1.BÖLÜM

4895 Words
1.BÖLÜM “İÇKİ”  İnsanlar neden her zaman şevklerine düşkün olduklarını düşündüm. Neden bir tutam tutku ve şehvet için kendilerini ölümün kıyılarına sürüklediklerini, hayatlarını bir çöp poşetinin içine atarmış gibi umursamazca davrandıklarını düşündüm. Hayatlar bu kadar basit olamazdı. Bir ipin ucunda, bir mermide veyahut herhangi bir nesnenin bedenine çarpması kadar kolay olmamalı. Hayatımı asla basite indirgemedim. Asla, basit görmedim. Şehvet, tutku ve aşk benim için simgesel birer kavramdı. Hayatımda hep önceliğim kariyerim ve ailem olmuştu. Bu yüzden yirmi bir yaşıma kadar asla aşk ile uğraşmadım, aileme bağlı kalan bir kız oldum. Ve ondan sonra işlerim bir anda tepetaklak oldu. Üniversitemin son yılında klişe olan bir arkadaşıma aşık olmuştum. Sorun elbette bu değildi. İçimde yaşadığım karmaşık duyguların yanında bugün aşık olduğumu sandığım, tuhaf duygular beslediğim çocuğa açıldım. Çağatay, fakültenin gözdesiydi. Gülüşündeki tatlılıktı belki beni kendine çeken. Ondan çok hoşlanmıştım ve içimde ilk defa yeşeren bu duyguları köklendirmek istemiştim. Ona yapmayacağımdan emin olduğum şeyi yapmış, çıkma teklifi etmiştim. Sizce, reddedilmek beni bu kadar üzebilir miydi? Hayır, sorun o değildi. Sorun, hoşlandığım çocuğun gay çıkmasıydı. Evet, evet. Bir erkeğe duyduğunuz ilgiden sonra reddedilmek sizi üzebilirdi ancak hoşlandığınız kişinin gey çıkması…bu duygunun açıklaması yoktu. Bu yaşıma kadar aldığım belki de en büyük yanılgı ve darbeydi. Yapabileceğim en son şeyi yaparak en yakın arkadaşımla bir bara gelmiştim. “Böyle milleti ayıplar gibi bakmayı keser misin?” Merve’nin sesini duyduğumda düşüncelerimin arasından süzülerek arkadaşıma baktım. Elindeki alkollü kokteyl ile bana bakıyordu. Merve, üniversiteden arkadaşımdı. Birlikte dört yılımız geçmişti, aynı evde kalıyorduk. Genelde derslerime kafa yorduğum için böyle eğlenme fırsatı bulamamıştım. Merve ise her zaman kafa dengi bir kız olmuştu, ders yerine eğlenceyi seçmiş benim gibi kitaplara gömülüp kalmamıştı. Tabi ders dışında yaptığım bir şey daha vardı. Babamın işlettiği annemin de tasarladığı bir tasarım koleksiyonu için mankenlik yapıyordum. Ne kadar psikolog olmak istesem de ara sıra defilelere katılıp, mankenlik yapmak hoşuma gidiyordu. Anneme göre manken olmak için tüm özellikleri barındırıyordum. Kızıl saçlar, mavi gözler, uzun ve ideal bir vücudum vardı. Annem her ne kadar mankenlik yaparak mesleğimi sürdürmemi istese de bir gün psikolog olup, insanları dinlemek benim için paha biçilmez bir hayaldi. Aslında kendimi hep çift karakterli olarak görmüştüm. Geceleri güzel vücudunu sergilemekten çekinmeyen manken bir kız, gündüzleri ise inek gibi bölümünü bitirmeye çalışan biri olarak hayatımı düzene koymaya çalışan insanlardan yalnızca biriydim. Ta ki bugüne kadar. Hayatım boyunca hiç yapmadığım bir aptallık yaparak birine çıkma teklifi edip sonra da elime yüzüme bulaştırmıştım. Daha ne kadar rezil olabilirim diye düşünüyordum. Sahiden, daha ne kadar rezil olabilirdim? Oturup evde rezilliğime üzülürken Merve imdadıma yetişmiş, beni sürükleyerek dışarı çıkartmıştı. Ona teşekkür mü etmeliydim bilmiyorum. Evet, çoğu akşam etkinliklerine katılmıştım ama burası çok farklıydı. “Keşke Deniz’de burada olsaydı.” diye mırıldandım kendi kendime, Merve’nin serzenişini göz ardı ederek ofladım. “İnan bana bugün görmek isteyeceğin son kişi Deniz.” Merve’nin böyle söylemesinin sebebi Deniz’in gey olmasıydı. Tanrım, daha ne kadar üzülecektim halime? En yakın arkadaşım bir geydi, şansıma bak! Hoşlandığım çocukta gey çıkmıştı! “Keyfinize bakın kızlar, sende tadını çıkar.” dedi Ali, kolunu sevgilisinin arkasına atarak koltukta genişçe oturdu. Bakışlarını üzerimden çekerek Merve’nin saçlarının arasına bir öpücük bıraktığında gözlerimi devirdim. Ali ve Merve neredeyse bir buçuk yıldır beraberlerdi. Evimize sürekli gider gelirdi. Kafa çocuktu, bu yüzden ondan rahatsız değildim. Ama bazen Merve gibi bir ilişkim olup olmayacağını düşünürdüm. Sanırım olmayacaktı, özellikle bu günden sonra asla. “Aşkım, Bade ilk defa böyle bir ortama giriyor biliyorsun. Gerilmesi çok normal.” “Keşke sende bu ortamlardan çıksa mıydın sevgilim?” dedi Ali, sesindeki ima ile gülümsedim. Kulağıma vuran, aşındıran müzik sesi çok baskındı. Gözlerimi kalabalığa çevirmiştim. Oldukça büyük ve balkon katı olan bir bara gelmiştik. Etrafta mor ve mavi ışıklar yanıp sönüyor, dans pistini aydınlatıyordu. Kendinden geçerek dans edenlere bakıp, gözlerimi çektim. Bazı masalar kahkaha atıyor, bazıları delicesine eğleniyordu. Kuytuda köşede yiyişen çiftlerden bahsetmiyordum ama söylemem gerekirdi gerçekten güzel bir şekilde dizayn edilmişti. Hava her ne kadar boğucu olsa da eğlenmek için fena bir yer sayılmazdı. Benim eğlence anlayışıma uymasa da. Müzik sanki tüm sesleri bastırmak ister gibi yankılanıyordu. Benim için çok gürültücü bir ortamdı. Şimdi burada olmak yerine güzel kitaplarımın arasında kaybolmam gerekirdi. İç çektim, bugün benim günüm değildi anlaşılan. “Hala oturuyor musun?” Elindeki içki bardağı ile salına salına yanımıza gelen Eda ile yüzümü buruşturdum. Hiç akıllanmıyordu. Neredeyse her gün böyle ortamlara giriyordu ve başını bir türlü belaya sokabiliyordu. Keyfine düşkün bir insandı. Bu güzel bir şeydi, her şey bir yana hayatta hiçbir şeye takılıp kalmayan biriydi. Bende öyle biri olmak isterdim ama maalesef üzerimde bir sürü sorumluluk vardı. Şuan burada otururken bile gerim gerim geriliyordum. “Evet, çünkü sıkıldım.” Elindeki bardağı ortadaki masanın üzerine sertçe bırakıp kucağımdaki ellerimi tutarak beni zorlukla yerimden kaldırdı. “Bu fıstık gibi bedeninle o mal Çağatay’ın acısını çekmene izin veremem.” “Lütfen, hiç keyfim yok.” “Şu haline bakar mısın? Çok güzel olmuşsun. Bu elbise ile oturmana asla izin vermem.” dediğinde üzerimdeki kıyafete baktım. Annemin bana doğum günüm için yolladığı elbiseyi giymek istemiştim ama kızlar buna izin vermeyince başka bir elbise giymek zorunda kalmıştım. Siyah, kısa bir elbiseydi. Elbisenin kumaşı belimi sıkıca sarmış, çıkık kalçalarımı öne doğru çıkarmıştı. Elbise, straplezdi. Askıları yoktu, göğüslerimi sıkıca saran kumaşının bel kısmında derin üçgen kesikler vardı. Kızıl saçlarıma yakışan bir elbiseydi. Çok güzel olmuştu. Bedenimin güzel olduğunu inkar edemezdim ancak kendime çok bakan bir insan değildim. Beyaz tenim ve kızıl saçlarımla çok dikkat çekerken süslenmek de istemiyordum, o yüzden sadece saçlarımı hafif maşalamış, yüzüme hafif bir makyaj yapmayı tercih etmiştim. “Otursam?” dedim, şansımın son kırıntısını kullanmak isteyerek. Kollarımdan adeta çekiştirerek beni kalabalığın arasına sürüklediğinde bir umut Merve’ye baktım ancak o halime gülüp öpücük atmakla yetindi. Önüme döndüğümde Eda, ellerimi bırakarak bar tezgahına gitti ve elinde iki bardakla geldi. “Al bakalım.” İlk defa içki içmiyordum ancak bu ortamda içki içmek biraz ürkütüyordu beni. Annem ve babamın yanında daha önce çok içtiğim olmuştu çünkü genellikle defileden sonra onlarla birlikte gelenlerle konuşmak için kokteyl veya hafif içkiler içiyordum. Merve ve kızlarla da çok içmiştim ama içki bana göre bir şey değildi, bunu anlamıştım. “Teşekkür ederim.” Elinden aldığım bardağı dudaklarıma yakınlaştırarak bir yudum aldığımda dilime yayılan ekşi tat ile yüzümü buruşturdum. Eda bu halime kıkırdayarak bedenini hafifçe kıpırdatmaya başladı. Müziğin ritmi ile olduğum yerde bedenimi hafifçe iki yana salındım. Eda, enerjik bir şekilde dans etmeye başlayarak bardağı kafasına dikerek ilerdeki masanın üzerine bırakarak yanıma geldi. Uzanarak kulağıma yaklaştı. “Bitir şunu artık!” diye bağırdı, insanların sesi müziğin hareketliliği ile yükselirken bardağı zorlukla kafama dikerek art arda yudumlar aldım. Boğazımı yakıp geçen sıvı ile yüzüm buruşurken Eda bardağı elimden çekip aldı. İki elimi tutarak beni dansa teşvik etti. Onun bu haline gülümseyerek onun gibi dans etmeye başladım. Müzik ve ortam insanı kışkırtan belki de en iyi şeydi. Çünkü dans etmeye başladığım andan itibaren düşüncelerimin ve aklımın benden uçup gitmeye başladığını hissediyordum. Beynimin yavaş yavaş uyuştuğunu hissettim, bir anda kendimi gülerken buldum. Halbuki bugün kalbimin azıcık da olsa kırgın ve üzgün olması gerekiyordu. Bedenimin ters bir tepki verdiğini düşünüp, üzerinde durmadım. İçtiğim içki bir kadeh şarap gibi değildi ve bu yüzden yavaş yavaş sarhoş oluyordum. Eda saçlarını savurarak, kalçalarını sallayıp işlevle dans etmeye başladı. Gözlerimi kapattım ve kendimi kalabalığın arasında buldum. Bu o kadar da kötü bir his değildi. Barın atmosferi beni içine çekmeye başlamıştı. Dünya benden adım adım uzaklaşıyordu, hiçbir şey bana zarar veremez gibiydi. İçimde parıldayan bir şevk vardı, sadece eğlenmek isteyen, kafayı bulmak isteyen bir histi. Bende üzerinde durmadım, Eda’nın getirdiği içkileri içmeye devam ettim. Sadece bir gün, bir gün kafayı bulmak istedim. Her şeyden uzak, dönüp arkana bile bakmadan, hiçbir şeyi umursamadan bir an geçirmek istedim. Müziğin ritmi ile tanımadığım insanların arasında delicesine dans ettim. Kızıl saçlarımı parmaklarımın arasından geçirdim ve savurdum, bilmediğim ama ritmini hissettiğim müziğe eşlik ederek bedenimi kıvırttım. Başım dönüyordu ama kendimi alamıyordum. Yanlış olduğunu bildiğim bir şeydi ama bunu yapmaya devam ediyordum. İçimdeki günahkar, şeytani arzular üzerini örttüğüm perdeyi adeta tırmalıyorlardı. Açığa çıkmak isteyen delici yanımı o an bastırmak istemedim çünkü yaşadığım şeyleri bir bir unutmaya başlıyordum. “Şuraya bak!” dedi, Eda bedenime sokularak kulağıma bağırdı. Sesi kulağımı çınlatırken, ne dediğini anlamaya çalışıyordum. “Balkonda oturan adam resmen seni kesiyor.” Sözlerini geç algılasam da ne demek istediğini fark ettiğimde gözlerimi açarak başımı yukarı kaldırdım. Uzun, kızıl kirpiklerimin arasından irislerimi balkona çevirdim. Gözlerim merak tohumlarıyla birlikte balkon kısmında dolaştığında tanımadığım insanların üzerinde gezindi ancak çok değil, gözlerim bir anda simsiyah gözlerle çakıştığında bedenimin hareket etmeyi kestiğini fark etmemiştim bile. Bakışlarımın onun üzerinde neden durduğunu bilmiyordum ancak merak ettiğim bir şeyler olduğu kesindi. Balkon tarafında koltuğun üzerinde oturmuştu. Elinin tekini simsiyah koltuğun sırtına atmış, geniş omuzlarını ortaya sermekten çekinmemişti. Üzerindeki siyah takıma takıldı gözlerim. Simsiyahtı, iri göğsünü saran siyah gömleği gördüğümde ilk aklıma gelen şey siyah bir kuzgundu. Orada, yukarıda otururken bakışlarındaki kibri hissetmemek neredeyse imkansızdı. Yüz ifadesinden anlaşıyordu, onu umursamadan eğlenen, bağıran, içen insanlara adeta göz dağı veriyor gibiydi. Bakışlarımı ondan çekmek istedim ancak bu zordu, bakışlarında bir şey vardı. Müziğin bir anda arka plana sıyrıldığını hissettim, sanki biraz sonra filmlerde olduğu gibi başrol konuşacak diye arka fondaki müziği kesmişlerdi. Bakışları, karanlıktı. Kapkaranlık, zifiriydi. Gözleri keskin bir nişancı gibi gözlerimin içine hapsolmuştu. İzlediğim bazı belgesellerde olduğu gibi avına sinsice yaklaşmadan önce gözüne kestirdiği bir yemekmiş gibi hissettim kendimi. Tam olarak ne hissettiğini göremiyordum ancak gözlerini kıstığını fark etmiştim. Şüpheci bir yaklaşımı vardı. Kalın kaşları ve uzun kirpikleri ile gözünü kırpmadan beni izlediğini gördüm. Bakışları ağırca kalabalığın arasında duran bedenimi süzdü. Bedenimde elle tutulur bir elektrik akımı çekti. O an baştan aşağı titredim. Ürperdim. Korku veya heyecan değildi. Büyük bir ürperiş ve içimde tarifsiz bir tat. Esmer teni, balkon kısmını aydınlatmak için kullanılan kırmızı ışıkların arasında parlıyordu. Kısa sakalları ve kaskatı kesilmiş sert çehresi ile nefesimi tuttum. Gerçekten nefes kesici bir aurası vardı. Dans eden insanların bedenleri, bedenimi değip, geçerken ben onu izliyordum. “Adamı yedin.” dedi, Eda. Kollarını boynuma sararak güldüğünde gözlerimi yabancıdan çekmem uzun sürmemişti. Bakışlarımı ondan çektiğim için az da olsa rahatlamıştım. Çok tuhaf bir andı. Eda’ya gülümsemeye çalışarak dans etmeye devam ettim. Bakışlarım, ona tutunmak için can atsa da bunu yapmamalıydım. Pek tekin birine benzemiyordu. Müzik sesi yeniden kulaklarımda yükseldiğinde Eda’ya eşlik ederek hafifçe dans etmeye başladım. Kendimi bir süre zor tutsam da göz ucuyla yukarı bakma isteğimin önüne geçemedim. Kısa bir an gözlerimi yukarı değdirdiğimde yanında duran adamları fark ettim. Her iki tarafında duran dört adam vardı. Kulaklarındaki aletlerden koruma olduklarını anlamam uzun sürmemişti. Belli ki, önemli biriydi. Bu gece kendimi tehlikeye atmak gibi bir derdim yoktu. En iyisi bu adamdan uzak durmaktı. Bu yüzden içten içe kendime bir daha yukarı bakmayacağım adına söz verip, Eda’ya verdim tüm dikkatimi. Zamanın nasıl geçtiğini fark ettim. Delicesine dans edip, kaç bardak içki içtiğimi bilmiyordum. Bildiğim tek şey izlendiğim hissiydi. Bunu hissediyordum ve heyecanlanmadan kendimi alamıyordum. Üzerimdeki ağır bakışların farkındaydım ama dönüp bakmak istemiyordum. Aslında istiyordum, bu öylesine deli ve körüklü bir histi ki kendime zor hakim oluyordum. İzlendiğim hissi, beni hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu. Nefes nefese kalmıştım. Kalbim, göğüs kafesimi açlıkla parçalayacak gibiydi. Saçlarım nemden boynuma yapışmıştı. İçimi gıdıklayan bir his, karnımdan usul usul kasıklarıma doğru inerek tüm bedenimde bir uyarıda bulundu. Kasıklarımdaki sızı ile dans etmeyi kestim. Bakışlarım ileride tanımadığı bir adam ile dans eden Eda’yı buldu. Sarhoşluğun verdiği cesaretle kahkaha atıp, Merve’ye göz kırptım. Yorgun ve artık ayakta durmakta zorluk çeken bedenimi bir yere atmak istedim. Bakışlarım oturduğumuz masaya kaydığında Merve ve Ali’nin orada olmadığını fark ettim. Bir yerlerde yiyiştiklerini düşünerek barın içinde lavaboyu aramaya koyuldum. Yüzüme bir su çarpıp kendime gelmek istedim. Daha sonra da evime gidip yatağıma kendimi atmak istiyordum. İnsanların arasından sıyrılırken garsonun elindeki tepsiden bir içki alarak kafama diktim. Bedenimin ısısı yükselmişti. Tenimin kızardığını hissediyordum. Nefes alış verişimi hızlanmıştı, kan akışımın yükseldiğini fark ettim. Alkolün yan etkisiydi. Sersem adımlarım lavaboyu bulduğunda içeri girdiğimde kimse olmadığını gördüm. Boş olan lavabolardan birine girerek işimi halledip çıktım. Ellerimi yıkarken, gözlerim kısa bir an aynadaki yansımamı buldu. Saçlarım dağılmıştı, yüzüm saçlarımla aynı tonu taşıyordu. Dudaklarım şişmiş, yüzümün beyazlığı ala boyanmıştı. Parmaklarımla saçlarımı düzeltmeye çalıştım, bu her ne kadar işe yaramasa da beni tatmin etmişti. Yüzümü hafifçe yıkayıp, kendime gelmeye çalıştım ancak müzikten uzaklaştıkça başımda tepinen fillerin ağırlığını şimdi hissediyordum. Yüzümü peçete ile durulayıp çöpe attıktan sonra elimi duvara yasladım ve kapıyı açarak lavabodan çıktım. Müzik sesi az da olsa kulaklarıma doldu. Başımın ağrısı ile omuzumu duvara yaslayıp başımı duvara koydum. Gözlerimi kapatıp biraz dinlenmek istedim ancak o sırada kapalı göz kapaklarımın ardında bir şey hissettim. “Güzelim, tek misin?” diye bir ses duydum, gözlerimi araladım. Karşımda neredeyse otuzlarının sonuna gelmiş bir adam vardı. Elini önümdeki duvara yaslayarak üzerime eğildiğinde içki kokan nefesini hissettiğimde midem bulandı. “Bu geceyi beraber bitirmeye ne dersin?” “İstemiyorum.” diye mırıldandım. Dudaklarım kurumuş, birbirine yapışmıştı. Boğazımı temizleyerek adamın yanından geçmek istediğimde bedenini bedenimin önüne koyarak yaklaşmaya çalıştı. “Hadi ama çok eğleneceğiz.” dedi ve piç bir gülümseme ile suratıma baktığında elimi omuzuna yerleştirerek itmeye çalıştım. Normalde olsa onu döverdim. Gerçekten de döverdim çünkü boks yapmayı çok severdim. Annem sayesinde boks dersleri almıştım ancak şimdi sarhoş bedenim bu adama karşı dik duramazdı. Yine de ölesiye bir sarhoşluğum yoktu, bu yüzden bedenime ve kendime sahip çıkmam gerekiyordu. “Çekil!” diye onu zayıf bir şekilde ittiğimde bedenini bedenime bastırarak beni duvara yasladı. “Sende istiyorsun tatlım, aralasana bacaklarını?” dediğinde bacağımı kaldırarak bacak arasına tekme attığımda acı ile önümde iki büklüm oldu. Dönen başım ile elimi duvara yaslayıp tutundum. “Uzak dur benden.” Adam ellerini kasıklarından çekerek öfkeyle gözlerimin içine baktı. Üzerime doğru adım atacakken bir ses duydu. “Убирайся (Çekil, dedi.)” Kulağıma dolan tok, erkeksi sesi ile bedenim karıncalandı. Birçok erkek sesi duymuştum ancak bu ses, ilahi gibiydi. Aceleci bakışlar ile başımı çevirdiğimde gözlerim yeniden siyah harareler ile çakıştı. Çatık kaşları ve gözlerinin yanındaki ufak çizgileri sinirli olduğunu gösteriyordu ancak yüz hatları oldukça sakindi. Yüz ifadesini çözemiyordum, ben nasıl bir psikoloğum böyle? Ellerini siyah kumaş pantolonunun cebine yerleştirmiş bir şekilde bana kısaca bakıp, adama döndü. “Sende kimsin?” dedi, önümde acı içinde kıvranan adam. Dudaklarını kıpırdattı ve anlamadığım bir dilden birkaç şey mırıldandı. “Смерть (Ecelin.)” Tıslamaya benzer sesi ile karnımdan aşağı doğru inen kasılmayı hissettim, soğuk duvara belimi yaslayarak yanan ve körük gibi inip kalkan göğsüm ile onu izlemeye koyuldum. “Ne?” “Vladmir!” diye yüksek bir sesle bir anda bağırdığında aniden arkasında beliren adamı gördüm. Kel, uzun boylu kalıplı adam ellerini önünde bağlayarak karşımda duran adama baktı. “Убери это, тогда я сделаю все, что потребуется. (Bunu götür, sonra ona gerekeni yapacağım.)” Sözlerini anlayamasam da karşımdaki adamı ilgilendiren şeyler söylediğine emindim. Vladmir denen adam, bana saldıran erkeği tutarak kolunu tutarak hiç zorlamadan bir anda sürükledi. “Bırak beni! Ne oluyor? Bırak lan!” diye bağıran adamın koridorda kayboluşunu izledim. Giden adamın arkasından bakarak önüme döndüğümde onun hala burada durduğunu aklım yeni fark ediyor gibiydi. Aramızda birkaç adım vardı. Bedenimi arkamdaki duvar ile bütünleştirmiştim. Avuç içlerimi duvara yaslamıştım. Yüzüm kızarmıştı, yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Beyaz tenimde göze çarpan kızıllık ile kızıl saçlarımın uyumunu hayal edebiliyordum. Dudaklarım, içtiğim içkilerden dolayı uyuşmuş ve şişmişti. Dudağımı yaladığım için giden rujuma şuan üzülüyordum. Çekinmeden, ayık kafa ile utanacağım bir şeyi yaparak gözlerinin içine baktım. Neden böyle bir şey dediğimi anlamışsınızdır umarım. Hadi ama manken olabilirim ama erkekler konusunda çok beceriksizimdir. Ellerini cebinden çıkarmadan bana baktığında boyunun ne kadar uzun olduğunu fark ettim. Ayaklarımı sızlatan topuklar ile canım acıyorken bile onun boyundan çok kısaydım. İnce belim ve uzun boyum olduğu için seviniyordum ama bu dev cüsseli adamın yanında bile kısa kalmıştım. “Красный.(Kızıl.)” Dudaklarını kıpırdatsam da ne dediğini anlayamadım ancak adamı süzmek hoşuma gidiyordu. İçimdeki arzuya karşı koyamamıştım, isteklerimi içkinin arkasına koyarak alkolü ön plana sürmüştüm. İçkiliydim ve kendimde değildim. Bu adamı süzebilirdim öyle değil mi? “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım. Dudaklarımın şişkin etli kısımlarını birbirine sürterek dilimi ağzımın içinde yuvarladım. Kaşlarını çatarak, üzerimdeki elbiseye baktı. Başını hafifçe yana eğdi, bakışlarındaki derinliği arttırdı. Siyah hararelerinin içinde bir yangın vardı, bu eşsiz bir şeydi. Bakışlarındaki dipsiz karanlık ile ona çekildiğimi hissediyordum. “O, adam için.” diye saçmalamaya devam ettiğinde tepkisizce yüzüme bakmaya devam etti. İnsan psikolojisi üzerine tam dört yılımı heba etmiştim ama bu adam tek bir hamlede tüm çalışmalarımı yok etmişti çünkü yüzü öyle sert ve katıydı ki ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi. Bakışları derin ve anlamsızdı. Soğuk bir duvar vardı irislerinin önünde, geçilmez bir engel. Bir şey demeyeceğini anladığımda ellerimi duvardan çekerek bedenimi dik tutmaya çalıştım. İçki yüzünden hafif sarsılsam da kendimi çabuk toparladım. Gözlerimi ona son kez dokundurarak küçük bir adım attım. Buradan gitmem gerekiyordu. Ortamın atmosferi öyle iştah kabartıcıydı ki buradan çıkmazsam iyi şeyler olmayacaktı. Yanından geçmek üzereyken hayatımın en kısa iki saniyesini yaşadım. En mükemmel iki saniyesini. Bileğime dolanan sıcak bir avuç ile kendimi bir anda yeniden duvar ile bütünleşmiş bir halde buldum. Sırtımın sertçe duvara yaslanması ile dudaklarımdan bir acılı inilti döküldü ancak esas sorun bu değildi. Göğüslerimin üzerinde hafif bir baskı hissettiğimde, bileğime dolanan parmaklar ile elimi duvara yaslayıp üzerime eğilen bedenini izlemekle yetindim. Sırtını eğerek yüzlerimizi hizaladığında ona bu sefer çok yakından bakıyordum. Hızlı hareket ettiği için soluğumu dahi alamamıştım, nefesimi kesmişti. Kesik kesik soluğumu alarak, siyahlıklara baktım. Uzun kirpiklerinin güzelliği arasından beni kendine tutsak etmiş gözlerine. “S-siz?” İlklerim bu gece oluyordu. Defterim kabarıyordu. İlk reddedilişim, ilk defa bir adam ile bu kadar yakın oluşum, ah bir de ilk defa kekeleyişim. Normalde her zaman düz bir insan olmuşumdur. Heyecanlı olsam bile dilim asla dolanmazdı. Sahiden neyim vardı benim? Kekelemeyi keser misin? Karşımda yunan tanrısına benzeyen biri varken bu çok zordu! İçimde küçük bir heyecan vardı, onun ses tonunu duymak isteyen bir tarafım. Gözlerini gözlerimden çekmeden elini kaldırarak bedenlerimizin arasına koydu. Bakışları benden sekmez iken, baş parmağının etli kısmını çeneme yasladı. Diğer parmakları boynumu hafif bir baskı ile çepeçevre sardı. Çenemi hafifçe kendine doğru kaldırdı. Burun deliklerimden içeri giren eşsiz koku, son kalan akıl kırıntılarımı alıp götürdü benden. Az önceki adamın mide bulandırıcı nefesinin aksine çok hoş kokuyordu. Kokusu mideme sızılar girmesine sebep olurken, perdenin arkasından bizi izleyen arsız şeytanlarım amaçlarına ulaşacakmış gibi tırnaklarını, pençelerini perdeye geçirip, aklıma ve mantığıma üstün gelmeye çalışıyorlardı. Başını hafifçe yana yatırarak yüzlerimiz arasındaki mesafeyi azalttı. Az önce istemediğim bir adam tarafından sıkıştırılmıştım ama o zaman midem bulanmıştı. Şimdi ne oluyordu bana? “Красный. (Kızıl.)” Bedeninden yayılan bir koku vardı, kendi has kokusu olmalıydı diye düşündüm. Baş parmağı acelesiz bir tırmanışla alt dudağımı buldu. Parmağının bedenime bıraktığı etkinin çığ gibi bir büyüklükte olması beni korkuttu. Küçük bir dokunuştu, peki beni bir pençenin kollarına atan şey neydi? “Часть огня (Ateş parçası.)” Alnını alnıma yakınlaştırdığında burnumun ucu burnuna değdi. Dudaklarından dudaklarıma gelen soluğu hiç de kötü değildi. Bu adamın neden her şeyi mükemmeldi? Alt dudağıma sürdüğü baş parmağı ile karnımdan kasıklarıma inen garip sızı ile bacaklarımı birbirine bastırma isteği ile doldum. Yüzünü kulağıma doğru yakınlaştırdı. Yanağım kalp gibi sızladı, ısısının attığını hissettim. Dudaklarımı araladım, yüzümü ona doğru yaklaştırdım. İçimde onu öpme isteği yeşerdi. Bu his, sarmaşık gibi dallarını bedenime dolayarak her tarafımı kuşattı. Ölümcül ve arzulu bir histi. Ellerimi boynuna dolayıp, dudaklarına yapışmak istiyordum. Parmağını sertçe alt dudağıma sürterek soluğumu bırakmamı sağladı. “ты как ангел (Melek gibisin)” diye konuştuğunda, anlamsız sözlerini önemsemediğimi fark ettim ancak konuştuğu dili öylesine kullanıyordu ki, tahrik olduğumu hissettim. Rusça konuşuyordu ve diline çok yakışıyordu. Parmağını çektiğinde amansız bir istekle doldum, dilimi yılan gibi çıkartarak alt dudağımı yaladığımda burnunu burnuma sürterek gözlerindeki kor hevesle yüzümü inceledi. Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ancak bu geri çekilmesine sebep oldu. Bir anda geri çekilmesi ile boşlukta sarsıldım. Bedenim bir anda titredi, kendime zorlukla hakim oldum. Gözlerinin içine bakarak ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştım. Büyük avucunu bana uzatarak günaha davet eder gibi beni çağırdı. Önüme uzatılan parmaklara baktım. Asla ama asla bunu yapmazdım, eğer ayık kafa ile olsaydım. O gece tutkumun peşine düşerek bana uzatılan avucuna parmaklarımı yerleştirdim. Beyaz tenim esmer teni ile tezat bir uyum içine girdi ancak bu hoşuma gitmişti. Şeytanlarım perdeyi yırtıp atarken, aklım ve mantığım çoktan bir şah gibi satranç tahtasının üzerine devrilmişti. * Bedenimin hafifçe titrediğini hissettim. Hafifçe vücudumu kıpırdattım, tatsız uykumun kollarından uyanmak istemiyordum ancak yorgun bedenimin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bedenimin tekrardan kıpırdanması ile huysuzca mırıldanarak kirpiklerimi kıpırdattım. “eхать медленно (Yavaş, sür.)” Kulağıma dolan ses, uykunun ellerinden tamamen kayıp gitmeme sebep oldu. Kirpiklerimi araladığımda bu sefer duyduğum ses bir motor sesiydi. Başıma giren keskin ağrı ile dudaklarım büzüldü. Yüzümün kaskatı kesildiğini fark ettim. Oturduğum yerden dolayı kalçalarım uyuşmuştu, nerede olduğumu anlamak için başımı kaldırdığımda siyah camlara değdi gözlerim. Bir arabanın içindeydim. Düz yolda yavaş giden aracın içinde, uyumuştum. Ben buraya nasıl gelmiştim? Sorgu dolu gözlerle etrafıma baktığımda, yanımda oturan adamı gördüm. Başı, caman dönük bir şekilde dışarıyı izliyordu. Kimdi bu adam? Sarhoş aklımı kullanmaya çalışarak ne olduğunu hatırlamaya çabaladım. Barda olanları hatırladığım an dudaklarımı araladım ancak ne diyeceğimi bilemedim. Arabanın bir yere girdiğini gördüğümde yanımdaki adam başını ansızın bana çevirdiğinde şaşkın ve mahrur gözlerimle karşılaştı. Siyah irisleri, yüzümde dolandı. Bakışlarındaki soğukluğun yerine arsız parıltıları gördüğümde dişlerimi birbirine sürttüm. Damarımda akan kan dışında tüm işlevlerim donmuştu. Usulca bana uzanan parmaklarını gördüm. Bakışlarım parmaklarına değdi. Elinin sırtına bir dövme yapmıştı. Bu dövmenin uçları parmaklarının üzerine kadar devam ediyordu. Baş parmağının kemikli yüzeyini çeneme dokundurarak dudaklarımı birbirine bastırmamı sağladı. “Из (İn.)” Dolgun, etli dudaklarından çıkan söz ile kaşlarımı çattım. “Anlamadım?” dedim, bilmediğim bir dilde konuştuğu için ne dediğini anlamıyordum. Çenemin ucuna parmağının etli kısmını hafifçe sürterek bir daire çizdi. “İn.” Sözleri ile birlikte arabanın kapısı ansızın açıldı. Ne zaman durduğumuzu bile bilmiyordum, öylece dalıp gitmiştim ona. Kapıyı açan şoförü gördüğünce ne demek istediğini tam olarak beynim yeni kavradı. Benden önce davranarak elini çenemden çekerek arabadan indi. Burada böylece oturmayacağımı bildiğimden arabadan inmek için kıpırdandım, o sıra üzerimdeki ceketi gördüm. Bacaklarımın üzerine örtülmüştü. Üzerinde çok durmayarak arabadan indim. Topuklu ayakkabının tabanını yere bastırdığımda bedenim sarhoşluğun etkisi ile yalpalandı. Dengede durmakta zorlanan vücudum yere doğru kaydığı an, sert bir gövdeye çarptım. Çıplak omuzuma değen sıcak parmaklar ile beni tuttuğunu anladım. Yüzüm neredeyse göğsüne değecekti, eğer değseydi herhalde yerde burnumu falan arıyor olacaktım. Gömleğinden süzülen kokuyu içime çekerken bedenimin tüm hakimiyetini eline alarak beni yürütmeye başladı. Bedenimin ağırlığını ona vererek uyuşmuş bacaklarımla yürümeye çalıştım. Başımın döndüğünü hissediyordum hem de çok. Ayakta bile duramıyordum. Gözlerimi kapatarak kendime gelmeye çalıştım. Kulağıma dolan sesler ile birlikte yüzüme vuran sıcak havayla içeride olduğumuzu anladım. “покидать (Çıkın.)” Birkaç adım sesi duydum, sonrada zorlukla çıktığım birkaç basamağı…Sonunda kirpiklerimi araladığımda uzanıp kapıyı açtığını gördüm. Bedenimi içeri iterek yürümemi sağladığında birlikte odaya girdik. Ardımdan kapanan kapının sesini duyduğumda gözlerim odada dolanmaya başladı. Zifiri karanlık odayı aydınlatan loş, sarı bir ışık vardı. Odanın kenarında büyük bir yatak vardı. Siyah çarşaflarla örtülü geniş ve çift kişilikti. Siyah perdeler odanın penceresini örtmüş, içeriyi adeta bir kafes gibi göstermişti. Onun dışında oldukça sadeydi. Bazı dolaplar, televizyon ve deri koltuklar… Arkamdan gelen adım sesini hissettiğimde sanki buraya neden geldiğimi yeni fark etmiş gibiydim. Bedenimi terk etmiş olan heyecan dalgası yeniden vücudumda yel gibi esmeye başladı. Sol göğsümün altında nabız gibi sert vuruşlarını atan kalbim, göğüs kafesimi parçalamak üzereydi. Göğsüm, hızla inip alçalmaya başladı, odanın havası birden bire farklılaşmaya başladığında ise buradan geri dönemeyeceğimi anladım. Tam olarak bilincimi kaybetmemiştim, kendimdeydim ama değildim de. Sarhoştum ancak yapacaklarımın bilincindeydim. Çıplak, saçlarımın örttüğü enseme değen lavdan sıcak nefesi hissettiğimde ise tüm iplerimi kopartmak istediğimi anladım. Sadece bir kere, bir defalığına da olsa ipleri koparmak ne gibi bir zarar verebilecekti ki bana? “İçki, içer misin?” Ses tonu, boğuktu. Saçlarımın arasına vuran nefesinin bedenime bıraktığı etkisine aldırmayarak arkamdan ansızın çekildiğinde dudaklarımın arasından rahat bir nefes verdim. Vücudumun tam orta yerinde bir yangın başlamıştı, öyle bir yangındı ki bu bedenimi alt üst etmek istiyordu. İçimde kökünü kazıyamayacağım kor bir istek vardı, onu öpme isteği aklımın ucundan çıkmıyordu. Kalan son akıl kırıntılarım bana buradan kaç diye fısıldıyordu ancak tutku ve şehvetin, günahın cezbedici hissi ardımı bırakmıyordu. Topuklu ayakkabılarım ayaklarımı iyice ağrıtmıştı, çıplak ayaklarımı yere bastırma arzusu duyuyordum. Bakışlarım odanın köşesinde bardaklara içki döken adamı bulduğunda dudaklarımı ıslattım. Susuzluktan dolayı dilimi ağzımın içinde yuvarlayarak boğazımı hafifçe temizledim. Elindeki iki bardak ile yanıma yaklaşan adamı gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırıp herhangi bir saçmalığı önlemek için kendimce küçük bir önlem aldım. Eliyle şarap dolu kadehi bana doğru uzattığında parmaklarımın titrememesini ümit ederek uzanıp, kadehi parmaklarının arasından aldım. “Teşekkürler.” dedim, sesim öylesine cılız çıkmıştı ki o an kendimden nefret ettim. Hadi ama bu kadar da belli edilmezdi ki? Parmaklarımın arasına aldığım kadehi dudaklarıma uzatarak kırmızı, ekşi sıvıdan küçük bir yudum aldım. Dilime dolan ekşi sıvı ile yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Tepkilerimi izleyen adama bakmamak için kendimi tutarak, kadehi dudaklarımdan çektim. Bana nazaran o içki bardağında sarı buzlu bir sıvı almıştı eline. Dudağının ucunda asılı duran tehlikeli kıvrılma ile bardağı dudaklara yaslayıp büyük bir yudum aldı. Öpmek için kendimi zorlukla durdurduğum dolgun alt dudağını dilinin ucuyla yalayarak yutkundu. Beliren adem elmasını gördüğümde şehvetimin şiddetinin giderek arttığını fark ettim. Adamın her bir davranışı, hareketi beni cezbediyordu. “O, nedir?” diye fısıldadım, merakla. Aslında niyetim sadece aklımdaki arsız düşüncelere son vermekti. “Sert bir şey. Şarap değil.” Küçümseyici sesi ile kaşlarımı havaya kaldırıp ‘öyle mi’ der gibi baktım. İçkiyi sevmediğim için içmezdim ama şarap içiyorum diye beni küçük göremezdi. Buna izin vermezdim. Parmaklarının arasında salladığı bardağı uzanarak tuttum. Bunu bekliyormuş gibi gözlerimin içine ağır ağır bakarak bardağı almama izin verdi. Bir an bile düşünmeden elimdeki bardağı kafama diktim. İki üç yudumda bir anda kafama diktiğim içkiyi yuttum. Boğazımdan aşağı inen sıvı ile elimdeki bardağı ona uzattım. Yüzümdeki ve gözlerimdeki yanma ile ellerimle yüzümü yelledim. “Yanıyorum.” “Çarpar.” “Söylediğin iyi oldu.” dedim, yanan yüzümü yelleyerek gözlerimi kapatıp, açtım. Mideme inen yakıcı sıvı ile yüzümü buruşturdum. “Neden böyle bir şey içersin ki?” Gerçekten de şaraba hiç benzemiyordu. Elindeki bardağı rastgele yere fırlatarak gözlerimin içine baktı. “İçkimi içtin.” dedi, üzerime doğru bir adım atarak, bedenim refleksten dolayı arkaya doğru bir adım attı. İri bedeninin yanında kalan küçük bedenim geniş omuzlarından dolayı görünmüyordu bile. “Bende seninkini içeceğim.” Bugün saçmalamayacağımı söylemiştim değil mi? Saf saf elimdeki şarap kadehini ona doğru uzattığımda benim ne kadar aptal olduğumu düşünüyordu diye düşündüm. Ona uzattığım kadehe ve bana bakarak dudağındaki kıvrılmayı büyüttü. “Bu kadar saf mısın gerçekten?” dedi, kaşları sorgular gibi çatılırken ona uzattığım kadehi geri çektim. Bana saf mısın yoksa aptal mısın demeye mi çalışıyordu? Bende henüz ikisinin arasında kalıyorum. “O halde sana içkinden getirmeliyim.” dedim, içtiğim içkiden dolayı dengem alt üst olurken yanından geçmek için bir adım atmıştım ki bileğime sardığı parmakları beni duraksattı. Sıcak parmak boğumları tenime değdiği an bir elektrik akımı gibi bedenime bir canlılık getirdi. Beni bir, iki adımda hemen yanımızdaki duvara yasladığında adeta nefesim kesilmişti. Sırtım duvar ile bütünleşerek bedenimin ağırlığına ortak oldu. Parmaklarımın arasındaki şarap kadehini tutarak elimden çekti. “Adın ne?” Bileğime dolanmış olan parmaklarını geriye çekti ama tamamen teması kesmedi. Parmak ucunu gözümün içine bakarak bileğimin iç tarafına sürttü. Hafif ve ürpertici daireler çizmeye başladı. “Bade…” diye fısıldadım ismimi dudaklarımın arasından. Bakışları dikkatle gözlerimi izliyordu, neden bilmiyordum ama tepkilerimi inceliyordu. Her tepkimi aklına kazımak ister gibiydi. “Bade…” Dudaklarının arasından dökülen ismim, sanki beni kendine çekmek için söylediği vaatlere benziyordu. Ses tonu, muazzamdı. Kadehin ince belini kavrayarak bardağı hafifçe salladı. Bakışlarım bardağın içindeki kırmızı sıvıya değdi. Bardağı dudaklarına doğru kaldırarak bakışlarını gözlerimden çekmeden şaraptan küçük bir yudum aldı. Bileğimin iç kısmını okşayan parmak ucu usulca koluma doğru çıktı. “красное вино (Kızıl şarap.)” dedi ama Rusça konuştuğu için ne dediğini anlamadım. Aramızdaki mesafeyi kapatarak sırtını eğdi. Boyum uzun olmasına rağmen yüzlerimizi eşitlemek için eğilmesi gerekiyordu. Yüzünü yüzüme eğdiğinde dudaklarıma ve burnuma değen nefesini hissettim. “Bu kızıl saçların cehennemi vadedeceğini sana kimse söylemedi mi?” diye sorduğunda ne dediğini tam olarak algılamaya çalıştım. Öyle tuhaf konuşuyordu ki onu hala çözememek benim için şaşırılmaması gereken bir durumdu. Elindeki şarap kadehini boynuma doğru yükselterek burnunu burnuma sürttü. Esmer teninin loş ışıkta parıldayışına baktım, siyah gömleğinin içinde gerçekten mükemmel görünüyordu. Kadehi bedenime doğru tutarak yavaşça, boynumdan göğsüme süzülmesini sağlayacak şekilde döktü. Tenime değen soğuk sıvı irkilmemi sağlarken, sessizce tepkilerimi izliyordu. Bana dokunmuyordu, dokunmayı geç doğru düzgün yakınlaşmıyordu. Neden? Şarap, elbisemin önünü karnımın ve göğüs kafesimin açık olan yerlerini ıslattı. Kadehin içinde şarap bitince bakışları ağırca boynuma doğru indi. Şarabın kızıllığını bıraktığı tenime baktı. Islanmış göğsüme, sular süzülen boynuma…dilinin ucunu alt dudağına sürterek ağzının içine yuvarladı. Bardağı ve bedenini benden çekerek arkasını döndüğünde beklenti içinde kalan bedenim kasıldı. Karnımda git gide büyüyen hiçbir anda yeri çakıldı. Anlamıyordum, neden duruyordu? Yoksa gey falan mıydı? Bugün birini daha kaldıramazdım. Ama gey olsa neden beni buraya getirsin ki? Belki yönelimini değiştirmek istiyordu? Tamam, yetti bu kadar! Sen adamın üstüne atla bakalım gey mi değil mi? Yok daha neler? Neden ben yapıyorum? Hem sürekli yakınlaşıp, hiçbir şey yapmayan o. Valla bu vücudu görüp de kılını kıpırdatmıyorsa kesin gey. “Gey misin?” Ne! Ne! Ne! Adama öyle sorulur mu? Ben sana sor dedim mi? Kafayı yiyeceğim şurada, ne yaptım ben? Odayı dolduran sesim ile alt dudağımı ısırdım. Kesin ayvayı yemiştim ben. Nasıl sorabildim öyle bir şeyi? Arkası bana dönük duran adam, sorduğum soru ile olduğu yerde kalakalırken adama ne diyeceğimi düşünmeye başlamıştım bile. Elindeki kadehi yere doğru attığında gözlerim irileşti. Bedenini hafifçe yana döndürerek kısık gözlerinin arasından bana baktı. “Ne dedin?” “Hiçbir şey.” dedim çekinerek arkamdaki duvara sindiğimde bedenini bana tamamen çevirerek adım adım yaklaştı. Kaçacak bir yerim var mı diye sağa sola bakınsam da kaçacak bir yerim yoktu. Önümde duran bedenini görünce hafiften tırsmadım desem yalan olurdu. “Gey mi dedin sen bana?” Başımı usulca iki yana salladım ancak bu onu durdurmaya yetmedi. Ellerini iki yanımdan duvara yaslayarak üzerime eğilmesi ile kesin öleceğimi düşündüm. Bir elini duvardan çekerek çenemi kavradı. Yüzümü yüzüne doğru kaldırarak dudaklarıma fısıldadı. “Birazdan olacaklardan sonra emin olacaksın.”  *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD