TÖREN

2062 Words
Lia Sabahın ilk ışıkları odama sızarken gözlerimi araladım. Tavana boş boş bakarken derin bir nefes aldım. İçimde garip bir kıpırtı vardı. Bugün sadece takvimdeki herhangi bir gün değildi. Bugün, babamın alfalık görevini bırakacağı ve yerine ikiz kardeşim Liam’ın geçeceği gündü. Bu sadece bir devir teslim töreni değildi; bu, bizim sürümüz için bir çağın kapanıp bir yenisinin başlaması demekti. Sürüde bir alfa değişikliği, tüm dengeleri etkilerdi. Belki de içimdeki huzursuzluğun sebebi de buydu… Ya da sadece strese bağlıydı. Öyle olduğunu düşünmek istedim. Yatakta fazla oyalanmadan, bedenimi yorgun bir şekilde kaldırdım. Gerginlik, kaslarımda bile hissediliyordu. Banyoya girip kısa bir duş aldım. Suyun tenime çarpmasıyla birlikte hafifledim, en azından öyle sandım. Aynaya baktığımda yüzümdeki ciddiyet bile bu günün ağırlığını anlatıyordu. Alfa'nın kızı olarak törende resmi giyinmem gerekiyordu. Bu durumdan hiç hoşlanmıyordum ama gelenekler her zaman gönlümüze göre işlemiyordu. Gardırobumdan siyah kumaş bir pantolon ve dar kesim, asil görünümlü bir gömlek seçtim. Her ne kadar istemesem de, üzerimdeki kıyafetler bir anlamda kimliğimi taşıyordu. Saçlarımı sıkıca tepeden topladım, aynadaki yansımamda tanıdığım bir sertlik vardı. Yüzüme hafif bir makyaj yaparak yorgunluğumu gizlemeye çalıştım. Gözlerim hala dolu doluydu, duygularımı bastırmakta zorlanıyordum. Evden çıkmadan önce siyah yüksek topuklu ayakkabılarımı giydim. Bu ayakkabılarla yürümek her zaman zor gelmişti ama bugün duruşumun dik, adımlarımın kararlı olması gerekiyordu. Kapıyı kapatırken içimde hafif bir titreme vardı. Sürü evine doğru yürürken sabahın serinliği yüzüme çarpıyordu ama asıl üşüten şey içimdeki histi. Bu heyecanlı olması gereken günde neden huzursuz hissediyordum? Kalbimin derinlerinde bir şeylerin ters gideceğine dair bir his vardı ama bastırdım. Düşünmemeye çalıştım. Sürü evine vardığımda ortamda yoğun bir koşuşturma hakimdi. Herkes görev başındaydı. Babam platformun düzenlenmesiyle ilgili direktifler veriyor, herkesin milimetrik şekilde işini yapmasını sağlıyordu. Annem ise açık büfe masanın başındaydı, gelen üyelerin rahatça yeyip içebilmesi için her detayı düşünüyordu. İkisinin yüzünde de tatlı bir yorgunluk ve gurur vardı. “Günaydın gençler ve genç hissedenler!” diye seslendim biraz neşe katmak istercesine. Belki birkaç tebessüm görürüm ümidiyle… Annem elindeki işi bırakıp yanıma geldi. Sıcaklığıyla sarıldığında biraz olsun rahatladım. Sonra geriye çekilip beni baştan aşağı süzdü. “Çok güzel olmuşsun meleğim,” dedi ve burnumu çekiştirdi. “Yaa anne…” diye mızmızlandım ama içten içe hoşuma gitmişti. “Ne olursa olsun, sen benim hep minik meleğimsin,” dedi sevgiyle. Gülerek geri çekildim, sonra babama döndüm. “Baba, anneme bir şey söylesene. Bana hâlâ ‘minik’ diyor!” Babam o sırada çevresine emir yağdırmaya ara verip gözlerini bana çevirdi. “Eee, annen haklı bücür. Sen her zaman bizim minik kızımız olacaksın,” dedi göz kırparak. İçimden ‘Şimdi bir de bücür olduk iyi mi’ diye geçirdim ama sesli söyledim: “Şimdi bir de bücür olduk, harika…” Babam kahkaha attı. “Hadi hadi, huysuzlanma. Git kardeşine bak. Sabah heyecandan titriyordu çocuk.” Kaşlarımı çatarak, “O benim kardeşim değil. Biz ikiziz,” dedim hatırlatır gibi. Annemle babam göz göze gelip hafifçe güldüler. “Ama,” dedi babam kurnazca, “O senden otuz saniye önce doğdu. Bu da onu senin abin yapar.” “Otuz saniye!” dedim gözlerimi devirdim. “Otuz saniye önce doğdu diye benim abim olmuş olmuyor.” Babam elini sallayarak, “Hadi yeter artık bücür,” dedi. “Bize laf yetiştirmeyi bırak, git Liam’a destek ol.” İç çekerek sürü evinin içine girdim. Her köşe, törensel bir ciddiyetle süslenmişti. İnsan ister istemez etkileniyordu. Liam’ın odasına yürürken adımlarımı yavaşlattım. İçimdeki huzursuzluk yeniden yükseldi. Kapısına geldiğimde hafifçe tıklattım. “İçeri girebilir miyim?” diye sordum. İçeriden onun sakin ama yorgun sesi geldi: “Gel.” Liam pencerenin önünde, dışarıyı izliyordu. Ellerini sımsıkı yumruk yapmıştı, sırtı bana dönüktü ama bedeninin nasıl gerildiğini, kaslarının nasıl titrediğini fark ettim. O her zaman güçlü, her zaman sakin görünen Liam gitmişti sanki. Yerine omuzlarına koca bir dağ yüklenmiş biri vardı. Onu böyle görmek canımı yaktı. Yavaşça yanına yaklaştım. Ayak seslerimi duyunca başını biraz çevirdi ama bakışlarını hâlâ dışarıdan ayırmadı. “Liam…” dedim yumuşak bir sesle. “Biliyor musun Lia, bu anı binlerce kez hayal ettim,” dedi, sesi neredeyse fısıltıydı. “Ama hiçbiri böyle hissettirmemişti.” Yanına gelip onunla omuz omuza durdum. “Nasıl hissettiriyor?” diye sordum usulca. Başını iki yana salladı. “Ağırlık gibi. Sanki içimde biri bağırıyor: ‘Hazır değilsin!’ Ama başka bir ses de diyor ki: ‘Artık geri dönüş yok.’” Elini tuttum. “Hazırsın,” dedim kararlılıkla. “Sen yıllardır buna hazırlandın. Bu sadece bir unvan değil, senin kim olduğunu kanıtlayan bir şey.” Liam, gözlerini bana çevirdiğinde gözlerinde o alışık olduğum, koruyucu bakış yoktu. Onun yerine derin bir endişe, biraz da korku vardı. “Ya hata yaparsam, Lia? Ya birinin canı yanarsa benim yüzümden?” Bu sözleri duymak içimi burktu. Elini daha sıkı tuttum. “Sen hata yaparsan... ben yanında olurum. Her tökezlediğinde seni kaldırırım. Sadece sürünün alfası değilsin Liam, benim kardeşimsin. Ve ne olursa olsun, birlikte üstesinden geliriz.” Gözlerini yere indirdi. Yutkunurken çenesinin titrediğini gördüm. Onu bu kadar kırılgan görmeye hiç alışık değildim. Birkaç saniye sonra gülümseyerek başını salladı. “Senin o inatçı ruhun olmasa ne yapardım bilmiyorum.” “Yine bir şekilde ayakta kalırdın ama bu kadar şık olmazdı,” dedim göz kırparak. İkimiz de hafifçe güldük. Sessizlik bir anlığına odanın içine yayıldı. Sonra Liam, dolabına yönelip törensel ceketini eline aldı. Koyu gri, altın işlemeli, omuzlarında sürü armasının bulunduğu ceket… Artık onu tamamen farklı biri yapacak olan giysi. Üzerine geçirdiğinde, bir an gözümde çocukluğumuz canlandı. Aynı çamur birikintisinde zıpladığımız, gece yarısı gizlice mutfağa girip pasta yediğimiz anlar... Onunla ikiz olmak sadece doğum tarihimizi paylaşmak değildi. Biz, birbirimizin köküdük. Ceketini düzeltti. Son bir kez aynaya baktıktan sonra bana döndü. “Hazır mıyız?” dedi. Gülümsedim. “Sen hazırsan, ben her zaman hazırım.” Kapıya yöneldik. Onun birkaç adım arkasından yürürken içimden dua ettim. Bugün her şey kusursuz olsun diye… Ama içimde hâlâ o hafif huzursuzluk vardı. Bastırmaya çalışsam da, gölgeler gibi peşimdeydi. Kapıyı açtığımızda dışarıdan gelen uğultular kulaklarımıza doldu. Sürü toplanmıştı. Gözler, artık yeni alfaya çevrilmişti. Ve ben, onun yanında her adımında yürümeye hazırdım. Tören alanına adım attığımızda kalabalığın uğultusu daha da belirginleşti. Güneş yavaş yavaş yükseliyor, ağaçların arasından süzülen ışıklar platformun üzerine altın gibi seriliyordu. Platformun hemen önünde uzun masalar dizilmişti. Her biri özenle hazırlanmış, çiçeklerle süslenmişti. Açık büfenin başında hâlâ koşturanlar vardı ama çoğu kişi yerini almıştı bile. Liam ağır adımlarla ilerlerken ben de onun hemen arkasındaydım. Gözüm babamdaydı. Platformun kenarında, beyaz tören cübbesini giymiş, kalabalığı izliyordu. Göz göze geldiğimizde başıyla bana selam verdi. Hafifçe gülümsedim ama o anda içimde bir şey kıpırdadı. Göğsümün tam ortasında bir yanma… sanki aniden içime keskin bir esinti dolmuş gibi. Nefes alırken fark ettim… Havanın içinde başka bir şey vardı. Koku. Tanıdık olmayan ama aynı zamanda tuhaf bir şekilde bana aitmiş gibi gelen bir koku. Derin, odunsu, ama altında tatlı ve neredeyse teni çağrıştıran bir sıcaklık… Adımımı yavaşlattım. Etrafıma baktım, gelen kokunun nereden çıktığını anlamaya çalıştım ama kimseyi ayırt edemedim. Kalabalığın içindeki yüzler bulanıktı, bir sürü üyesi, bir başka konuk, belki başka sürülerden gelen biri… ama yok, hayır. Bu öyle sıradan bir koku değildi. Midemde bir kıpırtı oluştu. Tenim ürperdi. Tüylerim diken diken oldu. Liam durduğumu fark edince başını çevirip bana baktı. “İyi misin?” dedi. Başımı çabucak salladım. “Bir şey yok, sadece… hava bir an serinledi sanki.” Bunu söylerken kendi sesimi bile tanıyamadım. Kalbim hızlı atmaya başlamıştı. Sebepsiz bir telaşın içindeydim. Sanki bir şey olacakmış gibi… ya da biri çok yakınımdaymış gibi. Ama kim? O an burnuma yeniden aynı koku geldi, bu kez daha yoğun. Ayırt edemediğim bir çekim, bir çağrı vardı içinde. İçgüdüsel bir şey. Bilinçten öte, daha derin. Kurt tarafım kıpırdanmaya başladı. Bedenimle zihnim arasında bir çekişme vardı. İçimdeki kurt dışarı fırlamak istiyor ama nedenini bile bilmiyordu. Veya… belki biliyordu da, ben henüz kabullenmeye hazır değildim. Yutkundum. Derin bir nefes alıp tekrar yürümeye başladım. Bu bir hata olamazdı. Belki sadece gerginlikti, belki törensel yoğunluktan etkilenmiştim. Ama içimdeki o huzursuzluk, gölgeler gibi benimle birlikte yürümeye devam etti. Platformun önüne geldiğimizde herkes sessizleşti. Liam, törenin yapılacağı yere adımını attı. Herkesin gözleri onun üzerindeydi. Ama benim dikkatimi başka bir şey çekiyordu. Kalabalığın bir köşesinde, gölgelerin arasında, biri vardı. Net göremedim ama bir an başını çevirdiğini sandım. Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. O koku yeniden geldi. Daha da yakın. Daha da derin. Bilmiyordum ama içgüdülerim bağırıyordu: “Eşin burada.” Ama zihnim bunu hâlâ inkâr ediyordu. Platformun önüne geldiğimizde, babam kalabalığa dönerek elini kaldırdı. Güneş ışıkları, üzerindeki beyaz cübbeyi parlatıyordu. Herkes saygıyla başını eğdi. Sessizlik, yalnızca kuş sesleri ve rüzgârın yapraklarda çıkardığı hışırtıyla bozuluyordu. İçim hâlâ huzursuzdu ama o yoğun koku… aniden kayboldu. Burnumu hafifçe kaldırarak tekrar koklamaya çalıştım. Boşuna… Hava artık sadece toprak, çiçek ve sabah serinliği kokuyordu. O sıcak ve tanıdık olmayan koku sanki hiç olmamış gibiydi. İçimdeki kurt sessizliğe büründü. Kalbim hâlâ hızlı atıyor olsa da, artık bir yönü yoktu bu çırpınışın. Nefesimi tuttum ve bastırdım tüm karmaşayı. Babamın sesi yankılandı: “Bugün, bu topraklarda uzun yıllardır koruduğum alfalık görevini, gururla oğlum Liam’a devrediyorum. Artık bu sürünün yeni alfası odur.” Kalabalık bir anlık sessizliğin ardından coşkuyla bağırdı. Herkes alkışlıyor, uluyor, saygı gösterisinde bulunuyordu. Liam, platformun ortasında bir adım öne çıktı. Sert ama gururlu bir yüz ifadesi vardı. Elini göğsüne götürüp başını eğdi. Yanında durup omzuna hafifçe dokundum. Göz göze geldiğimizde içindeki heyecanı, baskıyı, sorumluluğu hissettim. Ama bir şey eksikti. Sanki aramızda görünmeyen bir yük dolaşıyordu. Tam bu anda, kalabalığın içinden bir ses duyuldu: “Bekle!” Herkes birden sustu. Başlar o yöne döndü. Gözler, platforma yaklaşmakta olan bir figüre çevrildi. Geniş omuzlu, dik duruşlu, sert bakışlı biri… adı Arven'di. Sürünün savaşçılarındandı, ama her zaman gözünün yükseklerde olduğunu hissettiren bir havası vardı. Arven gözlerini Liam’a dikti. “Bu tören tamamlanmadan önce, alfa pozisyonuna itiraz ediyorum. Ve hak iddia ediyorum,” dedi, sesi tok ve meydan okuyan bir şekilde yankılandı. Tüm kalabalık donup kaldı. Birkaç kişi fısıldaşmaya başladı, ama çoğu sadece nefesini tutmuş izliyordu. Babam gözlerini kısıp Arven’e döndü. “Ne yaptığını biliyor musun, Arven?” “Biliyorum eski Alfa,” dedi. “Kurallar açık. Her sürü üyesi, alfaya meydan okuma hakkına sahiptir. Ve ben bugün Liam’a meydan okuyorum.” Liam öne bir adım attı. Gözleri alev alevdi. “Hazırsan,” dedi, sesi sakin ama tehditkâr bir tonda. “Sana bu hakkı tanıyacağım.” Platformun etrafı açılmaya başladı. Sürü üyeleri geri çekildi, ortada geniş bir alan oluştu. Herkes sessizce olanları izliyordu. Tören artık bir savaşa dönüşüyordu. Bu savaş yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ruhani bir güç sınavıydı. Ve kazanan yalnızca bir kişi olacaktı. Ama ben… hâlâ içimdeki o kokuya takılı kalmıştım. Eşim… oradaydı. Az önce… çok yakınımdaydı. Belki hâlâ kalabalığın arasında bir yerlerdeydi. Ve ben, tam olarak kim olduğunu bilmiyordum. Ama öğrenmek zorunda kalacaktım. LİAM DAN Arven’in sesi havayı yararcasına yankılandığında, içimde bir şey kıpırdadı. Öyle tanıdıktı ki bu meydan okuma... şaşırmadım bile. Yıllardır bu anı beklediğini gözlerinden okuyabiliyordum. Dudaklarının kenarındaki küçümseyici gülümseme, yirmi yılın öfkesini, kıskançlığını ve inatçılığını taşıyordu. İçimden ağır bir nefes verdim. Kaşlarımı çattım ama ses etmedim önce. Bedenimdeki tüm kaslar tetikteydi. Sadece dövüşe değil, geçmişe hazırlıklıydım. Çünkü bu meydan okuma bugünle başlamamıştı. Bu çok daha önce, çocuklukta başlamıştı. On üç yaşındaydık. Eğitim alanında, herkesin izlediği bir dövüşte yere sermiştim onu. Kurallar dâhilinde, sert ama ölçülü bir darbeydi. O gün Arven’in gözlerinde ilk kez o karanlık kıvılcımı görmüştüm. Yalnızca canı değil, gururu da acımıştı. O günden sonra her karşılaşmamızda bakışları daha keskin, sözleri daha dolambaçlı oldu. Ne zaman bir başarı kazansam, sanki o başarıyı çalmışım gibi baktı bana. Oysa ben hiç kimseden bir şey çalmadım. Ben sadece... olması gerekeni oldum. Ama onun için mesele bu değildi. Onun için mesele hep ben oldum. Şimdi karşımda, kalabalığın ortasında, geçmişin hesabını bugünün sahnesinde kesmeye gelmişti. Göz göze geldik. Kıpırdamadım. Ne göz kırptım ne de başımı çevirdim. Sadece ona baktım. Gerçekten gördüm onu. Yorgunluğunu, bastırılmış öfkesini, kazanmak zorunda hisseden bir adamın son çaresizliğini... “Sana bu hakkı tanıyacağım,” dedim sessiz ama net bir sesle. “Ama senin bu savaşı kazanmak için değil, sadece intikam almak için geldiğini biliyorum.” Kaşları çatıldı. Ağzının kenarındaki o gülümseme silindi. “Sen hiçbir zaman hak ettiğin için seçilmedin,” dedi. “Sen seçildin çünkü babanın oğlusun. Çünkü alfa kız kardeşin seni destekliyor. Ama benim gibi biri... kendi yolunu kendi açar.” Gözlerimi kısarak ona bir adım yaklaştım. “Ben bu yolu, senin göremediğin yerlerde açtım. Sen hep kalabalığın gördüğüyle ilgilendin. Ama asıl savaş, yalnızken verilir Arven. Ben bu savaşı çocukken kazandım. Sen hâlâ dövüşmeye çalışıyorsun.” Kalabalıktan fısıltılar yükseldi. Bazıları bana, bazıları ona bakıyordu. Ama artık önemli değildi. Bu savaş bizimdi. Ne babamın sesi, ne annemin bakışları, ne de kalabalığın desteği... Bu artık geçmişin, gururun ve hak edilmişliğin savaşıydı. Ve ben... hazırım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD