BÖLÜM 2

1264 Words
“Gömleğimle geldin, bakışımdan çıkamayacaksın.” Sabah. Telefonumun ekranı çatlamış. Ayakkabımın teki kayıp. Ama uyanmamın asıl sebebi ne? Eren’in bakışı. Köşede oturmuş, beni izliyor. Gözleri kahve gibi değil. Zehir gibi. O kadar koyu ki, içine düşünce karakterini unutuyorsun. — “Beni izliyor musun?” > “Sayılmaz. Sadece... kimsin, onu çözmeye çalışıyorum.” Kalkmaya çalıştım. Ayağım burkuldu. Eren aniden hareket etti ama tam yaklaşacakken durdu. > “Yardım etmeme gerek yok. Sen kendi başının çaresine bakabilecek tiplerdensin. Ama yine de düşersen... ben bakmam, kaldırırım. Anladın mı?” Sustum. Çünkü içim titredi. --- O sırada kapı çaldı. Tolga. Latte’siyle, yanlış zamanın başrolü. — “Dila? AŞKO! DÜN GÖRÜŞTÜĞÜMÜZ PATRON NE ARA MAHALLE AĞASINA DÖNÜŞTÜ?” Eren’in kaşı seğirdi. — “Bu kim?” — “Ofisten arkadaşım... Tolga.” > “Onun adını bu evde yüksek sesle söyleme. Burası ofis değil. Burası... benim mahallem.” Ses tonu? Soğuk. Gözleri? Bıçak gibi. Ama içi alev. --- Tolga: — “Ben çıkayım… galiba yanlış yere latte verdim.” Tolga kaçar. Dila arkasından bakar. Kapı kapanınca Eren döner: > “Üzerinde hâlâ gömleğim var. Demek ki gitmedin.” — “Gitmek istemedim.” > “İstemedin mi, yoksa gitmeye cesaretin mi yetmedi?” Sessizlik. Dila gözlerini kaçırır. Ama sonra patlar: — “Sen... çok... kötüsün.” Gözleri dolar. Ama bu sefer gözyaşlarına sahip çıkar. Sahi, bu ikinci kez ona kötü diyişiydi. Ellerini yüzüne kapatır. İlk defa duygusunu açık söyler. Eren ona doğru yürür. Ama sarılmaz. Sadece yanında durur. Bakmaz bile. Ve... güler. Kahkahası düşük. Karanlık bir gülüş. > “Ben kötü değilim Dila. Sen ilk defa iyi bir yalanla karşılaştın, o kadar. Kalacaksan... kendini korumayı öğren.” --- Sokak boştu. Ama havada bir şey vardı. Tedirginlik mi? Yok. Bariz bela kokusu. Dila ne yaptı? Çıktı dışarı. Ama nasıl? Baby pink bir blazer, altına mini etek, gözlük, full Barbie glow-up. Saçlar? Simsarı. Dipten ombre çilek pembesi. Ayakkabılar? 15 binlik topuklular. Ama çantasının içinde ne var? Biber gazı, çakmak, dudak parlatıcısı, naneli sakız. Ve... cesaret. Topuk sesi, sokakta yankılandı. Tik. Tak. Tik. Tak. Her adım “Ben geldim, korkmuyorum.” diyor. Ama... Bazı bakışlar, o sesi bastıracak kadar rahatsız edici. — “Nereye böyle Barbie?” Bir ses. Arkasında üç adam. Yanaklar tıraşlı, eller cebinde ama bakışları... rahatsız edici derecede “malum.” Dila durdu. Yüzünü çevirdi. Gözlüğünü düzeltti. > “Yolumdan çekilin.” — “Aman da aman, ne sert çıktı bu. Ama bu mahallede fazla renklisin güzelim. Güneş gözümüzü aldı.” > “O zaman gözünü kapat.” Dila sesini yükseltmedi ama tonu jilet gibiydi. Adamlar birbirine baktı. Biri ilerledi. Cebinden bir çakmak çıkardı, oynuyor. Diğeri bir adım daha attı. — “Burada pembe sinyal yok. Ya siyahla karışırsın... ya silinirsin.” Dila çantasına attı elini. Biber gazı. Ama tam çıkaracakken biri hızlı davrandı. Kolu tutuldu. — “Cık cık cık. Biber gazı mı? Ne kadar klasik.” Dila bir anda döndü. Topuğuyla bastı adamın ayağına. Adam bağırdı. Dila diğer elini kurtardı ama diğer adam onu belinden kavradı. Kaçmaya çalıştı. Direndi. “Bırak! Bırak diyorum!” Sesi sokağa çarptı ama... > “Dila mı?” Bir ses. Başka biri. Ama bu tanıdık. Tolga mı? Yoksa... başka biri mi? Yüzünü göremedi. Kafası dönüyordu. Adamın nefesi ensesinde. Teni buz kesmişti. Ama içindeki alev daha yeni yanıyordu. --- Dila’nın bedeni buz gibiydi ama içindeki ateş daha yeni harlanıyordu. İsmi söylenince durdu. Gözlerini kırpıştırdı. Adamlar bile bir an geri çekildi. Çünkü o ses... Karşıdan değil, tepeden gelmiş gibiydi. Karanlık sokak lambasının altına biri girdi. Simsiyah mont, siyah jean, siyah bakış. Elinde bir çakmak çevriliyor, parmaklarında yüzük parlıyor. Eren Kayra. Dila titredi ama bu sefer korkudan değil. Vücudu ona bir şeyler fısıldıyordu. Ama beyin? Panikte. — “Sana söyledim,” dedi Eren, o buz gibi sesiyle. “Bu mahallede ya misafirsin, ya düşman.” Adamlar birbirine baktı. “Abi yanlış anladık. Kız mahalleye yabancı diye—” Eren elini kaldırdı. “Elleri kalsın. Kollarını alırım.” Ve sonra bir sessizlik. Bıçak gibi. Sanki sokak bile nefesini tuttu. Dila nefesini verdi. Bir an için güvenli hissetti. Ama aynı anda, utanmış gibiydi. Ayağa kalktı. Titreyen elleriyle saçını düzeltti. Gözlük çantasına girdi. Pembe blazerin içinden biber gazını çıkardı, ama artık gerek yoktu. Eren yavaşça yaklaştı. Bir metre kala durdu. > “Ne işin var burada?” Dila tam cevap verecekti ama kelimeler boğazına düğümlendi. Gözleri doldu. Boğazı yandı. Ve gözyaşı düştü. “Se...seeen...PİSLİK...İĞRENÇ.....İNSANLA....İNSANLARIN.....KOKRULARIYLA...” Sesinde titreme vardı ama cesaret de. Ama şöyle bir sorun da vardı. Eren'in delici bakışları. Cümlesini bitiremedi. Eren'e doğru döndü. Sustu... Eren’in yüzü ifadesizdi. Sonra... Bir kahkaha attı. Gür, karanlık, alaycı. > “Ben kötü değilim, Dila. Ben gerçekçiyim. Sen rüyanda hâlâ Barbie ülkesindesin.” Dila gözyaşlarını sildi. — “O adamlar ne yapacaktı biliyor musun?!” Eren’in gülüşü bitti. Yüzü sertleşti. > “Beni ilgilendiren tek şey... Onların hâlâ nefes alması.” Sonra dönüp adamlara baktı: “Sayenizde Dila’ya borçlandım. Ben borç sevmem. Ya ödersiniz, ya ödenirsiniz.” Adamlar hızla uzaklaştı. Dila bir adım geri çekildi. Ama Eren bir adım attı. Artık çok yakındalardı. > “Senin burada işin yok Dila. Ama... bir kere daha başını belaya sokarsan, seni kim kurtaracak biliyor musun?” Dila nefes aldı. > “Sen mi?” dedi alayla. Eren eğildi, yüzü yaklaştı. > “Hayır. Kendin. Çünkü ben her zaman vaktinde gelmem.” Bu bir uyarıydı. Ama aynı zamanda bir sınav. Dila’nın kalbi hızlı atıyordu. Ama ağzından çıkan kelime? — “O zaman ben geç kalmamayı öğrenirim.” BOOM. --- O geceyi kimse unutamazdı. Eren Kayra’nın sesindeki o tehdit... Dila Türkmen’in gözyaşındaki o isyan... Ama o an bitmişti. Yeni gün, yeni bela demekti. Ve Barbie bu sefer pembe değil, kırmızı giydi. --- Sabah 08:13 Dila, yaşadıkları olaydan sonra bir kafeye girmişti. Biraz toparlanması gerekiyordu. Ayna karşısında Dila. > “Sen Barbie’sin ama uysal değilsin. Sen pembesin ama serserisin. Sen Dila’sın. Düşmezsin.” Rujunu sürdü. Çantasına küçük bir çakı ekledi. Kimin için? Kimse için. Ama herkes için. Mahalleye adımını attığında, güneş ışığı değil, sokak lambaları ona yol verdi sanki. Ama herkes suskundu. Sabahki olayı herkes duymuştu. Barbie’yi biri sıkıştırmış. Ama Eren Kayra karışmış. Ama Eren Kayra kimseye karışmaz. Demek ki bu kız... "Özel." --- Sokakta bir çocuk Dila’ya yaklaştı. — “Abla şey diyo’lar... Sen Eren Abi’nin... şeyi misin?” Dila durdu. Gülümsedi. “Ben kimsenin hiçbir şeyi değilim.” Sonra yürüdü. Ama arkasından bakan gözler arasında biri vardı: Selim. Eren’in kuzeni. Mahallenin eski belası. Yeni çıkmış. Kural tanımaz. Selim sigarasını attı. > “Barbie oyun oynamayı seviyorsa… Ben kuralları karıştırırım.” --- Ofis – 11:40 Dila sunumdaydı. Ama dikkat dağınık. Akşam olanlar, Eren’in sözleri, sokağın sessizliği... Sunumu bitirince salondan çıktı. Koridor... boş. Ama dönünce biri karşısındaydı. Eren. Simsiyah gömlek, kol düğmeleri açık. Bakışı net. Yüzü... okunmaz. > “Beni mi izliyorsun artık?” dedi Dila, çatık kaşla. Eren başını yana eğdi. > “Sen dün gece mahallemde ağladın. Bugünse sanki hiçbir şey olmamış gibi yürüyorsun.” — “Çünkü hayat ağlamayla durmuyor. Sen de durmuyorsun. O yüzden seni umursamıyorum.” Yalan. Ama gurur sesi bastırıyor. Eren bir adım attı. Duvar yakındı. Dila’nın nefesi sıklaştı ama geri adım atmadı. > “Cesur olmakla aptal olmak arasında ince bir çizgi vardır, Dila.” “Sen hangisisin?” Dila çantasını açtı. Çakıyı gösterdi. Korkutmak için değil. Göstermek için. — “Artık çizgi çizemeyecek kimse kalmadığında, ben çizerim. Gerekirse kanla.” Göz göze geldiler. Eren bir anda durdu. Gülümsedi. Ama bu gülümseme... Tehlikeliydi. > “Sen mahallenin ortasına çiçek değil, diken diktin Dila.” “Ama ben seni sulamak için değil, budamak için varım.” Dila başını kaldırdı. Gözleri doluydu ama sözleri taş gibiydi. — “O zaman dene bakalım. Ama unutma: Barbie acıyı öğrenirse, başka biri olur.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD