Dört sene önce yine bu hastaneydi. Ellerinin arasında cılız bir şekilde atan kalbi güçlendirmek için öyle bir büyük savaş veriyordu ki aklını kaybetmiş gibi görünüyordu. Asla düzenli nefes alıp veremiyor, kan ter içindeki bedenini cılız atmakta ısrarcı olan kalbin sahibinden uzaklaştıramıyordu.
Dört sene önce yine bu ameliyathanenin önündeydi. Kızın kalbini onun ellerinden kurtarmış, başka ellere emanet etmişlerdi. O ellerin arasında kızın cılız atan kalbi durmuştu.
Aras Özgür dört sene önce içini titreten küçük kadını kaybettiği haberini bu hastanede, bu koridorda almıştı. Aynı hastanenin otopsi odasında –ki o odada yazdığı onlarca sözü vardı- onu kesip biçmesinler diye ortalığı ayağa kaldırmış, sinir krizleri geçirmiş, sakinleştiricilerle içi boş bir adama dönüştürülmüştü. Acısını dondurmuşlardı. Sanmışlardı ki tüm bu olanların acısı katlanılabilir bir hale bürününce Aras'ın hafızası da körelecekti. Olup biteni hatırlamayacaktı. Her şeyin üzerine kalın, koyu renk bir örtü çekip kenara kaldıracaktı.
Dört sene önce bu hastanenin morgundaydı. Bakarken içinden harflerin aktığı, gözlerinden notaların okunduğu küçük bir kadının ayakucunda gözyaşı bile dökememişti. Bedenini uyuşturmuşlardı. Onun genç kızın arkasından bir damla akıtmasına bile izin vermemişlerdi. Kalbi ağlamak için göğüs kafesine hiçbir Allah'ın kulunun aklına gelmeyeceği işkenceler uyguluyordu. Canı çıkacakmış gibi boğazındaki tüm yollar kapanıyor, ona nefes alacak alan bırakmıyordu. Fakat yaşamak vardı. Buz gibi morglardan çıkınca, avuçlarının arasında atan kalp durunca, sevince, çok sevince, sonra ölünce de yaşamak vardı.
Koridoru ayakları yeri döverek arşınladı. Asistanların bulunduğu odaya vardığında kapıyı çalmadan içeriye girdi. "Afiyet olsun gençler," dedi kendisi elli yaşındaymış gibi iğnelemeyle. "Hiç rahatsız olmayın. Hastalar da sizi beklemiyor zaten."
Çilleri belirgin asistan kız, Gaye, lokmasını güçlükle yutup ayağa fırlamıştı. Yanaklarındaki kızarıklık tüm yüzüne yayılacağının sinyalini verirken, Aras'a gözlerini tamamen gözlerine değdiremeden cevap veriyordu. "Hocam biz soğumadan hızlı hızlı yiyelim demiştik."
"Hatta Gaye yemesek de olur dedi hocam," diye atladı Eren. "Biz zor ikna ettik valla."
Onun söylediklerini ört bas etmeye çalışır gibi bir öksürük tutturdu Beril. "Siz de yemez misiniz Aras hocam?"
"Adamı leş gibi soğan kokan soframıza davet etti ya kız," diye söyleniyordu Eren. Ona gözlerini belerterek ikaz etmeye çabalayan Gaye'yi umursamadığı açıktı. "Cesarete bak."
Doruk arkadaşının densizliğine alışkın olduğunu belli eden bir iç çekişle elindeki dürümü yarım kalmasına zerre takılmadan sehpanın üzerine bıraktı. Derisi parlayana kadar sabunlayarak yıkayacağı ellerini havaya kaldırıp Aras'ın kan çanağından farkı olmayan gözlerine baktı. "202'deki hastanın kan sonuçlarını bekliyordum hocam." Havadaki sol kolunu hafifçe göz hizasına indirdi ve bileğindeki saati kontrol etti. "Beş dakikası kalmış. Dilerseniz şimdiden uçuşa geçebilirim."
"Bunun ailesi kesin göbek bağını hastanenin bahçesine gömdü." Aras'ın bir şey söylemesini beklemeden homurdanan Eren'e dönmüştü bütün bakışlar. "Adamın hareketlere baksanıza…"
"Sen tak kanadı Janti," dedi Aras Doruk'a başını sallayarak. "Diğerlerini de ben pervane yapacağım şimdi."
Adamın isimleri çok sık kullanmadan kendi taktığı lakaplarla etrafındaki insanlara seslenmesi değiştirilemeyecek ve dahi değiştirilmeye teşebbüs edilemeyecek huylarından bir tanesiydi. Asistanlar Aras Özgür hastanede çalışmaya başlayalı sadece elli saat geçmiş olsa da bunu fark etmişlerdi. Gaye kendisine ilk kez acil serviste “Çilli” diye seslenen genç adamın itiraz için ağızları açtırmayacağını görebiliyordu. Arkadaşları arasında bu durum alay konusu haline getirilmekte geç kalınmamış olsa da yapacak bir şeyi olmadığını biliyordu. İşin kötüsü artık ne zaman horoz görse yüzünü ekşiterek başını başka yerlere çevirecek olmasıydı.
Doruk ise bu konuda şanslıydı. Anne sütü gibi ak bahtı bir kez daha yüzüne gülmüştü. Aras'ın kendisine taktığı lakap üzerine cuk diye oturmuş, memnuniyetle ve belli etmese de rahatlamayla dudaklarının seğirmesine neden olmuştu.
Genç adam diğerlerine yukarıdan bir bakış atmasının ardından beklememişti, odadan hızlıca çıkıp kader ortaklarını Aras Özgür Ilgar'ın avuçlarının arasına bırakmıştı. Vaziyet bundan ibaret olunca asistanların her biri kendilerine verilen görevleri eksiksiz yerine getirmek için ayağa dikilmişlerdi. Eren bile. Belli ki Aras'ın tek bir kopkoyu bakışı onun yerli yerinde durmaktan bihaber olan uzuvlarını, organlarının hatırı sayılır olanlarını bir araya getirebilmişti.
Saatlerdir bölük pörçük uyuyan adam oda sessizliğe bürününce koltuklardan birine kendini gelişigüzel attı. Kollarını birbirine bağlayıp başını hafifçe omzuna düşürerek yarım yamalak bir uykuya yatacaktı yine. Hastanede çalışmaya başladığından beri eve sadece iki kere gidip duş almış, geri dönmüştü. Herkesin ona ne yapmaya çalıştığını sorgularcasına baktığını fark ediyordu. Azıcık bile umursayacağı bir durum değildi bu. Kendini koltuğa sığdıramadığı için rahatsızca kıpırdandı ama saniyeler içinde yerin hiçbir öneminin kalmayacağını bilerek gevşeyecekti vücudu. Yorgunluk galip geleceğinden emin bir halde tüm hücrelerinde hâkimiyetini ilan ederken, odanın kapısı sonuna kadar aralandı. Gözlerini açmadan nefes nefese olan kıza bir mırıltı çıkararak karşılık verdi. Bu neler olduğunu sorma biçimlerinden birisiydi.
"Hocam," dedi Gaye heyecanla kalkıp inen göğsü ve kocaman açılmış gözleriyle. "Size çağrı gönderdim ama duymadınız sanırım."
Aras tek gözünü açıp sehpanın üzerine bıraktığı cihazı eline alınca çalışmadığını gördü. Kendisinin bile işitemeyeceği bir tonda küfür savurdu. "Konu ne?"
"Kolu parçalanmış bir hasta getirdiler acile, sinir krizi geçiriyordu." Yutkunup ayaklanan Aras'a kırpıştırdığı kirpiklerinin altından baktı. "Bir anda hareket eden sedyeden fırladı ve sedyeyi başka birisinin üzerine doğru sürdü."
"Hasar var mı?" derken önlüğünü üzerine çabuklukla geçiriyordu.
"Evet." Sıkıntıyla nefes alıp verirken tek nefeste söyleyiverdi. "Hastanın sedyeyi üzerine sürdüğü kişi Feza hocanın kızıymış."
Aras dudaklarına hiçbir anahtarın kolaylıkla açamayacağı kilidi bu sözcükler vurmuş gibi kaşlarını çattı. Kızın burada ne işi vardı ve neden onca insan içinden yaralanmaktan kaçmayı başaramayan yine o oluyordu? Gaye'yle birlikte asansöre bindiklerinde diğer hastayla ilgilenmesi için Taha Selvizade'ye haber verildiğini öğrenmişti. O yüzünün her köşesinden başka bir buz parçası yansıyan adamın kız kardeşiyle ilgilenmemesi onu şaşırtmamıştı.
Asansörün kapısı açılmaya başlar başlamaz kendini dışarıya attı. Acildeki karmaşanın daha yönetilebilir bir durumda olması bile karakaşlarını serbest bırakmasını sağlayamamıştı. "Nerede?" dedi zehir gibi bir sesle. Gaye'nin gösterdiği yere yöneldi. Tıpkı dün yaptığı gibi perdeyi aniden çekip kıvranan kızın sıçramasına sebebiyet verdi. Ahu kendi gölgesinden dahi korkan bir serçe olsaydı bu hamleyle çoktan gökyüzüne doğru kanat çırpmaya başlamış, hiç düşünmeden yeryüzünü arkasında bırakmıştı. Fakat Ahu bir serçe değildi. Kaşına kadar değen kirpikleri tam tersini ispatlamak için çırpınıp dursalar da değildi. Bu yüzden olduğu yerde daha çok küçülmüştü yalnızca. Gözyaşları yanaklarında iz bırakmış, kolları karnını sarmalamıştı.
Genç kızın başında bekleyen ve müdahale etmesine izin verilmediği besbelli olan Eren'e değdi çok kısa bir an Aras'ın bakışları. "Hocam Allah sizi inandırsın ki ben müdahale etmek istedim," diye devam edecekken Aras Özgür elini havaya kaldırarak onu susturdu.
"Ben istemedim," dedi hıçkırır gibi bir sesle Ahu.
"Aferin sana," diye söylendi çatık kaşları alnında dağ dağ çizgi oluşturan adam. "Çıkın siz." Eren rahat bir nefes alarak sözünü ikiletmeden çıkarken Gaye de geri geri attığı adımlarla onu takip etti.
"Önemli bir şey olduğunu sanmıyorum," diyordu Ahu bu esnada gözlerini Aras'ın önlüğünde bir düğmeye sabitleyerek. Rengi kaçmış yüzüne yansıyan tek renk elmacık kemiklerine yayılmaya başlayan pembelikti. "Yumuşak doku zedelenmesi muhtemelen."
Aras homurdanırken kızın gülmekle yan yana getiremeyeceği bir görüntü yayıldı yüzüne. "Buna sen mi karar veriyorsun?" Ahu'yu omzundan tutup sedyeye uzanmasına yardımcı olurken oyalanmaktan kaçınıyordu. "İşimi bana bırak istersen."
"Estağfurullah," diye mırıldandı genç kız dudaklarını afallamış bir halde aralayarak. Adamın hal ve hareketlerinden yayılan gergin elektriğe maruz kalmak acısını ikinci plana attırmış gibiydi.
Aras, "Müsaade eder misin?" der demez kolları çözülmüştü. Sedyenin iki yanına kıpırdamalarından endişelenerek tutunmuş, titrek nefesi aralarına karışırken parmaklarının baskısı biraz daha artmıştı. Adamın kazağını sıyırıp karnına attığı kuyu kadar karanlık bakışları takip etmekten vazgeçemiyordu. Ellerini de geç kalmadan devreye sokmuştu. Muayenesine devam ederken ona bastırdığı her bölgede ağrı olup olmadığını soruyordu. Bazen bir şey sormasına bile gerek kalmıyordu, çünkü tiz sesi Aras'ın parmaklarının baskısını hisseder hissetmez dudaklarının arasından kaçıyordu. "Ultrason istiyorum."
"Buna hiç gerek yok."
Aras başını hiç beklenmedik bir hızla kaldırıp tek kaşını kavislendirdi. "Baban ve abinin doktor olmasına dayanarak mı veriyorsun bu kararları sen?"
Ahu'nun kekeleyişinde bir bebeğin kalbine benzer yarasızlık, kir pas değmemişlik vardı. "Hayır, öyle değil."
"Ultrason istiyorum."
"Peki."
Perdeyi tekrar aralayıp "Çilli," diye seslendi. Gaye koşarak yanı başına geldiğinde ona yapılacakları bir bir sıralayıp Ahu'yu hazırlaması için talimat verdi. Aslında kızın söylediği gibi yumuşak doku zedelenmesinden başka bir şey olmadığını biliyordu fakat onun kendini ufak bir çocuk gibi sürekli bir yerlere çarpıp vurmuş olarak gelmesini engellemeye çalışıyordu kendince. Bunu yaparken çok da farkında olduğu söylenemezdi. Bir baba nasıl dizlerini kanatıp da gelen çocuğunun canı yanmasın diye onu tatlı sert uyarırsa o da kendi yöntemiyle bunu yapıyordu sorgusuz sualsiz. Hiç bilmeden, bilse arkasına bakmadan buradan uzaklaşmayı seçeceği barizken…
Aradan geçen dakikaların sonrasında Ahu bir odada uzanıyordu. Üzerindeki düğmeli, kısa kot eteği yatar pozisyonda olduğu için biraz daha yukarıya sıyrılmıştı ve Aras Özgür içeriye girerken serum takılan kolunu hareket ettirmeden diğer elini kullanarak bacaklarını örtmeye çalışıyordu.
"Müsait değil miydin?" diye sordu Aras onun çabasına göz ucuyla bakarken.
"Gelebilirsin." Mırıltısı kulak kesilmezse duyulacak gibi bile değildi. "Sonuçlar ne durumda?"
Sol elinde tuttuğu sonuç kâğıtlarını canını acıtmanın yakınına uğramadan bacağına hafif hafif vuruyordu. Boştaki eli havalandı. Kızı uyurken görmüş ve üstünün açıldığına şahit olmuş gibi bir rahatlıkla örtüyü kavradı. Ahu'nun kendini korumayı bilmeyen her insanın yapacağı gibi tastamam halledemediği sıkıntısını çözdü. Örtüyü genç kızın istediği gibi onun bacaklarının üzerine bıraktı tamamen. "Söylediğin gibiymiş," dedi misket gözlerin kirli sakalına, dudağının kıvrımına yuvarlandığını hissederek. "Ağrın biraz hafifledi mi?"
Başını usul usul salladı. "Evet, iyiyim."
"Abini istiyorsan-"
Aceleyle kesti adamın lafını. "Burada olduğumu biliyor. Gelmek isterse eminim gelir."
Gerçekleşmeyeceğini bildiği bir hayali fısıldar gibi burukça gülümsemişti. Aras Özgür'ün içinde sinsi bir ateşle yanan, dumanını solumaktan kokusuna aşina olduğu ve hiç yabancılamadığı yangınına bir odun daha atıldı. Kaşları bu yangına şahitlik eden dağların yıkılmayacak kadar güçlü duruşuna içerlercesine birbirine yaklaştı. "Sen hep böyle kendini sakatlayacak mısın?" diye sordu nihayet karamsarlığın havayı bütünüyle ele geçirmesini engelleyerek. "Hayır, eğer böyle bir niyetin varsa söyle kendimi hazırlayayım."
Ahu'nun beyaz dişleri esmer tenine yaraşır bir parlaklıkla kendilerini gösterdiler. Burnunu kırıştırarak gülüşünde ipleri sarmaşıklarla kaplı salıncak kurulurdu. Kızın gülüşü tertemiz bir hava gibi içe çekilmek için vardı sanki. "Abimin yanına uğrayacaktım. Sima'nın okulundan aradılar, bu sefer onun gitmesi gerekiyormuş."
"Sima okula mı gidiyor?" derken eli ensesindeki saçları bulup çekiştirmişti.
"Anaokuluna gidiyor," dedi ipek gibi sesiyle. "Bu sene başladı. Uyum sağlamakta biraz sıkıntı yaşıyor."
"Abin…" Bu kelimeyi dikkat çekecek kadar sık kullandığını fark edince durakladı. İsim ağzında kekremsi bir tat bıraksa da Ahu'nun meraklı bakışları üzerindeyken dillendirdi. "Yani Taha okula uğramıyor mu hiç?"
"Fırsat bulamıyor." Bakışlarını ellerine düşürüp parmaklarını beyaz örtünün üzerinde rahatsızlığı kitap gibi okunurken oynattı. Aras, onun bunu başı sıkışınca yaptığını anlamıştı. "Hastanede insanın gecesiyle gündüzü birbirine giriyor senin de hak vereceğin üzere."
Genç adam sıkıntıyla başını tek bir defa oynatmakta bulmuştu çareyi. Ağzını açarsa ne söyleyeceğini kestiremiyordu. Belki Taha'nın küçük kızıyla hiçbir şartta ve koşulda ilgilenmiyor oluşuna namüsait kelimeler sıralayabilirdi. Hatta belki Doktor Taha Selvizade'nin Sima gibi duru, akıllı, kocaman eksikliğine rağmen gözleri ışık ışık olan bir kıza sahip çıkamayacak kadar hissiz herifin teki olduğunu söylerdi. Ağzını açarsa kesinlikle Ahu'nun hoşuna gitmeyecek şeyleri kucağına bırakır, yüzünün telaşla dalgalanmasına neden olurdu.
"Gecem gündüzüm hep birbirinde benim," diye sayıklar gibi konuştu birkaç saniye sonra.
"Belli," dedi Ahu da işaret parmağıyla burnunun ucunu kaşırken. Utandığında istemsizce yaptığı, onu olduğundan daha sevimli gösteren küçük hareketlerindendi bu. "Aynaya bakmayı da pek sevmiyorsun sanırım."
"Neden?" derken kaşlarını havalandırıp dudağını belli belirsiz bükmüştü Aras. "Fazla mı dağınık görünüyorum?"
"Yani." Tatlı bir uzatışla omuzlarını kaldırıp indirdi kız. "Ben olsam tam olarak böyle söylemezdim."
"Sen olsan tam olarak ne söylerdin?"
Sinsilik bir başka organlarıymış gibi davranan sürüngenler Ahu'nun kanını ele geçirmiş, onu kaynayıp duran bir su gibi yerinde duramayacak hale getirmişti. Aras da bunu göz bebeklerinin ta içinde görebiliyormuşçasına dikkat edilmediği sürece fark edilemeyecek oranda eğilmişti. Ellerini önlüğünün ceplerine koyup başparmaklarını dışarıda bıraktı. Gözlerini genç kızı un ufak etmeye hevesli, işini bilir bir çapkın misali kısmayı engelleyememişti.
"Şunu söyleyebilirim," diye mırıldanırken dilini dudaklarının üzerinde hızlıca gezdirip kuruluğunu yok etti Ahu. "Daha doğrusu sorabilirim diye düşünüyorum." Kendini düzeltişinin ardından kibarca gülümsedi. "Hastanenin on ikinci yıl balosundan haberin var mıydı?"
"On ikinci yıl balosu mu?" Yüzünü buruşturdu. "Niye böyle bir şey yapıyorlar ki? Düz rakam bile değil. On ikinci yıl..." Kendi kendine söylenir gibiydi ve bu hali Ahu'yu eğlendiriyordu. "Çok saçma. Bari on beşinci yılı bekleselerdi."
"Babama ileteyim mi bunu?"
Umursamazca başını iki yana salladı adam. "Sen bilirsin. İkimizin de sır tutabildiğini zannediyordum."
Utançla elini yüzüne götürdü Ahu. Yanaklarını ovalamak için can atıyordu. "Haklısın," dedi ferah sesini duyurarak. "Sır tutabilmek önemli bir meziyettir. Aynı fikirdeyiz, değil mi?"
"Kesinlikle."
"Harika," diye şakırken Aras'ın gevşemiş yüz ifadelerinden alıyordu gücünü. "Baloya gelmeyi düşünüyor musun peki?"
Genç adam düşünür gibi tek gözünü biraz daha kısmış, cebinden çıkardığı sağ elini yanağına götürüp kaşımıştı. "İsmine aldanmamak lazım aslında…" Lafının arasına karışan küçük kıkırtı avına hayran hayran bakan bir silahlıya dönüştürüyordu onu. "Gidip oranın havasını solumak gerekebilir."