bc

Ateşli Köy Gelini +30 (Ateşli serisi 2)

book_age18+
1.9K
FOLLOW
21.4K
READ
dark
contract marriage
family
forced
opposites attract
stepfather
drama
serious
city
love at the first sight
like
intro-logo
Blurb

“Gördüğüm en güzel köylüsün Damla,” dedi.

“Tarık Ağam, en yakın arkadaşınla seviştim, buna rağmen beni istiyor musun?”

“Seni becerdikten sonra benim aletimi düşüneceksin sadece,” dedi.

Dudakları boynuma indi. Hafif öpücükler konduruyordu. Ürperdim. Vücudum gerildi. Ellerim saçlarına dolandı. Saç tellerini avuçluyordum.

Tarık tişörtümü yukarı sıyırdı. Kumaş tenimden ayrıldı. Göğüslerim özgür kaldı. Başını indirdi. Dudakları meme ucuma değdi. Emmeye başladı. Dili çevremde dolaşıyordu.

“Seks istiyorum Damla.”

“Ah…”

İnledim. Ses samanlıkta yankılandı. Ellerim sırtına indi. Tırnaklarım iz bırakıyordu. Tarık diğer meme ucumu parmaklarıyla ovuşturuyordu. Sıkıca. Nefesim hızlandı. Vücudum ateşleniyordu.

Tarık’ın pantolonunun düğmesini açtım. Fermuarı indirdim. Kumaş yere düştü. Sertliği özgür kaldı. Elimi uzattım. Avuçladım. Yavaşça sıktım.

Tarık inledi. Gözleri kapandı. Hareket etmeye başladım.

Yukarı aşağı. Ritmik. Tarık’ın eli kalçama indi. Sıkıca tuttu. Beni kendine çekti. Dudaklarımız tekrar buluştu. Öpücük derinleşti. Dillerimiz birbirine dolandı.

“Dayanamıyorum sana,” dedi.

Tarık beni samanlığa yatırdı. Üstüme çıktı. Bacaklarımın arasına yerleşti. Sertliği ıslaklığıma değdi. Yavaşça girdi. İnledim. Vücudum açıldı. Tarık hareket etmeye başladı.

“Bana neden yasaksın?” dedi.

Her itişte inlemelerim yükseliyordu. Tarık hızlandı. Vuruşları sertleşti. Bacaklarım beline dolandı. Topuklarım sırtına bastı. Zevk dalgaları yayılıyordu. “Geliyorum,” dedim. Sesim titrekti. Tarık anladı. Daha derin vuruyordu. Vücudum kasıldı.

“Ah…”

Nefeslerimiz yavaşladı. Tarık üstümden indi. Yanına uzandı. Kolunu belime doladı. Başımı göğsüne yasladım.

“En yakın arkadaşının sevdiği kız olmam seni üzmüyor mu?” diye sordum.

“Hayır çünkü az önce seni ilk ben becerdim.”

chap-preview
Free preview
1- Heybetli Tarık Ağa. 🔥
GELECEK BÖLÜMDEN: +18 “Gördüğüm en güzel köylüsün Damla,” dedi. “Tarık Ağam, en yakın arkadaşınla seviştim, buna rağmen beni istiyor musun?” “Seni becerdikten sonra benim aletimi düşüneceksin sadece,” dedi. Dudakları boynuma indi. Hafif öpücükler konduruyordu. Ürperdim. Vücudum gerildi. Ellerim saçlarına dolandı. Saç tellerini avuçluyordum. Tarık tişörtümü yukarı sıyırdı. Kumaş tenimden ayrıldı. Göğüslerim özgür kaldı. Başını indirdi. Dudakları meme ucuma değdi. Emmeye başladı. Dili çevremde dolaşıyordu. “Seks istiyorum Damla.” “Ah…” İnledim. Ses samanlıkta yankılandı. Ellerim sırtına indi. Tırnaklarım iz bırakıyordu. Tarık diğer meme ucumu parmaklarıyla ovuşturuyordu. Sıkıca. Nefesim hızlandı. Vücudum ateşleniyordu. Tarık’ın pantolonunun düğmesini açtım. Fermuarı indirdim. Kumaş yere düştü. Sertliği özgür kaldı. Elimi uzattım. Avuçladım. Yavaşça sıktım. Tarık inledi. Gözleri kapandı. Hareket etmeye başladım. Yukarı aşağı. Ritmik. Tarık’ın eli kalçama indi. Sıkıca tuttu. Beni kendine çekti. Dudaklarımız tekrar buluştu. Öpücük derinleşti. Dillerimiz birbirine dolandı. “Dayanamıyorum sana,” dedi. Tarık beni samanlığa yatırdı. Üstüme çıktı. Bacaklarımın arasına yerleşti. Sertliği ıslaklığıma değdi. Yavaşça girdi. İnledim. Vücudum açıldı. Tarık hareket etmeye başladı. “Bana neden yasaksın?” dedi. Her itişte inlemelerim yükseliyordu. Tarık hızlandı. Vuruşları sertleşti. Bacaklarım beline dolandı. Topuklarım sırtına bastı. Zevk dalgaları yayılıyordu. “Geliyorum,” dedim. Sesim titrekti. Tarık anladı. Daha derin vuruyordu. Vücudum kasıldı. “Ah…” Nefeslerimiz yavaşladı. Tarık üstümden indi. Yanına uzandı. Kolunu belime doladı. Başımı göğsüne yasladım. “En yakın arkadaşının sevdiği kız olmam seni üzmüyor mu?” diye sordum. “Hayır çünkü az önce seni ilk ben becerdim.” &&& ŞİMDİKİ ZAMAN: Niğde- Hercemli köyü. Benim adım Damla… Ben bakıcıydım. Niğde’nin bir köyünde yaşıyordum. Babam erken yaşta vefat ettiği için evin geçimini ben sağlıyordum. Bu aralar ise yeni bir işe başlayacaktım. Şimdiyse bakıcılık yapacağım yere gidiyordum, yani Tarık Ağanın konağına… Köyün tozlu yollarından geçerken sabah güneşi yüzüme vuruyordu. Henüz erken sayılırdı ama içimdeki heyecan beni erkenden yola düşürmüştü. Bu köyde doğmuş, büyümüştüm ama şimdiye kadar o konağın kapısından içeri hiç girmemiştim. Köyün çocukları bile o konağın önünden geçerken sesini keser, başını öne eğerek yürürdü. Herkes o kapının ardında kimsenin görmediği bir dünya olduğunu söylerdi. Tarık Ağa… İsmini duyunca bile insanın içi titrerdi. Köyün en güçlü adamıydı. Herkes ondan söz ederdi ama kimse yanında fazla konuşmazdı. Onu bugüne kadar sadece uzaktan görmüştüm. Bir keresinde köy meydanında atının üzerinde geçmişti. O gün herkes susmuştu. Sanki rüzgâr bile onun adımlarına ayak uydurmuştu. Başını kaldırıp kimseye bakmamıştı. Her zamanki gibi dik duruşuyla, sert bakışlarıyla geçip gitmişti. O an bile insanın içinde bir ürperti olurdu. Şimdi o adamın konağında çalışacaktım. Onun yeğenine ders verecek, aynı zamanda ilgilenecektim. Bu düşünce bile kalbimi hızlandırıyordu. Heyecandan mı korkudan mı bilmiyordum. Konağa yaklaştığımda taş duvarların ardında büyük bir bahçe gördüm. Nar ağaçları, güller, her köşede düzenli dikilmiş çiçekler… Bahçeden gelen toprak kokusu içimi rahatlattı. Kapının önünde bir an durdum. Elimi uzatmadan önce içimden derin bir nefes aldım. Sonra kapıyı çaldım. Kapı ağır ağır açıldı. Karşımda yüzü güleç, orta yaşlı bir kadın belirdi. Başında yazması, üstünde uzun bir önlüğü vardı. “Hoş geldin Damla,” dedi içten bir sesle. “Hoş buldum,” dedim biraz utangaç bir sesle. “Gel kızım, gel içeridesin artık,” dedi gülümseyerek. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Konağın içi geniş, ferah ve eski ahşap kokusuyla doluydu. Mermer zeminde adımlarım yankılanıyordu. Tavanlarda işlemeli süsler vardı. Her şey düzenli, tertemizdi. Tam o sırada kahya olduğunu anladığım bir kadın yanımıza geldi. Uzun boylu, iri yapılı, yüzünde yılların ciddiyeti vardı. “Hoş geldiniz Damla Hanım,” dedi saygılı bir sesle. “Hoş bulduk,” dedim hafif bir tebessümle. “Çantanızı alayım,” dedi kadın, elime uzanarak. Teşekkür ettim. Kahya da başını eğerek bana yukarıyı işaret etti. “Buyurun, odanızı hazırlattık. Birazdan küçük hanım da gelecek, tanışırsınız. Çok tatlı bir kızdır,” dedi kadın. “Tamamdır,” dedim gülümseyerek. Merdivenlerden yukarı çıktım. Her basamakta ayak seslerim yankılandı. Ahşabın hafif gıcırtısı kulağıma tanıdık geldi. Uzun koridorun sonunda büyük pencereler vardı. Dışarıdan gelen rüzgâr perdeyi hafifçe savuruyordu. Odama girdiğimde güneş ışığı duvara vuruyordu. Yatak sade ama temizdi. Masanın üstünde birkaç defter, kalem ve vazo içinde birkaç karanfil vardı. Küçük ama sıcak bir odaydı. Kadın çantamı yatağın kenarına bıraktı. “Birazdan yemek salonuna inersin, kahya seni çağırır. Tarık Ağam da çarşıya indi, akşama gelir,” dedi. Tarık Ağa… Bu ismi duyunca kalbim istemsizce hızlandı. Onunla hiç konuşmamıştım. Hatta göz göze bile gelmemiştik. Köyde kadınlar ondan hep saygıyla bahsederdi. “Ağamız mert adamdır,” derlerdi. Ama bazıları da “Ağamızın bakışı yeter, bir söz etmesine gerek yok,” derdi. Onu düşündükçe içimde garip bir merak uyandı. Herkesin bahsettiği kadar sert miydi gerçekten? Yoksa o sertliğin ardında kimsenin bilmediği bir yüz mü vardı? Pencereden dışarı baktım. Bahçede çalışan birkaç köylü vardı. Uzakta, köyün tozlu yolunda bir araba geçti. Konağın sessizliğinde kendi kalp atışımı duyuyordum. Aşağıdan yemek kokuları geliyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Tozlu yollardan, dar sokaklardan gelip bu büyük kapının ardına geçmek… İçimde hem korku hem heyecan vardı. Köyde herkes Tarık Ağa’nın nasıl biri olduğunu anlatırdı ama kimse onu tam tanımazdı. “Hiç gülmez,” derlerdi. “Birine baktığı zaman insan ne söyleyeceğini unutur,” diyen de olurdu. Ama bir de herkesin bilmeden söylediği bir cümle vardı: “Ağamız yakışıklı ama kimseye yüz vermez.” Gerçekten de öyleydi. Onu uzaktan gördüğüm o tek an bile unutulmazdı. Siyah gömleğinin kolunu sıvamış, güneş alnına vururken bile gözlerini kimseye kaldırmamıştı. Bir kadına dönüp bakmazdı. Sanki kimseyi görmüyor, ama herkesin farkında oluyordu. Onun yürüyüşünde bile bir otorite vardı. Konuşmasa bile o güç hissedilirdi. && Akşama doğru gökyüzü kızıla döndü. Bahçedeki kadınlar sergiden çamaşır topluyordu. O an içeri kahya girdi. “Damla Hanım, küçük hanım uykudan uyandı. Birazdan yanına alacağız sizi,” dedi. “Tamamdır,” dedim heyecanla. “Bu arada,” dedi kadın, sesi biraz daha ciddileşerek, “Ağamız da az önce konağa geldi.” O an içimde tuhaf bir ürperti dolaştı. Ellerim soğudu. Kalbim birden hızlandı. İlk kez karşılaşacaktım onunla. Köyün en güçlü adamı, yıllarca uzaktan tanıdığım o isim… Artık aynı evdeydik. Kahya kapıdan çıkarken gözüm istemsizce pencereye kaydı. Bahçede duran siyah bir araç gördüm. Aracın kapısı açıldı. Uzun boylu, geniş omuzlu bir adam indi. Güneş batarken yüzüne vuruyordu. Yavaş adımlarla konağa doğru yürüyordu. Gözleri kimseye bakmadan, adımları sessiz ama kararlıydı. “Koridora gelin,” dedi. Kahya beni merdivenlerden aşağıya doğru yönlendirirken içimde garip bir huzursuzluk vardı. Konağın taş zemini, duvardaki büyük tablo ve sessizliğin içindeki hafif ayak sesleri sanki beni izliyormuş gibi hissettiriyordu. Tam koridorun sonuna yaklaşmıştım ki ağır kapıdan içeri biri girdi. Uzun boyu, geniş omuzları ve sert yürüyüşüyle dikkat çekiyordu. Ayak sesleri yavaş ama kararlıydı. Yüzüme düşen ışıkta gözleri bir an bana çevrildi. O bakış anlık bir şeydi ama içimde bir şey yerinden oynadı. Göz göze geldik. Tarık Ağa. Fotoğraflarda ya da köyde anlatılan sözlerdeki gibi değildi. Gerçek hali çok daha ağırdı. Gözleri yeşil, yüzü sertti. Yavaş adımlarla yaklaştı, ama bana bir kelime bile söylemeden başını hafifçe eğip geçti. O kadar yakındı ki yanımdan geçerken üzerindeki kolonya ve tütün karışımı kokusunu hissettim. Kalbim hızla atmaya başladı. Elim istemsizce çantamın sapına sıkıca tutundu. Bu onu ikinci görüşümdü. İlk kez bu kadar yakından görüyordum. Kahya hafifçe öksürdü. “Ağam,” dedi saygılı bir sesle, “bakıcımız geldi.” Tarık Ağa durdu, ama bana dönmedi. Ses tonunda soğuk bir kararlılık vardı. “Şu an işim var. Sonra konuşuruz,” dedi. O kadar sade söylemişti ki, ne öfke ne de ilgi vardı sesinde. Sanki karşısında biri yokmuş gibiydi. Basamaklardan yukarı çıkarken bir kez olsun arkasına bakmadı. Kahya bana döndü, yüzünde mahcup bir gülümseme vardı. “Kusura bakma ya,” dedi, “biraz gergin anına denk geldin. Ağamız böyle değildir aslında, işi çok bugün demek ki.” “Yok, önemli değil,” dedim, ama içimdeki şaşkınlık dinmemişti. Bu kadar soğuk, bu kadar mesafeli olacağını hiç düşünmemiştim. Köyde insanlar ondan korkardı ama ben yine de içinde bir sıcaklık, bir insanlık payı vardır sanmıştım. Şimdi o ihtimal bile uzak görünüyordu. Kahya eliyle yukarıyı işaret etti. “Neyse,” dedi, “gel bakalım Damla Hanım. Küçük hanımı görelim, seni bekliyordur.” Başımı salladım. Merdivenlerden birlikte çıktık. Üst kat daha aydınlıktı, pencereden giren güneş perdenin beyazını altın rengine çevirmişti. Koridorun sonunda küçük bir kapı vardı. Kahya kapıyı araladı. “Zeyno,” dedi yumuşak bir sesle, “bak bakalım kim geldi.” Odanın içinden minik bir kahkaha yükseldi. Küçük bir kız, ayağındaki pembe terliklerle bana doğru yalpalayarak yürüdü. Kıvırcık saçları alnına düşmüştü, yüzü süt gibi beyazdı. Gözlerinde öyle bir parıltı vardı ki insanın içine işlerdi. Koşarken dengesini kaybetti, neredeyse düşecekti. Hemen diz çöktüm ve onu kollarımdan yakaladım. “Yavaş bakalım minik hanım,” dedim gülerek. Kız kahkahalar arasında bana sarıldı. Küçücük kolları boynuma dolandı. O an içimdeki bütün gerginlik dağıldı. “Sen misin yeni gelen abla?” dedi, sesi incecikti. “Evet, benim,” dedim gülümseyerek. “Ben Damla. Artık senin yeni ablan sayılırım.” “Yeni bir ablam mı oldum yani?” dedi gözleri kocaman açılarak. “Evet, öyle sayılır,” dedim, gülerek burnunu hafifçe sıktım. Kahya arkamızdan gülüyordu. “Zeyno hanım, Damla ablan sana ders verecek. Hem oynayacaksınız, hem öğreneceksiniz.” “Ben zaten çok akıllıyım,” dedi küçük kız, ellerini beline koyup. “Bütün harfleri biliyorum.” “Öyle mi?” dedim şaşırmış gibi yaparak. “O zaman bana ‘Z’yi göster bakalım.” Kız parmaklarını havada gezdirdi, eğri büğrü bir şeyler çizdi. “Bu Z!” dedi gururla. “Harikasın,” dedim alkışlayarak. Kahya başıyla beni selamladı. “Sizi baş başa bırakayım, Damla Hanım. Bir ihtiyacın olursa mutfağa seslen.” Kapı kapanınca odanın içi sessizleşti. Küçük Zeyno, yatağın kenarına oturdu. Oyuncak bebekleri etrafa dağılmıştı. “Bu Ayşe, bu da Küçük Nur,” dedi bana göstererek. “Ne güzel isimler seçmişsin,” dedim gülerek. “Senin bebeğin var mı?” diye sordu merakla. “Benim yok,” dedim. “Ama küçükken vardı, pembe elbiseli bir bebekti.” “O zaman ben sana bir bebek veririm,” dedi hemen. “Sen de yalnız kalmazsın.” İçim birden ısındı. Bu kadar küçük yaşta bile ne kadar sevecendi. Eğildim, alnından öptüm. “Sen çok iyi bir kızsın, biliyor musun?” Kız omuz silkti. “Tarık amca da bana iyi bir kızsın der,” dedi. O an kalbim bir anlığına durdu sanki. “Tarık amcan mı?” “Evet,” dedi gülerek. “Beni hep kucağına alırdı. Ama şimdi çok işi var. Hep arabayla gider, sonra gelir.” “Peki, sen özlüyor musun onu?” Kız başını salladı. “Özlüyorum ama o üzülmesin diye ağlamıyorum.” Bir çocuk ağlamamak için kendini tutuyorsa o evde çok sessizlik birikmişti. Gözlerim doldu ama belli etmedim. “Sen çok cesursun,” dedim. “Gerçekten.” Kız hemen ellerimi tuttu. “Sen de güzel kokuyorsun,” dedi. “Annem gibi.” Bir an yutkundum. Bu kadar masum bir cümle, içimde kocaman bir boşluk bıraktı. “Annen yok mu burada?” dedim yavaşça. Kız gözlerini yere indirdi. “Annem gökyüzünde,” dedi sessizce. Kalbim sıkıştı. Küçük bir çocuk için fazla büyük bir acıydı bu. Elini tuttum, sıkıca kavradım. “Ben buradayım,” dedim. “İstersen birlikte gökyüzüne bakarız akşam. Anneni yıldızlarda buluruz olur mu?” Kız gülümsedi. “Olur,” dedi sevinçle. O an içimde bir söz verdim kendime. Bu küçük kıza yalnızlığı unutturacaktım. Biraz sonra oyun oynamaya başladık. Kızın kahkahaları odada yankılandı. Renkli tahta bloklarıyla kuleler yaptık, sonra yıktık. O her düştüğünde kahkaha atıyordu. “Damla Abla, sen neden hep gülümsüyorsun?” diye sordu. “Çünkü sen güldüğünde, ben de mutlu oluyorum,” dedim. “Ben gülünce Tarık amca da mutlu olurdu,” dedi. “Belki yine olur,” dedim, sesi hafifçe titreyerek. O sırada dışarıdan ağır ayak sesleri duyuldu. Kapının önünden geçerken o tanıdık kararlı adımlar yankılandı. Kalbim yeniden hızlandı. Zeyno başını kaldırdı. “Tarık amca geldi,” dedi fısıldayarak. Benimse sesim çıkmadı. Kapı açılmadı ama varlığı bile hissediliyordu. O kadar yakın, ama bir o kadar uzaktı. Kız pencereye koştu. “Amca!” diye seslendi. Camın ardında görebildiğim tek şey, bahçeye inen o geniş omuzlu siluetti. Küçük Zeyno elini cama dayamış, hala dışarı bakıyordu. “Gitti,” dedi üzgünce. Yanına gidip onu kucağıma aldım. “Belki akşama gelir,” dedim yumuşak bir sesle. “Hem biz o zamana kadar kulemizi bitiririz.” “Tamam,” dedi yeniden gülümseyerek. “En yüksek kule bizimki olacak.” Gülümsedim. Kızın sıcaklığı içimi ısıttı. Ama dışarıda uzaklaşan o karanlık siluet, aklımdan çıkmadı. Tarık Ağa’nın soğukluğu, sessizliği ve uzak duruşu… Belki de herkesin gördüğü kadar basit değildi. Belki de o sessizliğin ardında, kimsenin bilmediği bir hikâye saklıydı. Ben artık o evin içindeydim. Ve farkında olmadan, o hikâyenin de içine adım atmıştım.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

30 Days to Freedom: Abandoned Luna is Secret Shadow King

read
314.4K
bc

Too Late for Regret

read
314.5K
bc

Just One Kiss, before divorcing me

read
1.7M
bc

Alpha's Regret: the Luna is Secret Heiress!

read
1.3M
bc

The Warrior's Broken Mate

read
144.6K
bc

The Lost Pack

read
433.8K
bc

Revenge, served in a black dress

read
152.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook