* Hikaye tamamen hayal ürünüdür. Gerçek kişi olay ve mekanlarla hiçbir alakası yoktur. *
1. BÖLÜM
Tercih zamanı gelmişti. Bilgisayarın başına oturduğumda, odamın kapısı tıklatıldı. Babam içeriye girdi:
"Ne yapıyorsun, çiçeğim? Yanında oturayım, birlikte bakalım," dedi. Gözlerinde yumuşak bir ışık vardı. Gülümsedim.
"Tabii babacığım, gel otur. Söyle bakalım, nereyi istiyorsun?"
Yatağıma oturup derin bir nefes aldı. Yüzündeki ifadeyi ilk başta heyecan sanmıştım ama yanılmışım. Gözleri dolmuştu, başını öne eğmiş, elleriyle oynuyordu. O hali içimi titretti. Yanına gittim, ellerini tuttum, gözlerinin içine baktım:
"Ne oldu?" diye sordum.
"Hiçbir şey olmadı," dedi boğuk bir sesle. "Sadece... acaba Mardin’i mi yazsan diye düşündüm. Annen öldükten sonra beni burada tutan tek şey sendin. Eğer sen de gidersen... ben burada neyle avunurum? Orası ata toprağım. Hiç gitmedik, anlatmamı bile istemedim sana. Ama belki, senin hatrına beni de affederler."
Omuzları hafifçe titriyordu. Gözyaşı dökmedi ama içindeki fırtına bana geçmişti.
Annem İngilizdi, bir avukattı. Görev için gittiği Mardin’de babamla tanışmış. Aşık olmuşlar. Fakat babamın ailesi, annemi “gavur ecnebi” diye kabullenmemiş. Aşklarına rağmen aile engel olmuş, onlar da İzmir’e yerleşmişler. Yıllar boyunca aile bağları zayıflamış, kopmuş. Annem geçen yıl kanserden öldüğünde, babam bir daha asla eskisi gibi olamadı. "Sevgimizde ilk pes eden o oldu," der hep.
Babamın Mardin’e gitme isteği haklıydı. Onu kırmak istemedim. İçimde bilinmezliğe dair korkular olsa da, babamın bu umuduna sırt çeviremezdim. Sarıldım, yüzüne bir tebessüm kondurdum.
"Tabii yazarım babacığım. Ben de çok merak ediyorum Mardin’i."
Tercih listemi yaparken, o benden daha heyecanlıydı. Sonra mutfağa doğru yöneldim.
"Ben çay demleyeyim. Sen de aileni ara. Benden bahset, geleceğimizi önceden söyle. Tepkilerine göre birlikte karar veririz," dedim.
Bir süre sonra mutfağa dönmeden önce odama uğradım. Babam telefonda birine sesleniyordu, heyecanlıydı.
"Olur mu anam, ben de seni çok özledim. Torunun matematik öğretmeni oldu. Annesi gibi çok akıllı, bir görsen…"
Gülümsedim. Sanırım işler yolunda gidiyordu. Tam o sırada içeriden neşeyle bir ses geldi:
"Yasemiin, papatyaam!"
Koştum yanına. Sarıldı, kucağında bir tur döndürdü, alnımdan öptü:
"Hazırlan, Mardin’e gidiyoruz!"
İçimde hem sevinç hem tedirginlik vardı. Anneme düşman bir aileyle yüzleşecektim. Affetmeli miydim onları? Yoksa hiçbir şey olmamış gibi mi davranmalıydım? Bu soruların cevaplarını bilmiyordum. Ama babam öyle heyecanlıydı ki, onun bu mutluluğunu gölgeleyecek gücü kendimde bulamadım. Karar vermeyi Mardin’e bırakacaktım.
---
Mardin Midyat Ortaokulu – Matematik Öğretmenliği
Uçağa bindiğimizde heyecanım gözyaşlarına dönüştü. Annemi burada bırakıyormuşum gibi hissettim, sanki ona ihanet ediyordum. Babam elimi tuttu, gözlerime baktı:
"Anneni kabul etmedikleri için sitem edebilirsin ama bunun tek sorumlusu benim. Seni uzak tuttum. Merak etme, anneni çok özleyen annenannen seni görmek için sabırsızlanıyor. Her şey sandığından daha güzel olacak."
Bu sözler yüreğimi tam anlamıyla rahatlatmasa da, kendimi biraz daha huzurlu hissettim.
Annemin ölümünden sonra içime kapanmıştım. Eski neşem kaybolmuştu. Arkadaşlarımla görüşmeyi kestim, sadece Sema ile konuşmaya devam ettim. Sanırım babam onunla da konuşmuş, bu tercihi yapmam konusunda beni ikna etmesini istemişti.
Ben bu sınavı kazanarak hem hayatımı değiştirmiş, hem de babamı yeniden ailesiyle buluşturmuştum. Bu düşünce içimi ısıtıyordu.
"Haydi bakalım, hayırlısı olsun," dedim babama.
Başını salladı, ardından bir şey söylemek ister gibi bana döndü:
"Kızım, bilmen gereken bir şey daha var. Biz Mardin’de büyük bir aşiretiz. Deden, babaannen, amcan... hepsi büyük bir konakta yaşıyor. Babaannen çok az Türkçe biliyor ama ben sana yardımcı olurum. Anlamadığın yerde bana sorman yeter."
Bir an duraksadım. Kalabalık bir aile bekliyordum ama aşiret... Bu bambaşkaydı. Hafifçe gülümsedim:
"Ne kadar zor olabilir ki? Zaten hep merak etmişimdir kalabalık aileleri," dedim. Kafamdaki tüm soru işaretlerini o an rafa kaldırdım. Uygun zaman geldiğinde, neden daha önce söylemediğini sorardım.
Valizleri alıp dışarıya çıktığımızda, karşımızda üç takım elbiseli, ciddi bakışlı adam belirdi. Adımlarımı yavaşlattım, babamın koluna girdim. Hafifçe bana dönüp gülümsedi.
Sanırım korktuğumu anlamıştı…