Bölüm 1
Ela Öztürk
Elimdeki sıcak kahveden bir yudum daha alırken göğü kızıllaştırmaya başlayan güneşi izlemeye devam ettim.
Her zaman ki gibi güneş doğmadan uyanmıştım.
Sözde bu güzel tatil günümde öğlene kadar uyuyacaktım dimi ben? Peki neden her sabah olduğu gibi yine güneşi izliyordum?
Aptal sorularımı bir kenara bırakıp git gide kendini belli eden güneşe yoğunlaştım. Ocak ayında olduğumuz için hava buz gibiydi ve Ankara her zamanki gibi soğuğu ile titrememe sebep oluyordu.
Üstümde en kalın hırkam, ayaklarımda en sevdiğim panduflarım olsa da soğuk hiçbirini takmıyordu.
Titrememi engellemek için elimdeki sıcak kupayı biraz daha sıkı tuttum.
Hafta içi işe giderken her gün tatil günümde uyuyacağıma dair kendime nutuklar çekiyordum ama yine ve yine sabahın köründe kalkıyordum.
Cidden artık bu durumdan çok sıkılmıştım.
Sahi ben en son ne zaman huzurlu ve uzun bir uyku çekmiştim?
Sorumun cevabı zihnimin gerisinde ağır ağır oynamaya başlarken dolan gözlerimi sıkıca kapattım.
“Ela hadi kalkalım artık neredeyse öğlen oldu?” Kemal’in sesiyle uykum hafiflese de mırıldanarak sıcak bedenine biraz daha sokuldum.
Başımın altında göğsü titreşirken kulaklarıma güzel kahkahası doldu. Gözlerimi hızla açıp başımı biraz geriye attım ve her defasında beni kendine hayran bırakan gülümsemesini izledim.
Kemal gülmeyi bırakıp bana bakmaya başladığında hızla gözlerimi kapatıp yüzümü göğsüne sakladım.
“Küçük bir kız gidisin güzelim? Devamlı yaramazlık yapıyorsun.” Sözlerine kıkırdarken omzumu umursamazca silktim.
“Bugün hafta sonu ve kocam evde. Neden tembellik yapmayayım ki? Sana sarılıp uyumak istemem suç mu?” Sözlerim son bulurken başımı hafif kaldırıp kedi yavrusu bakışlarımı gözlerine diktim.
Kemal çenemden tutup yüzümü kaldırdı ve dudaklarıma kalbimi hoplatan bir öpücük kondurdu.
“Karım isterse tüm gün uyuruz.” Derken kollarını bana iyice sarıp yatağa daha çok gömülmemizi sağladı.
Memnuniyetle gözlerimi kapatırken içimdeki huzurla Kemal’e daha sıkı sarıldım.
Göz yaşlarım benden izinsiz dökülürken öfkeyle sildim. Sildiklerimin yerine yenileri hızla akarken gözlerimi araladım.
Güneş çoktan tepeye çıkmış, sokakta hareketlilik bile başlamıştı.
Ben kaç saattir yine onu düşünüyordum? Kaç saattir yine kendime en büyük işkenceyi ediyordum?
Öfke benliğimi ele geçirirken hızla ayağa kalktım. Önce balkonda duran kombiyi kapattım sonra da balkonun kapısını açıp sıcak eve girdiğimde kapıyı açık bıraktım.
Üzerimdeki hırkayı çıkartıp tekli koltuğun üzerine attıktan sonra hızlı adımlarla mutfağa geçtim. Tezgahın altındaki dolaptan çamaşır suyunu çıkartıp önümdeki beyaz tezgaha boca ettim.
Süngeri elime aldığımda hızla tezgahı ovalamaya başladım. Az önce hatırladığım anı tekrar tekrar aklımda oynarken daha sert ovmaya başladım.
“Salak Ela! Salak! Salak!” Kendime olan öfkem an be an gözümü karartırken göz yaşlarımdan dolayı tezgahı göremez hale gelmiştim.
“Hala nasıl düşünürsün? Hala nasıl onu hatırlarsın! Nasıl! Bu kadar mı salaksın sen!” Bastırmaktan acıyan elimi umursamadan tezgahı ovalamaya devam ettim.
Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu ama ben tüm hırsımı önümdeki aptal fayanstan çıkarıyordum. Sanki onun bir suçu varmış gibi.
Peki benim suçum neydi? Neden her şey beni bulmuştu?
Dizlerimdeki tüm güç bir anda çekilince tezgahın kenarını sıkıca tuttum. Bedenim dizlerimin üstüne sertçe düşerken hıçkırıklarım boş evin duvarlarında yankılanmaya başladı.
Yaşadığım her şey bir bir gözlerim önünden geçerken kendi halime acıdım. Ben değil miydim senelerce unutmak için deli gibi çaba gösteren?
Ben değil miydim kendime yepyeni bir hayat kurup her şeyi arkasında bırakan?
Ben değil miydim artık hepsi geride kaldı diyen?
Neden şimdi en ufacık bir anıda bu kadar canım yanıyordu? Bu kadar mı güçsüzüm ben? Bu kadar mı acizim?
Hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere dönüşürken tekrar tekrar olanları düşündüm. Kendime çektirdiğim en büyük eziyetti düşünmek. Ben ne zaman düşünsem o zaman dağılır ve uzun bir süre kendimi toparlayamazdım.
Oysa ki uzun zamandır düşünmüyordum. Beni içine çeken tüm bu anılardan uzak durmayı başarıyordum.
Neden şimdi bir anda ortaya çıkmıştı?
Telefonumun sesiyle yerimden sıçradım. Sanki biri beni görüyormuş gibi telaşla gözlerimi sildiğimde elimde kalan çamaşır suyu yüzünden gözlerim yandı.
“Ah! Salak Ela salak.” Hızla yerden kalkıp lavaboya eğildim ve ellerimi durularım.
Gözlerime su değdirdiğim an yanması artsa da peş peşe bol suyla yıkadım. Yanması geçtiğinde suyu kapatıp artık yerini ezberlediğim kağıt havluya uzandım.
Yüzümü kuruladıktan sonra ağır ağır gözlerimi açtım. Sanki iğne batıyormuş gibi canım yanarken inledim.
İnatla susmayan telefonuma içimden saydırırken gözlerimi ovuşturup tekrar açmayı denedim. Bu sefer birkaç saniye açık tutmayı başarmıştım.
Birkaç denemenin sonunda tamamen açmayı başardığımda ilk başta net göremedim. İçimi ufak bir korku kaplasa da bekledikçe netleşen görüntüyle rahat bir nefes aldım.
Kör olmaktan kurtulmayı başardığımda mutfaktan çıkıp salonuma geçtim. Orta sehpadaki telefonumu aldığımda hızla cevapladım.
“Ne var başımın belası?”
“Sana da günaydın Eloşum. Yine bu sabah çok pozitifsin.” Rüya’nın enerjik sesi ile gözlerimi devirdim.
“Rüya kuzum sabah sabah beni rüyanda mı gördün Allah aşkına? Senin kocanın koynunda olman gerekmiyor mu?”
“Zaten koynundaydım kuzum ama çıkalı baya oldu hatta kahvaltı bile yaptık. Ayrıca saat öğlen oldu bebeğim.” Dediğinde telefonu kulağımdan uzaklaştırıp saate baktım.
Öğleden sonra 1 olmuştu. Ben kaç saattir ağlıyordum?
“Ela iyi misin sen?”
“İyim Rüya’cım. Kitap okumaya dalmışım o yüzden saati fark etmedim.” Dediğimde Rüya karşı tarafta homurdandı.
Kaşlarını çatmış hali gözümün önüne gelirken sırıttım. Benim deli arkadaşım.
“Şu canım cumartesi günü oturup kös kös kitap mı okuyorsun Eloş? Kızım gençsin, güzelisin ve bekarsın. Azıcık kıymetini bilsene!” Ben ağzımı açamadan Alp’in;
“Rüya!” Diye bağırdığını duydum.
“Eyvah duymuş. Benim kapatmam lazım.” Hızla suratıma kapanan telefonla kahkaha attım.
Alp, Rüya’nın canına okuyacaktı.
Telefonu kenara koyarken şöyle bir eve baktım. Sanırım güzel bir temizlik yaparsam bana iyi gelecekti.
Ayağa kalktığımda bakışlarım kısa bir an mutfağa takıldı. Olanları düşünmemek için hızla yatak odama geçip temizlik yaparken giyindiğim taytımı ve bol tişörtümü giyindim.
Saçlarımı da tepemde topuz yapınca hızla temizliğe giriştim. Önce salonun perdesini söküp makineye attım.
Sonra da gerekli olan malzemeleri alıp camı silmeye giriştim. Neredeyse bir duvarı komple kaplayan büyük camı sildikten sonra hafif geri çekilip kontrol ettim.
Hiçbir leke kalmadığını görünce gülümseyerek ortalığı toplamaya başladım. Yüksek ihtimalle akşamüzeri yağmur yağacak ve camı kirletecekti ama pek umurumda değildi.
Ortalığı toplama işim bitince süpürgeyi elime alıp tüm salonu güzelce süpürdüm. Süpürgeyle işim bittiğinde tüm salonun tozunu aldım.
Viledayı hazırlayıp önce koltukların altını sildim. Onları yerine ittiğimde geri kalan alanı sildim. Kuruması için salonu o halde bırakıp yatak odasına geçtim. Buranın tülünü de indirip camını sildim.
Yatağın çarşaflarını ve nevresimlerini değiştirdikten sonra güzelce süpürüp, tozunu aldım. Son olarak yerini de sildikten sonra salona geri döndüm.
Halısını serip orta sehpayı da koyduktan sonra duran makinedeki tülü alıp astım ve yatak odasının tülünü attım.
Saatler birbirini kovalarken sonunda tüm evin işini bitirdim. Bir artı bir stüdyo daire olsa da kafamı dağıtmak için temizliğe giriştiğimde bu küçücük evi bile saatlerce temizliyordum.
Bu eve ilk geldiğim zamanı düşünürken tekrar bir ağlama krizine girmemek için hızla düşüncelerimi uzaklaştırdım.
Burası Alp’in bekar eviydi ve ben Ankara’ya yerleştiğimde boştu. Alp burada istediğim gibi kalabileceğimi söylediğinde itiraz etsem de faydası olmamıştı.
Bir hafta içinde Rüya’nın zorlamasıyla eve eşyalar almış ve burada yaşamaya başlamıştım.
O zamanlar gözüm hiçbir şey görecek halde olmadığı için evi rüya dizmişti. Ben ise peşinde sadece boş bir çuval gibi sürüklenmiştim.
Tüm evi yeni bir başlangıç yapacağımı söyleyerek bembeyaz dizmişti. Salonumda büyük ve oldukça rahat beyaz bir köşe takımı vardı. Üzerinde rengarenk yastıklar diziliydi ve onlara her baktığımda içimin açılmasını sağlıyorlardı.
Tüm Ankara’yı ayaklarımın altına seren camın önünde beyaz bir sallanan sandalye ve zigon sehpa vardı. Sandalyenin yastıkları ile zigon sehpa uçuk mavi rengindeydi.
Onlarla aynı tonda büyük bir halı tam ortada duruyordu ve üzerinde beyaz küçük bir orta sehpa vardı.
Televizyon izlemeyi sevmediğim için evimde televizyon yoktu. Onun olması gereken duvarda boydan boya yapılmış şık bir kitaplık vardı ve içini sevdiğim kitaplar dolduruyordu.
Salon ile birleşik olan Amerika mutfağını bu alandan ayıran ise ada tezgahıydı. Bir ucunda ocak ve davlumbaz vardı. Diğer tarafını ise yemek masası olarak kullanıyordum.
Rüya ve Alp’ten başka misafirim olmadığı için bana fazlasıyla yetiyordu. Yemek masamın iki tarafında karşılıklı rahat bar tabureleri vardı.
Mutfak dolaplarım bembeyaz duvarlarım ise buz mavisi rengindeydi. Rüya bana öyle bir ev yapmıştı ki içine ilk girdiğimde gerçek olmadığını düşünmüştüm.
Ona hayaller kurarken anlattığım, hep o sahip olmak istediğim evi yapmıştı.
Salonumun hemen karşısında küçük bir ara hol vardı. Dış kapı bu holün ortasındaydı. Sağ taraf mutfağa açılırken sol taraf banyoya açılıyordu.
Banyonun yanında ise yatak odam vardı.
Telefonum bir kez daha çaldığında daldığım düşüncelerden sıyrıldım.
“Rüya’cım sen hala yaşıyor musun?” Telefonu açarken sırıtmaya başlamıştım.
Canım arkadaşımın Alp’ten kurtulması yaklaşık 3 saatini almıştı.
“Sus sus hiç sorma Ela. Vallahi elinden zor kurtuldum.” Ben gülerken o da gülmeye başladı.
“Neyse bırak şimdi bizi. Ben seni akşam yemeğe geleceğimizi söylemek için aradım ama Alp yüzünden unuttum.” Demesiyle gözlerimi devirdim.
“Kızım siz neden her hafta sonu ya bendesiniz ya da beni peşinize takıyorsunuz? Karı koca baş başa takılsanıza!” Sitemle konuştuğumda Rüya homurdandı.
“Çok konuşma Eloşum. Akşam yedi gibi sendeyiz.” Telefon bir kez daha suratıma kapandığında kahkaha attım.
Kaç yaşına gelirse gelsin bu kız hiç büyümeyecekti.
Üç saatimin kaldığını görünce hızla mutfağa girdim. Dolabı açıp neler yapabileceğimi düşünürken aklımdan ihtimalleri geçirdim.
Sonunda kararımı verdiğimde önce kıymayı çıkartıp mikrodalga yardımıyla çözülmesini sağladım.
Sonra da patlıcanları çıkartıp suya bastım. Üzerine biraz tuz attıktan sonra kenara koyup çorbayı yapmaya başladım.
Alp sevdiği için ezo gelin çorbası yapmaya karar vermiştim. Malzemelerini güzelce yıkayıp kenara koyduktan sonra düdüklü tenceremi çıkartıp ocağa koydum ve çorbaya başladım.
Her ne kadar düdüklü kullanmaya korksam da yemekleri yaparken çok yardımcı oluyordu.
Çorbanın tüm malzemeleri ekledikten sonra suyunu da koyup kapağını kapattım ve pişmeye bıraktım.
Tatlının malzemelerini çıkartıp yalancı tavuk göğsü yapmaya başladım. Alp bu tatlıyı da çok seviyordu. Yemeği Rüya’nın sevdiğinden yaptığım için çorbayı ve tatlıyı da Alp’in sevdiğinden yapıyordum.
Tatlıyı bitirdiğinde soğuması için dolaba attım.
Ana yemeğe girişeceğim sırada telefonum bir kez daha çaldı.
“Efendim Rüya’cım.”
“Güzelim Alp’in bir arkadaşı da bizimle gelse olur mu?” Rüya’nın sorusu ile duraksadım.
Genelde benim yanıma kimseyi getirmezlerdi.
“Gelmesinde bir sorun yok da çöpçatanlığa bürünmedin dimi Rüya’cığım?”
“Yok be Eloşum valla bu sefer masumum. Haberin yoktu Alp arkadaşına söz vermiş. Bende sana söz verince beraber gidelim dedik.” Duyduğum açıklamayla rahatladım.
Rüya bana birçok kez Alp’in arkadaşlarını ayarlamaya çalıştığı için artık temkinliydim. Ona bir türlü hayatımda kimseyi istemediğimi anlatamadığım için önlemimi bu şekilde alıyordum.
“Tamam canım buyursun gelsin o zaman.”
“Tamam canım. Görüşürüz.”
“Görüşürüz.” Bu sefer normal bir şekilde kapanan telefonla işime kaldığım yerden devam ettim.
Karnıyarığı da bitirdiğimde ot tavasını yapmak için pırasaları ve pazıyı ince ince doğradım. Biraz mısır unu ve tuz ekledikten sonra güzelce karıştırıp tavaya koydum.
Üzerine bastırarak iyice sıkıştırdıktan sonra üzerini kapatıp bıraktım. Gelmelerine yakın pişirecektim.
Son olarak cacığı da yapıp dolaba koydum. Cacık, ot tavası ve karnı yarık Rüya’nın vazgeçilmeziydi. Tezgahtaki bulaşıkları toparladıktan sonra hızla kendimi banyoya attım.
Duşumu alıp temizlendikten sonra bornozuma sarılıp odama geçtim. Dolabımdan kahve tonlarındaki, balıkçı yaka triko elbisemi çıkardım.
Çekmeceden siyah iç çamaşırı takımımı da aldıktan sonra bedenimi kurulayıp üzerimi giyindim.
Duşa girmeden önce kapattığım kombiyi açıp evin ısınmasını sağlamıştım. Ev sıcak olduğu için çorap giymeye gerek duymadım.
Kısa çoraplarımı giyinip panduflarımı ayağıma geçirdikten sonra banyoya döndüm. Saçlarımı güzelce kuruttuktan sonra at kuyruğu yaptım.
Makyaj yapmayı sevmesem de sabahki ağlama seansım yüzünden gözlerim hala kendine gelememişti.
Bu görüntüyü örtebilmek için kirpiklerime bolca rimel sürüp renksiz parlatıcıyla dudaklarımı nemlendirdim.
Banyoyu toparladıktan sonra mutfağa geçip yemekleri kontrol ettim. Ot tavasının altını yakıp kısık ateşte pişmeye bıraktıktan sonra sofrayı kurdum.
Karşılıklı dört servisi açtıktan sonra peçeteleri ve kaşıkları dizdim. Bardakları da koyduğumda sofra hazırdı.
Ocakta pişen ot tavasını ters düz ettikten sonra dolaba koyduğum cacığı çıkartıp kaselere doldurdum.
Onlarda sofradaki yerini alırken ocağın altını kapatıp ot tavasını servis tabağına koydum. Masa tamamen hazır olduğunda kapı çaldı.
Elimdeki havluyu kenara koyup elbisemi düzelttim. Hızlı adımlarla kapıya gidip açtığımda Rüya’nın;
“İyi ki doğdun Ela!” Diye bağırmasıyla yerimden sıçradım.
Canım arkadaşım boynuma atlarken sarılışına karşılık verip;
“Hoş geldiniz.” Demeyi başardım.
“Hoş buldum güzelim. İyi ki doğdun.” Rüya yanaklarımdan öperken hala şaşkındım.
İnsan kendi doğum gününü unutur muydu? Ben unutmuştum.
Elinde pastayla bekleyen Alp’e gülümsediğimde bana göz kırptı. Tam konuşacakken onun hemen arkasında bana bakan keskin mavi gözlerle karşılaştığımdan kısa bir an nefesimi tuttum.
Karşımdaki maviler bana öylesine dikkatli bakıyordu ki kendimi uzun zaman sonra ilk huzursuz hissettim.
Hatalarım varsa affola.
*Bayan ATABAŞ*