Şişhane metrosuna geldiklerinde vedalaşıp ayrıldılar. Çantasından şapkasını çıkartıp belediye merdivenlerinden Tünele doğru çıkmaya başladı. Uğur nüfus cüzdanıyla büyük bir aşama kaydetse de şuan Beyoğlu’nda olduğundan içini yine kasvet bürümüştü. Bir günde ne kadar uzaklaşmıştı kendinden… Attığı her adımda garip bir korku sarıyordu içini. Hele Yusuf’un söylediği ‘’tek bir sorgulama da her şeyini kaybedersin’’ gerçeği elini omzuna atmış onunla hareket eden bir hissiyattı. Şuan için omzunda ki bu el, vicdandan öte bir şekilde takip ediyordu kendisini. Rahatlayamamasının nedeni belki de oydu. Acaba buna mukabil Cenk’in uzattığı silahı almalı mıydı? Ne yani her hangi bir sorgulama sonrası tutuklama da çıkartıp Polisi vurabilecek miydi? Bunu yapamazdı. Şuan bir anlık günahtan kaçıyordu, kendinin bir anlık toplumunsa 30 yıllık günahından. Şuan bütün toplumun günahını, günahı işleyen çekiyordu. İkinci bir günah; buna kendi vicdanı da katlanamazdı. Planlı programlı bir şekilde, cebinde silahla gezerek adam öldüremezdi.
Asmalı’ ya gittiğinde Neval barda başı önde bir şeylerle uğraşıyordu. Acaba olaylardan haberi var mıydı? İçeri girip bara oturdu;
+ Neval n’aber?
- A Uğur hoş geldin, iyidir senden?
+ İyi, biraz uykusuzum sadece.
- Belli yorgunluk var yüzünde, ne içersin?
+ Bira alıyım.
Neval, Uğur’un düşünceli göründüğü seziyordu. Her zamanki coşkusu yoktu. Hareketlerinde bir durgunluk, bir rahatsızlık vardı. Bardakları sildikten sonra bir bira alıp Uğur’a yaklaştı;
- Uğur sen iyi misin?
+ İyiyim bir şey mi oldu?
- Ne biliyim bi farklılık var sende, canın baya sıkkın gibi, yüzün gülmüyor.
+ Çok güleçtim sanki.
- Öyle değil moralin bozuk gibi.
+ Yok ya, evle alakalı problemlerden uyuyamadım dün gece. Tadilat falan, bu gece de sıkıntı var gibi.
- Hala o evde mi yaşıyorsun Allah aşkına, sana kaç kere taşın dedim. Eğer evde sıkıntı varsa bana gideriz bu akşam.
+ Aslında çok iyi olur, rahat bi uyku çekerim.
- Tamam çıkışa kadar takıl beraber gideriz. Olmadı erken çıkarım, bugün pek müşteri olmaz zaten.
+ Olur bana uyar, nasıl olsa her şey bedava.
Biraz müzik ve insanların gürültüsüyle kafası dağılmıştı. Olaylara dışardan bakabilirse belki daha rahat edecekti. Çevresinde ki herkesin bildiği ya da bilmediği bir sürü günahı vardı ama eğleniyorlardı işte. Hayat bazen de böyleydi. Her saniye kafasında oluşan karabasanla mücadele ederek bir hayat yaşamamalıydı. Çünkü bu yakalanmadan hapsolmak oluyordu. Kendi dünyasına hapsolmanın hiçbir anlamı yoktu. Biraz bulunduğu ortamın rüzgarına kapılıp, olumsuz düşüncelerden kurtulmalıydı. Sadece dikkatli olması her şey için yeterliydi. Sonra Zeynep aklına geldi birden, sanki artık daha da uzaktı kendisine. Vaad edebileceği hiçbir şey yokken, bir de çıkması gereken kocaman bir kuyuyu sunmuştu kendisine. Pazartesi günü izin günüydü, O’nu görmemişti. Özlemişti de… Bu kadar olayın içinde Zeynep bir masumluk abidesi gibi kalmıştı ruhunda. Sanki Uğur ne yaparsa yapsın içinde ki o cennet bahçesi kirlenmiyordu. Sanki Uğur’un içinde ki saflığı temsil ediyordu…
İkinci biradan sonra birkaç yudum votkayla beraber iyice neşesi yerine geldi. Müzik eşliğinde sallanıyor, ara sıra Neval’e takılıyordu. O esnada yanına tanıdık bir sima geldi oturdu;
- Merhaba beni hatırladın mı?
Bir müddet baktıktan sonra;
+ Yiğit di mi?
- Evet, hatırlanmak güzel, nasılsın?
+ Şuan biraz daha iyi, sen nasılsın?
- Bugün keyifli bi günümdeyim.
+ Alla alla ne oldu ki?
- Yarın tatile gidiyorum, iki hafta kafamı dinleyeceğim.
+ Harika. O halde kadehimi senin tatile gitmen şerefine kaldırıyorum. Deyip kadeh tokuşturdular.
- Bu arada seni bulmaya gelmiştim buraya?
+ Nasıl yani?
- Yani tatile gidiyorum işte, anlarsın ya..
Uğur gülümseyerek;
+ Kadın mı lazım? Kadın lazımsa o işe ben bakmıyorum söyleyeyim, aracılık edeceğim bir mesele değil.
Yiğit gülümseyerek;
- Yok abi ne karısı ya.
+ Bilmiyorum öyle bir bakışın vardı.
- Nasıl bir bakışım?
+ Uğur bana kesin karı bulur bakışı.
- Bugün baya eğlenceli görünüyorsun.
+ Ben her zaman eğlenceliyimdir, Neval’e sorabilirsin, değil mi Neval’cim?
Neval;
- Öyle içtiğinde daima gülümser.
Yiğit;
- Ot bulabilir miyiz? Ne dersin?
+ Ama sen hemen iş konuşmaya başladın, şuan tatil günümdeyim, görmüyor musun içiyorum.
Yiğit kahkaha atarak;
- O halde ne zaman rahatsız edelim sizi.
+ Kurumsal bir sektörde çalışıyorum ben. Lütfen saygılı olalım. Önce sekreteryama sormam gerekiyor, Neval hangi günler çalışıyoruz biz?
- Biz mi? Ne zamandan beri biz? Sen çalışıyorsun beni katma pis işlerine.
+ Demek kazan kaldırıyorsun bana, demek artık yalnızsın diyorsun. O halde yakanda ki m*******a rozetini alıp kovuyorum seni şirketimden, siktir git.
Yiğit az önce sohbete katılmasına rağmen, sıcak denilecek bu karşılamayla Uğur’a karşı bir yakınlık hissetmişti. Zaman geçtikçe, çevresinde olanların aksine, insan olmanın verdiği kendine güven, kendi dünyasında bir varoluş örneğiyle karşılaşıyordu. Samimiyet derecesini kendi istediği gibi ayarlıyor, bazen sıkıyor bazen gevşetiyordu. Söylediği birçok şeyi başkası söylese ruhuna batıp incinebilirdi. Ama bu kişi bunu son derece doğaçlama ve kendine özgü bir edayla anlattığı için dokunmuyordu, muhabbete bir ahenk katıyordu. Aksine zaman geçtikçe, alkolünde etkisiyle muhabbet eğlenceli bir hal alıyordu.
+ Hepimiz toplumun bir yüzünü temsil ettiğimize göre Neval bir barmaidi, ben torbacıyı, sende baba parası yiyen bir genci temsil ediyorsun. Bunun da tabi yükümlülükleri var. ‘’Ben mal satmıyorum’’ dersem olmadığı gibi, ‘’ben az içiyorum’’ dersen bu toplum bunu kabul etmeyebilir Yiğit’cim. Bir öğrenciden az alamazsın.
- Neval’e ne görev düşüyor bu toplumsal dağılımda.
+ O’nun bence tek derdi birayı nasıl sulandırırım, daha çok para nasıl kazanırım. Baksana şu biraya, her şey dahil otel birası gibi. Neval;
- Bütün gece içtikten sonra bunu söylemen ne büyük incelik.
+ Ben ikram edildiği için içiyorum hanımefendi, dikkat ederseniz davete binaen geldim. Ve lütfen benim için bu köhne bara sabır gösteren zengin arkadaşımın yanında böyle konuşarak daha fazla küçülmeyiniz. Şimdi bir bira daha alabilirim.
Diyerek tekrar kahkahaya boğuldu.
Bir an olsun her şeyi unutmuş gibiydi. Ne güzeldi. Her şey eskisi gibi. Ara ara gerçeklerle yüzleşir gibi olsa da şuan gelecek dahil hiçbir şeyi düşünmeden sadece mutluluk üzerine konuşmak istiyordu.
Uğur;
+ Sen ne iş yapıyorsun Yiğit?
- Ben Turizm şirketinde yöneticiyim
Uzun bir bakıştan sonra;
+ Duyumu kulağa güzel geliyor, peki işin rahat mı?
- Aslında pek rahat sayılmaz. Turizm her sene başka bir macera.
+ Filmlerde ki gibi bir hayat diyorsun.
- Aslında pek öyle denemez sanki film gibi olan senin hayatın gibi geliyor bana.
+ Sonucu olan her şeyin bir nedeni oluyor. Film gibi bir hayat neden değil sonuç. Ama asıl olan nedenler. Nedenlerin hiç biri de eğlenceli değil.
- Ne biliyim ben hep merak etmişimdir sizin gibilerin hayatını
+ Sizin gibiler derken?
Diyerek gülümsedi Uğur
- Beni yanlış anlama, senin gibi birini her zaman tanıma fırsatım olmuyor. Başka bir dünya sonuçta senin ki. Korkutucu yüzü de var, eğlenceli tarafı da.
+ Röportaj gibi oldu bu.
- Gözlere siyah bir bant ister misin?
Tekrar kahkahaya boğuldular. Muhabbet muhabbeti açıyor farklı dünyalara ait bu iki kişi ne kadar güzel anlaştıklarını birebir görüyorlardı. Yiğit yaşadığı hayatı anlatırken, Uğur ona kendi hayatından örnekler veriyor, bildiğini düşündüğü hayatın komplike yapısını Yiğit’in dünyasına aşılıyordu. Aslında herkes yaşıyordu ama herkes görmüyordu. Yiğit yaşadığı hayatta herkesin var olduğunu fark ediyordu ama o hayatların içinde gerçek Yiğit’in bir yeri olmadığını anlıyordu. Gördüğü bildiği şeyler Yiğit’in sadece görmek istediklerinden ibaret olduğunu idrak ediyordu. Geç saate kadar muhabbetten sonra Neval, Uğur’a dönüp;
- Üstümü değiştireyim çıkalım beraber.
Yiğit bir an düşündü, hayatında tanıma fırsatı olan bu adamı bir kez olsun kaçırdığında tekrar bulamayacağını biliyordu. Güvenilir ve hayata karşı farklı bir bakış açısı vardı. Ama iç dünyasında gizem dolu bir gayya kuyusu olduğunu her halinden belliydi. Çünkü laf arasında anılarından örnekler verirken ağzından kaçırdığı, kısadan kestirip attığı detaylar çevresinde ki insanların sadece rahat koltuklarında oturup filmlerde izleyeceği şeylerdi. Hayatında tanıdığı herkes normal bir aile hayatından başlayıp yüksek tahsil yapmış, aile işlerinde çalışan fakat pratik olmayan insanlardı. Belki kendisi dahi böyleydi. Bilakis Uğur’un yanında hayatı tanımayan, tanımlayamayan insanlardan olduğunu daha iyi anlıyordu. Belki de Uğur’un bu kendine olan güvenin ve oluşan gizemin sebebi buydu; Rölantisi olamayan bir hayat yaşamaktı. Bir an Uğur’a dönüp;
- Uğur bu arada vedalaşmadan sana bir şey sormak istiyorum. Biraz acele olacak ama… Ben bir kitap yazıyorum, aslında iki haftalık tatile de bu sebeple çıkıyorum. Aklımda olan yarın Cunda adasında yazlığa gidip orda kafa dinleyip kitabımı tamamlamaktı. Bugün senden de mal alır öyle giderim diye düşünmüştüm. Ama şuan düşündüm de ben senin de gelmeni istiyorum. Sende gelmek ister misin?
Uğur bir an şaşırdı. Yiğit devam etti;
- Pek işlerinin durumunu bilmiyorum ama belki sende ufak bir değişiklik istersin. Beni de tanımışsındır az çok. İnsanı çok sıkacak bir tabiatım yok. Hem eğleniriz hem kafa dinleriz. Ne dersin?
Yeni tanıştığı bir insandan sıradan olmayan bu teklif Uğur’u bir an kendine getirdi.
+ Yani bilemiyorum şimdi, orada nerede kalırız nasıl gideriz?
Yiğit iyi bir intiba bırakmıştı Uğur’un gözünde. Aslında neden olmasın diyordu içinden bir ses. Hem buralardan biraz uzaklaşmış olacaktı. Tam bir haftası vardı yeni bir insan hüviyeti taşımasına. Bu süre zarfında ne yapacağına dair en ufak bir planı yoktu. Neval’in yanında kalabilirdi ama İstanbul dışında olması her yönden daha iyi olabilirdi. İstanbul bir suçlu için örümcek ağından öteydi. Şuan içtiği onca şeyin etkisiyle sağlıklı düşünemediğinin de farkındaydı. Sadece Yiğit’e baktı. Güvenebilir miydi? Kendi ayağına bağ olur muydu? Emin olduğu tek şey samimiyetine güvenebilecek bir insan oluşuydu. Farklı bir yerde bir hafta kafa dinler sonra gelip Yusuf’tan kimliğini alabilirdi. Bu hengameden kurtulmak için iyi bir şanstı.
Yiğit;
- Eğer istersen yarın sabahtan arabayla çıkarız yola. Ben çok rahat edeceğini garanti ediyorum, şuan çok sessiz sakindir zaten. Aslında kafamda tek gitmek vardı ama beraber daha eğlenceli olur diye düşündüm. Ne dersin?
+Tamam, bana da uyar. Hem biraz kafamın dağılması benim de işime gelir. Peki yarın kaç gibi çıkacağız?
- Ben sekiz gibi çıkarım diye düşündüm. Sen uygun musun?
+ Peki, sekizde beni Şişhane durağının oradan alabilir misin?
- Tabii alırım.
+ O halde yarın durakta buluşuruz.
Neval üstünü değiştirmiş masaya yaklaşırken Yiğit;
- ‘’Mekan da kapanıyor ben artık gidiyim’’ dedi ve ayağa kalktı. Uğur ;
+ Yarın görüşürüz, biz de çıkıyoruz, deyip ayrıldılar.
Minibüs durağına ilerlerken Uğur olayların gelişimini düşündü. Yarın İstanbul’dan uzaklaşma şansı yakalamıştı. Ve işin tuhafı bu fırsat ayağına kadar gelmişti. Sabah yedi buçukta iş başlamadan Zeynep’in işe girişini seyredecek ve sonra durakta yeni tanıştığı arkadaşıyla Cunda adasına gidecekti. Hayatında hiç görmediği bu yere ikinci defa gördüğü bir insanla gitmek tesadüf değil de neydi? O esnada Yiğit’te arabaya binmiş evine gidiyor, yaptığının doğruluğunu sorguluyordu. Bir torbacıyla ilk defa bu kadar samimi olacaktı. Yıllardır belli belirsiz birçok insandan mal almıştı ama gereksiz bir telaş ve anlamsız sert konuşmalardan dolayı hiç birinin muhabbetine ortak olmamıştı. Birçok insan, bu tarz kişiliklerin yaşadığı hayatlar hakkında, karakter ve davranışlarından sadece tahminler yapabilir, çok fazla da yakınlaşmak istemezlerdi. Belki vapurda karşılaştığımız birinin kılık kıyafetinden hayatını irdelerken bu insanlarla diyalog halinde olmamıza rağmen onları merak etmezlerdi. Bir kör huyu nazarıyla bakılıyordu. Ayrıca Uğur ‘’sonuç olan film gibi bir hayat ama nedenleri çokta eğlenceli değil’’ derken hayatında yaptığı ciddi bir seçimi anlatıyordu. Bunların hepsini öğrenebilir, yazdığı kitaba bambaşka bir renk katabilir, olağanın dışında bir ruh ekleyebilirdi. Yasak bir şey yapıyormuşçasına hoşuna gidiyordu. Yiğit’in kendi hayatında çıktığı en büyük illegal yolculuktu. Yarın neler olacak tahmin edemiyordu.
Uğur ve Neval minibüsten Fındıkzade’de inip ara sokaklardan geçerek eve gelmişlerdi. Eve girdikten sonra Neval;
- Uğur sen biraz kötü görünüyorsun, odaya geç hemen yat istersen. Ben de salonda bir şeyler izlerken uyuyacağım.
+ O halde ben de salonda uyuyayım ne izleyeceksin?
- Bilmem geçen arkadaşlar womb diye bir film söylemişti. İstersen beraber izleyelim.
Koltuğa uzanıp sigarasını yaktı ve izlemeye koyuldu. Neval’de tam karşısında ki çekyata uzanıp ışıkları kapattı. Uyumak için izlediği filmden ikisi de gözlerini ayıramıyordu. Filmin durağanlığının yanında, sahile çakılı vaziyette duran muhteşem görselliğiyle o eve takıldı gözleri. Kocaman dalgaların karşısında tahtadan yapayalnız küçük sayılabilecek bir ev. Her şeyden ve herkesten uzakta sessiz bir mabedi andırıyordu. Kendini ruhunu zihninde öyle bir konumla ilişkilendiriyordu. İnsanın yaşadığı yerle hislerinin ait olduğu yer her zaman aynı olmaz. Bazen üzüntünün yaşanması gereken, o yerler vardır. O üzüntü o ana, o mekana yakışmaz. İşte Uğur’un kendi dünyasında yaşadığı tam olarak buydu. Filmin başrolünde oynayan kadın ise acısını evin verandasında oturup uzun uzun sonsuz denizi seyrederek yaşıyordu. Öyle bir evde yaşamak için neler vermezdi. Böyle bir yerde dert bile daha güzel değil miydi? Filmin o durgun havasında, izlediği kasabanın oluşturduğu mücerret mefhumlar dairesinde gözleri kapanıyor, sevgilisini karnında taşıyan kadına duyduğu kabul duygusuyla, onu onaylar derecesinde gözleri zaman geçtikçe ağır ağır kapanıyordu. O dalgaların sesiyle Zeynep’in saçlarını hayal dünyası birleştiriyor, zihninde uçsuz bucaksız yolculuklara çıkıyordu.