16. Bölüm

1382 Kelimeler
Güne gözlerimi, ısrarla çalan telefonumla açtım. Arayan babamdı. Serap, sesten rahatsız olup başını diğer tarafa döndürdü. Ferih ise mışıl mışıl uyuyordu. Bir bacağını bana sarmıştı. Bir yandan ondan kurtulmaya çalışırken bir yandan da telefona bakıyordum. Henüz bir yalan bulamamıştım ve korkuyordum. Bir cesaret telefonu açtım.  “Alo, baba…” telefonun diğer ucundaki ses, kızgından çok endişeliydi.  “Neredesin?” sonunda Ferih’in bacağından kurtulup yataktan çıktım. Odadan çıkana kadar cevap vermediğimden, “Alo! Orda mısın?” dedi. Hattın diğer ucu.  “Evet, baba buradayım. Yani Seraplardayım. Dün biraz korktu, ben de kıramayıp geldim…”  “Benden izin almadan bir yere gidemezsin! Üstelik gecenin bir körü!” İç çekip, “Ferih’te orada mı?” diye sorduğunda rahatlamıştım. Çok kızmayacaktı.  “Evet, burada. Beni giderken görünce o da gelmek istedi.” Rahatladığını hissettim.   “Tamam, kahvaltıya gelir misiniz?”   “Daha uyuyorlar.” Daha fazla uzatmadan,  “Peki, çok geç kalkmasınlar. Bu saate kadar uyunmaz. Ayrıca bugün sınavın vardı ikide umarım unutmamışsındır.” Telefonu kapattığımda ucuz yırttığım için kendi etrafımda dönerek bunu kutladım. Ancak sınavı unutmuştum. Bu hengâmede nasıl hatırlayabilirdim ki. Açıkçası bu olanlardan sonrada eskisi kadar istemediğimi fark ettim. Serap’ın odasına girdiğimde Ferih’in uyanmış olduğunu gördüm. Gözlerini iki eliyle ovuşturduktan sonra somurttu.  “Açım.” Bu söz üzerine gülümsedim. Elimle beni takip etmesini işaret edip mutfağa yöneldim. Sandalye yüksek olduğu için oturmasına yardım ettikten sonra dolabı karıştırıp kahvaltılıkları tezgâha çıkardım. Su ısıtıcısını çalıştırıp çaydanlığı ankastre fırının üzerine koydum. Su kaynarken bir yandan da kahvaltılıkları küçük tabaklara yerleştirip masanın üzerine dizdim. Çayı demlediğimde Serap, ayaklarını sürüye sürüye mutfağa girdi. Ferih’in yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. Kâkülleri bir fırçaya ihtiyaç duyuyordu. Yattığı yerde rahat etmiş olmalıydı, çünkü şu an cennet papağanına benziyordu. Bardağına çayı koyduğumda somurtup,  “Bugün sınavın vardı,” dedi. Ferih için önceden dolaptan çıkardığım sütü bardağa boşaltırken,  “Evet, ikide. Ferih seninle kalabilir değil mi? Sınava girip gelirim hemen.” Çatalıyla zeytini almaya çalışırken,  “Tabii ki bir yakışıklıyla takılmaktan zevk duyarım,” dedi. Ferih’e göz kırptığında Ferih sırıttı. Benimle abla kardeş gibiydi ancak Ferih’te Serap’a hayranlık duyanların arasında yerini almıştı. Kendim için de çay doldurduktan sonra oturup huzurlu bir kahvaltı yaptık.      Eve gidip üstümü değiştirdikten sonra sınava gitmek için babamın atölyesine uğradım. İşine o kadar çok kapılmıştı ki ben ses çıkarana kadar orada olduğumu fark edemedi. Ne yaptığına bakmak için yanına gittiğimde yatak başlığı yaptığını gördüm. Ferih için olmalıydı. Desenleri klasik tarzdaydı. Anlaşılan babam, Ferih’in mobilyalarını kendi zevkine göre yapacaktı. Yenilik yok…   “Gelmişsin.” Başını kaldırmadan konuşmuştu. Zımparayı alıp kusur gördüğü bir yeri düzeltirken,  “Evet, Ferih’i Serap’ta bıraktım. Sınavdan çıkar çıkmaz alacağım,” dedim. Başını sallamakla yetinince devam ettim. “Mobilyalar ne zaman biter?” Zımparayı yerine koyup ellerini yıkamak için lavabonun olduğu bölmeye yöneldi. Geldiğinde elinde temiz bir havlu vardı. Ellerini kurularken bana bakıp,  “Yatak başlığı tamam, dolaplar uzun sürecek. En az 20 gün. Yatağı çırak yapacak…” gülümserken dudaklarının bir kenarı yukarıya doğru kavislendi. “ … Çok heyecanlı. İlk defa eline bir iş vermişim gibi,” dedi. Babamın çırağı Ömer, 21 yaşındaydı. Üniversite okumak için başlamıştı ama şimdi kopamıyordu. Beş yıldır babamın yanındaydı. Oldukça yakışıklı bir çocuktu. Bu yaşta sözlenmiş olması bazı kızların kalbini kırmış olmalıydı. Aynı okula gidiyorlardı, sözlüsü ile hiç karşılaşmadım ama bayağı hoş biri olduğunu babam söylemişti.   