GECE 6

2443 Words
Sabah, Vera Vox’un taş duvarlarına inat eden bir sessizlikle başladı. Hava hâlâ loş, iç karartıcıydı. Güneş doğmuştu belki ama malikânenin duvarları ışığı bile emiyordu artık—tuhaf bir şekilde. Sanki binanın kendisi uyanmak istemiyordu. Ya da… uyananlar hatırlasın istemiyordu. Salonda, uzun ahşap masa yavaş yavaş dolmaya başladı. Sandalyeler gıcırdayarak çekildi. Yüzlerde yorgunluk, gözlerde uykusuzluk ve bedenlerde bir türlü geçmeyen bir ağırlık vardı. Tobias, Raya, Soraya, June ve David oradaydı. Her biri sessizce oturdu, çay ya da kahve fincanlarını ellerine aldılar ama kimse içmiyordu. Hazmedilemeyen bir gecenin ardında ne içilir, ne yenirdi zaten? Kapıdan Atlas girdiğinde başlarını kaldırdılar. O normalde olduğundan daha solgundu. Gözlerinin altı çökmüş, dudakları çizgiye dönüşmüştü. Üzerindeki siyah tişört geceyi aynı kıyafetle geçirdiğini söylüyordu; üzerindeki toz, toprağın dili vardı. Ama asıl konuşan gözleriydi. Sessizce oturdu, masanın başına. Gözlerini tek tek herkese gezdirdi. Ardından sanki boğazında biriken çamuru söküyormuş gibi derin bir nefes aldı. June, kucağındaki not defterini açtı. Göz ucuyla Atlas’a baktı. “Altı kişiyiz,” dedi, kalemini oynatarak. “Camille yok. Luca da yok. Aren... hâlâ kayıp.” Atlas gözlerini June’a dikti. “Camille... geri gelmeyecek.” Kelimeler bir hançer gibi düştü masaya. Soraya kekeledi, “Ne demek istiyorsun? Dün... sesi vardı—” “Evet,” dedi Atlas. “Ama Camille yıllar önce öldü. Ve biz bunu hatırlamıyorduk.” Masa başında buz gibi bir sessizlik çöktü. Tobias ellerini birbirine kenetledi. Raya ağzını açtı ama hiçbir şey söyleyemedi. Yalnızca gözleri doldu. “Bizi bir sandıkla kandırdılar,” diye devam etti Atlas. “Yıllar önce burada... Vera Vox’ta... bir sandık bulduk. O gün ne olduysa, işte o gün başladı her şey. O gölgeler, o çığlıklar, o kayboluş... ve sonra unuttuk. Hepsini. Hatırlamamız istenmedi çünkü. Bizi unutturdular.” “Kim?” diye sordu David sessizce. “Kim unutturdu?” Atlas’ın sesi karanlık bir vadiden geliyormuş gibiydi: “Bunu yapanlar. Odayı yaratanlar. Ve Luca… o, içimizden biri değil. Hiç olmadı.” June’un yüzü bembeyaz kesildi. Elindeki kalemi düşürdü. Tobias, neredeyse içgüdüsel olarak bir kitap çıkardı yanında taşıdığı çantasından. Deri ciltli, eski, küf kokan bir kitaptı. Önüne koydu. “Eliah bana bu kitabı gösterdi dün gece,” dedi Tobias. “Mnemos IX’un devamı gibi… başka bir oda daha var.” Atlas gözlerini ona dikti. “Aren orada mı?” “Muhtemelen. Hafıza Odası deniyor.” Parmaklarını kitabın üzerine koydu. “Ama bu oda, diğerlerinden farklı. Giriş var… çıkış olmayabilir.” Masadakilerin yüzü bir kez daha gerildi. Atlas başını hafifçe öne eğdi. Ellerini yumruk yaptı. “O zaman,” dedi, sesi buz gibi net, “oraya girmemiz gerekiyor.” Ve kimse karşı çıkmadı. --- Aren'in ayakları çıplaktı. Taşın üzerinde yürümek, buz kesmiş bir bataklığa adım atmaktan farksızdı. Derinlikten gelen uğultu, sadece kulaklarına değil, kemiklerinin içlerine kadar sızıyordu. Sanki her adım, geçmişe batıyordu. Bu oda... bir mezar değildi. Bir haritaydı. Zamanın içinden geçip gelen, gömülmemiş anıların haritası. Duvarlar soluktu, üzerlerindeki çatlaklar kıvrıla kıvrıla yazıya dönüşüyordu. Latin alfabesi değildi. Eskiydi. Yabancıydı. Ve bir şekilde tanıdıktı. Zeminde sekiz oyuk vardı. Taş levhaların üzerinde adlar kazınmıştı. Yedisinde sadece toz vardı. Biri… doluydu. Tekrar tekrar oyuklara baktı. Ne kadar süredir burada, bunu bile bilmiyordu. Artık levha üzerinde olan isimler, derisine kazınmış gibiydi ... İçinden tekrar etti isimleri, yine, ama son kez olmayacaktı.... Raya Halden David Krueger Tobias Vent Soraya Mirren June Elber Atlas Rayne ve sonuncusu… Aren Derya Gözleri son isme kitlendiğinde nefesi boğazına düğümlendi. Kendi mezarı. Boş. Hazır. Bir adım geri çekildi. Sonra bir adım daha. Mezar onu çağırmıyordu—bekliyordu. Toprak kabarmıştı, sanki içeri girmesi gerekiyordu. Sanki... > “Hatırlarsan kaybedersin.” Ses Eliah’ın sesiydi. Fısıltı mıydı? Yoksa kafasının içinden mi geliyordu? Emin olamadı. Zemin birden titredi. Hafifçe. Ama mezarların taşları çatladı. Duvarlardan yankılar geldi. Üzerlerinde eski dillerle yazılmış cümleler parlamaya başladı. Harfler yandı, soldu. Biri hâlâ görünüyordu: “Hafıza, ölümden önce gelir.” Aren bir adım attı. Yalpaladı. Elini duvara dayadı ama taşlar erimiş gibiydi. Parmakları içeri gömüldü, geri çektiğinde derisi kararmıştı. Yanıyordu. Gözleri büyüdü. Kalbi hızlandı. Atlas. Onu görmek istedi. Sesini duymak. Ama burası... burası ona ait değildi artık. Bu oda, mezarlarla değil, hatıralarla doluydu. Eliah. Mezarına geri dönmüştü. Bir ölü gibi değil. Bir parça gibi. Bu odanın, bu evin... hatırlamak istemeyen hafızasının geri dönüşü gibi. Aren'in gözleri başka bir levhaya kaydı. Aren Derya. Taşın üzerindeki harfler, kendi adıyla yanan bir mühür gibiydi. Çatlaktı. Kenarları isli. Ve ürkütücü bir şekilde… yeni oyulmuş gibi tazeydi. Yaklaştı. Kalbinin sesi her şeyin önüne geçti: boğuk, düzensiz ve endişeli. > "Beni neden gömdünüz?" Ses, taştan gelmişti. Ama insan sesi değildi. Sanki anıların kendisi dile gelmişti. Aren geriledi. Ama ayakları kazınmış bir çizginin ötesine geçemedi. Sanki bir çemberin içindeydi. Sanki... tuzla çizilmişti etrafı. Ve dışarı çıkmak, geçmişi bırakmak anlamına geliyordu. Ama geçmiş, artık dışarıda değildi. İçindeydi. Bir gölge süzüldü odanın ucundan. Omzunda kambur, elleri uzun, boynu kırık gibi yan tarafa düşmüş. Yüzü yoktu. Ama ses çıkardı. "Sen beni tanıyorsun." Aren nefesini tuttu. Geriye doğru bir adım daha attı ama ayak bileği bir çıkıntıya takıldı. Dengesi bozuldu. Yere düştü. Avuçları, taşın üzerine çarptığında bir şey oldu. Taş—kıpırdadı. Yüzeye yazılar tırmandı, altın sarısı bir ışıltıyla parladı. “Kilitli olan yalnızca kapı değildir. Bazen beden, bazen anıdır.” Aren doğrulmaya çalıştı ama başı dönüyordu. Nefes alamadı. Gözlerini kıstığında duvarlardaki yazıların dans ettiğini fark etti. Harfler titriyordu. Anılar gibi. Birdenbire, tüm mezarlar... ses çıkarmaya başladı. Camille’in kahkahası. June’un ninnisi. Raya’nın ağlaması. Atlas’ın sesi. Ve—en karanlık olanı: Luca’nın fısıltısı. Sanki her mezar bir kapıydı. Her kapının ardında gömülü bir şey vardı. Bazıları çocuktu. Bazıları sadece kan. Aren gözlerini sımsıkı kapattı. Kendi adının yankılandığı o taş levhaya eğildi. Parmak uçlarını yüzeye sürdü. Ve gördü. Bir salıncak. Bir serum. Bir çocuk. Yerde yatan bir kadın. Atlas. Kanlı duvarlar. Bir sandık. Ve—Luca. Eliah geri dönmemişti. Daha doğrusu dönememişti. Aren onunla birlikte geçide girmişti. Ama çıkamamıştı. Çünkü o da artık buraya aitti. Bu oda, artık onun zihniydi. Ve zihni... bu odadaydı. --- PEKİ ÖLÜ MÜYDÜ? --- Atlas Rayne’in dizleri taş zemine değdiğinde, derin bir inilti yankılandı odada. O an, yalnızca bedeni değil—yıllarca taşıdığı inkâr da çöktü. Aren yoktu. Ses yoktu. Işık yoktu. Ve duvarlar… konuşuyordu. Bir çürümenin içindeydi artık. Zihinsel değil. Gerçekti bu. Sanki duvarlar nefes alıyor, taşlar onun acısıyla titreşiyordu. Avuçlarını alnına kapattı. "Aren..." diye fısıldadı. "Lütfen, bir ses ver." Ama cevap… onun değil, başka birinden geldi. "O senin hiç olmadı, Atlas." Ses, eski bir yaradan sızar gibi geldi. Boğuk. Yırtıcı. Ve tiksindirici bir tanıdıklık taşıyordu. Atlas başını çevirdi. Hiçbir şey yoktu. Ama duvarlar... soluyordu. Taşların arasında bir gölge kıvrıldı. "Sen korumaydın, çünkü senin kanın bu eve bağlı değil." Atlas ayağa kalktı. Gözleri karardı. Ama dengesini bozmadı. O sesi tanıyordu. O sesi kabuslarında bile susturamamıştı. "Luca..." dedi dişlerinin arasından. "NEREDESİN?!" Duvarlar gıcırdadı. Tavan çatladı. Ve ses daha yakınlaştı: "Hepsini ben çağırdım." "YALAN!" diye haykırdı Atlas. Ama değildi. Taşın altındaki gerçek artık dışarı çıkmak istiyordu. Ses yankılandı, her harfi Atlas’ın içine bıçak gibi saplandı: "Mektupları ben yazdım. Her birini. Sadece seninkini değiştirdim." Atlas, sırtını duvara yasladı. Soluk soluğaydı. O mektup. Sade, kısa. Sadece üç kelime: > "Aren’i koru." Diğerlerinin mektupları sayfalar dolusuydu. Karmaşık. Belirsiz. Ama onunki... bir görevdi. Bir emir. Atlas’ın alnı terle kaplandı. Elleri titremeye başladı. "Neden?!" diye bağırdı. "Neden ben? Neden onu?!" Duvarlar inledi. "Çünkü onu ilk sen sevdin." "Ve bu ev, ilk sevgiyi hatırlar." O an hava kesildi. Zaman durdu. Atlas bir çığlık atmak istedi ama sesi çıkmadı. "Sen bir denek değildin, Atlas. Sen gölgelere karşı dikilecek son kişiydin." "Ve sen—başarısız oldun." Bir kapı ardında gıcırdadı. Hafıza Odası değil. Başka bir yer. Günah Odası. Henüz açılmamış. Henüz hazır değil. Ama Atlas’ın içinde bir şey kırılmıştı. Artık koruma değildi. Korumaya çalıştığı şey çoktan yutulmuştu. --- Atlas Rayne’in göğsü ağırlaştı. Sırtı taş duvara yaslanmıştı ama o duvar bile onu taşımıyor gibiydi artık. Bir cümle yankılanıp duruyordu zihninde: "Çünkü onu ilk sen sevdin." Aren’in gözleri. İlk defa 13 yaşında, o kapının önünde gördüğü hali. Ayak parmaklarının ucunda duran, annesinin odasından koşarak çıkan o kız. İnce bileklerinde yara izleri vardı. Ama gülümsüyordu. Atlas o günü hiç unutmamıştı. Unutmamıştı ama kimseye de anlatmamıştı. Çünkü o an... yalnızca onundu. “Sen korumaydın,” demişti ses. Ama hayır. O, her şeyiyle korumaya yemin etmişti. Kimi, neden, nasıl hatırlamadan... Sadece bir sezgiyle. Sadece… Aren olduğu için. ** Bir çatı kirişinden kirli su damladı alnına. Atlas irkildi. Başını kaldırdı. Ve işte o anda duvarlarda yazılar gördü. Kurumuş kanla yazılmış satırlar. Sanki biri delirmişçesine tekrar tekrar aynı şeyi kazımıştı taşa: > “UNUTMA. UNUTMA. UNUTMA.” Son satır farklıydı: > "UNUTURSAN ÖLÜRSÜN." Atlas’ın gözleri büyüdü. İçinde bir soğukluk dolanmaya başladı. Damarlarının altına kadar sızan türden bir soğukluk. Aren’in hâlâ hayatta olup olmadığını bilmiyordu. Ama şunu biliyordu: Bu ev, hatırlayanları cezalandırıyordu. Bir adım attı ileri. Ayağı bir taşa çarptı. Küçük, paslı bir madalyon yere düştü. Eğildi. Açtı. İçinde bir fotoğraf. Camille. 17 yaşında. Gülümseyen. Ve bir şey daha: Atlas'ın çocukluğu. Onun yanında. Aynı karede. Nefesi kesildi. “Hayır,” dedi kendi kendine. “Bu… bu mümkün değil.” O hatırlamıyordu ama… Camille’i tanıyordu. Aren’i tanımadan önce tanıyordu. Ve belki de… Luca’yı da. ** Derken bir tıkırtı. Taşın altından gelen bir kımıldanma. Atlas doğruldu. Gözleri loş koridorun sonuna odaklandı. Duvarlardan biri hafifçe açıldı. Arkasında, başka bir oda. Soğuk, metalik bir koku yayıldı. Bir çürümenin… Bir suçun… GÜNAH ODASI. Kapının üzerinde eski, paslı bir tabela vardı. Kazınmıştı, silinmişti, ama hâlâ okunuyordu: > "PROJE: LAMIA" Ve bir cümle daha: > "Denek: Luca Halden" Atlas’ın kanı çekildi. O an anladı. Luca başından beri onların arasında değildi. Hiçbir zaman olmamıştı. O, bu evin yarattığı bir virüstü. Sistemin çürüğünden sızmış, yalanlarla şekillenmiş, insan bedenine girmiş bir kabus. Atlas sendeledi. Midesi bulandı. Camille’in sesi, kulağında yankılandı. "Beni bul Atlas… beni neden bıraktın…" Duvar çatladı. Kan. Gerçekti bu. Çünkü o ev artık saklamıyordu. Aksine—göstermek istiyordu. Ve Atlas da artık koruma değil, hakikatle yüzleşecek son kişiydi. --- Kapı gıcırdayarak açıldığında içeriden yükselen koku neredeyse fiziksel bir tokat gibi çarptı yüzlerine. Atlas ilk adımı attığında, peşinden gelen Tobias bir an duraksadı. June, Raya ve Soraya ise kelimenin tam anlamıyla soluklarını tuttu. “Bu bir oda değil,” dedi Tobias fısıltıyla, “bu bir—…” “—cehennem,” diye tamamladı Soraya. Gözleri büyümüştü. İçerisi mezbaha gibiydi. Yerler kanla kaplıydı; ama bu eski, kurumuş bir leke değil, yeni dökülmüş gibiydi. Duvarlar… Duvarlar çiziklerle doluydu. Tırnak izleri. Bazıları hâlâ taze. Camille’in sesi yankılandı, duvarların içinden çıkıyormuş gibi: “Beni neden bıraktınız…?” “Yalnızdım… o geldi… ben… ben hayır dedim…” June gözlerini kapattı, ellerini kulaklarına götürdü. Raya geri geri yürüdü, ama kapı çoktan kapanmıştı. Kilitliydi. Vera Vox seçmişti. Atlas ise ilerliyordu. Kanların içinden geçerek, odanın merkezine geldi. Orada… Paslı bir masa vardı. Üzerinde, bir defter. Sayfaları yırtılmıştı ama biri hâlâ açıktaydı. Tobias yaklaştı, okudu: > “Denek adı: Luca Halden” “Kayıt 7A: Lamia Protokolü başarısız. Hasta kontrol edilemiyor. Cinsel eğilimler yüksek risk oluşturuyor. Gözetime alınmalı.” Bir cümle daha vardı, altı kırmızıyla çizilmişti: > “Gözaltı sırasında bir çocuk kayboldu.” Raya ağlamaya başladı. “Hayır… hayır… biz… biz onunla oyun oynardık… ama o—” Atlas’ın elleri yumruk oldu. Gözlerinde kan oturdu. “Camille’i o öldürdü,” dedi boğuk bir sesle. June başını kaldırdı. “Ne?” “Bu... odada o vardı. Camille'i buraya getirdi. Onu burada tuttu. Sonra..." Sesi çatladı. "Sonra Camille bir daha hiç konuşmadı.” ** Bir ses daha yankılandı. Bu defa tanıdık bir ton. Luca. Duvarların ardından gülüyordu. Tiz ve uğursuz. “Ben sadece arzularını gösterdim. Herkesin içinde var olan karanlığı…” “…ben onların aynasıyım.” June bağırdı: “NEREDESİN!” Cevap gelmedi. Sadece fısıltılar: “Hatırlayan ölür… hatırlayan ölür…” Atlas defteri kaldırdı. Arkasında bir fotoğraf sıkıştırılmıştı. Camille. Üzerinde beyaz bir elbise. Ama gözleri… Boştu. Tobias gözlüğünü çıkarıp sildi. Sesi titriyordu: “Bu oda… yaşananların izlerini saklamıyor artık. Bize gösteriyor. Çünkü Vera Vox, gerçekleri hatırlamamızı istiyor. Korkmamızı… öğrenmemizi…” “Ve belki de…” Atlas ekledi, “öldürmemizi.” June kısık sesle mırıldandı: “Aren nerede…?” ** Sessizlik. Sonra kapı tekrar tısladı. Açıldı. Bir iz. Kanla çizilmiş, yere uzanan bir iz. Hepsi bakakaldı. Çünkü o iz… Aren’in odasına gidiyordu. --- Koridor her zamankinden daha sessizdi. Sanki ev nefesini tutmuştu. Sanki duvarlar bile olanları izliyor, olacaklara hazırlanıyordu. Atlas elindeki defteri sımsıkı tutarak yürüyordu. Yanında Tobias vardı — ama bu defa kitap taşıyan bir bilge değil, silahını kuşanmış bir arkeolog gibiydi. June ve Soraya arkalarından geliyordu. Raya gelmemişti. Kapının eşiğinde kalmış, “daha fazla kaldıramam,” demişti sadece. Mnemos IX yazısı artık soluk değildi. Parlıyordu. Kan kırmızısı gibi. Kapı açıldığında soğuk bir hava çarptı yüzlerine. Ama bu normal bir soğuk değildi. Bir mezar soğuğu. Atlas ilk adımı attı. Ayakları, taş zemine bastığında yankılandı. Tobias mırıldandı: “Burası... yaşayan bir yer değil artık.” Duvarlarda kabartmalar vardı. Kadim semboller. Bazıları Latince, bazıları ise hiç tanınmayan bir dildeydi. Ama hepsinin anlamı aynıydı: “Unutan kurtulur. Hatırlayan gömülür.” Ortadaki dairesel alan… Mezarlarla çevriliydi. Sekiz mezar. Yedisi açıktı. Biri — tam ortadaki — kapanmıştı. Üzerindeki taş levhada tek bir isim vardı. Eliah. June bir adım geri çekildi. “Bu… onun mezarıysa… içeride olan kim?” Atlas mezarlara tek tek baktı. Tobias fenerini yaktı ve o an her şey netleşti. İsimler mezarların üzerine işlenmişti. Raya Halden David Krueger Tobias Vent Soraya Mirren June Elber Atlas Rayne ve sonuncusu… Aren Derya Ve sonra… Atlas durdu. Aren’in mezarının başında. Kapak aralıktı. Elini uzattı. Tereddütsüz. Korkusuz. Kapak itildiğinde içeriden yükselen koku — toprak ve kan arasında tuhaf bir karışım — herkesi geri çekilmeye zorladı. Ama Atlas geri adım atmadı. Çünkü içeride… Aren vardı. ** Gözleri kapalıydı. Dizleri göğsüne çekilmişti. Teninde morluklar. Parmak uçları taş zemini kazımaktan aşınmıştı. “Tanrım…” dedi Tobias, “onu gömmüşler.” Hayır, gömülmemişti. Kapatılmıştı. Susturulmuştu. Terk edilmişti. Atlas mezarın içine girdi. Aren’in solgun yüzüne dokunduğunda kalbi hâlâ atıyordu. “Ben buradayım,” dedi fısıltıyla. “Aren… beni duyuyorsan… buradayım.” Eliah’ın sesi yankılandı. Ama bedeninden değil — taşın içinden. > “O hatırlamaya yaklaştı. Bu yüzden çağrıldı. Bu yüzden gömüldü.” “Ama sen… Atlas… seni mezar yazmıyor. Sen onun koruyucususun.” Kapalı olan mezarın taşı çatladı. Eliah’ın sesi yeniden yükseldi: > “Luca ruhları gömüyor. Bu evde herkesin mezarı hazır. Bazıları hatırlamadan ölecek, bazıları hatırladığı için gömülecek.” Atlas Aren’i kucağına aldı. Kız hâlâ trans halindeydi ama dudakları titriyordu. “Atlas…” Atlas gözlerini yumdu. Çenesini sıktı. Kızın alnına dudaklarını bastırdı. “Ben seni bir daha kaybetmem,” dedi. “Hiçbir gölge, hiçbir mezar, hiçbir lanet seni benden alamaz.” ** Mezar taşları yeniden ışıldamaya başladı. Tobias bir işaret gördü: “Kapı hâlâ açık. Ama zamanı yok.” June kapının dışına yöneldi. “Çıkmamız lazım. Bu oda… ya biz gideriz, ya bizi yutar.” Atlas Aren’i kucağında taşıyarak kapıdan çıktı. Ama son adımda, başını çevirdi. Eliah’ın mezar taşı bir kez daha çatladı. Ve içinden yankılandı: > “Camille hâlâ burada. Ama artık kurtarılamaz. O çoktan Luca’ya kurban oldu.” Kapı kapandığında… Vera Vox bir sır daha yutmuştu. ---
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD