Eve vardığımda terden sırılsıklam olmuştum. Bugün feci sıcaktı. Ayakkabılarımı çıkarıp dolaba koydum. Hayret! Ferih, bana koşmamıştı. Biraz ilerleyince mutfaktan gelen sesleri duydum, babam evdeydi. Elim ensemde mutfağa girdiğimde Ferih ile babamı fırını izlerken gördüm.
“Merhaba! Ne yapıyorsunuz?” ikisi başlarını çevirip bana baktı. Ferih, fırını gösterip,
“Kek yaptık,” dedi. Babam kendini beğenmiş bir ifadeyle,
“Çok güzel olacak…” Kaşlarını oynatıp, “ Parmaklarına veda et,” dedi. Çantamı mutfak masasının üstüne koyup sandalyeye yığıldım.
“Geçen sefer de öyle söylemiştin ama portakal suyunu fazla kaçırdığından çok ekşiydi.” Yüzümü ekşittim. Sözlerim babamın oynayan kaşlarını çatmasına neden oldu. O konuşmadan Ferih söze girdi.
“O, ben olmadan önceydi.” Şımarık, gittikçe babama ısınıyordu. Babam da ona…
Onları mutfakta bırakıp sıcak bir duş almak için banyoya girdim. Suyu açıp içine girdiğimde gerginlikten kasılan omuzlarım gevşedi. Sıcak su, vücudumu rahatlatıyordu. Saçımı şampuanlayıp duruladım. Sonra vücut şampuanını life bulayıp tenimi kızartana dek lifledim. Yanık deri soyuluyordu. Suyu kapatıp bir havlu ile kurulandım. Askıdan aldığım bornozu üstüme alıp temiz kıyafetler giymek için odama geçtim ki bir el ağzımı kapadı. El, siyah deri eldivenliydi. Bedenimi kendine yaslayıp hareketlerime engel olmaya çalıştı. Elinden kurtulup bağırmak için çırpınmaya başladım ama o kadar sıkı tutuyordu ki kıpırdayamıyordum.
Beni tutan bir kadındı. Vücudunu bana yasladığında anlamıştım. Benden uzun olmalıydı çünkü kulaklarım, ağzına geliyordu, nefesi saçlarımdaydı. Savunma derslerini hatırladım, kendimi öne doğru eğmeye çalıştım ama nafile. Arkamdaki her kimse dövüşmeyi benden daha iyi biliyor olduğu kesindi. Son bir çaba ile sağ ayağımı onun ayaklarının arasından geçirdim. Ağzıma dayadığı elini iki elimle kavrayarak öne doğru kendimi itip sırtımın üstünden yere çarptım. Yere düşerken inledi. Üstüne eğilip kim olduğuna baktım. Kimseyi beklemiyordum ancak gördüğüm kişi daha bir beklenmedikti. Kendini toparlayıp ayağa kalktı. Önümde eğilip selam verdi.
“Sağlammışsın,” dediğinde boğazına yapışmamak için kendimi zor tutuyordum…
***
“Ne işin var odamda?” Burnumdan soluyordum. Burada olmamalıydı. Onu geçtim, beni bu şekilde korkutmaması gerekiyordu. Hayatım zaten zordu, bir de Nevena’nın şaka anlayışıyla uğraşamayacaktım. Omuz silkerken beyaz boyalı saçları yüzüne düştü. Elini kullanarak saçlarını geriye attı. Kendini gülümser bir şekilde yatağıma atınca ayakkabılarını fark ettim. “O ayakkabılarla bu eve giremezsin. Kim bilir ne pislikler getirdin!” doğrulup ayakkabılarını çıkartmaya başladı. Ben babetlerime bile katlanamazken o, bu sıcakta bot giyiyordu. Ellerindeki deri parmaksız eldivenlerden bahsetmiyorum bile. Örtmemesi gereken yerleri örtüyordu ancak örtmesi gereken yerleri… Ayakkabılarını bir köşeye fırlatıp tekrar yatağıma uzandı. Kollarını ensesinde birleştirdiğinde, “Rahatsın galiba,” dedim. Başını yavaşça kaldırıp,
“Bugün sinirliyiz galiba,” dedi. Çok hafif bir aksanı vardı. Onu yumuşak gösterecek kadar. Öyle olmadığını Ayşen teyzem bile anlardı. Kendisi önyargıları olmayan bir kadındır da… Sinirlenmemek için derin bir nefes alıp dolabımı açtım. İç çamaşırlarımı alırken dikkatli davrandım. Sonuçta onu tanımıyordum. Sapıkça düşünceleri olabilirdi. Dolaptan sarı elbisemi alıp hızla banyoya daldım. İç çamaşırlarımı hızla giyip hardal sarısı elbisemi başımdan geçirdim. Uçuş uçuş, yumuşak kumaşlı, düz bir elbiseydi. Fermuarı kapatmakta zorlanınca ağzımdan bir dizi küfür çıktı. Sadece yalnızken küfrederim, bir başkasının yanında değil. İnsanları rahatsız etmemeye özen gösteriyorum yani… Sonunda fermuarı kapattığımda yüzümden terler boşanıyordu. Yüzümü yıkayıp havlu ile kuruladım. Odaya geçtiğimde Nevena hâlâ uzanıyordu. Geldiğimi fark edince dirseklerinin üzerinde doğruldu.
“Bu sarı, saçlarına yakışmış.” Kaşlarını kaldırdığında iltifatın altından ima aktı. Biraz sapıkça yani. Düşüncelerimi bir kenara bıraktım. Kaşlarımı çatıp kurutmadığım saçlarımı bağlamak için şifonyerin üzerindeki tokayı aldım. Saçlarımı tepemde dağınık bir topuzla sabitlediğimde beni dikkatle izliyordu. Bu kadar ilgi çekici şey neydi anlayamadım. Ona dönerek kollarımı göğsümde kavuşturdum.
“Nasıl geldin buraya?” başıyla pencereyi gösterdiğinde belki de pencereye bir korkuluk taktırmalıydık diye düşündüm. Ama hayır, eğer pencerenin korkuluğu olsaydı şu an burada dikiliyor olamazdım. Kafamdan bu düşünceleri uzaklaştırdım. “Peki, neden buradasın?” Başını eğip elleriyle oynamaya başladı. Dudaklarını büzerek,
“Beni unuttuğunu düşündüm. Kendimi hatırlatayım dedim,” dedi. Cevabı bende tedirginlik uyandırdı. Yani farklı tercihleri olan insanlar vardı elbet ancak ben hiç karşılaşmamıştım. Başını kaldırıp beni süzdü. Sonrasında kahkahayı basınca tedirginliğin yerini şaşkınlık aldı. Katıla katıla gülüyordu. Karnını tutup ayaklarını kendine çekti. Artık öfkelenmeye başlamıştım, çünkü susmak nedir bilmiyordu. Babam duyabilirdi. Kendini toparlayıp tekrar doğrulduğunda gülmekten akan yaşları eliyle sildi.
“Ah! Çok komikti…” Başını iki yana sallayıp, “Seninle ilgilenmiyorum, emin ol. Normal tercihlerim var. Eh, öyle düşünmene ben sebep oldum. Üzgünüm.” Sulanan gözlerini kırpıştırıp parmak uçları ile akan rimeli sildi. Aklımdan geçenleri nasıl biliyordu ki? Başını kaldırıp gülümsedi.
“Aklından geçenleri duyabiliyorum.” Ellerini iki yana açıp yüzüne muzip bir ifade yerleştirdi. “Genlerim muhteşem…” Evet, o genler bende de vardı. Ancak bu lanet gibi bir şeydi benim için. Öfkelendiğimde direkt olarak sarıldığım bir silah olup çıkmıştı. Kontrolünü sağlayamam da üstüne tuz biberdi. Yanına oturup eteklerimi düzelttim. Bana bakıp yüzünü gösterdi, “Akmış mı?” başımı sağa sola salladığımda tekrar gülümsedi. Dirseklerimin üzerinde geriye doğru yaslanıp,
“Ben de duyabilir miyim? Yani senin yaptığın gibi,” dedim. Ellerini saçlarının arasından geçirip kabarttı. Bana döndüğünde yüzünde mutsuz bir ifade vardı.
“Bilmiyorum, deneyerek öğrenebilirsin.” Elini dizine vurup, “Ama bu çok da hoş bir şey değil. En az seninki kadar lanetli. Düşünsene…” İşaret parmağını başına yaklaştırıp daire çizdi. “…İnsanların senin hakkında düşündüklerini ayan beyan görüyorsun ama yüzüne farklı görünmeye çalışıyorlar.” Düşününce ona hak verdim. Mükemmel gibi görünebilir ancak yaşadıklarımız pek de öyle olmadığını yalnızca yaşayan bilirdi. Hero’s adlı diziyi izledikten sonra hep bir süper gücüm olsun isterdim, şimdiyse bu gücün yaşattığı olumsuzluklar hayatımı altüst ediyordu. Elbette av durumuna düşebileceğim ve kendimi kaybetme gerçeği olmasaydı bu gücü kucaklardım. Anlayacağınız o kadar da kolay değil. Yatak örtüsüne bulaşmış lekeyi işaret parmağımla kazıyarak,
“Buraya gelmenin gerçek sebebi peki?” dedim. İç çekip ayağını altına aldı.
“Gerçekten, kendimi unutturmamak adına buradayım.” Düşen askısını tekrar omzuna koyarken devam etti. “Kitap işini ne yaptınız?” Kitap deyince aklıma İbrahim geldi. Doğrularak,
“İbrahim Noah Hughes diye bir tercümana verdik. 1,5-2 aya kadar teslim edermiş. Nevena, ismi duyunca gözleri yuvalarından fırladı. Ayağa kalkıp elini alnına dayadı.
“Kızıl-kahverengi saçları mı vardı?” Heyecandan elleri titriyordu. Elleriyle yüzünü gösterip, “Tuhaf dövmeleri var mıydı?” Bu kadar heyecan, nedendi anlam veremedim. Önüme eğilip elleriyle dizlerimi sıkmaya başladı. “Kitabı ona vermediğini söyle.” İçimi bir ürperti sardı. Kitabı ona vermiştim. Çünkü internetten bulduğum için normal biridir diye düşünmüştüm. Şimdi ya normal değilse diye endişelenmeye başlamıştım. Ya bir rüya efendisi ise ve konseyle ilgiliyse? İçimden geçenleri duymuştu, tekrar ayağa kalktı. Ellerini saçlarının arasından geçirip bir hışım bana döndü. Konuşurken dişlerinin arasından tıslıyordu.
“O bir rüya efendisinden daha korkunçtur!” Eyvahlar olsun. Yandığımın resmidir! Kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı. “Çabuk oraya gidiyoruz.” Endişeyle başımı aşağı yukarı sallayıp,
“Tamam,” dedim. Ne yazık ki tam biz çıkacakken kapı açılıp içeriye babam damladı. Nevenayı gördüğünde irkildi. Bir bana bir ona bakıp gözlerini kırpıştırdı.
“Nevena?” Nevena, Hitler selamı verdi. Söylediğini duymasam, ‘Heil Hitler,’ diye espri yapardım ancak şaşkınlıktan bakakalmıştım. Sesi yüksek çıkarken,
“Merhaba amca!” diye cıvıldadı. Amca? Bu akrabana söyleyeceğin bir amca mı, yoksa yoldan geçen bir amcaya söyleyeceğin türden miydi? Nevena, bana bakıp gülümsedi.
“Gerçek amcam.” Kuzen miydik yani? Babama baktığımda yüzünden tedirginlik okunuyordu. Harika benden saklanan bir amcam bir de kuzenim vardı ve babaannem bana yalan söylemişti.
***
“Yalan üstüne yalan! Daha ne kadar devam edeceksiniz buna?” Öfkeden bedenim titriyordu. Babam ile Nevena koltukta yan yana oturmuş öfke nöbetimin geçmesini bekliyorlardı. Ferih ise sessiz bir şekilde tekli koltuklardan birinde oturuyordu. Onun ürktüğünü görünce derin bir nefes aldım. “Ferih, sen odama geç. Boyama yapabilirsin.” Ferih sessizce yerinden kalktı. Koridorda gözden kayboluncaya kadar konuşmadım. Babama dönüp,
“Yalanlarına bir tane daha ekleyecek misin, yoksa en başından beri dedemlerle konuştuğunu itiraf edecek misin?” İnkâr etmek için ağzını açtığında, “Sakın! Artık yalan istemiyorum,” dedim. Babam, Nevenaya bir baş hareketi yaptı. Demek Nevena’nın ne tür bir yeteneği olduğunu biliyordu. Nevena, ayağa kalkıp Ferih’in yürüdüğü yoldan gitti. Kapının açılıp kapanma sesini duyana kadar bekledim. Sonra babama dönüp öfkeyle baktım. Ellerini saçlarından geçirdiğinde düz ve gür saçları dikeldi. Yanıma gelip beni kollarımdan tutmaya çalıştı ancak ben geriye adım atınca kolları aşağıya indi.
“Nevena, abimin kızı... Bir kızı olduğunu yıllar sonra öğrendik. Abim onu, bizden saklamış. Abim de ölünce annesi gelip bize bıraktı.” Sözleri Nevena’ya üzülmeme neden olmuştu ancak bu, şimdi aklımı karıştırmamalıydı.
“Daha birkaç gün önce babaannem bana, onun evlatlık olduğunu, bir aile dostunun kızı olduğunu söyledi. Neden baba? Bana neden yalan söyleniyor? Ve artık inkâr etme, annen ya da babanla dargın falan değilsin. Biri onlara sürekli olarak fotoğraflarımı göndermiş. Hepsi de sadece sende olan fotoğraflar…” Söyleyeceklerim bitmemişti ancak nefes almam gerekiyordu. Babama arkamı döndüm. Sinirden gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Benden bir şeyler sakladığını bilmek canımı yakıyordu. Bunca zaman babam benim için bir idoldü. O asla yalan söylemezdi, bir hafta önce bu yüzü ile karşılaştığımda hayal kırıklığına uğramıştım. Şimdi bunu, onun da görmesi muhtemelen canını yakıyordu. Her şey gün yüzüne çıkmamıştı ancak çok az bir kısmı bile paniklemesine neden oluyordu. Acaba hepsini bildiğimi söylesem ne yapardı? Babam arkamdan yaklaşıp kollarını bana doladı.
“Üzgünüm kızım, açıklayamayacağım şeyler var ve inan hepsi senin iyiliğin için...” Derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettiğinde yükselen göğsü, sırtıma baskı yapıyordu. “Artık inkâr etmemin bir anlamı yok. Dargın olduğum kimse yok. Sadece seni onlardan uzak tutmam gerekiyordu.” Gözlerimi silip kollarının arasından arkama döndüm.
“Tehlikede miyim? Beni neden uzak tutman gerekiyor?” babam elleri ile gözlerimdeki yaşları kurutup gülümsedi.
“Şu an bir tehlike falan yok, ancak bilemeyiz. Tedbirli olmak lazım.” Gözlerime düşen bir tutam ıslak saçı, kulağımın arkasına sıkıştırdı. Alnıma küçük bir öpücük bırakıp, “Daha fazla şey sorma ne olur. Bu hepimiz için en iyisi,” dedi. Bunu söylemek için çok geç kalmıştı. Çoktan batmıştım bu işe. Onu daha fazla zorlamamın bir anlamı yoktu. Başımı aşağı yukarı sallayıp onayladım. Beni göğsüne çekip daha da sıkı sardı. Aklıma babaannem gelince somurttum.
“Babaanneme çok kötü şeyler söyledim,” dedim. Babam çenesini başımın üstüne koyup kıkırdadı.
“Bahsetmişti. Kendisine benzediğini söyledi,” dediğinde yüzümü buruşturdum. O kibar kadınla uzaktan yakından alakam yoktu.