•1• DEĞİŞEN TEK ŞEY YAŞ DEĞİL 2/1

2794 Words
İMPERİUM 1 •DEĞİŞEN TEK ŞEY YAŞ DEĞİL• GEÇMİŞ|2000 Genç kadın kucağındaki bebeğe baktı. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmura rağmen karanlığı mıh gibi delip koşmaya devam etti. Ağaçların çıplak dalları kollarını çiziyordu. Bebek kollarının arasında kucağındaydı. Kadın soluk soluğa kalmış bir şekilde koşmaya devam etti. Bacakları artık kendisini taşıyamıyordu. Bebeğine baktı, kolları arasında ki yeni doğmuş varlık kısık gözlerle genç kadına bakıyordu. Tombul yanakları yüzünden gözleri daha kısık görünüyorlardı. Kadından akan bir kaç yaş bebeğin yanaklarına düştü. Uçurumun kıyısına kadar koştu. "Rosalyn!" diye bağırdı arkasından koşan bir ses. "Alexander?” Rosalyn durup arkasını döndü. Genç çocuk ailesinin simgesi olan yeşil gözlerini genç kadına dikti. En başından beri gözleri bebekteydi. Kaşları acıyla çatılmıştı. Genç kadın, uzaktan akrabası olsa bile kendi kanından gördüğü genç adama donakalmış bir biçimde baktı. "Neden kaçıyorsun? Zaten ölecek o." dedi adam ardından zarar vermeyeceğine dair ellerini havaya kaldırmış ardından boşluğa bırakmıştı. Esen rüzgar ikisinin de alev sarısı saçlarını uçuşturdu. "Nereye kaçarsan kaç yada saklanırsan saklan. Ailem seni bulacak şimdi seni korusam bile ben hep kendi ailemin tarafında olacağım. Senin de hala bir seçim şansın var." "Biliyorum." dedi Rosalyn ve alnına dökülen sarı saçlarını nefesini üfleyerek iteledi. "Gördüm Alexander. Geleceği gördüm. O başaracak." "Ne anlama geliyor bu?" diye sordu genç adam anlamayarak. Rosalyn geleceği görebilir, istediği yere ışınlanabilir yada büyü yapabilirdi. Bu diğerleri gibi doğduğunda kanının gücünün ona verdiği bir lütuftu. "Mia, kızım başaracak. Güç ona ait." dedi Rosa net bir sesle. Kucağında bebek tüm varoluşun geleceğiydi. "Rosalyn..." Gelenlerin seslerini duyduklarında Rosalyn bir adım geri attı. Uçurumun kıyısındaydı. Dalgalar kayalıkları dövüyordu. Kadın derin bir nefes alarak; Yetişse iyi olur, diye düşündü. Tam zamanında gelmeliydi. Kalbi çok hızlı atıyordu göğüs kafesinin içinde atan varlık sanki can çekişiyordu. "Bebeği bana teslim et ve git. Seni öldürdüğümü söylerim." "Olmaz." dedi kadın ve bir ayağını boşluğa uzattı. Bebeğini kollarıyla daha sıkı sardı. "Ya şimdi ya asla." Kendini yüzü gökyüzüne dönük halde boşluğa bıraktı. Alexander, Rose kendini uçurumdan bıraktığında ismini haykırdı ve ardından koşturdu. Rosalyn ve bebeği kayalıklara çarpmadan kurtarılmıştı. Dev gibi kanatlar okyanusu yaracak kadar sert rüzgarlar yaratıyordu. Alexsander'ın yapabildiği tek şey uçurumun kenarından uzaklaşanları şaşkınlıkla seyretmek olmuştu. Rosalyn başını onu kucaklayan kanatlı varlığın göğsüne gözlerini sıkı sıkı kapatarak yasladı. Bebeğini ise kucağına bastırdı. Kızı kolları arasında güvendeydi. Gözlerinden yaşlar yanaklarına aktı. Alnında mutlulukla gülümseyen soğuk dudakları hissetti. "Teşekkür ederim sevgilim." diye mırıldandı Rosalyn. “Sana minnettarım.” GÜNÜMÜZ|2018 On sekiz... Bugün tam on sekiz yaşıma girmiştim. Yalnız olarak. Hayatımda değişen tek şey yaşımdı. Günler benim için monotonlaşıp tekrarlanan rutinlere dönüşmüştü. Çocukluğumun verdiği haylazlığımı ve yaramazlıklarımı bir kenara bırakıp her Valentina gibi bende sadece yükselişe odaklanmıştım. Okulda, yaşıtlarım arasında özel hayatımda, babamın gözünde. Her an yarış içindeydim. Babamın üzerimde yarattığı baskıya artık alışmıştım sadece bana söylediklerini dinliyordum. Emirlerini. Bir Valentina olarak soy ismimizin hakkını vermeye çalışıyordum. Valentina... Ailem geçmişi güçlü bir soydan geliyordu. Güçlü bir soydan geldiğimiz için prestij bizim için en önemli şeydi. Bu elbette ki geçmişte önemli olmalıydı ancak babam geleneklerine bağlı bir adam olduğu için beni de kendi yarattığı koşullar içinde yetiştirmişti. Valentinalar eski Rus Knezliğin de yaşamış soyları Dükkalığa kadar bilinen üst sınıfa ait bir aileydi. Geçmişten günümüze kadar modern şehir hayatına uyum sağlamış olsalar da babam geldiğimiz kanın kutsal olduğuna inanan bir görüşü benimsemişti. Eski soylular gibi her zaman hareketlerime duruşlarıma ve konuşmalarıma dikkat ederdim. Otururken bile bir süpürge sopası gibi dik otururdum. İlla ki aşırılıklarım olurdu. Övündüğümden değil ama yemek yemek hayatımın büyük bir parçasıydı. Masanın üzerindeki küçük beyaz tabağa baktım içinde çikolatalı kek vardı. Büyük şaşalı bir doğum günü pastası yerine küçük kendi ellerimle yaptığım kek daha lezzetliydi. Her zaman damak zevkime uygun olanı bilirdim. Tanrım lütfen bol bol lezzetli yemekler ve tatlılar tadabileceğim uzun bir ömür istiyorum. Lütfen. Yanan muma gür bir nefes üfledim. Texas da bir kumarhane de yada New York'taki ünlü bir gece kulübünde olmak gibi bir şeydi benim istediğim. Her şeyi olan biri için oldukça basit bir dilekti. Yine de herkesin hayali kendineydi. Benim hayalim de buydu; ömür boyu yemek. Mumu kekten alıp tabağın kenarına bıraktım. Çikolatalı kek en sevdiğim tatlıydı. Kekten iştahla büyük bir ısırık alıp sandalyeden kalktım. Yemek odasından çıkıp uzun büyük koridordan geçerek kendi odama geldim. Büyük evde odama gelene kadar keki bitirmiştim. Neyse ki diğer elimde tuttuğum tepside bir düzine daha vardı. Kapıyı kapatırken yatağımın üzerinde duran küçük kare paketi fark ettim. Mavi saten kurdele ile çevrelenip tam kutunun üzerine büyük kelebeğe benzeyen fiyonk ile ustaca bağlanmıştı. Bu tür kızsal şeyler ne babama ne de bana göreydi. Koşar adım gidip yatağımın üzerine oturdum. Tepsiyi yanıma bıraktım. Küçük kare paketi ellerimin arasına alıp parmaklarımla pürüzsüz hediye kağıdının üzerinden geçtim. Paketi kucağıma bırakıp fiyonkun iki ucundan tutup çektim. Kolayca açılıvermişti. Katlanmış hediye paketi de fiyonku çekmekle iki tarafa ayrıldı. Kutunun üzerinde gördüğüm siyah renkli kartı alıp okudum. Nice senelere kızım... Her sene bir önceki senenin tekrarıydı. Aynı siyah kart ve aynı kelimeler. Tek fark hediye paketiydi. Kartı yanı başıma yatağa bırakıp kutuyu açtım. Bu bir ilk olabilirdi. Babam bana her sene doğum günümde hediye ettiği gümüş renkli kalem yerine mavi renkli safir bir kolye hediye almıştı. Kolyeyi ilk elime aldığımda garip bir şekilde fazlasıyla mutlu hissettim. Özellikle zihnim normalden daha hızlı düşünüyordu. Arada yıllar olsa bile en uzak anıyı bile berrak bir şekilde düşüncemde canlandırabiliyordum. Annem yanımdaydı. Beraber bahçede yürüyüş yapıyorduk. Daha yedi yaşındaydım. "Mia!"diye seslendi bana. "Hadi gel tatlım. Biraz yanıma otur." "Anne, geliyorum!" dedim tiz bir sesle. Çimlerin üzerinde koşturup çardakta annemin yanına oturdum. Saçlarımı okşayıp elini omzuma koydu. "Seni seviyorum kızım." Gülümsedim "Bende, seni seviyorum anne." "Ve seni hep seveceğim kızım." "Bende anne." Bende... Kolye ellerimin arasından kutunun içine düştüğünde irkilerek gözlerimi açtım. Ah, o an. Annem ve ben. Her şey o kadar berrak ve güzeldi ki. Annemi bir kaç sene önce kaybetmiştim. Babam daha küçük olduğum için annemin ölümünü bana hiç anlatmamıştı. Bende sormaktan vazgeçmiştim. İkimizin arasında annem sessiz bir anıya dönüşmüştü. Kolyeyi yeniden elime aldım. Yine öyle bir şey olmasını bekledim ama hiçbir şey olmadı. Hiçbir anı gözümün önüne gelmedi. Kolyenin zincirinden tutup iki yana salladım. Daha demin olan şeyi kendime açıklamak için bir yol arıyordum ama bulamıyordum. Bu daha demin olan şey bunu asla açıklayamazdım. Belki de sadece düşünmek istediğim için düşünmüştüm. Belki de bu kolye bana geçmişi hatırlatmıştı. Evet, evet. Kesinlikle böyleydi. Böyle olması gerekiyordu. Delirmek için çok gençtim. Üstelik ağzıma yeteri kadar kvas bile koymamıştım. Kolyeye bir kez daha baktım. Mavi safir renk annemin gözlerine benziyordu. Kutuyu bir kenara bırakıp kolyeyi boynuma taktım. Ayna karşısında kolyeye bakarken telefonumun sesini duydum. Aynalı şifonyerin üzerinde duruyordu, elime alıp aramaya cevap verdim. Neşeli ve gür bir ses, "Doğum günün kutlu olsun Anna Maria Mia Valentina!" diye bağırdı. Anna Maria Mia Valentina tam ismin buydu. Ama ben içlerinde en kısa olanı Mia ismini kullanıyordum. "Merhaba Clara." dedim Clara okuduğum okulda ki en yakın arkadaşımdı. "On sekiz oldun ha?"diye sordu. "Evet." "Yetişkinliğe hoş geldin o zaman!" Güldüm. "Hoş buldum." "Sana önemli bir şey söylemeliyim." dedi kıs kıs gülerken. Kısa bir sessizlik oldu. "Clara?" dedim en sonunda. "Aslında bir sürpriz." dedi heyecanla. Elimi çenemin altına koydum. "Sürprizleri sevmediğimi bilirsin." "Bu yüzden sana direkt söylemeye karar verdim." "Söyle bakalım." "Doğum günü kızı adına bir parti!" "Parti öyle mi? Vay canına..." dedim cansız bir sesle. "Ah, evet bir parti her şey harika. Tek eksik sensin doğum günü kızı." "Babamın bundan pek memnun kalacağından emin değilim. "Bay Valentina iş için şehir dışında değil miydi?" diye sordu. "Evet, babam şehir dışında." diye mırıldandım. "Ve, gelmesine daha günler var?" diye mırıldandı soru sorar gibi. "Evet." "Dadın Bayan Melinda da izinli?" Yine bir, "Evet." daha. "Ve sen bugün on sekiz oldun?" Ve yine bir, "Evet." daha. "O zaman partiye geleceksin." "Babam bir haftalığına şehir dışında dadım Bayan Melinda da izinli olabilir ve ben on sekiz olmuş olabilirim ama bu koyduğu kuralları çiğneyebileceğim anlamına gelmez Clara." Kurallar umurumda bile değildi ama bir şeyi mazeret göstermeliydim. Benden nefret eden insanlar arasında bir dakika geçirip o bir dakikayı olaysız atlatmam imkansızdı. "Kurallar çiğnenmek içindir Mia." dedi bilmiş bir tavırla. Elbette çiğnenmek içindi. Ama ben gerçekten reşit olmuşken sabıkama adam yaralama suçunun işlenmesini istemiyordum. "Ben kural çiğnemem Mia bir kez olsun okulu bile ekmedim yada araç yolundan bile yürümedim çünkü yasak ve ben kuralları çiğneyemem." Tabii ben ışık saçan bir azizeyim. Günahsız bir melek. Clara da benim melek olduğumu düşünüyordu. "Sırf aptalca kurallar için en yakın arkadaşını mı kıracaksın?" diye sordu. İç çektim "Clara-" "Sana verilecek ikramlardan bahsetmedim değil mi?" dedi. Kaşlarım havalanmıştı. "Şu küçük esmer buğdaydan yapılan reçineli kanepelerden var. Sonra kızartılmış ve acı Meksika sosuna batırılmış balık kraketlerinden-" "Geliyorum! Geliyorum! Balık kraketlerinden iki tepsi istiyorum." "Söylemen yeterli, An-na Ma-ri-a Mi-a Va-len-ti-na!" İsmimi heceleyerek söylemesi sinirime dokunuyordu. Öte yandan en yakın arkadaşımı kırmakta istemiyordum. O partiye gitmeyi hiç ama hiç istemiyordum. Arada kalmıştım. "Parti saat kaçta?" diye sordum. "Tam saat dokuzda." "Hım." Hevesle sordu. "Geleceksin değil mi?" "Kanepe ve balık kraketleri konusunda ciddiydin değil mi?" diye sordum. "Yenilebilen her şeye zaafım var. Bunu en iyi sen biliyorsun." "İlla yanına gelip seni partiye kadar sürüklemem mi gerekiyor Mia?" "Sadece yarım saat için söz verebilirim. İki tepsiyi o kadar sürede bitirebilirim." Yarım saat iki tepsi kraket için yeterli gibi gelmişti. "İki saat, üstelik her katında ayrı bir meyve aroması olan jöleli pastada var. Ayrıca açık büfe." "Vay be." "O zaman bir saat. Tamam mı?" İç çektim. "Peki bir saat. Tam bir saat." Kanepe, kraket ve pasta için tam bir saat. "Yaşasın!" diye bağırdı telefona. Sağ kulağım iptaldi. "Parti nerede olacak?" diye. "Sana adresi atarım." "Tamam Clara." diye söylendim. "Ve son bir şey daha." "Dinliyorum?" "Güzel giyin, makyajını ve saçını yap." "Onları yediğin sıra yapsam da makyaj zaten bozulacak."diye homurdandım. "Gerek yok." "En azından güzel giyin." dedi. "O halde seni bekliyor olacağız." "Bekliyor olacağız, kimlerle?" "Tüm okulla. Partiye tüm okulu davet ettim. Seni bekliyor olacağız doğum günü kızı!" Son kez konuşup telefonu kapattığında ben hâlâ beynimden hızlıca söylediği kelimeleri geçiriyordum. Parti. Tüm okul. Seni bekliyoruz. Sikeyim, kesin bugün polislik olacaktım. Temiz kaydım kirlenmiş olacaktı. Böyle olacağını biliyordum ancak bunu Clara'dan duymak canımı sıkmıştı. Daha babamın hediye ettiği garip kolyenin şokunu atlatamamışken şimdi de okulun en sinir bozucu kızı adına verilen bir doğum günü partisine gidecektim. Öğretmenlerle bile kavgalıydım ve okul müdürü hatta hademe. Geçimsiz olan ben değildim. Sadece fazla dürüstüm. Ayağımda ki düz babetleri topuklarımla iteleyip ayağımdan çıkarıp odanın diğer tarafına sinirle fırlattım. Clara ve zamansız sürprizleri! Gitmek istemiyordum ama en yakın arkadaşımı asla ekemezdim. O partiye gitmeliydim. Evdeki çalışanları atlatmanın bir yolunu da bulmalıydım. Babam iş seyahatine gitmeden önce hepsine kuralları defalarca tembihlemişti. Kuralları genel özeti bela yoktu ve bana başıma bela açacak zamanda bırakmıyordu. Mia akşam altıda de yemek yiyecek. Saat yedide kütüphanede tarih çalışacak. Saat sekizde odasında piyanoda Beethoven'nın bestelerini çalacak. Saat dokuzda uyuyacak. Tüm hayatım babamın kuralları ile düzene sokulmuştu. Tüm hayatım... Clara'nın sesi kulaklarımda çınladı. Seni kimsenin yönlendirmesine izin verme. Kendin ol Mia. Aynı anda gözlerim aynalı şifonyerin üzerine bıraktığım kolyeye gitmişti. Clara'nın sesi sanki hemen dibimde konuşmuş gibi geldi. Clara haklıydı. Sanırım kendim olma zamanımdı ki ben çoğu kez hatta her zaman babamın koyduğu zırvaları çiğnerdim. Hayatımda artık yaşım dışımda başka şeylerde değişmeliydi. Kolyeyi elime alıp boynuma geçirdim. Kolyeye dokunduğumda yaşadığım garip anı anlatmalıydım. Kesinlikle çıldıracaktı. "Mia!" Duyduğum bu ses? Bayan Melinda'ya aitti. Dadıma (!) On sekiz yaşındaydım ve hâlâ başımda biri vardı. Tabii Kapım çalındı ve içeri aniden giriverdi. Ne yapacağımı düşünürken Bayan Melinda ile göz göze geldik. "Bayan Melinda.” Gülümsedi. "Merhaba Mia." "Bugün izinli olduğunuzu sanıyordum efendim." Beni üzerimdeki elbiseyle görmenin şokunu atlattıktan sonra elinde tuttuğu kitabı sehpanın üzerine bırakıp, "Evet Mia izinliydim.” dedim. “Ama seni görmek için gelmiştim. Bugün doğum günündü." "Şey evet." Küçük hanım acaba ne işler karıştırıyor? Duyduğum bu ses!? Direkt Bayan Melinda'nın yüzüne bakıyordum ama dudakları kıpırdamamıştı bile. Yine de sesini gayet net olarak duymuştum. "Üzerinde ki elbise ne için?" diye sordu. Tabii kadın da haklıydı. Ben okulun zorunlu forma altı olan eteğini bile zor giyerken beni elbise ile görmek onu da şaşırtmış olmalıydı. Şortlar daha rahattı. "Şey, sadece deniyorum." diye bir şeyler geveledim. Şey dedi .Kesinlikle yalan söylüyor. Dudakları kıpırdamamıştı ama sesini yine duymuştum. Ne oluyordu be? İnsanlar on sekiz olunca böyle olmuyordu değil mi? Kolye, kesin şu şeytan işi takıda bir şey vardı. Bayan Melinda'nın "Mia."dediğini duyunca başımı kaldırıp iri gözlerimle dadıma baktım. "Lütfen bana doğruyu söyler misin?" Bayan Melinda oldukça disiplinli sert, sözünü geçirmeyi bilen ve dominant bir kadındı. Dadım eğer bir şeyi söylememi isterse sert bir ses tonu ile bana emrederdi. Ama şimdi epey farklı davranıyordu. Liseye gidene kadar bana evde eğitim vermiş ve liseden sonrada benimle kalmıştı. On altı yaşıma kadar yatılı olarak evimizde yaşamıştı son iki yıldır da kendi evinde yaşıyordu. Bayan Melinda'ya yalan söyleyemezdim. Üzerimde babamdan daha fazla emeği vardı. Beni iyi tanıyordu. "Peki üzgünüm (!) yalan söyledim. Ben doğum günü partime gidiyordum." dedi. Kızacaktı, kızmasını bekledim. Böylece açık büfe hayalim tamamen yok olacaktı . "Ne?" Tek kaşı kalktı. "Aslında haberim yoktu. Clara bana sürpriz yaptı. Daha yeni haberim oldu onu ekmek yani kırmak istemediğim için bende partiye gitmeyi kabul ettim." dedim. "Hım, demek öyle Mia Valentina." "Yalan söylediğim için üzgünüm Bayan Melinda." O kaskatı yüzünde bir gülüş belirdi. Gülüyor muydu o? Dokuz yaşımdan beri yanımdaydı ama dadımı ilk kez gülümserken görüyordum. "Kaç yaşına bastın Mia?" "On sekiz." dedim gurur duyarmış gibi. Alt tarafı bir yaş daha almıştım. Öyle olan biten bir şey yoktu. Partiye gidersem de midemi memnunun edip evime gönül rahatlığıyla geri dönecektim. "Tam dokuz doğum günü. Ben tam 9 doğum gününü gördüm Mia ve sen hep tek başınaydın." Çünkü babam olacak o adam hiç benim başımda değildi. Annem zaten ölmüştü. Çocukken her zaman uyumsuz olan bendim. Evde eğitim görmemin bir diğer sebebi de buydu. Okulun ilk gününde bir çocuğu ısırdığımı hatırlıyordum. O kadar açtım ki onun kırmızı hırkası bana çilek gibi görünmüştü. Nefesimle yanaklarımı şişirip geri bıraktım. "Evet Bayan Melinda." "Ve şimdi on sekiz oldun." Sessizce başımla onayladım. Sehpanın üzerindeki kitabı eline geri alıp yanıma geldi. "İyi ki doğdun Mia."Kitabı bana uzattı. "Benim için mi?" "Sıradan bir hediye sadece." Gülümseyip kitabı elinden aldım. Yemek tarifi kitabıydı. Sayfaları karıştırdım el yazısı ile yazılmış tarifler ve çizilmiş yemek resimleri vardı. "Umarım seversin." dedi Bayan Melinda. "Teşekkür ederim Bayan Melinda. Tarifleri en kısa zamanda deneyeceğim." Açlık dürtülerimi bir kenara ittim. Kitap eski bir şeye benziyordu ancak en güzel yemekler en eski olanlarıydı. Benimkine benzer mavi gözleri boynumda ki kolyeye gitmişti. Gözleri. Bayan Melinda'nın gözleri elaydı. Lens takmış olabilir mi? diye düşündüm. Bu düşünce beni güldürmüştü. Ama o kadar gariplikten sonra bunu o kadar önemsemezdim. Gözlük yerine lens kullanmaya başlamış olabilirdi. "Babamın hediyesi."dedim “Ve kitap, bir günde iki hediye. Harika." "Sadece iki hediye mi? Eminim ki partide epey bir hediye alacaksındır." "Ne?" "Gideceğin partiden bahsediyorum Mia." dedi. "Gidiyor muyum ki?" diye sordum şüpheyle. Herkesten kaçabilirdim ama Bayan Melinda hariç. Elleri saçlarıma gitti. "Saçlarımı ve makyajını yapmama izin verirsen bu küçük kaçamak aramızda kalır." "Siz saçımı ve makyajımı mı yapacaksınız?" diye sordum. Eski moda kalın buklelerden ve koyu makyajdan istemezdim. Gözleri parladı. "İzin verirsen." Başımı yana eğdim. "Babamın haberi olmayacak mı?" "Hayır bu küçük sır aramızda kalacak." "Gerçekten mi?" diye sordum. "Evet." "Emin misiniz Bayan Menlinda?" Gülümsemesi yüzü de genişledi ve başını evet anlamında salladı. Saçlarına bukleler epey yakışır ve yüzüne pembe tonlarında ki hafif bir makyaj... Dudakları oynamamıştı ama yine sesini duymuştum. Aynalı şifonyerin yanı başında duran pufa oturdum. Neler oluyordu bana? Deliriyor muydum yoksa? Dudaklarıma nazikçe şeftali tonunda bir ruj sürdü. "Bu yeterli zaten güzel bir yüzün var. Makyaja ihtiyacın yok." Hah! Feci ergenliğimden kalma sivilce izleri de mi bu güzel yüz tanımına dahildi? Şifonyerin üzerinde duran makyaj malzemelerini gerekmedikçe kullanmazdım. Bazen dudak nemlendiricisi ve parfüm. Makyaj anlayışım buydu. Ki parfüm makyaj şeysi bile değildi. Bunlara rağmen dadımın dediğini gülümseyip sessizce başımla onayladım. Daha sonra Bayan Melinda arkama geçip saçlarım ile oynamaya başlamıştı. "Dik dur tatlım." diye beni uyardı. Tatlım? Bana asla ismim dışında başka bir sözle hitap etmezdi. Dediğini yaptım. Şifonyerin çekmecesinden tarağımı alıp Bayan Melinda'ya uzattım elimden aldı. Omuzlarımın biraz aşağısında kalan saçlarımı elleri yardımı ile topladı kolyenin aynadaki yansımasına dalmışken Bayan Melinda saçlarım ile ilgileniyordu. "Saçların o kadar yumuşak ki hemen şekle giriyor." Bu konuda hemfikirdik. Saçlarımı bende seviyordum. Tarak ile saçlarımı taramaya devam ediyordu. "İltifatınız için teşekkür ederim Bayan Melinda." dedim. Kibarlık ve ben düşüncesi bile ne kadar ironikti. Dadımdan tırstığım için bir nazik ve kırılgan bir prenses gibi davranıyordum. Bir sokak serserisi de değildim. Saçıma dokunuşları bana annemi hatırlatmıştı. Yumuşak ve nazikti. "İşte." diyerek geriye çekildiğinde aynaya yansıyan yüzündeki neşeli gülüşü gördüm. Parmaklarımın arasında ki düz saçlarım bukleler halinde omuzlarıma düştüğün de gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Nasıl olmuş?" Aradan anca üç dakika geçmişti. Parmaklarını gösterip oynattı "Sihirli parmaklarım vardır Mia." "Vay be! Bu inanılmaz." Saçlarımı iki yana sallayıp sesli olarak güldüm. "Beğenmene sevindim." Oturduğum puftan kalkıp aynada kendime baktım. Bayan Melinda elini omzuma koyup "Harika görünüyorsun." dedi. Telefonumu elime alıp saate baktım. Sadece yarım saatim kalmıştı. Panik olmuştum. "Ah, az vaktim kaldı. Gitmeliyim yani..." Sırtımı sıvazlayıp beni kapıya doğru iteledi "Merak etme arkanı kollarım Mia."Arkanı kollarım? Bunu gerçekten Bayan Melinda mı söylüyordu? Doğum günüm çok garip geçiyordu. Umarım parti normal ve bol menülü geçerdi
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD