Deniz Kızı
Deniz, kısık yeşil gözlerini biraz daha kıstığında, az evvel uzakta iken çöp kamyonu olduğunu sandığı aracın evlerinin önüne park etmiş iyi marka, dev gibi bir araba olduğunu fark etti. Kayalıklarla çevrili sahilde, kendi evlerinin dışında bir mülk bulunmadığı için arabanın sahibini merak ederken, çoğunlukla gece saatlerinde sevgilisi ya da arkadaşları ile içmeye gelen zengin gençlerden biri olacağını da düşünmedi değil. Abisi:
"Bizim evin önünde mi o? " diye seslenene kadar.
Her gün olduğu gibi, o günde erkenden avlanmaya çıkıp, son zamanlarda iyice tadı kalmadı diyecek kadar az karla eve döndükleri bir gündelerdi abi kardeş. Babaları, hastalandıktan sonra adeta deniz de yılların balıkçı Hasan'ının yasını tutuyor gibi vermez olmuştu onlara, nimetlerini. Biraz daha dikkat kesildi Deniz, o dakikadan sonra. Doğruydu, evlerinin önüne park etmişti araba; belli ki onlara gelmişti.
"Belediyeden mi geldiler acaba, babam içim yardım istemiştim ya? "
Deniz, kayığın en ucuna kadar gelip, koyu renk arabaya bakarken en az adı kadar emindi o araba Belediyeden gelen herhangi birine ait olamayacak kadar lükstü. Onları ziyarete Belediye Başkanı gelecek değildi ya...
Rüzgar, az nevale ile kıyıya doğru çektiği küreklerine biraz daha asılıp acele ederken, sadece bir kaç gün evvel dayısından da yardım istediğini hatırladı. Yıllar evvel İstanbul da iyi bir ailenin yanında iş bulduğunu söyleyerek onları ziyaret etmiş, bir daha da pek arayıp sormamıştı. Annesi, para insana her şeyi unutturur demişti ya; Rüzgar pek de inanmak istememişti buna ve aramıştı dayısını. Yaş olarak kendine yakın sayılan genç adamın, yeğenleri ile beraber büyümüş biri olarak onları unutma ihtimaline inanmıyordu. Bu yüzden aramıştı onu da, babasının çok hasta olduğunu, tedavi için ellerinde imkan olmadığını, evi satılığa çıkardıklarını, zor durumda olduklarını söylemiş:
"Biraz borç versen dayı, babam iyileşir iyileşmez iki koldan çalışır sana yardım ederiz. " demişti. Dayısı, ona ters davranmamış, olmaz dememiş ama nakit sıkıntısı olduğundan bahsedip ilk fırsatta geri döneceğini söylemişti. Rüzgar da inanmıştı haliyle, dayısı bir miktar para ayarlayıp en kısa zamanda ona dönecekti. Şimdi geldiği gibi... Bir anda bundan ölesiye emin oldu Rüzgar, biraz sonra gözleri ile adamı gördüğünde yaşayacağı sevinci peşinen hayal ederek, kıyıya yanaşırken kayıktan atlayan Deniz'in ayak sesleri ile irkildi Rüzgar.
"İyi bağla Deniz, sıkı sıkı. "
Birlikte eşyaları toparlayıp tek kovaya doldurdukları üç beş balık ile yan yana evin yolunu tuttuklarında, lüks arabanın kime ait olduğunu konuşmaktan imtina ediyordu ikisi de. Rüzgar gelenden emindi artık ancak; Deniz, evi satın almak için gelenler olduğu konusunda müthiş korkuyordu. Bir yandan babasının sağlığı için deniz dibinde ki eski evlerinin iyi para edeceğini düşünüyor, bir yandan da ta dedelerinden kalma o eski eve ait anılara nasıl veda edeceğini düşünüyordu içten içe. Birlikte bahçe kapısından geçerlerken Rüzgar kapı önüne bırakılmış erkek ayakkabılarını görünce gülümsedi. Çocukluğunun çelik çomak dahisi, mahallenin hırçın delikanlısı dayısı onları yıllardır arayıp sormasa bile ilk sıkıntılarında koşup gelmişti, işte. Derin bir nefes aldı genç adam, bugünden sonra her şeyin daha kolay olacağını fısıldadı kendine. Her şey daha kolay ve katlanılır olacaktı bundan sonra. O omuzlarına çöken abilik hatta evin erkekliği sorumluluğu böylece azalmış da olacaktı. Hatta belki de büsbütün üstlenecekti dayısı, bu yükü. Kapı aralığına serili perdeyi eliyle çekip hızla içeri girerken bağırdı:
"Kerim Dayı, çamlak çömlek patladı!" çocukluğundan kalma sevinci ile. Deniz, abisinin; dayısının geldiğini nereden çıkardığını düşünürken, salon kapısından göründü Kerim Dayıları:
"Koçum benim be, kaleci Rüzgar'ım! " derken sarıldı sımsıkı yeğenine. Yılların özlemini birbirlerinin sırtına vurarak atmaya çalışırlarcasına defalarca sarıldılar.
Kerim, bir an Deniz'i de görünce durakladı, ellerini Rüzgar'dan çekti ve içinden okkalı bir küfür savurdu.
Hasiktir, bu kadar güzel miydi bu kız yahu?
Deniz, en son on beş yaşında gördüğü dayısına tanıdık bir gülümseme bahşederken adam abartılı bir şaşkınlıkla bakıyordu. Deniz'in güzelliği sadece yüzünde değildi artık, sıradan olacak kadar cılız çocukluğuna karşılık yetişkin bir kadın olmuştu Deniz, balıkçı Hasan'ın kızından öte, televizyon filmlerinden fırlamış yabancı afetler gibiydi. Elbette bakımsız ve zevksiz görünüyordu; ancak, bu hali ile bile bir orduyu kendine aşık ederek, tek bir adam bile fire vermezdi. Bu dakikadan sonra kız çok güzel deyip vazgeçecek değildi ya, güzelse; genetik yatkınlık, biz hep güzeliz diyecek alaya alacaktı, ya da bu kadarını tahmin etmediğini, kızın aslnda çocukken sümüklü bir şey olduğunu söyleyecekti.
"Tanıyamadın mı, dayı beni? "
Kerim gülümseyerek genç kıza da sarılırken:"Anası güzel, ne olmuş kız sana böyle?" diye alay etti. Deniz, tereddüt etmeden sokuldu adama. Çocukken abisi ile bir olup onu oyunlarına almadıkları, kıskanıp şort giydirmedikleri, elinden çikolatasını çaldıkları olmamış değildi ama hep arkasında dağ gibi iki adam olmasının özgüvenini taşımıştı.
"Ee, yedirmediğiniz çikolatalara rağmen büyüdüm. " diye alaycı bir cevap verince Deniz, Kerim geri çekildi. İşte bu olamazdı, çocukluğunun sulu göz, sessiz, mazlum kızı Deniz hazır cevap akıllı bir afet olmuş olamazdı. Vaatlerinin hiç birine uymuyordu ki Deniz. Sıradan güzellikte, cahil, sessiz ve kabullenmeye yatkın bir genç kız olmak zorunda idi. Cehalet ve sessizlik kısmını es geçti ama kabullenmeye yatkınlık yönü ile biraz daha tartması gerekecekti.
"Hadi Kerim Dayı, içeri geç bakalım. Buyur baş köşeye, misafirsin yahu sen, hayırsız da olsan misafirsin. "
Rüzgar, dayısını salona alırken, annesi çıktı Deniz'in karşısına. Suratı asık, hafifçe düşünceli ve kesin kez üzüntülü görünüyordu. Sormaktan korkup çabucak babasının yattığı yatak odasına yöneldi. Yatağın da o hırıltılı soluğu ile her zaman olduğu gibi uyuyordu babası. Yaklaştı yanına, ela gözlerini odanın ağır hastalıklı kokusuna alışık bir umursamazlıkla babasının üzerine dikti. Seslenip halini hatırını sormaktan; onu uyandırmak için değil, cevap olarak 'kötüyüm' karşılığını almaktan korktuğundan vaz geçti. Aynı sessizlikle çıktı odadan ve mutfağa girdi, annesi ocağın üzerinde duran cezveye dikkatlice bakarken fazla anlamlar yüklemişti adeta.
"Anne? " diye seslendi Deniz. Kadın, korkuyla sıçrayınca dalmış olduğunu anladı kadının , tebessüm ile tuttu omzundan:
" Hadi sen geç dayımın yanına ben yaparım kahveleri. " dedi. Annesi mutfaktan çıkarken oda ocağın başına geçti. Annesinin hazırladığı tepside duran boş fincanlara kahvenin köpüğünü toplarken fark etti ki, dayısının ilk kahvesi değildi bu. Daha önce içtikleri lavobanın içinde yığılmış kalmıştı. Kaç saattir buradaydı adam ve annesi ona neden sürekli kahve ikram etmişti? Kirli bardakları, servis yapar yapmaz yıkamayı aklının bir köşesine yazdı ve tepsiyi kucaklayıp çıktı. Dayısının neden geldiğini ilk kez o an düşündü; içinde ki kötü hislere sus demeye çalışarak!
Tebessüm ile girdi içeri ve: "Yeğen kahvesi iç bakalım." diyen abisinin sözleri eşliğinde kahveleri dağıttı. Sıra annesine geldiğinde, kadın yüzüne bakmadan içmeyeceğini söyledi. Deniz, annesi için yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu düşünürken dayısının sesini duydu:
"Otur bakalım, Deniz. Seninle ve abinle konuşacaklarım var. "
Annesinin düşünceli halinin bu konuşacakları ile alakalı olduğunu bilerek, kucağında ki tepsi ile oturdu. Abisinin meraklı bakışlarına kendisininkiler de katılırken anneleri yeri izliyordu, korkak bakışlarının altında ki nedenler ise iki kardeşin de aklının ucundan dahi geçmezdi.
"Ben buraya niye geldim merak ediyor musunuz? "
Kerim söze başlar başlamaz Rüzgar da bildiği şeylerin konuşulacağı rahatlığında arkasına yaslanıp kahvesinden bir yudum aldı.
" Deniz ile evlenmek isteyen biri, onun gelinleri olmasını isteyen iyi bir aile var " deyince Kerim, Rüzgar bir anlık şaşkınlığa düştü. Yanlış duymuş ya da yanlış anlamış olabileceğini düşünüyordu ama adam ısrarla devam ediyordu:
" Benim yanında çalıştığım ailenin bir oğulları var. Maddi manevi bütün servetleri olarak görecekleri kadar kıymetli biri Murat Bey. "
Hışımla kalktı yerinden Rüzgar, Deniz'in endişeli bakışları ona kayarken bağırdı:
" Senin ne dediğini kulağın duyuyor mu, dayı? "
Kerim, sakin duruşunu bir an bile bozmadan bakışı ile yeğenine kalktığı yeri gösterdi:
" Otur, Rüzgar; ne dediğimi duyuyorum da anlıyorum da, bir dinle. Fırlamasın hemen deli damarın. Ben makul bir teklif ile geldim, Allah'ın emri, bir gün evlenecek zaten Deniz. Böyle iyi bir kısmet çıkmışken tepip kızın hayatı ile mi oynayalım " derken usulca geçti yerine, Rüzgar. Gene de başını itiraz etmek adına sallayıp:
" Babam bu durumda iken devlet başkanı gelse olmaz" cevabını verdi.
" Aptal, abla senin bu oğlun. Lan, kızın başına talih kuşu kondu. Böyle aileyi nereden bulacaksınız, nereden çıkacak karşınıza? Yıllardır yanlarında çalışıyorum, can ciğer olduk, her şeylerini bilirim. Dünya iyisi insanlar, dedim babaları hasta diye herhalde. Saygı duydular elbette, hatta Murat Bey, babanızı tedavi ettirmek için elinden geleni yapma sözü bile verdi. Neye artistlik yapıyorsun sen, sanki Balıkesir Kaymakamı ile mi evlenecek Deniz. Bulacak bir balıkçı, ömür boyu balık yiyip oturacak. "
Rüzgar'ın başı önünde sessizce dudaklarını kemirmeye başladı. Sesi az evvelkinden yumuşak bir tonda:
" Babam iyileşsin diye kardeşimi satmam ben, ne yapar eder bir yolunu bulur tedavi ettiririm onu" diye karşılık verince, Deniz koyulaşan gözlerini dayısına daha bir kızgın dikerken, adam da yeğenine baktı:
" Belki Deniz istiyor, değil mi yeğenim? Aslan gibi adam daha iyisini mi bulacaksın?"
Mevzu bahis adamın aslanlığı umurunda bile değildi Deniz'in. En dalgalı zamanında hırçınlığından nasibini almasını istemediği biriydi Kerim, bu yüzden dikkat ederek cevap verdi:
"Hiç görmediği biri ile evlenmek istediğine göre bir aslan kadar aklı olduğunu bile sanmam. "
Rüzgar hafifçe yukarı doğru kıvrılan dudaklarına mani olmak isterken, annesinin sesini duydu:
" Bey'in babası da ölümcül hastaymış. Kerim, kefilim ben diyor. Adam, dürüst, namuslu eli yüzü temiz biriymiş. Her zaman göz kulak olurum ben diyor Kerim. "
Kerim ablasından aldığı destekle devam etti:" Zaten ben her zaman yanında olacağım. Beni çok severler, her zaman yanımda ardımda olurlar. Fevzi Bey, ölmeden oğlumun mürüvveti diye tutturdu. Murat Bey de işten eve bir adam, öyle kız ayağı bile yoktur. Babası için görücü usulü olur deyince, bende benim dünya güzeli yeğenim var dedim" diye sürdürdü ısrarını.
"En son yüzü sivilce dolu iken gördüğün yeğenin için mi çok güzel dedin, dayı? "
" İş güç kızım; ben gelmek, görmek istemedim mi sanıyorsun, et tırnaktan kopar mi? "
" Bırak dayı ya, etmiş tırnakmış babam ne halde sen halen çalıştığın kapıya yaranma sevdasındasın. Yeme bizi! "
" Deniz! "
Genç kız annesinin uyarısı ile pekala susardı ama kendisine böyle bir teklifle gelen adam her seferinde daha iyisini bulamayacağını söyleyip durmasaydı. Dayanamadı ve sordu sonunda annesine Deniz:
" Sen olur mu diyorsun anne bu saçma şeye? "
Kadın cevap vermeden Rüzgar da bastırdı:" Ölürüm de vermem ben kardeşimi kimseye. "
" Çocuklar... " diye feryat ederken kadın, sonunda dayanamayıp göz yaşlarına boğuldu:
" Sabah Hasan kötülendi, Kerim buradaydı aldık götürdük. İllaki hastanede yatmalı diyor doktor; bir dünya para, duydum kulaklarımla altından kalkamayız biz. Bir kova balıkla olmaz bu. "
Kadının göz yaşları Rüzgar için çok şey değiştirmemişti ki, genç adam:
" Deniz, satılık mal değil!" diye bağırdı.
"Satalım demiyorum, Rüzgar duy oğlum az dinle. Dayın kefil, hayırlı kısmet bunlar, kız çocuğu evde napacak, bir gün evlenecek kötü bir şey değil bu. "
" Madem iyi de ne diye ağlarsın ya anne? "
Rüzgar'ın sözü belki de kadın için son nokta idi ve kadın artık göz yaşları hıçkırıklarına karışmış bir halde bağırdı:
" Çaresizim çünkü! "
Annesinin çaresizliği elbette Deniz ile Rüzgar'ın da çaresizliğiydi. Babası parasızlık yüzünden ölürse kendilerini hayatlarının sonuna kadar affedemezlerdi. Deniz, çaresizlik sözünün en çıplak hali ile sergilendiği salonda, annesinin ağlama sesini duya duya abisinin elleri başında yeri izlediği ana takılı kaldı ve ani bir kararla kalkıp:
"Tamam, abartmayın ölüm yok ya ucunda, dayım haklı eninde sonunda evleneceğim, değil mi? Abi, sana diyorum bana bak; dayım kefilim dedi duymuyor musun? " dedi.