Geçen son birkaç günü hayal meyal hatırlıyordu Alvin. Aslında hatırlamak da istemiyordu. Karsının cenazesini zor da olsa yapmış ve kızına bakmaya çalışmıştı büyük bir acemilikle. Bebek bakma konusunda hiçbir şey bilmiyordu. Sare yaşıyor olsaydı ne yapması gerektiğini söylerdi. Komşuları Sandra ve kızı Helen evi çekip çevirmiş, kızının altını temizlemiş, karnını doyurup uyutmuşlardı. Alvin için yemek bile yapıp bırakmışlardı.
Herkes gidip kızıyla yalnız kaldığında anladı Sare'nin boşluğunu. Evin sesi, neşesiydi karısı. Hayatına renk ve anlam katıyordu. Şimdi bu evin sesi, yıllardır bekledikleri mucize olduğundan kızına Sare adını verdi. Böylesi ona doğru görünmüştü. Karısı, kızıyla vakit geçiremeyeceği için hiç değilse isminin onda yaşamasını istemişti. Karısının ölümünden kesinlikle kızını sorumlu tutmuyordu. Bu kaderdi, böyle olması gerekiyordu. Hem karısı burada olsaydı 'Kızımızı çok sev, ona iyi bak.' Derdi. Çünkü onun hiç suçu yoktu.
Gece uyanan kızına Sandra'nın gösterdiği gibi mamasını hazırladı. Ayaklarında salladı uyuması için. Babasını fazla yormadan uykuya daldı minik Sare. Olanların farkındaymış da yardım ediyormuş gibiydi. Babasına hiç zorluk çıkartmadan uyuyor ve yiyordu.
Alvin cenazeden dolayı birkaç gündür dükkanı açamamıştı. Demirci dükkanı köyün biraz uzağında kalıyordu. Noble ülkesinin en iyi demirci ustası olarak bilinirdi. O kadar iyiydi ki diğer ülkelerden Alvin'in dükkanına gelip kılıç, kalkan, zırh yaptırırlar bile olmuştu.
Alvin dükkana gitmesi gerektiğini o gece anlamıştı. Evin geçimini sağlaması gerekiyordu. Maalesef hayat acımasız bir şekilde devam ediyordu. Peki kendisi dükkana gittiğinde kızı Sare'ye kim bakacaktı? Evde yalnız başına bırakması mümkün değildi. Onu da yanında dükkana götürmekten başka çaresi yoktu. Kızının demirlerin arasında büyüyeceği hiç aklına gelmezdi. Aslında hiç böyle hayal etmemişti.
Alvin’in hayali; dükkandan eve geldiğinde karısı kapıyı açacak ve onu içten bir gülümsemeyle, bir ufak buseyle karşılayacaktı. Onlar kapının önünde oynaşırken içeriden sıkılan bebeklerinin sesi gelecek ve içeri girip onunla oynayacaklardı. Yemek yiyecekler ve sonra yine bebekleriyle vakit geçireceklerdi. Bu kadar basit ama mutlu hayalleri vardı. Karısıyla birlikte çok güzel hayalleri vardı.
Erkek dediğin öyle süslü hayaller kurmaz diye öğretilerek büyütülmüştü ama Alvin farklı düşünmüştü her zaman. Tanıdığı çoğu erkeğin aksine karısına karşı çok iyi davranırdı. Ona kıyamazdı ki. Hasta olduğunda başında bekler, yardıma ihtiyacı olduğunda yardım ederdi. Alvin'in bu davranışları komşu kadınların hoşuna gitse de erkeklerinin alay konusu oluyordu. Erkekler, karılarına yardım etmez, onları dinlemez diye öğretilmişti. Kadın kısmının aklı eksikmiş(!). Ama karısıyla mutluydu ya kimin ne dediği önemli değildi. Kapılarını kapattıklarında herkesin söyledikleri dışarıda kalıyordu.
Ona öğretilenler kadınların akılsız olduğu, erkekler ne derse onu yapmaları gerektiğiydi. Kadınların düşüncelerine önem verilmemesinin doğru olduğu öğretilmişti. Alvin doğası gereği kimseye karşı kırıcı ya da üstünlük taslayan biri olmamıştı. Sare ile evlendikten sonra da bu düşncelerin saçma olduğunu görmüştü. Her konuda onun da fikrine danışır ve her defasında dediği doğru çıkardı. Onu dinlediği için hiç pişman olmamıştı.
Kızını da bu saçma sapan düşüncelerle büyütmeyeceğine emindi. Kadınlarla erkeklerin arasında ayrım yapılmaması gerektiğine inanıyordu. Erkeklerin yapamadığı çoğu işi kadınlar yapabiliyorken nasıl oluyor da akılsız olabiliyorlardı? Sare'yi bu düşüncelerden uzakta büyütecekti ve ileride kadınlara saygı duyan biriyle evlendirecekti. Şimdilik bu kadar ilerisini düşünmek saçmaydı ama artık bekar bir babaydı ve tek önceliği kızıydı. Onun iyi olması için elinden geleni yapacaktı. O, biricik karısının emanetiydi.
Sabah erkenden kalkmış, Sare'yi hazırlamıştı. Hava sıcaktı ama üşür mü bilemediğinden kalın kıyafetler de almıştı yanına. Sütü, mamayı da hazırlamıştı. Gidene kadar bozulmaması için dua etti. Kapıyı açmıştı ki karşısında Sandra'yı gördü. Az sonra kapıyı tıklatacağı için kaldırdığı elini indirmişti. Alvin’in ne yapmaya çalıştığını tahmin etmesi zor olmamıştı. "Bebeği o tozun toprağın içine götürmeyi düşünmedin herhalde. O daha üç günlük bebek." diye çıkıştı.
"Onun adı Sare." Sürekli kızından 'Bebek' diye bahsedilmesinden sıkılmıştı artık.
Sandra, Alvin'i üzdüğü için başını öne eğdi ve konuşmaya devam etti. "Eğer istersen beb... Yani Sare'ye ben bakabilirim. Dükkanda ona bakamazsın, gelince alırsın." Sandra her zaman yardım sever biri olarak bilinirdi ve bunu yine kanıtlıyordu.
"Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum Sandra ama bu çok... Minnettarım." Ona nasıl bakacağını zaten bilmiyordu. Bir de dükkanda bakmayacak olması onu rahatlatmıştı.
Alvin bebeği ve hazırladıklarını Sandra'ya verdi. Artık içi rahat gönlündeki huzurla gidebilirdi çünkü aklı kızında kalmayacaktı. Sandra kucağındaki bebek ile evine vardı. Evleri bebek sesine aşinaydı. Üç tane çocuk büyütüyordu bu evde. En küçüğü iki yaşındaydı. Kocası sürekli erkek çocuk istiyordu. Üç tane kızlarının olmasının sorumlusu olarak da Sandra'yı görüyor, ona erkek doğuramadığı için söylenip duruyordu. Erkek çocuk doğuran kadınların yaptıklarını yapmamakla suçluyordu karısını. Üç evlat vermişti kocasına ama ne evlatları ne de kendisinin, onun gözünde bir damla değerinin olmadığını çok iyi biliyordu Sandra. Bu evliliğe katlanmasının birden fazla sebebi vardı. Babasının evine geri dönemezdi, dönerse kötü gözle bakılacaktı ve babasının bakması gereken bir boğaz daha olacaktı. Hatta dört boğaz. Drew çocukları yanında tutmaz, onlara bakmazdı bile. Hiç değilse çocuklarını burada rahat büyütürdü.
Ölen komşusu Sare'yi de bu yüzden çok kıskanırdı. Kocası ona kölesi gibi değil de hayat arkadaşıymış hatta bir insanmış gibi davranıyordu. Kendi kocasının da öyle olmasını o kadar çok isterdi ki. Sare’nin ölümünden sonra onu kıskandığı için kendisine kızmıştı. Şimdi kimseye söyleyemediği hatasını telafi etme fırsatı doğmuştu. Kızına kendi evladı gibi bakarak vicdanını biraz olsun rahatlatabilirdi.
Kucağında gezdirdi onu, kendi sütünden verdi. Kızlarının şimdilerde olmayan giysilerini giydirdi Sare'ye. Küçük bebeğe bakarken evin işlerini de kızı Helen'e bırakmıştı. Helen elinden geldiğince temizlik yapmış, yemek pişirmişti.
Akşam Drew eve geldiğinde onu gürültülü kahkahalar karşıladı. Zaten işten yorgun argın gelmişti bir de evine geldiğinde gürültü çekemezdi. "Bu ses ne!" diye bağırınca sesler aniden kesilmişti. İçeri girdiğinde komşularının yeni doğan bebeğinin evinde olduğunu görünce sinirleri ayağa kalkmıştı. "Bu kızlar yetmezmiş gibi bir de elalemin kızını mı getirdin? Üç tane dert yetmiyormuş gibi. ... (Sare ağlamaya başlamıştı.) Şu ses yok mu? … Çıldırıyorum. Götür şunu babasına. Kızına bakacak birini istiyorsa gitsin evlensin. … Götür şu kızı bir daha da eve sokma." Bağırıp çağırmasıyla çocuklar korkup birbirine sarılırken Sare daha çok ağlıyordu. Sandra, bebek kucağında ciyak ciyak bağırınca onu böyle götürmeye kıyamadı. Önce Sare’yi susturmak için uğraştı ama Sare inat gibi susmuyordu. Sandra'nın ikilemde kaldığını görünce Drew karısının kucağından bebeği söküp aldığı gibi dışarı çıktı.
Alvin'de yeni gelmişti işten. Kızını almak için komşularının bahçesine girmişti ki Drew'in kucağında kızıyla kendisine doğru öfkeyle geliyordu. Sare'yi sertçe Alvin’in kucağına atmıştı Drew. "Benim karım bakıcı değil. Kızına bakacak birini istiyorsan evlen. Senin yüzünden karım evin işlerini yapamıyor." Diye çıkıştı. Karısını başkasının kızına baktıracak değildi. Karısı sadece kendi çocuklarına ve evine bakmakla yükümlüydü o kadar.
Alvin söyleyecek söz bulamadı, Drew’in kız çocuklarını sevmediği için böyle söylediğini biliyor olsa da haklıydı. Karısını da işinden etmişti ve kocasına karşı zor durumda bırakmıştı istemeden de olsa. "Özür dilerim." Diyebildi mahçupça. Kızını alıp evine girdi.
Hayatı bir günde nasıl da alt üst olmuştu. Karısı ölünce her şey değişmişti. Kızıyla bu koca, acımasız hayatta yalnız kalmışlardı ve ne yapacağın bilmiyordu.
Düşünmemeye çalışsa da Drew'in haklı olduğunu biliyordu içten içe. Kızına da eve de hatta kendisine de bakacak bir kadına ihtiyacı vardı. Karısından sonra kimi sevebilirdi ki? Ya da sevmediği biriyle evlenebilir miydi? Hem de acısı bu kadar tazeyken, yarası hala kanıyorken… Tekrar evlenmeyi düşünmek bile karısının hatırasına hakaretti onun için. Ama kızının iyi bakılmasını da istiyordu bir baba olarak. Çok arada kalmıştı ve ne karar vermesi gerektiğini, neyin doğru neyin yanlış olacağını bilmiyordu.