Yunus'un yeni geline olan tavrından rahatsız olan annesi onu bir çırpıda mutfaktan uzaklaştırarak, kızlarına kahvaltı hazırlama görevi verirken, Semiha Hanım'a çarşaf raporu vermeye gitti. Semiha Hanım ısrarla kadına: "Sen gördü isen, elin defolu kızını bize kakalamasınlar da sonra" diyerek ona güvenini sundukça kadın da ezilip bükülüyordu karşısında yalan söylediğinden ötürü.
"Gördüm Semiha Hanım, merak etmeyin. "
Kadın, kahvesi elinde keyifle arkasına yaslanırken oğlunun veriminden emin:
" Öyleyse önümüzdeki aya alırız torun haberini, aman gelini iyi besleyin torunum gürbüz olsun " dedi.
***
Deniz, önündeki tabaktan yediği her lokmanın boğazına dizildiğini hissediyordu. Annesinin her şeyi bildiği halde müsaade ettiği bu evlilik onun sonu olmuştu, resmen. Şimdi bu evden nasıl kurtulacağını düşünüyordu. Murat'ın dediği gibi birbirlerinden uzak kalıp, çocuğu olmadığı için evine postalanmayı beklemekten başka da yolu yoktu. Bu düşünceler bulunduğu odayı daracık eylerken fırladı yerinden, Gül ile Suna korku ile ona döndüklerinde, tişörtünün yakasını çekiştiriyordu Deniz.
"Gelin Hanım, iyi misiniz" diyen Gül ona bir mesafe yaklaşmıştı ki hızla çıktı mutfaktan Deniz. Evin şaşaası, annesinin talih kuşu olarak gördüğü zenginliği umurunda bile değildi. Hiç biri gözüne güzel değildi, Rüzgar ile balık tutmaya çıktıkları o kayık kadar. Sağına soluna baktı, kale gibi çıkışı imkansız gibi görünen evin mezarı olduğu korkusundaydı. Kendini dışarı atmadan nefes alamayacaktı ve öyle de yaptı. Bahçeye çıkar çıkmaz önce sağına sonra da soluna baktı. Çıkış kapısında ki güvenliği aşıp bu evin sınırlarından kurtulmak istiyordu. Arkasından izleyen bir çift gözden habersiz bahçeden çıktı sonra da sakin görünen yoldan karşıya geçti. Evin ormana bakıyor oluşu şimdilik nimet olabilirdi ona. Yeşile kendini teslim ederse her şeyin sonuydu. Bir kaç saat kendi ile kalıp ne yapması gerektiğini düşünebilecekti. Ormana girmek için tümseği tırmanıp kendini yukarı attıktan sonra bir süre içeri doğru yürüdü, sonra hepsinin birbirine benzediği bir çam ağacının altına oturdu. Sırtını ağaca yaslarken gözlerinden de yaşlar akmaya başlamıştı. Annesinin bu denli çaresiz kalmış olmasına neden olan babasının hastalığına kızdı içten içe. Gözlerinden akanlara mani olmak dahi istemezken: "Allah'ın cezası" diye bağırdı! O an karşısına çıkan Kerim olsaydı, onu boğup öldürebilecek kadar öfkeliydi ona.
Yunus, kötü göründüğü her halinden belli olan yeni gelinin peşinden giderken aslında sadece ona göz kulak olmak niyetindeydi. Yanına yaklaşmayacak, onunla konuşmayacak sadece uzaktan nereye gittiğini izleyecekti. Şimdi ise bulunduğu ağacın ardından onu izlerken kendi kendine konuşarak ağlıyor oluşu fazlasıyla içine dokunmuştu. Hem ağlıyor hem de sürekli söyleniyordu. Teselliye ihtiyacı olsa bile o teselliye çıkan sözleri barındırmıyordu Yunus. Gene de kendine hakim olamayıp saklandığı ağaçtan çıktı ve Deniz'e doğru yürümeye başladı. Söyleyecek ne bir sözü ne de elinde sakinleşmesine yarayacak vaatleri yoktu. Varlığının karşısında ki kız için fazlaca önemsiz olduğunu bile bile yaklaşırken yanına, ayaklarının çıkardığı sese ürpererek döndü Deniz. Ona göre fazlaca saf görünen bu yeni gelinin gözünde kendisi de aynı şekilde fazlaca saf bir delikanlıydı.
Deniz, gözlerini elinin tersiyle silerken, onu peşinden göndermiş olduklarını düşünerek: "Merak etme isteseniz de gidecek yerim yok zaten" dedi. Yunus, bir kaç adım daha atıp olduğu yerde durunca, Deniz onu başından savmak için bir kez daha şansını denedi: "Git sen, ben gelirim."
Ancak, delikanlının hiçbir yere gitmeye niyeti yoktu. Deniz, onunla uğraşacak halde olmadığı için önüne dönüp dizlerini karnına doğru çekti. Annesi, evden çıktığı anda peşine adamlar takıldığı bir evde yaşayacak olduğunu bilse gene de gitmesini ister miydi? Ona içi ne kadar da kırgındı, dayısına duyduğu kırgınlıktan çok daha öte bir şeydi bu. Yüreğini burkuyor, içini kanatıp derisini dağlıyordu. Öfkesi derya olmuş bir halde hıncını çıkarabileceği bir şeyler ararken avuçlarını sıkıp çığlık attı. Keskin çığlığı Yunus'u kıpırdatmamıştı bile, annesi ile yaptığı konuşmayı dinlediği için ne kadar acı çektiğini tahmin edebiliyordu. Deniz, boğazı ağrıyana kadar bağırdığında hemen ardında duran çocuktan hıncını almak istercesine: "Defol git başımdan" diye savurdu elini. Bilmiyordu elbette, Yunus'un ne olursa olsun gitmeye niyetli olmadığını. Usulca bir kaç adım uzağında yanına oturan genç adama, yaşlı gözlerinin yeşilini dikerek bakarken: "Ya lütfen ben kendim gelirim, git başımdan" diyerek bir kez daha denedi şansını.
Yunus, bakışlarını birinin üzerine çevirmekte ilk kez bu kadar cesurdu ve sesinin titremesine mani olamayarak: "Ağladığını kimseye söylemem" dedi. Ağladığını kimsenin görmesini istemeyeceğini de nereden çıkarmıştı bu kara oğlan. Evet, fazlaca esmer görünüyordu Deniz'in gözüne ama kara birer delik gibi olan gözleri ona ait güzel tek şeyken fazlaca dikkat çekicilerdi. Niyetini sorgulamadan kendi gibi davranıp omzunu silkerken genç kız: "Kimsenin ne düşündüğü umurunda değil" dedi.
"Öyleyse yalnız kalma, ben sessizce otururum yanında. "
Bir kaç saniye daha baktı ona Deniz, bu sessiz genç adam aslında iyi biri miydi? Doğru ya o evin zenginlerinden olmayanlar bile kötü kalpli iken bu kara çocuk neden iyi olacaktı? İyi olacak olsaydı kesinlikle önce, Kerim dayısı iyi biri olur; yeğenine bu kötülüğü reva görmezdi. Başını önüne çevirirken:
"Abim haklıymış, resmen kurbanlık koyun gibi sattılar beni" diye dertlendi, kendi kendine konuşur gibi bir tavırla.
Yunus için kiminle konuştuğunun bir önemi yoktu o an. Zavallı, masum bir kız çocuğu, doğup büyüdüğü bu evin karanlık heveslerinin sadece bir parçasıydı. O evde herkesin sahip olduğu; ancak, o ve ailesinin sahip olamadığı para ile, her şeye sahip olacaklarını sananların; etrafında kırıp geçtiklerini neden bu kadar görmezden gelmelerini anlamıyordu, Yunus. Belki, Murat Bey için annesi ve babasından farklı olduğu yönünde düşünceleri vardı ama, böyle bir şeye izin verdi ise şu dakikadan itibaren vaz geçmişti bu düşünceden de. Murat Bey de tıpkı ailesi gibi kararmış kalbi olan bir adamdı. Hırsı içinde büyürken, yanında ki kızı güldürmeyi başarabilmek umuduyla ses tonunu ayarlayıp gene de çekingen duyulmayı engelleyemeden :
" Kendine koyun deme bence" dedi.
Deniz, çocuğun şaşkın bir ördek gibi görünüyor oluşuna gülümseyip:
"Ne deyim kurbanlık balık mı" diye sorunca, Yunus da gülümsedi.
"Balıktan kurban olmaz. "
" Çok biliyorsun sen. "
" Söylemiştim sana, ben de az biraz balıkçı sayılırım, çocukken Beyim, Murat Bey ile bizi balığa götürürdü. "
Herkes gibi beyler Ağalar Yunus'un dilinde de vardı işte, bu evde ki herkes aynıydı. Suratını asıp önüne döndükten sonra devam etti gene de konuşmaya:
"Ne çok beycisiniz hepiniz, çocuk gibi korkuyorsunuz onlardan."
"Ben korkmam. "
" Külahıma anlat. "
" Ona da anlatırım."
Kara delik gözleri bu yüzden mi güven vermişti Deniz'e; saftirik bir şeydi bu Yunus. Öyle içinde pek kötülük olmayan cinsten. Ona kızmakla eline ne geçecekti ki? Bir kez daha yüzünü ona çevirdiğinde bir daha ona arkasını dönmeme kararı aldı ve kendi gibi olup konuştu:
"Burada herkes çok kötü kalpli. Hırslarının kurbanı. "
" Kerim Abi de öyle, sırf beyin hanımın gözüne girmek için seni kurban etti. "
" Kurban olduğum konusunda hem fikiriz yani. "
" Kurban olduğun konusunda sıkıntı yok, sıkıntı türünde. "
" Ben koyun kısmında anlaşalım derim. "
" Ben de balık kısmını bir düşünelim derim."
Az sonra ikisi de kahkahalarla gülmeye başlamışlardı. Deniz, bu sınırlarda Rüzgar ile yaptıkları gibi saçmaladıkları birini daha bulduğu için mutluydu, Yunus da o ağlak gelini güldürmeyi başardığı için mutluydu. Birlikte kalkarken yerden, üzerlerine yapışan yaprakları silkeleyip eve geri döndüler. Dönüş yolunda kapıya gelmeden evvel Yunus ona önden gitmesini söyledi.
"Bu evde her şey yanlış anlaşılmaya müsait, ilk günden seni kocana şikayet etmesinler" diyerek. Yunus için bile, Murat Deniz'in kocasıydı, bunu böyle görmeyen tek kişi ise kendisiydi. Hızlı adımlarla eve dönerken kapı önünde şoförlük yaptığı arabayı silen dayısını gördü. Ona olan kızgınlığı anında üstüne atlayıp parçalamak isteği ile çakışsa da kendine hakim olup adımlarını ve davranışlarını kontrol altına aldı. Göğsünü dikleştirip adama doğru yürürken, Kerim de evliliğinin ilk sabahında yeğenini karşısında görmenin şaşkınlığı içinde kaşlarını çatmış bir halde; " Hayırdır yeğenim?" diye sordu. Deniz kesinlikle dayısından ötürü midesinin bulandığından emindi. İyice yanına yaklaştıktan sonra, elini arabanın kaputuna dayadı ve dişlerinin arasında öfke ile:
"Daha önce neden bana kuma olacaksın demedin, dayıcığım? Belki bilmiyorsundur ama benim tek hayalim böyle pis emellerin kadını olmaktı. Önceden söylesen koşa koşa gelirdim." dedi.
Yeğeninin hafif çatlak taraflarını kabullenmişti artık Kerim. Üstelik artık evin hanımlarından biri olduğunu da hesaba katınca onunla iyi geçinmek bir zorunluluk oluyordu. Önce konuşacaklarından ötürü etrafına bakındı sonra da asayişi sağladığına emin olup konuşmaya başladı:
"Kızım aklını kullan. Sen elinde ne imkan var şu an farkında bile değilsin. Bu ev, bu zenginlik her şey; doğuracağın çocuklarının, yani senin. Hayatını kurtardığım için teşekkür edeceğine sürekli çemkiriyorsun. "
Deniz haklıydı bu adam midesini bulandırıyordu ve şimdi üzerine kusabilirdi. Yüzünün aldığı öfke sesini ayarlamasına mani olurken:
" Leş kargası! " diye tısladı. Kerim, yeğeninin bu tarz tutumlarının artık önüne geçmek istediğinden hırsla duyduğu hakaret karşılığında kızın bileğini kavramıştı ki arkadan bir ses duyuldu:
" Bırak kızı Kerim, ne zamandan beri benim evimin kadınlarına el kaldırır oldun? "