Gazeli🤍
Bu. Gazel’in Anlatımı – Yıllar Önce
Onun düğününden sonra günlerce hasta gibiydim. Aslında hasta değildim… ama kalbim hastaydı. Çaresiz bir hastalık gibi, sanki kanserin son evresindeydim.
O gün kalbimin acısından gökyüzü titredi sandım. O gece, sabah olmayacak sandım… ama sabah oldu.
Ama ben artık eski Gazeli değildim.
“Allah’ım, yıllardır sevdiğim adamı bana haram kılma… Ne olur Allah’ım, ne olur.”ettigim dua ile,
Çamura bulanmış ellerimle yerden kalkmaya çalışıyor, yağan yağmurun altında harap bir halde yalvarıyordum. Yüzüme vuran yağmur, gözyaşlarıma karışıyordu.
“Hayır… hayır, Allah’ım, ne olur o evlenmesin. Ne olur bana bu aşkı haram kılma.”
Bu duayı ne çok ettim bir bilseniz…
Hakkım var mıydı? Hayır, yoktu. Ama kalbim, günden güne büyüyen bu aşkla utanmadan dua ediyordu.
Unutmak için değil… aşkını kalbime haram kılmamak için.
En son annemin ölümünden sonra bu kadar yanmıştı canım. O zaman sekiz yaşındaydım.
İnsan hiç görmediği, kendisini bilmeyen bir adamı sever mi demeyin… Ben yıllarca beni görmeyen, bilmeyen o adam uğruna delirdim.
Kalbim onu uzaktan sevdi.
Sadece sevdi… Ona sarılmayı bile hiç hayal etmedim.
Biliyordum, o benim olmayacaktı. Ama ben de ondan başkasını istemiyordum.
O olamayacaksa, kimse olmasın diyorum.
Oturduğum çamurun içinden Acılarım elbisemin eteklerinden akıyordu.
Gecenin karanlığında, yağmurun altında toprağın acımı alacağını sanarak dizlerimin üzerine çöktüm. Ayaklarım, sanki bana ait değildi artık. Beni taşımıyordu.
“Evlenecekmiş,” dediler.
O an içim çekildi, can çekişir gibi oldum.
“Rodi o kızı almak için bütün Mardin’i alt üst etmiş,” diyorlardı.
_Öyle mi? diyor kalbim orta yerinden çatlamış gibi.
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Dolan gözlerimle, abimin en yakın arkadaşı Ravend abiyi düşündüm… Çünkü Rodi, onun kardeşiydi.
Benim yıllardır uzaktan sevdiğim adam…
Rodi, sevdiği kadını berdel ile evlendirileceğini öğrenince bütün aşireti karşısına almış, Ravend abiyle birlikte sevdiği kızı zorla almıştı.
Benim sevdiğim adam sevdiğini almıştı…
“Mutlu olsun,” dedim.
Vallahi mutlu olsun diye çok dua ettim.
Ama ellerimi açıp “acıma hafiflik, dedim .
gönlüme ferahlık ver” diyemedim.
Çünkü yerin ve göğün sahibi aşkımdan haberdar olduğu gibi unutmak için yalvarırsam unutturacağını da biliyordum.
Ben unu unutmaktan korkuyordum.
Rodi, uğruna bütün Mardin’i karşısına aldığı kadını sonunda almış.diyorlardı.
“Sevdiğine ne güzel sahip çıkmış,” dedim ağlarken.
Ona taş kalpli derdim taş kalpli olmasaydı aşkımı hissederdi.hep, meğer taş değilmiş… Kalbi,
canı istediğinde ne güzel severmiş.
Canı pahasına koruyup sevebilen bir adam olduğunu o gün anladım.
Canım yanıyordu. Vallahi canım paramparça olmuştu.
Aldığım nefes bile eziyet gibi geliyordu.
Rodi, Mardin’in en güçlü aşiretlerinden Kılıçoğlu Aşireti’nin ağası Ravend’in doktor kardeşiydi.
Ama şimdi siz, benim hikâyemi okuyacaksınız sanıyorsunuz.
Yanılıyorsunuz… Bu hikâyenin asıl kızı ben değilim.
Yan karakteri bile değilim.
Rodi’nin karısı mı, sevgilisi mi?
Ben bu hikâyenin neresindeyim bilmiyorum.
Belki sadece nefesindeyim.
Ama bu hikâyeyi ben yazdım.
Belki bu hikâyenin baş kahramanı değilim, ama Arş’ın sahibi biliyor:
Bu aşk, benim kalbime aitti.
Beni bile içine almayan, sadece onu seven bir kalbe.
Uzaktan sevmek bile bana haramdı.
Allah'ım Şimdi ben onu sevmeden nasıl yaşayacağımı bilmiyorum.
Ben bilmiyorum ki kendimi bildim bileli onu severek yaşadım Şimdi onu sevmeden nasıl yaşanır nasıl yemek yenir nasıl oyulur bilmiyorum.
Kavuşmak zaten yoktu ama şimdi çok farklıydı.
Gözyaşlarım üzerime yağan yağmur kadar çok aksın istedim.
O kadar çok ağlamak istedim ki, sonunda yorulup olduğum yerde can vermek…
“Mutlu olsun Allah’ım,” dedim, “vallahi mutlu olsun.”
Tek isteğim buydu.
Ama bu lanetli kalbim, bu kadar acıya nasıl dayanacaktı?
Biz ayrı dünyaların insanlarıydık.
O bir doktordu, ben ise bir şifacı.
O, ellerime hurafe derdi; ben onun için kalbimi şifasız bıraktım..
Kendi derdine derman olamayan bir şifacı…
Ne gülünç, değil mi?
Ama o beni sevmiyordu işte.
İnsanların bana “Ay’ın güzel kızı şifacı Gazeli” demesi umurumda değildi..
Çünkü ben çok çirkindim.
Güzel olsam beni severdi demi .
Uzakta olsam bile severdi ben de uzaktayım ve onu sadece onu seviyorum.
Bütün dünya bana güzel dese ne olurdu, o beni görmedikten, sevmedikten sonra?
İnsanların parmakla gösterdiği bir güzelliğim varmış.
Ama ben olmayan güzelliğimi bahtımın karasıyla ödedim.
Kalbimin ortasına saplanmış cam kırıkları gibi…
Sussam acıtıyor, konuşsam kanatıyordu.
O kadar çok ağladım ki…
Her defasında başa sardım, çünkü canım çok acıyordu.
Yıllarca görmediğim adamı kaybetmenin ve unutamamanın acısıyla ağladım.
Unutamadığım şimdi o evleniyordu.
“Allah’ım… nasıl evlenecek? Hiç mi hissetmedi içimden yükselen o koca koca hisleri?
Aşk varsa his vardır; his varsa neden hissetmedi ki?”
Demek ki benim aşkım hevesmiş…
Yıllarca sürmüş olsa da eğer o hissetmediyse, aşk değildir belki de dedim.
Ama bu ne geçmez bir heves.
Heves ne diyeyim 2 günlük değil midir benimki niye bir ömür.
Onu nasıl unuturum bilmiyorum.
Ama artık onu görmekten… ödüm kopuyor.
Ya bir gün karşıma çıkar da, yanında o kadınla, gelinliğiyle görürsem?
Nasıl dayanırım, Allah’ım, ben o manzaraya nasıl bakarım?
Kimse bilmiyor onu sevdiğimi.
Bir tek bizi Yaradan biliyor.
Belki Rodi habersizdi benden, ama bizi yaratan habersiz değildi.
Beni görüyordu.
Ve ben…
Sevdamı alıp tövbe kapısına dayandım.
Tövbe ettim onu sevdiğim için…
Tövbe ettim onu unutmak elimde olmadığı için…
Tövbe ettim, onu gören gözlerimin her defasında ağlayarak ettiği dualar için…
Tövbe ettim, unutmak için bizi Havva ve Adem'den yaradana yalvaramadığım için.
“Unuttur Allah’ım,” diyemiyorum.
Her şeyi söylüyorum ama bunu diyemiyorum.
Unutsam… ölecek gibiyim.
Ölmek nasıl bir şey bilmiyorum ama bu acının ölümden farkı olmadığını biliyorum.
“Rodi, Şevin’i çok seviyormuş,” diyorlar.
Allah affetsin ama… çok zoruma gidiyor.
Kalbim, deli gibi kıskanıyor.
Gözlerimin göreceklerinden korkuyorum.
Ama hissediyordu… biliyorum.
Ona olan aşkımı hissediyordu, aksi mümkün değildi.
Aklım_ hissetmiyor.diyor.
Ama kalbim_ biliyor. diyor
Ne zaman başımı kaldırsam, onunla göz göze gelirdim.
Ve o anlarda, kalbim sanki yerinden çıkacak gibi atardı.
O benim yüzümü yalnızca bir kaç kez, çocukken görmüştü.
Sonra… artık hiçbir erkek yüzümü göremedi.
Çünkü on iki yaşından beri, eğer bir erkek yüzümü görse, o gece sabaha kadar dövülürdüm.
Hayal değil bu, rüya değil, kabus da değil.
İnsanoğlundan önce yaratılmış olanlar… beni döverdi.
Kül ve ateşten yaratılanlar beni rahat bırakmıyorlar onu sevdiğim için.
Ama aşkı beni çoğu kez koruyor belkide o yüzden aşkına tutundum bilmiyorum.
Karşımda insan suretine bürünmüş o varlık,
“Seni öldürürüm,” diye tehditler etsede boş çünkü canım çok yanıyordu.
O günü hiç unutmuyorum…
hatırlamak bile istemiyorum.
Sabaha ölü gibi günlerce konuşmadan yatakta kaldım.
Elim ayağım tutmuyordu Korkudan.
İşte o gün yüzüme çarşaf taktım.
O günden sonra, nikâhım düşen hiçbir erkek beni görmedi.
Bütün bedenimi örttüm; çarşaf, benim sığınağım oldu.
Rodi bile… evet, Rodi bile beni bir daha görmedi.
Ve şimdi, sonsuza dek onun aşkıyla yaşayan ama başkalarına şifa dağıtan ellerim,
hiçbir zaman kalbimin üstündeki yaralara derman olmayacaktı.
Bütün gece oturduğum yerden kalkamadım.
Başımı kaldırıp, gökyüzünü aydınlatan şimşeklere baktım.
“Allah’ım… duy beni, gör beni!” diye bağırdım.
Yağmur dindiğinde, üzerimdeki çamur ve ıslaklıkla hâlâ oradaydım.
Güneşin ışıkları üzerime doğuyordu ama
benim içim karanlıktı.
Ruhum… karanlıktı.
Eskiler Birini özleyince, canın sağ olsun de,Yel essin, kokusunu getirsin.”derlermiş.
Ben yıllarca o yeli bekledim…
Essin… kokusunu getirsin diye dua ettim.
Evet… Onu yıllarca uzaktan, karşılıksız sevdim.
Sadece bir kez… bir kez olsun kokusu burnuma dolsun istedim.
Vallahi başka hiçbir şey dilemedim.
Hiçbir zaman etrafıma bakmadım, çünkü benim gözlerim hep uzaklardaydı.
O gelmeyecekti, bunu biliyordum… ama yine de bekledim.
Onu beklediğimden haberi bile yoktu.
İnsan birini bu kadar uzaktan sever mi, derseniz…
Evet, severmiş.
Asıl aşk uzaktan sevmekmiş.
Asıl cesaret, dokunamayacağını bile bile sevmekmiş.
Yakınındakini herkes sever… ama uzaktakini sevmek yürek istermiş.
Şimdi o uzak olan… artık bana haram.
Ben çocukluğumdan beri onu seviyorum.
Onu unutmak nasıl birşey.
Bu düşünce bile, içimdeki acıları bıçak gibi kesiyor.
O gece…
Oturduğum yerden kalkmadım.
Ateşten ve gri külden yaratılmış, insan oğlundan önce var edilmiş o varlıklar yine geldiler.
Allah’ın başka kulları… beni sabaha kadar dövdüler.
Ama benim kalbim onlardan bile çok acıyordu.
İlk defa o gece korkmadım onlardan.
Güneş yeryüzüne inerken, hepsi kayboldu gitti.
Çamura batmış çıplak ayaklarımla evin arka bahçesinden içeri girdim.
İçimde, koca bir boşluk vardı.
Ruhum kararmıştı.
“Keşke,” dedim içimden, “annemin dizine başımı koyup ağlayabilsem…”
Alt kattaki banyoya sığındım.
buz gibi suyu üzerime döktüm.
Üşüyen kaburgalarımın altında yanan kalbim… sanki cehennemden bir parça taşıyordu.
Ağlaya ağlaya yıkandım.
Bedenim çamurdan arındı ama kalbim hâlâ onun aşkına bulanmıştı.
Aklım “Sevme seni sevmeyeni,diyor.
Sanki elimde mi sevmemek?
Ne zaman unutmaya kalksam, o gece rüyama giriyor.
Unutma, der gibi…
Vallahi onu unutmama izin vermiyor.
Aşk bu işte.
Karşılık beklemeden insanı aşığa, maşuka çevirir.
Herkesin hissedebileceği kadar büyük ama onun göremeyeceği kadar önemsizdi benim aşkım.
Anlatmıyorum artık.
Çünkü kimse anlamıyor.
Uzaktan sevmek, aşkların en zoru.
Sarılmadığın bir bedenin kokusunu özlediğinde başlar insanın yüreğinde gurbet.
O gurbet beni yakıp yıkıyor.
Banyoda Ne kadar kaldım bilmiyorum.
Ellerim buruş buruş olmuştu.
Ben nasıl dayanacağım bilmiyorum, Allah’ım.
Ben tek sığınağım yaradandı.
Ben, Rabbime her dua ettiğimde sadece onu diledim.
Başka hiçbir şey istemedim.
Şimdi ondan vazgeçmeyi nasıl isteyeyim.
Abim dün dedeme,
“Rodi evlenecekmiş, Ravend bizi de çağırmış,” dediğinde
yemin ederim, midemdeki binlerce kozasından daha çıkmayan kelebeklerin tamamı o anda öldü sandım.
Kalbim öldü.
Ruhum, yavaş yavaş bedenimden çekildi sanki.
“Rodi evleniyor…”
Bu cümle, kafamın içinde yankılanıp durdu.
Evet, sevdiği kadını almıştı. Mutluydu.
Ben ise… iki sevenin kara gölgesiydim sadece.
Titreyen elimle başımı eğdim.
Ağzımdaki lokmayı yutmaya çalıştım, ama geçmedi.
Boğazımda düğümlendi.
Sofradan sessizce kalktım, yüzümdeki örtüyü kapattım.
“Gazel,” dedi abim, “iyi misin? Neden kahvaltı yapmadın?”
Konuşamadım.
Diyemedim, “Son lokma acı geldi.”
Diyemedim, “Birisi yüreğimi değiştiriyor.”
Sessiz kaldım.
Abim bir kez daha seslendi:
“Gazeli?”
Dedem, Şeyh Halit, araya girdi:
“Hammadi, karışma. Bırak… Mardin’e gideceğiz ya, annesini özlemiştir.”
Abim başını salladı.
“Annemizi çok özlüyorsun, değil mi?” dedi.
Alt dudağımı ısırdım.
Masaya damlayan gözyaşlarımı kimse fark etmedi.
Sofrayı toplamaya başladım.
Mutfağa geçip bulaşıkları yıkadığım sırada.
Titreyen ellerim, bilmem kaçıncı bardağı kırdı.
Nasıl gidecektim onun düğününe?
Onun mutluluğunu görmek beni mutlu etmeliydi ama olmadı.
Sorun bendeydi.
Durmayan gözyaşlarımda… ve acıyan kalbimin sancısında.
Abim, sevdiği kadını göreceği için mutluydu.
Lorin Kılıçoğlu… Ravend abinin kalbi ve kardeşi Lorin.
Abim can dostu ya ben de abi için kendini de Lorin'i de yakıyordu.
Onların hikâyesi başka bir acıydı.
Dünden beri kaç saç telim beyazladı, bilmiyorum.
Kaç yaş geçip gitti gencecik ömrümden…
Oturduğum bahçeden Mardin’in ışıklarına baktım.
Uzakta, küçücük ama ışıl ışıldı.
Akşam olunca damda oturuyordum.
Abimin ayak seslerini duyunca yüzüme peçemi indirdim.
Gözyaşlarımın hesabını sormasın diye.
“Gazel, ne yapıyorsun?” dedi, heyecanlı bir sesle.
Gülümsedim.
“Hiç,” dedim sadece.
“Hazırlan, Mardin’e gidiyoruz,” dedi.
Şaşkınlıkla yüzüne baktım.
O beni göremiyordu ama ben onu net bir şekilde görüyordum.
“Ravend dedi ki, siz erken gelin,” dedi abim.
“Bizi davet ediyorlar.”
“N-Ne yani?” dedim, sesim titreyerek.
“Biz de mi istemeye gideceğiz?”
Abim derin bir nefes verip başını salladı.
“Evet Gazel,” dedi. “Ravend, bütün aşiretleri karşısına alıp Şevin’i Rodi’ye aldı dedem ve bizimde olmamızı istiyor”
Gözyaşlarım gülümseyen dudaklarımın üzerinden süzülüp yanaklarımı ıslattı.
“Başka?” dedim sessizce, sanki bir mucize duyacakmışım gibi.
“Abi, kızı nasıl berdel vermişler?”
Abim sigarasını içti, dumanını içine çekip gökyüzüne üfledi.
“Abisi kız kaçırmış. Babası da kızı oğluna berdel diye vermiş.”
Bir süre sustuk. Benim içimdeki sessizlik onunkinden çok daha gürültülüydü.
“Sonra ne oldu?” dedim fısıltıyla.
“Gazel,” dedi, dudaklarının kenarında yorgun bir tebessüm belirdi, “sen iyice dedikoducu oldun.”
Gülmedim. Karanlığa baktım sadece. Karanlığın içinde kendimi seyrettim.
O da sustu, yanımda oturdu. İkimiz de kendi sessizliğimize gömüldük.
Bir süre sonra sesini yumuşattı:
“Gazel, neden saatlerce tek başına oturuyorsun?”
“Hiç,” dedim. “Seviyorum yalnızlığı.”
Oysa ben eskiden yanlızlıktan korkardım.
Başını salladı, anladığını belli eden o ağabeyce ifadeyle.
“Ben kızlar gibi dedikodu yapamam ama her zaman yanındayım, bunu bil.”
O an içimde bir şey kırıldı.
Annemden sonra tutunduğum tek dalıma baktım.
“Benim canım sana kurban olsun,” dedim, “sen olmasan ben ne yapardım?”
Ağladığımı fark edip elini peçeme uzattı. İzin vermedim. O da sessizce beni kollarının arasına aldı.
“Abi,” dedim hıçkırıklarımın arasında, “annem olsaydı böyle olmazdı, değil mi?”
Abim burnunu çekti. “Olmazdı Gazel… Annem kötü hiçbir şeye izin vermezdi.”
Bir çocuk gibi ağladım onun kollarında.
“Annemin yokluğuna alıştım sanıyorum bazen,” dedim, “ama sonra kaburgalarımı kıracak bir özlem geliyor. Burnumda kokusu, içimde boşluk...”
Abim saçımı okşadı kendimi biraz daha iyi hissettikten sonra.
Abimin kollarından geri çekildim.
_iyi misin.
_ iyi abi.dedim sarılması o kadar iyi gelmişti ki bana meğer ne uzun zaman olmuş birine sarılıp ağlamak.
“Tamam hurafe, hadi... . Dedem bekliyor.”
Gözyaşlarımı sildim. Gülmeye çalıştım ama sesim titriyordu.
Yemekten sonra odama çekildim. Bütün gece boş duvarı izledim.
Kalbime koyan, onu bana nasip etmiyordu.
Ve ben… şimdi onun istemesine gidecektim.
Sabah namazından sonra yola çıktık.
Her kilometre, yüreğimden bir parça kopardı sanki.
Kaç bahar geçmişti onu görmeyeli bilmiyorum ama içimdeki sevda bir ömür eskimemişti.
okuduktan sonra paylaşabilir misiniz 🤍🫠