Havluyu yerine bırakıp atölyedeki küçük odasına gitti. İşte giydiği beyaz önlüğü ile gömleğini çıkarıp yerine krem keten gömleğini giydiğini gördüm. Yaşına göre oldukça hoş adamdı babam. Hoş daha kırk yaşındaydı, yaşlı sayılmazdı yani… Geçen sabah duyduğum parfüm kokusu kime aitti acaba. Kafamda deli sorular…     Babam, beni sınav alanına kadar götürüp yanağıma iyi şanslar öpücüğü kondurdu. İhtiyacım vardı, uzun zamandır bir şey çizmemiştim. Sıraya oturup sınav gözetmenini bekledim. Benimle birlikte, 10-15 kişi vardı. En az benim kadar heyecanlıydılar. Heyecanımın nedeni daha çok batırabileceğim endişesiydi. Aradan iki üç dakika geçtikten sonra gözetmen, karşımıza geçip ellerini kavuşturdu.  “Evet, arkadaşlar hoş geldiniz. Bugün burada olmanızın nedeni 50 puan ve üzeri almanız. Öncelikle sizi tebrik ederim. Ancak iş bununla bitmiyor biliyorsunuz. Sadece 30 kişi alabiliriz ve bugün sizden…” Öndeki sandalyeyi göstererek, “… Bu sandalyenin ters, yan ve parçalanmış olarak…” parmakları ile göstererek, “…3 halinin kompozisyonunu oluşturun…” ellerini iki yana açarak, “… Buyurun arkadaşlar. İyi şanslar…” deyip çekildi. Güzel bir kadındı. 1.60’ın altında olmalıydı. Keza yüksek topuklularla bile oldukça kısa görünüyordu. Dediği gibi çizmeye başladım. Birçok kez çizdiğimi beğenmeyerek silip tekrar çizdim. Sonunda bitirdiğimde rahat bir nefes aldım. En iyi çizimlerimden biri olmasa da oldukça iyilerdi. Arkama yaslanıp sessizce iç çektim. Etrafıma baktığımda bir iki kişi dışında herkes kâğıdına eğilmiş karalamaya devam ediyorlardı. Kararlılıkla yerimden kalkarak çizimlerimi gözetmene verdim. Bana sevimli bir şekilde gülümsedi, karşılık verdim. Sınıftan çıkıp koridorda yürürken topuklularım ses çıkarıyordu. Daha dikkatli davranıp kimseyi rahatsız etmemeye çalıştım.   Koridoru dönünce Babamı yine yapma sarışınla gördüm, Zeynep hanım ile. O kadar yakınlardı ki kadın biraz daha yaklaşsa göğüsleri, babamın göğsüne dokunurdu. Babamın kolunu sırnaşık bir şekilde tutunca gerildim. Parfümün sahibi o muydu acaba? Daha fazla dayanamayıp yanlarına gittiğimde Zeynep Hanım, elini indirebildi. Kokuyu alabilmek için ona yaklaşıp yanaklarına sosyete öpücüğü bıraktım. Kokusunu içime çekip iki kokuyu karşılaştırdım. Lanet olsun! Oydu, kokunun sahibi…  Arabada oldukça gergindim. Babam bir kadınla görüşüyordu. Umarım çok yakınlaşmamışlardır. Üvey anne istemiyordum, yani henüz. Elbette bir gün biri ile olacaktı ancak Zeynep Hanıma çok da ısınamamıştım. Tamam, ters bir hareketini falan görmedim ancak ne bileyim, soğuk geliyordu işte. Daha fazla dayanamayıp sormaya karar verdim.  “Zeynep Hanımla çok yakınlaşmadığını söyle lütfen.” Babam direksiyonu tutarken şaşkınlıkla bana bakıyordu. Sonra önüne bakıp güvenli bir şekilde sürmeye devam etti.  “Ortada ciddi bir şey yok. Endişelenme, üvey anne gelmiyor.” Son cümlesini gülümseyerek söylemişti. Yine de içim rahatlamamıştı.   “Ortada ciddi bir şey yoksa öyle kalsın. Rica ediyorum.” Yola bakıp sürmeye devam ederken kısa bir kahkaha attı.  “Bir kadın en son beni kıskandığında daha 20’lerimdeydim…” bana kısa bir bakış attı. “… Merak edilecek bir şey yok inan. İstemediğin hiçbir şey yapmam,” dediğinde artık içim rahattı…  *** Yola daha sessiz devam ettik. Beni Seraplara bırakırken yanağından öptüm. Arabadan inip kapıyı çaldığımda hemen açılınca bu çocukta bir tuhaflık olduğunu hissettim.  “Kapıda mı bekliyordun?” diye sordum. Başını sağa sola sallayıp,  “Geleceğini biliyordum ki,” dedi. Ne demek istediğini anlamaya çalışırken içeriye birlikte geçtik. Koltuğa yayıldığımda o da yanıma gelip oturdu.  “Nereden biliyordun.” Omuz silkerek karşılık verdi. Bir cevap istediğimi anlayınca,  “Senin geldiğini biliyordum. Çünkü bunu daha önce rüyamda görmüştüm.” Deja vu mu? Hiçbir şey anlamadığımdan kaşlarımı çattım. Üstelemedim, zaten şimdiye kadar neyi anlayabilmiştim ki. Aklıma daha önce gösterdikleri gelince tekrar yapabilir mi diye düşündüm. Belki bu benim için bazı konuları aydınlatırdı. Ancak o an çok rahatsız hissetmiştim. Beynimi sıkan bir el varmış gibi hissetmiştim. Abartmıyorum, gerçekten.  Yine de bu yapacağım şeylerden daha kolaydı. Biraz olsun katlanabilirdim.  “Daha önce bana bir şeyler göstermiştin, tekrar yapabilir misin?” dediğimde onayladı. “Sen mi seçiyorsun yoksa kendiliğinden mi?” Bu sorumu gerçekten düşündü.  “Hayır, ben seçmiyorum. Sen önemli gördüğün şeyleri görüyorsun,” derken büyümüşte küçülmüştü. İçten gelen bir cesaretle,  “Haydi, yap!” dedim. Tereddüt ettiğini gördüm. Öne doğru uzanıp omzunu kavradım. “Ben istiyorum. Bir sorun olmayacak.” Güven verircesine gülümsedim. Başını aşağı yukarı sallayıp gözlerime kitlendi. Gözleri, beni içeriye doğru çekiyor, etrafımdaki her şeyin bulanıklaşıp dönmesine neden oluyordu.  Sonunda kendimi koyu kırmızı bir odada buldum. Etrafımda çok insan vardı. Tanımadığım yüzlerdi, çoğu yetişkindi ve belli bir noktaya bakıyorlardı, ben dâhil herkes. Baktığım yerde bir erkek çocuğu vardı. Ağzı, burnu kan içindeydi, dövüldüğü aşikârdı. Ona doğru yürüyecekken bir el kolumu tuttu. Kolumu tutan elin sahibi Baha’ydı. Başına kapüşonu çekmiş, yüzünü gizlemeye çalışıyordu. Beni daha geriye çekmeye çalışınca direndim. Bana karşı çıkamayacağını anlayınca önüme geçip beni kamufle etmeye çalıştı.   Yerdeki çocuk oldukça korkmuş görünüyordu. Etrafa yalvaran gözlerle bakıyor, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Çocuğun arkasına baktığımda yarım daire bir masaya oturmuş yaşlı kişileri gördüm. Hilal oluşturmuşlardı. Masanın şekli bu benzetmeme çok uygundu. İçlerinden birini tanıdığımda sarsıldım. Yani şu anı izleyen ben sarsıldı. Babaannemdi, üstünde yine şık bir siyah gömlek vardı. Oturduğundan başka inceleyecek bir şey bulamadım. Oldukça sıkıntılı görünüyordu.   Masada oturan diğer insanları saydım yedi kişilerdi. İçlerinden biri boğazını temizleyip başını salladı. Adamın baktığı yere bakınca iri kıyım, genç bir adamın çocuğa yaklaştığını gördüm. Çocuğun üzerine eğilip yakasından tuttuğu gibi havaya kaldırdı. Yüzüne baktığında çocuk korkudan kaskatı kesilmişti. Direnmiyordu, sadece gözlerini iri kıyıma dikmiş, ayırmıyordu. Sonra çocuğun yüzünde bir tuhaflık olduğunu anladım. Yanakları gittikçe içe göçüyor, kararıyordu. Sömürülüyordu
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE