bc

AŞKO, GÖLGENDEN KAÇAMIYORUM

book_age18+
60
FOLLOW
1K
READ
revenge
dark
forbidden
love-triangle
contract marriage
BE
one-night stand
reincarnation/transmigration
family
HE
escape while being pregnant
time-travel
teacherxstudent
love after marriage
system
age gap
fated
forced
opposites attract
second chance
friends to lovers
pregnant
arranged marriage
shifter
curse
playboy
badboy
kickass heroine
sporty
neighbor
stepfather
mafia
single mother
gangster
heir/heiress
blue collar
drama
tragedy
sweet
lighthearted
serious
kicking
bold
single daddy
werewolves
vampire
game player
campus
city
medieval
mythology
office/work place
pack
small town
magical world
high-tech world
another world
ABO
cheating
childhood crush
disappearance
enimies to lovers
lies
rejected
secrets
soul-swap
superpower
rebirth/reborn
dystopian
war
ancient
love at the first sight
affair
friends with benefits
polygamy
surrender
addiction
assistant
actor
substitute
Pharaohs
like
intro-logo
Blurb

“Üzerinde hâlâ gömleğim var.Demek ki gitmedin.”— “Gitmek istemedim.”> “İstemedin mi,yoksa gitmeye cesaretin mi yetmedi?”Sessizlik.Dila gözlerini kaçırır.Ama sonra patlar:— “Sen... çok... kötüsün.”

chap-preview
Free preview
Bölüm 1
Siktir. Siktir siktir siktir! Bu kelimeyi üç kere arka arkaya söyleyince bazıları rahatlıyormuş ama ben hâlâ arabanın fren sesini kulağımda hissediyordum. Sol dizim kanıyordu. Kalbim mi? O zaten doğduğumdan beri açık yara. Ayağım topukluya alışkın ama bu mahalleye değil. Hele hele Eren Kayra’nın bölgesine hiç değil. Evet, kaçtığım yer: Lanetli mahalle. Burada çatısına kuş konsa kimlik sorulur. Ama ben? Çatısından içeri daldım. Ve onu gördüm. Oğlum bu ne?! Her şeyi simsiyah. Gözleri, bakışı, sesi… Hatta lan, öfkesi bile seksti. Sırtında deri ceket, ağzında sigara, parmağında parlayan bir yüzük. Gömleği kapalı ama içimdeki "açtırma" dürtüsüyle baş edemiyorum. > “Buraya neyle geldin?” Sesi… Böyle hani… göğüs titreten cinsten. Adam kelimenin tam anlamıyla "içime konuştu". — “Topuklularımla,” dedim. Ama içimden: > “Bela gibi geldim, belan olayım” demek geçti. Sus Dila. Ağzını kapat. Şimdi değil. O sırada gözleri üzerimde gezindi. Ama öyle böyle değil. Sanki X-ray. Bi sağ kaşını kaldırsa soyulmuş gibi hissediyorum. Ben sustum. O yürüdü. Ben bir adım geri gittim. — “Kimsin sen?” Adımı unuttum. Yemin ederim. Bi ara “Barbie” diyecektim az kalsın. — “Dila... Türkmen,” dedim. O an... Bir sessizlik oldu. Hani birileri geçmişe selam çakar gibi. — “Türkmen?” Sesinde başka bir anlam vardı. İncecik tonda ama tok bir geçmiş saklıydı. Yutkundum. — “Ben şey... burada değilim. Yani... yanlış geldim. Gidiyorum ben...” — “Gidemiyorsun.” Sadece sesiyle duvara yasladı beni. Dizlerim istemsiz titredi. — “Niye?” > “Çünkü buraya gelen, ya misafirdir... ya düşman. Misafirin hesabı yoktur. Düşmanın mezarı bellidir.” İşte o an, kalbim durdu. --- 3 saat önce... Patronumun rezaletini kapatmak için çıktığım bu yolda, şu an bir suç imparatorunun gölgesindeydim. Daha sabah Hello Kitty çantamla şirket toplantısına girerken, şimdi Eren Kayra'nın gömlek düğmelerine kitlenmiş durumdaydım. Kapüşonumu çıkarırken kendi kendime söylendim: > “Dila, senin Allah belanı versin!” Ben hırsızlık yapmadım. Ama o dosyayı gördüm. Yanlışlıkla da olsa... Yanlış kişi görseydi? Torbacıdan beter yanardım. Ve kendimi onun mekanında buldum. --- O bana bir sandalye çekti. Oturmadım. Ayakta kaldım. Dik durmaya çalıştım. Gözlüklerimin arkasından baktım. > “CEO musun sen?” “CEO’yum evet.” “O pembe şeyle mi?” “Takımıma laf etme. Topuk sesimle ruh emiyorum ben.” Gülümsedi. Ama öyle bir gülümseme ki… Tehlikeli. "Beni ya seversin ya ölürsün" türünden. > “Bana bakma,” dedim. “Ama ben zaten her yere baktığımda seni görüyorum.” YUTKUNDUM. BU NE DİYALOG LAN! Beynim yandı. Kalbim sekmeye geçti. > “Neden kaçıyorsun?” — “Ben sadece kaçıyordum.” Gözümden yaş süzülecek gibiydi. Ama yok. CEO’yum ben. Ağlamam. > “Kaçanlar, yakalanmak ister.” “Ben yakalanmak istemiyorum.” “O zaman neden bana geldin Barbie?” Baktım. Gerçekten baktım. Onun gözüme, kalbime, geçmişime dokunduğu anda sadece tek cümle döküldü dudaklarımdan: > “Ben sadece... senin olmadığın bir yere gitmeye çalışıyordum.” --- Gözleri üzerime yürüdükçe içimde bir şey sıkıştı. Bu adam… nefes almama bile izin vermiyordu. Omuzlarım kasıldı, çenem titredi ama hâlâ dik duruyordum. Çünkü ben Dila Türkmen’dim. Çünkü ben ağlamamayı kendime yemin etmiştim. Ama Eren Kayra üzerime geldiğinde, nefesi boynuma değdiğinde, çenemi tutan o gurur kırıldı. > “Ne bu titreme?” dedi. “Korkuyor musun benden?” Gözlerine bakmaya çalıştım. Ama başaramadım. Bakarsam düşecektim. O gözlerde geçmişim, korkum, kalbimin en yırtık hali vardı. Eren ellerini cebine soktu. Yüzüme değil, içimdeki çatlağa baktı sanki. Bir adım daha attı. Ben geri gittim. Duvara dayandım. Kaçacak yerim yoktu. > “Cevap ver Barbie. Korkuyor musun?” Gözlerim doldu. Ama hâlâ susuyordum. > “Bak bana, gözlerinin içine bak. Gerçekleri duymaya dayanabilecek misin?” Dudaklarımı ısırdım. Biriken yaş, kirpiklerimi boğdu. Eren elini duvara koydu. Başımı çevirdim. > “Bakmıyorsun… Sahi, kimden kaçıyorsun sen Dila?” “Kendinden mi, benden mi, yoksa geçmişinden mi?” Yetti. Nefesim kesildi. Çenem titredi. Ve... Gözyaşlarım patladı. Aynı anda kalbim de. > “SE... SE-EEENN...” “Çok… ÇOK KÖTÜSÜN!!!” Sesim çatladı. Sözlerim boğazımda düğümlendi. Omuzlarım titredi, ellerimle yüzümü kapattım. O an odada zaman durdu. Bir anlık sessizlik. Ve sonra… Eren güldü. Öyle hafif, içten değil. Sanki hayatının en acı kahkahasını atar gibi. > “Kötü müyüm?” “Sen daha kötüsünü görmedin bebek.” Kahkaha devam etti. Ama sesi titriyordu. İçinde bastırılmış bir hıçkırık vardı sanki. Ben hâlâ ağlıyordum. Sesim inceldi, ellerim titredi. > “Senin… bir kalbin yok.” “Hiç olmadı, değil mi?” Eren kahkahasını kesti. Bir an... yüzü düştü. Gözlerinde karanlık derinleşti. Sesi yavaşladı. > “Haklısın.” > “Hiç kalbim olmadı. Ama bana ne zaman bir kalp lazım olsa, senin gözyaşlarını ödünç alıyorum.” AĞLAMAM DURMADI. Bu bir itiraf mıydı, yoksa daha büyük bir yıkımın ilk adımı mıydı? Geri çekilmeye çalıştım. Ama Eren yaklaştı. Parmak uçlarımla gözyaşımı sildim. “Bana dokunma.” > “Dokunmayacağım.” Ama sesi öyle çıkmadı. Sanki ‘keşke dokunsam’ diyordu. --- O an kapıdan Tolga aradı. Telefon çaldı. Eren cebimden çıkardı. Ekranda: “Tolga Kankito” Eren baktı. Gülümsedi. > “Kankito mu?” “Barbie’nin yedekleri mi var yani?” “Yoksa bu da mı seni ağlatamıyor?” Elimden telefonu almaya çalıştım ama o geri çekti. > “Cevap verme,” dedim. “N’olur... cevap verme.” Eren bir an sustu. Sonra telefonu masaya fırlattı. CİĞERİM TİTREDİ. Ama kalbim hâlâ oradaydı. --- Bana baktı. Bir adım geri attı. Sanki kendine geldi. > “Ağlıyorsun ama hâlâ güçlü görünüyorsun.” > “Ben… güçlü değilim,” dedim. “Ben sadece parçalanırken süslüyüm.” Bu cümle onu susturdu. Sanki ilk defa bir kadının içini bu kadar çıplak görmüş gibiydi. Yutkundu. Ardını döndü. Ve dedi ki: > “O zaman seni ya tamamen kırarım… ya da hiç dokunmam.” --- Banyodan çıktığımda havlunun ucunu zor tutuyordum. Çantamı karıştırdım, yedek yoktu. Kapıya bir şey atılmıştı. Eren’in siyah gömleği. Ama öyle kibarca bırakılmamış. Resmen fırlatılmış. Bir not bile yoktu. Zaten o adam not yazmazdı. Yazsa ne yazardı ki? > “Giy de rezil olma.” --- Gömleği giydim. Kolları uzundu ama tam omzuma oturdu. Eteğimi çekiştirirken içimden geçirdim: > “Bu adamın kokusu bile tehdit gibi.” --- Aşağıya indiğimde koltukta oturuyordu. Bir elinde sigara, diğer eliyle masaya tık tık vuruyordu. Göz ucuyla bile bakmadı bana. Sessizliği ben bozmak zorunda kaldım. — “Teşekkür ederim... gömlek için.” > “Sakın geri verme.” — “Neden?” > “Çünkü üstüne benden daha çok yakıştı. Ama senden daha tehlikeli değil.” Kafam karıştı. Bu nasıl iltifat? Ama bu, Eren Kayra tarzıydı. --- O sırada bir çekmeceye uzandı. İçinden bir dosya çıkardı. Fotoğraf değil. Bilgi. Benim hakkımda. Bir CEO’nun, bir kadının, bir kadının geçmişinin anatomisi gibi. > “Kafam karışık,” dedi. “Seninle ilgili değil. Sen fazla netsin. Gözyaşın gerçek. Ama etrafın yalan dolu.” Ne diyeyim bilemedim. Ağzım açık kaldı. > “Bak,” dedi. “Ben sana aşık değilim. Seni istemiyorum. Ama biri sana dokunursa... kırarım.” Sustu. Ama duydum. Kırarım derken... sesi titredi. --- Yaklaştı. Elini gömleğimin yakasına götürdü. Ama çekmedi. Dokunmadı. Sadece havadaki kokuyu hissetti sanki. > “Bu gece burada kalırsan... kurallar benim.” — “Peki ya gitmek istersem?” > “Git. Ama sabaha sağ çıkamazsın. Seçim senin.” --- Ve sonra koltuğa oturdu. Karanlıkta kayboldu. Ben arkamı döndüğümde bir cümle daha duyuldu: > “Ya git... ya gömleğimi giyip burada sabahla. Üzerine gün doğduğunu ilk ben göreyim.” ---

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
521.2K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

HÜKÜM

read
223.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook