Alev ve Ateş
Güneş daha doğmamıştı.
Hatay sınırındaki askeri üs, sessizliğin en koyu tonunda uyuyordu. Fakat o sessizlik, birazdan bir sesle paramparça olacaktı.
Ateş Alper Sipahi, ağır adımlarla koğuş kapısına yöneldi.
2.15'lik boyuyla sanki gökyüzünü taşıyor gibiydi. Hafif bronz teni sabahın ilk ışıklarında parlıyordu. Üzerine geçirdiği haki üniforması, vücuduna tam oturmuştu. Omuzlarındaki rütbeler bile ürkekti onun duruşunda. Elinde bordo beresi, ayağında postallar.
Kapının kolunu tuttu. Derin bir nefes aldı. Ve sonra…
"UYANIYORSUNUZ CİVCİVLERİM!"
Gür sesi, koğuşun dört duvarında çınladı. Yataktaki askerler bir anda yerlerinden fırladı. Kimi battaniyesine sarılı kaldı, kimi düşmemek için yatağın kenarına tutundu.
"Burası anne kucağı değil! Burası baba ocağı değil! Burası ASKERİYE!"
Bağırışlarının ardından birkaç yatak titredi, bir tane ranzanın üst katından düşer gibi olan bir asker kendini zor kurtardı. Koğuşu ortasından yürüdü ve ellerini demir dolaplara, ranzalara vurdu.
Gözünü ovuşturan askerin üstündeki örtüyü çekti yüzüne fırlattı.
"Alyalı alyalı uykularınız batsın, saat kaç lan?! He? Horozdan sonra uyanan asker mi olurmuş!"
Yüzbaşı Ateş Alper, ranzaların arasında yürümeye devam etti. Her adımı yer sarsıyor gibiydi. Bakışları sert, sesi keskin, kelimeleri tokat gibi.
"Kalk lan kalk! Kafanı yastığa gömen ellerin koptu mu? Yatak değil bu, siper! Uyumak isteyen varsa sınır ötesine gömeyim, rahat rahat uyur!"
Bir asker doğrulmaya çalışırken mırıldandı, "Komutanım beş dakika—"
Ateş hemen dönüp kaşlarını çattı.
"Beş dakika mı?! Sana ömür boyu yattı yaparım bak, kalk lan kalk! Burası sıcak yatağını arayanların yeri değil, burası VURULUP DAHA YÜRÜYENLERİN YERİ!"
Bir başka askerin yanına geldi. Tıraşı eksik. Gömlek yakası yarım ilikli.
Ateş burun buruna geldi.
"Senin boy aynan mı eksikti? Yakana mı küsmüşsün? Bu ne hal lan? Siz yürürken omzunuzda sancak taşıyacaksınız, yakanda ütü izi değil utanç izi var!"
Koğuş artık ayaktaydı. Kimi ayakkabısını ters giymişti, kimi hâla gözlerini ovuşturuyordu. Ateş ellerini beline koydu, bir göz attı hepsine.
"Ben size askerliğe hoş geldiniz demedim. Hoş geldiniz diyen varsa gidin ona sarılın. Ben görev yerinize cehennemin kıyısı derim. Alışın."
Bir sessizlik oldu. Kimse nefes almaya cesaret edemedi. Sonra Ateş kafasını sağa sola salladı, kısık sesle ama hâlâ tok bir tonla söyledi:
"Yirmi dakikanız var. Kamuflaj, silah, ruh ve disiplin hazır olacak. Yoksa ben hazırlarım. Anladınız mı?!"
"Emredersiniz komutanım!" diye yankılandı koğuş.
Ateş hafifçe başını salladı.
İşte sabah böyle başlardı. Sınırda güneşten önce uyanan bir gölge varsa, o da Yüzbaşı Ateş Alper Sipahi’ydi.
****
Alarm çalmadan uyananlardandı Alev Gökçe Sönmez.
Saat 05.45.
Hatay’ın yorgun sabahında, sessizlik daha yeni dağılmaya başlarken, o çoktan ayaktaydı. Kahvesini içerken camdan dışarı baktı. Sınırın hemen ilerisinde sabah hiç olmuyordu. Orada savaş vardı. Buradaysa yangın.
Saçlarını arkadan sıkıca topladı. Mavi gözleri, aynadaki yansımaya baktığında bir an tereddüt etti:
Bugün kaç kişinin hayatına dokunacaktı?
Kaç dakika içinde karar verip kaç canı çekip alacaktı alevlerin içinden?
Anahtarlığını aldı. Ayakkabılarını giydi.
"Bugün de yandık mı Hatay?" diye mırıldanarak evinden çıktı.
İtfaiye müdürlüğüne girdiğinde saat henüz altıyı on geçiyordu.
Avluda birkaç erkek itfaiyeci hâla çaylarını yudumluyordu. Göz ucuyla ona baktılar.
Kimi başını önüne eğdi. Kimi arkasından fısıldaştı.
“Kadından şef mi olurmuş…”
“Ama valla bizden iyi giriyor yangına…erkek gücü var kadında.”
“Ben seviyorum Alev’i, adam gibi kadın…”
Alev hiçbirine aldırmadı. Emekleri ile gelmişti bu zamana kadar. 19 yaşında başladı bu mesleğe ve 26 yaşına gelmiş, grup şefi rütbesine yükselmişti aylar önce. 10 kişilik bir grubun şefiydi kendisi.
Kararlı adımlarla personel soyunma odasına girdi.
Dolabını açtı.
Kırmızı itfaiye pantolonunu, siyah koruyucu tişörtünü, üzerine yeleğini, dizliklerini geçirdi.
Kemerini sıkıca bağladı.
Sonra metal miğferini eline alırken gözleri ciddileşti. Aynada artık "o kadın" yoktu. Artık orada bir şef vardı.
Çıkarken en yakın arkadaşları onu karşıladı:
Serhat, Muzaffer ve Yasir.
Simit-poğaça poşetini Serhat tuttu. Esmer, kalın kaşlı keskin hatlı bir adamdı. Başçavuş.Yaşı 29 idi. Boyu 1.90.
“Sana zeytinli aldım. Baş şefin torpili olur.” dedi Serhat.
“Yasir çayı demledi, ama beş saniye bakınca bayılabilirsin.”
Yasir, Serhat'ın sözüne kaşlarını çattı " Ayıp ediyorsun başçavuşum ama!" dediğinde gülüştüler. Yasir İtfaiye Eriydi. Yaşı 22. Geçen sene başlamıştı bu mesleğe.
“Ben poğaçayı yedim bile.” dedi Muzo, ağzı dolu dolu. Kumral, 1.86 boyunda yapılı bir adamdı. Yaş 27. Çavuş.
İşte Alev Gökçe SÖNMEZ'in ekibinden en sevdiği arkadaşlarıydı. İçlerinde bir kadın olarak ve bu yaşta grup şefi oluşunu yadırgamayan insanlardı.
Kahkahalar arasında küçük masaya oturdular.
"Mehmetler dedikodunu yapıyorlardı sabah."
"Hıı duydum ama umurumda değil."dedi alayla. Kahve gözleri umursamadığını net bir şekilde belli ediyordu.
Dışarıda sabah yavaş yavaş uyanıyordu. Henüz siren sesi yoktu. Henüz…
"DİT-DİT-DİT— DİT-DİT-DİT—"
Merkez telsizi çaldı.
Bir anda herkes sustu. Genç kadın çayını bırakmadan ayağa kalktı.
Telsiz anonsu geldi:
"Antakya merkez, Odabaşı Mahallesi 12. Sokak. İki katlı evde yangın. İçeride çocuk olduğu bilgisi alındı."
Bir saniyede masadan fırladılar.
Kasklar başa. Tulumlar kapalı. Eldivenler çekildi. Cihazlar kontrol edildi. Hortumlar, oksijen tüpleri, baltalar.
Alev bir saniye bile boşluk bırakmadan bağırdı:
“İçeride çocuk var! Süratle çıkıyoruz! Hadi!”
Alev hemen aşağı garaja inen demir direğe tek kolu ile tutundu. Ayaklarını sardı ve aşağı kayıp indi.Ardından arkadaşlarıda geldi.
Garaj kapısı açıldığında itfaiye aracı kırmızı bir kurşun gibi dışarı fırladı.
Siren sesleri Hatay sokaklarını yırttı.
Alev, şoför mahallindeydi. Telsizi eline aldı:
“Alev Sönmez konuşuyor. Olay yerine üç dakikada varacağım. İçeri ilk ben gireceğim.”
Yanında Serhat oturuyordu, dizinde hortum bağlantısını kontrol ederken başını çevirdi:
“Yine aynı değil mi?”
Alev Gökçe, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sarı saçlarından iki tutam miğferinden çıkmıştı.
“Her zamanki gibi. Önce hayat. Sonra gerisi.”
Araç olay yerine geldiğinde alevler gökyüzünü yalayıp duruyordu.
Kalabalık toplanmıştı.
Bir kadın bağırarak ağlıyordu:
"Oğlum! Oğlum hâlâ içeride!"
Alev, binaya baktı. Yangın hızla yayılıyordu.
İki katlı yapının üst pencerelerinden siyah duman çıkıyordu.
Alev, monoton şekilde hareket ediyordu. Maskesi yüzünde, gözleri keskin. Mesele çocuksa daha başka biri oluyordu genç kadın.
Arkasından Serhat ve Yasir de indi. Muzo hortum bağlantısını kurdu. Ekipten bir er, yanındaki çocuğun annesinin yanına gitti ve alevlerden uzaklaştırdı. Bir diğer itfaiye eri Sude, iki kişiyle evin etrafını dolandılar. Yangının boyutunu tespit edeceklerdi.
Alev bağırdı:
“Gözlük takıldı mı? Solunum cihazı aktif mi? Hepiniz hazırsınız mı?!”
“HAZIR!” diye cevap verdiler hep bir ağızdan.
Alev öne geçti.
“Ben çocuğu alacağım. Siz arkamı toplayın. Giriyoruz!”
Ve işte o anda, itfaiyeci Alev Gökçe Sönmez için gün başlamıştı. Kendisi bu şerefli mesleğe aşık bir kadın..
Alevlerin içine yürümek ise, onun sıradan sabah kahvesiydi.