Kader

1493 Words
"Babannem ne derdi hatırlasana Abi, insan ne yaparsa yapsın evleneceği kişi alnına yazılı olurmuş. Kader işte, bunun adı sadece kader!"  "Salak, kader dediğin boynunu büküp vurun diye beklemek değildir. Kader, dediğin balta boynuna inene kadar savaşmaktır. " " Ben savaş askeri miyim abi? " " Yok yavrum sen beceriksiz abinin, kurbanısın! " *** Deniz, her geçen zaman abisinin kendinden uzaklaştığını fark ediyordu. Kızgın olduğu kişi ise sadece kendisiydi. Onunla konuşmak, vicdanını hafifletmek için elinden geleni yapıyordu Deniz, ama hayatında ilk defa, abisine ulaşmakta zorlanıyordu. Adam onunla arasına resmen bir duvar örmüş ve o duvarın ötesine ulaşılmasına müsaade etmiyordu. Gene de huzursuzluğunun içinde bir huzur vardı Deniz'in, babasına; dayısının yardım edeceğini söyleyip onu hastaneye kaldırmışlardı. Elbette, Deniz de dahil daha şimdiden hastane masraflarının gelin olacağı aile tarafından karşılandığından habersiz, her şeyi Kerim'in üstlendiğini düşünüyorlardı. Kerim de bu konuda aksini ima edecek her hangi bir tavırda bulunmaktan imtina ediyor, Hasan Bey'e kızını isteyen varlıklı kimselerden bahsederken her sözünün ardına kendi kefaletini vaat koşuyordu. Ailenin içi, bu sebeple bile olsa rahatlasın diye yapmıyordu bunu Kerim, onun tek derdi kendi garantisinde onları ikna etmekti. Öyle de oldu, başta eniştesi olmak üzere evin bütün fertlerini ikna edip; kız istemek üzere gelinecek günü tayin ederek bir hafta sonra gelmek üzere gitti.  Bir hafta sonra, Deniz üzerinde lacivert düz bir elbise ile salonda ki son ayrıntıları kontrol ediyordu. Evin kusursuz görünmesi elbette imkansızdı. Yoksulluğun her türlü izlerinin öbek öbek kendini belli ettiği evin temiz ve derli toplu durması gerekiyordu, sadece. Evleneceği adamı görecekti az sonra, belki kararını değiştirecek kadar çirkin bulacaktı onu, ama gene de kabul etmesi gerektiğini telkin ediyordu kendine. Hayır dememek için önden kendi kendi ile uzun uzun yaptığı konuşmalardan birini daha yapmaya şu son saniyelerde gerek yoktu. Çirkin, yaşlı hatta ve hatta o adam sakat dahi olsa onunla evlenecekti. Babasının yaşaması için bu fedakarlığı yapmak zorundaydı. Sadece yirmi üç yaşında olması ona hayata dair hayallerini unutmaması gerektiğini söylese de, bir gün aşık olacağını beklemekten; bu evlilik kararını alarak çoktan vaz geçmişti. O yaşlı, çirkin hatta ve hatta kel adamla evlenecekti. Bu düşünce ile yüzünü buruşturdu. Hafiften midesi bulanıyor gibi olsa da, biliyordu ki dış görünüş bazen her şey demek değildi. Kahretsin ki bazen de her şey demekti.  "Geliyorlar. " diyen annesinin sesi ile terliklerinin ayaklarına yapıştığına emindi artık Deniz. Ayakları da elleri kadar terlediğine göre gidip kendi banyo leğenine sıkıp, sonra da kurumak üzere ipe asabilirdi.  " Aman güzel oğlum, babanın eksikliğini hissettirme kurban olayım, efendi ol, dayını mahçup etme. " Yaşlı kadın itina ile Rüzgar'ı tava getirmeye çalışsa da Rüzgar hiç bir koşulda yumuşayacak gibi değildi.  " Yerim ben onun dayılığını. " diye fısıldayarak, babasının sağlığında oturduğu köşe başına geçip oturdu. Öyle ya artık oydu evin erkeği, ailesine dair kararları alırken akıl çerçevesinde düşünmek zorundaydı. Kahretsin ki konu Deniz olduğunda aklı başında durmuyordu.  Kapı zilinin sesi ile Deniz mutfakta bir köşeye sindi. Gelmişlerdi işte... Bir haftadır yatağında sağa sola dönüp durduğu şu mesele az sonra hallolacaktı. Babası sağlığına kavuşacaktı. O saatten sonra mutlu bir yuvası olmasa bile geri dönebilirdi ki, babası ona her zaman kucak açardı. Belki de, evet belki de çok mutlu olacaktı. Kibar, düşünceli bir kocası olacak, onu hiç üzmeyecekti. Bu düşünce onu tebessüme iterken, annesinin misafir karşılama sözlerini duydu. Kaç kişilerdi acaba, damat adayı ne giymişti, çikolatası neliydi çiçek buketi nelerden oluşmuştu? Bunlar gereksiz ayrıntılar olmalı iken bunları düşündüğüne kızdı Deniz, çiçek buketi isterse o hiç sevmediği kırmızı güllerden oluşsa ne yazardı? Derken annesi elinde bir demet kırmızı gülle mutfağa girdi.  "Şunları al, sonra gel içeri hoşgeldin, de! " Boğazı kurudu Deniz'in, güllere nefretle bakarken uzanıp aldı çiçekleri. Bu kötü bir işaret değildi, işaretler filmlerde olurdu ve kırmızı güller evrensel olarak sevilen çiçeklerdi. Az sayıda insan zambak, karanfil, papatya falan severdi.  Lanet çiçek!  Çiçekleri tezgahın üzerine koyarken çıktı ve annesinin koridor sehpasının üzerine bıraktığı çikolataları görüp usulca: "Sen de bitter olma ne olur?" diye yalvardı. Hayır, Deniz bitter çikolata dan nefret ederdi. İnsan çikolata yiyorsa ağzına yumuşacık değmeliydi, ne o kakao ağacına düşmüş gibi yoğun tad! Çikolata merakını erteleyip salonun kapısına doğru yürüdü, sonunda ;kel, yaşlı ve göbekli.... Ah, bir de göbek meselesi vardı. Hayır göbeğe katiyen tahammül edemezdi. Aman, hepsi evlenince göbekleniyordu zaten neyin hesabını yapıyordu peşinen. Duruşunu dikleştirip, müstakbel kocasını merak ederek içeri girdiğinde şaşkınca bakakaldı. Annesi ile abisinin karşısında dayısı ile yaşlı bir kadından başka kimse yoktu. Ee neredeydi damat bey?  "İşte, yeğenim Deniz ; Semiha Hanım? " diyen Kerim'in takdimi karşısında, kadın hoşnutsuz bir eda ile boydan boya süzmeye başladı genç kızı. Deniz, kadının koyu bakışlarında ki iğretiliği hissettiğinden ne yapacağını kestiremezken annesinin sesini duydu: "Öpsene kızım, Semiha Hanım'ın elini. " Elbette, el öpecek sonra da alnına koyacaktı. Ne diyecekti bu esnada bir şey de söylemeliydi ama ne? Bir an:" Oğlun nerede hanım? " diye sormak istese de, henüz bunun için abartılı bir çıkış olabilirdi.  " Hoşgeldiniz. " derken usulca uzandı kadının eline ancak kadın resmi bir tavırla sıktı elini.  " Fevzi Bey az biraz fenalaşınca Murat Bey babasını yalnız bırakmak istemedi. Ee, hayırlı iş beklemeye gelmez diye biz de Semiha Hanım ile çıktık geldik. "  Ortamda ki soğukluğu örtmek için rol edinen Kerim'in sözü ile Rüzgar kendini daha fazla tutamadı ve: " Hiç görüşmeden mi evlenecekler, olmaz öyle şey? " diye müdahale etti.  Semiha, Rüzgar'ın zor tavrına karşılık hoşnutsuzdu ve bir an önce bu işi bitirmesi için Kerim'e emirli bir bakış attı: " Ben Murat Bey'e, Deniz'in fotoğrafını gösterdim. Beğendi, benim için olur dedi. Deniz'e de beyimin fotoğrafını gösteririm isterse. " diye atladı hemen ortaya Kerim.  " Kesmece karpuz mübarek! " Deniz, abisinin bu işi bozacağından korkup:" Mühim değil, görmesem de olur. " dedi. Halbuki, görmeden de konuşmadan da olmazdı bu. Hayal ettiği evliliğin bununla uzaktan yakından alakası yoktu. Mutfağa kahveleri yapmak için geçerken yol üzerinden de çikolataları aldı. Paketi hızla açarken içinden çıkanlar koyu renkli birer bittterdi.  *** Deniz, dayısının iki ailenin de hastaları olması nedeniyle evinden gelinliği ile çıktıktan sonra İstanbul da sade bir nikah töreni olacağını söylemesi üzerine her şeyi kabul ettiği gibi bunu da kabul etmiş olmasının, hayallerinin tamamen toz bulutu olmasına göz yummak demek olduğunu düşünüyordu. En çok da etrafında kına tepsileri ile dönüp duran kızların ortasında kırmızı örtünün altında avucuna kına yakıldığı anın olmayışına üzülüyordu. Kına gecesini düğününden bile daha çok önemsediğini yeni fark ediyordu. Duvarda asılı duran gelinliğine baktı bir kez daha. Bir kargo şirketi tarafından gönderilmişti. Boydan boya dantelleri olan elbisenin üzerine göre olup olmadığını bile önemsemiyordu, Deniz. Ne yani biraz bol olsa ölmezdi ya... Valizine yerleştirdiği elbiselerine her dokunduğunda onları artık kendi evinin sınırlarında giyecek olmamaktan mutsuz, bir daha Rüzgar ile ya da babası ile balık tutmaya gidemeyecek olmaktan ötürü de biraz pişmandı. Belki müstakbel kocası da balık tutmayı seviyordu. Gerçi bu neyi değiştirecekti ki, belli ki adam ailesine abartılı düşkün fazlaca iş kolik bir şeydi. Babasının hastalığı sebebi ile kız istemeye dahi gelmemişti. Öyle ya henüz parmağında yüzüğü bile olmayan biri ile sırf dayısı her fırsatta onun ne mükemmel adam olduğunu söylediği için evlenmiyor muydu? Hayır, onunla babasının tedavisini tamamlamasına maddi olarak imkan tanıdığı için evleniyordu. Başka da hiçbir sebebe bağlamaya lüzum yoktu. Rüzgar bu işe itiraz ettiği halde arkasında durmadığı için ona küsmüş, annesi hep kıyılarda köşelerde ağlayan biri olmuş olsa da babası hastane de evde olduğundan daha iyi bakılıyordu ve kızının bu ani evlilik durumuna sadece: "Kader!" diyordu. Ne kadar Rüzgar, kader denen şeyin böyle bir kabulleniş olmadığını savunsa da; bu Deniz'e göre sadece kaderdi. Kumral uzun saçları yüzüne dökülmüş bir halde usul usul ağlamaya başladı, nereye gittiğinden habersiz girdiği bu kabulleniş durumu, ailesini olduğundan daha kötü hale getirmişti. Şimdi, Rüzgar bile nikahına gelmeyeceğini söylüyordu. O gelmedikten sonra annesi tek başına zaten gelemezdi. Bir başına hiç bilmediği şehirde yaşayacaktı. Ne demişti babası; bugün vedalaşmak için yanına gittiğinde: "Dayın sana orada göz kulak olur, yalnız değilsin, hiç yalnızım diye üzülme." demişti, değil mi? Ne annesinin ne de babasının inandığı kadar dayısına inanmıyordu Deniz. Elbette onlar inanacaktı, babası yetim kaldığı gün yanına aldığı kaynını bakıp büyüttüğü için kendine baktığı konusunda emin, annesi ise göz bebeği kardeşinin teminatına sonuna kadar inanacak kadar iyi tanıyordu onu. Belki dayısını en az tanıyan kendisiydi ama Rüzgar'ın:  "Bu çocukken de böyleydi, hep daha çok bilye kazanmak için benim bilyelerimi bahse sokardı " sözü hep Deniz'e felaket haberi veriyordu. Hayır bir insanı çocukken yaptıklarından ötürü yargılayamazdı ama Rüzgar neden ısrarla gitmemesinden yanaydı, babasının ölümü pahasına; işte aklını karıştıran buydu Deniz'in. Elinin tersi ile silerken göz yaşlarını valizinin ağzını kapatıp indirdi yatağın üzerinden. Aralık pencereden duyduğu dalga sesine hipnoz olmuşcasına ilerlerken gördü ki abisi deniz dibinde içiyordu. Gidip sarılsa, gitmeyeceğini söylese abisi ile arasını düzeltse sonra her şey düzelir miydi? Dayısı babasına bakmaya devam etse, iki kardeş çalışıp dayılarına olan borçlarını ödeseler... Belki olması gereken buydu ama... Annesinin sesi ile irkildi Deniz:  "Gelde kınanı yakayım kızım. "  Annesi, elinde bir kına tası ile girmiş odasına, gözleri o günden beri gözlerinden uzak kınasını yakmayı teklif ediyordu. Gözlerinde ki yaşlara yenisi eklenirken:  " Kınası da kusur kalsın be anne! " dedi, Deniz.  Amacı annesini de ağlatmak değildi ama az sonra annesi hıçkırıklara boğulmuş sarsıla sarsıla ağlıyordu. Kınasız gelin olmazdı tabi ya, kınasız ve gözü yaşsız gelin olmazdı. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD