparça. Ama bu defa tek farkla, kızın babasını bu gün kaybetti anne. O kadar isterdim ki, yanımda olup 'Geçecek kızım. Yaraların bir gün kabuk tutacak. Bir gün kanamayacak ve sen yaralarına seni olgunlaştırdığı için teşekkür edeceksin. Sen benim kızımsın. Kalk, silkelen, kendine gel. Ne bu gözyaşı, kendini salmışlık' diye azarlamanı çok isterim.
Ben hiç büyümeyecek çocuk olarak kaldım anne. Sevgiye muhtaç bir çocuk olarak kaldım. Hani bir laf var ya anne, 'Kız çocukları babalarından alamadığı sevgiyi başka insanlarda arar ve hiç olmayacak birisine aşık olur' diye. Doğruymuş anne. Küçük kızın onu sevmeyen birine aşık oldu. Canı çok yanıyor anne.
Kaçmak istiyorum bu şehirden, bu ülkeden, beni üzen her şeyden. Ama sonra kaçarsam onu, arkamda bırakmaktan korkarcasına çakılıp kalıyorum olduğum yere. Ben onun beni yakacağını bile bile kabul ettim anne. Ben beni sevmeyen bir adamı canımı verecek kadar seviyorum.
Biliyor musun anne sana yazdığım gibi ona da mektup yazıyorum. Hiçbir zaman sahibine ulaşmayacak mektuplar. Belki bir gün kalem kağıt dile gelir de, sevgimi anlatır diye yazıyorum. Onun bir başkasını sevdiğini bile bile seviyorum anne. Umarım bir gün çok mutlu olur, Sevdiği kadar sevilir.
Kim ne derse desin, seni hep seven kızın Deniz. "
Günlüğü kapatınca aklıma Can yücelin "Bir kadını ağlatmak" şiiri düştü. mırıldandım sessizce.
'Bir kadını ağlatmak çok zor degildir aslında.
Kadınlar her şeye ağlayabilir,
bir filme, bir şarkıya, bir yazıya...
En az erkekler kadar yani!
Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur.
Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir
Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan,
Gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
Işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının.
Yutkunamaz, nefes alamaz.
Çünkü o koca yumruk canını çok acıtır.
Gözleri buğulanır kadının sonra.
Ağlamayacağım, der içinden.
Ama engel olamaz işte.
Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır..
Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın.
Ince ince süzülür yaşlar gözünden,
Önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli...
Ve kadın ağlar; hem de çok!
Sanmayın ki gidene ağlar kadın!
Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan,
Orada bıraktığı yaradır.
O yaranın hiç kapanmayacağını,
Kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın;
O yüzden ağlar.
Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır.
Her damla, daha çok kadın yapar kadınları.
Her damla bir derstir çünkü.
Bazen kadınlar ağladığında çogu insan,
Ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler.
Bilmediklerindendir böyle demeleri.
Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler.
Içlerindeki zehirdir onları öldüren!
Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar,
O irini temizler yaralarındaki!
Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
Dönüşmemesi lazımdır oysa.
O yüzden de bolca ağlarlar.
Zaman geçer sonra.
Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler.
Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini.
Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir.
Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı...
Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında.Her damla olgunlaştırır kadınları evet,
Ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür.
Küçüldükçe değerini yitirir
Ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan..
Insanlar soruyorlar çogu zaman,
Neden bu kadar çok bekar kadın var diye,
Hepsi kariyer derdinde olan.
Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki,
O kadar çok ağladılar ki!
Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar,
O yüzden kendilerine sarılıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi,
Hem de hiçbir zaman!
Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların.
Ee o zaman niye sarılsınlar ki!
Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa,
Bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
O da kim, ne diye sormayın artık.
Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!'
Ben kendime sarılmayı öğrendim. Ağladım. Başımı koyacak bir omzum yoktu. Kendime bir omuz vermeyi öğrendim. Kendimle baş başa kalmayı öğrendim. Çocukluğumun elinden tutarak ayğa kalkmayı öğrendim. Bu hikayede hem öğretmen, hem öğrenci oldum.
Yeni yürümeyi öğrenen bir çocuk gibi düşe kalka büyümeyi öğrendim. Sarılmadım kimseye kendime sarıldığım kadar. Konuşmadım kimseyle, kendimle konuştuğum kadar. Içimden geçenleri avaz avaz bağırmadım kimseye, kendime bağırdığım kadar.
Hem yol oldum bu hikayede, hem de yolcu. Kimi zaman oturup dinlendim bu yolda, kimi zaman da yalın ayak yürüdüm dikenli yollarımda. Her batan diken, kalbimde kapanmayan bir yara. Bazen de, yolcu dinlendi ben akıp gittim. Yolcunun altında akan bir nehir gibi akıp gittim. Geriye gelmeyeceğimi bile bile gittim.
Bazen dönmek istedim geriye, bazen de kaçıp gitmek, temelli kurtulmak istedim. Ne gidebildim, ne de kala. Ben hiçbirini başaramadım. Başardığım tek şey yalnızlığımın elinden tutup ayağa kalkmak oldu.Kimseye güvenmeden kendi yaralarımı sarmak oldu. En acı merhemleri sürdüm, birdaha kan akmasın diye. Ve kimseye de göstermedim kanayan yaramı. Öğrenmiştim çünkü yarayı sarmış gibi yapıp, daha büyük yara açtıklarını. Ve bir yarayı daha kaldıracak gücü yoktu kalbimin.