Deniz, avucunda ki kınanın üzerinde parmağını gezdirirken etrafında konuşanları da dinliyordu. Bir kaç eş, dost, akraba gelmiş; Deniz gelin gidiyor diye mutlu mesut sözler ediyorlardı. Onun ne kadar güzel bir gelin olduğunu söyleyenler:
"Damat da çok zenginmiş, Kerim'in patronu imiş. Kerim artık nasıl sevdirdi ise kendini..."
"Ee güvenilir, dürüst çocuk Kerim"
" Hasan Abim büyüttü ya, yeğenini en iyisine layık gördü tabi, aslan Kerim. " gibi laflar ediyorlardı. Başını hiç kaldırmıyordu Deniz, hiç makyaj yapmadığı yüzünü gölgeleyen duvağının altında; dertli bir gelindi o.
" Hasan Abim iyileşsin, büyükçe bir düğün yapıvereceklermiş. " diyordu biri de. Büyükçe bir düğün değildi oysa hayali Deniz'in. Sadece babası iyileşsin ve şu çaresizlik bitsin istiyordu.
" Geldiler! "
Komşu kadınlardan biri söylediğinde bu sözü önce annesinin hıçkırığını duydu Deniz. Bu kararı verdikleri günden beri ne çok ağlamıştı annesi. Sanki gelin değil de, cenaze gönderir gibiydi...
" Oo, arabalara bakıver Meral Abla, kızın kanun kadar zengin adamlara gidiverir ne ağlan? "
O salondaki kaç kızın hayali idi zengin adamlarla evlenmek.
İçeriye giren ayak seslerinin arkasından kesilirken konuşma sesleri Kerim:" Çağırın da Rüzgar'ı bağlasın kuşağını. " dedi. Kırmızı kuşak belinden, ama aslında boynundan geçecekti Deniz'in.
Rüzgar yoktu, Deniz bunun korkusu ile kaldırdı başını. Gene, dayısı ve artık kayınvalidesi vardı. Peki ya damat ne zaman çıkacaktı ortaya?
" Haydi abla, nerede Rüzgar? "
Sahi neredeydi Rüzgar, bir kez olsun vedalaşmayacaklar mıydı? Böyle küs, düşman gibi mi gidecekti? İşte şimdi ağlayabilirdi. Meral, panikle Rüzgar'ı aramaya çıktığında hemen ardından tok bir ses duyuldu:
" Bir sorun mu var Kerim? "
Salon kapısının ağzında, üzerinde lacivert bir takım elbise ve içine giydiği beyaz gömleğinin yakaları açık halde, bir adam duruyordu.
" Adettir Murat Bey, kuşak bağlanacak. "
Adı ile irkildi Deniz, ela gözlerini çevreleyen yaşların oluşturduğu açık yeşil rengi peydah eden gözleri adama çevrilirken bir damatlık bile giymemiş; kel, göbekli ve yaşlı damada baktı... Hayır, adam kel değildi, uzun boylu olmasının dışında göbeği de yoktu ve asla yaşlı da değildi. Yüzüne itina ile bakmaktan kaçınan Deniz, annesinin sözü ile yıkıldı:
"Rüzgar orta da yok Kerim, al oğlum kuşağını sen bağla. "
Meral, elinde ki kırmızı kurdelayı uzatırken Kerim'e, genç adam hızla aldı kurdelayı. Yeğeninin hıçkırıklarını duydu o an, başını ona çevirmeden hızla doladı kurdelayı beline sonra da, fısıltı ile:
" Sil gözünün yaşını, Murat Bey böyle maskaralıkları hiç sevmez. " dedi.
İdrak edemedi Deniz, onun için sadece bir şaka olmalıydı bu söz.
" Hadi abla gelde öpsün elini. "
Meral usulca yaklaştı kızına, o daha elini öpmesine izin vermeden sarıldı kızına. Genç kızın kolları askıda kaldı, sanki bir kez sarılsa annesine o dakika gitmekten vaz geçerdi. Sonra çekildi Meral ve Kerim'in cici bir tavırla:
" Gidelim Bey'im! " dediğini duydu. Kardeşinin bey dediği adam, Meral'in damadıydı ve Meral bu kadar olmaza sessiz kalırken halen Kerim'e inanmak istiyordu. Onlar çok iyi aileydi, kızı orada mutlu olacak ve ona çok iyi bakılacaktı.
Deniz koluna girenin dayısı olduğunu gördüğünde, onun adımları ile yürümeye başladı. Ardından gördüğü evleneceği adam ile annesi önlerinden giderken o dayısının kolunda evden çıkıyordu. Bütün hayatı darmadağın olmuş bir halde sürüklenir gibi hissederken kendini, bahçe kapısında Rüzgar'ı gördü. Sözde damat ile annesinin hemen ortasından geçerken onları mıh gibi yerinde sabitleyecek bir öfke ile geçip sarıldı kardeşine.
"İstemezsen göndermem, istemem dersen seni buradan kimse çıkaramaz. Bana istemiyorum de Deniz, bana istemiyorum abi beni bırakma, de. "
Rüzgar, kız kardeşini omuzlarından sarsarken genç kız ağlayarak başını iki yana sallıyordu. Herkesin seyrinin orta yerinde kardeşini hırparlarca iknaya çalışan adama daha fazla tahammül edemeyen damat derin bir iç çekip annesine doğru:
" Bunları hep sen açtın başıma " dedi.
Doğruydu bütün bunlar annesinin başının altından çıkmıştı ama, eninde sonunda Murat da kabul etmiş olmasa şu an burada, bu köyde bu arabesk ailenin karşısında duruyor olmazdı. Semiha Hanım olaya müdahale etmek üzere adım atmıştı ki gelinin sesi duyuldu:
"Gitmek istiyorum, abi! "
Rüzgar'ın elleri çekildi kız kardeşinin üzerinden ve son bir yakarışla:
" Yapma! " dese de, Kerim:
" Duygusallığa lüzum yok, hadi bakalım yolcu yolunda gerek. " deyip yeğenini çekerek evinden, baba ocağından sürüklercesine çıkardı. Rüzgar, ağlamamak için direnen bedenini hızla koşarak uzağa, hep teselli bulduğu deniz kenarına taşırken, Deniz duvağı yüzüne kapalı bir şekilde bir arabanın arka koltuğuna tek başına oturtuldu. Araba hareket ettiğinde gözleri ile abisini ararken biliyordu ki o hep teselli bulduğu yerdeydi.
***
Burnunu çekerek ağlayan gelinin, küçük bir bebek gibi ufacık çıkan sesi ile direksiyonda olduğu için dikiz aynasından ne yaptığına bakan Murat, sonunda dayanamayıp teybe dokundu. Böylece ağlama sesini daha az duyabilecekti. Ağlayan kadınlardan oldu olası haz etmeyen biri olarak, bu yüzü görünmeyen gelinin burnunu çekip durmasına tahammül edemezdi. Büyük ihtimalle pek konuşmaktan anlamayan, küçük yaşta ailesinin mal gibi satmasından da anlaşıldığı üzere de cahil bir kızdı, gelin. Ve annesi kendi yeğenini riske atmamak için ona fazlaca da çirkin birini bulmuştu. Öyle ya güzel olursa Murat'ın ondan etkilenme riskini göze alamazdı Semiha Hanım. Elbette, annesinin Kerim'e defalarca: "Kız hani pek güzel değildi." diye azar çekmelerinden de habersizdi.
Böyle daha iyi olmuştu, sonunda ağlama sesini duymuyordu. Aynadan tekrar kontrol ettiğinde omuzlarının da sallanmadığını fark etti. Zaten neden onunla aynı arabada seyahat ediyordu ki, ilk mola da onu Kerim'in arabaya verip yola öyle devam etmeliydi. İstanbul'a kadar bu kızla gidecek değildi. Sabah kaldıkları otelden gelmemek için biraz daha direnmiş olsa aslında şimdi gelinle aynı araçta olmayacak ve kendi kendini dinleye dinleye yolculuk yapacaktı. O anda kızın sesini duydu. Ne yani tekrara almış bir daha mı ağlamaya başlamıştı? Kulağına değen sesin ağlama ile alakalı olmadığını anlayıp müziğin sesini kıstığında:
"Dur, dur kusacağım. " dediğini duydu. Kusacaktı! Hemde en değerli şeye; arabasına. Sağ sinyalini yakıp emniyet şeridine yanaşırken sert bir fren ile durdurdu arabayı. Onları fark eden Kerim de yavaşlayarak durdu. Deniz, kendini arabadan atmış bariyerlerden aşağı kusarken, eliyle duvağını tutuyordu. Semiha arabadan inmeden Kerim'e talimat verince Kerim aşağı inip, yüzünü buruşturup gelinin arkasından bakan Bey'ine seslendi:
"Sıkıntı yok ya Bey'im? "
Murat, sert bir nefes bırakıp arabasına yönelirken: " Yol tutuyor herhalde. " dedi. Açık camdan uzanıp bir pet şişe su aldıktan sonra uzattı, Kerim'e:
" Ver de yıkasın yüzünü. Bir de yer bul Kerim üzerini başını değişsin, bu sıcakta o kadar yol gelinlik içinde geçer mi" diye emretti?
Kerim, arabanın içinden hoşnutsuz bakan kadının da gelinliğe gerek yok dediği sözleri hatırladı ve kabullenişle başını salladı, sonra da yeğenine doğru yöneldi:
" Ne oldu gelin hanım, miden mi tuttu " diye kendince şakalaştı?
Deniz, yeşeren öfkeli bakışlarını dayısına çevirdiğinde gördü elinde ki şişeyi, uzanıp adamın elinden çekerken şişeyi:
"Gölge etme Bey'im" diye çemkirdi! Arkalarından onları izleyen Murat, kızın asi tavrına gülümsedi.
"Beter ol, Kerim" diye fısıldarken, onlara doğru seslendi:
" Acele edin biraz! "
***
Deniz, az sonra dayısının yardımını reddedip arabanın arkasına geçerken başında ki duvağı sökmeye çalışıyordu. Kerim'in söylediğine göre akşam evde nikah vardı, ancak; daha fazla bu gelinliğe tahammül edemeyecekti. Duvağını çekiştirirken Murat bir an kızı dayısının aracına göndermek için düşündü ama sonra zaten fazlaca ağlayan ve üstelik az evvel de sinirden midesini boşaltmış bir kız çocuğu ile uğraşmama kararı aldı. Zavallı kız, duvağı ile bile kavga ediyordu. Nasıl yani, duvağı ile kavga ederken, aynadan kontrol ettiği kızın, koca gözlerinin içinde birer yeşil deniz mi vardı? Neydi bu kızın adı? Ayşe, Fatma gibi bir köylü adı mı? Hiç sormamıştı adını kimseye, duydu ise de dikkatini çekmemişti. Gözleri bu kadar güzel kızların adı Ayşe olur muydu? Buket ya da Ayça gibi bir şey olacaktı ki, dişlerini sıkarken o dolgun dudaklarını nasıl da büzüyordu? Gülümsedi, annesi bu güzel kızı yeğeninin rekabetine sokmuş olamazdı. Tabi ya, annesi de kızın bu denli güzel olduğundan haberdar değildi. Neşesi büyüdü ve:
"Ulan Kerim" derken dudaklarını ısırarak direksiyona vurdu.
Ne demişti beyefendi, dayısının adını mı söylemişti? Kızmış mıydı ona? Belki de kendisini başına bela ettiği için... Ne münasebet asıl bir baş belası olan kendisiydi. İster bey olsun ister paşa tam bir baş belasıydı. Onu görmezden gelip duvağını bir kez daha çektiğinde bir tutam kumral saçla beraber duvak eline geldi.
"Lanet! " diyerek tıslarken avucunda ki saçlarına acıyarak bakıyordu..
Murat, kızın söylediğini duyduğunda onun kendisi ile muhattap olduğunu düşünüp, gaflete düşüp ilk muhatap olan taraf oldu:
"Bana mı dedin?"
Deniz, buna gülmek istese de gülmeye mecali yoktu. Duvağını kenara fırlatırken:
"Aman Bey'im, sana der miyim hiç " diye hafiften laf vurdu? Murat, bu köylü kızının kendisi ile hangi telden konuştuğu konusunda çok emin olamayıp, sustu. Suskunluğu Deniz'in çok umurunda değildi, kel, göbekli ya da çirkin olmayan... Adam çirkin değil miydi, oturduğu yerde öne doğru kaydı; elmacık kemikleri belirgin, uzun kirpikli bir adamdı. Belki tam önden görse ne kadar güzel.... Aa, elin adamının nesine bakacaktı canım. Elin adamı dediği kişinin kocası olacağını hatırladığında kendini tutamayıp gülünce Murat da kendini tutamadı ve:
"Deli misin sen " diye sordu.