4. BÖLÜM
Berivan Abla, acaba annemi tanıyor muydu? Bana karşı sıcak davranışı içimde bir kıvılcım uyandırmıştı. Belki de tanımıyordu ama mutlaka bir şeyler duymuştur. İçimdeki dürtüye engel olamadım. Babamın asla anlatmadığı şeyleri belki o anlatır diye, sordum:
"Abla, sen annemi tanıyor musun? Neden babaannemle dedem istememiş onu? Babamla niye araları bozulmuş, neden görüşmemişler?"
Berivan Abla bir an donakaldı, gözleri büyüdü. Sanki çoktan biliyor olmam gerektiğini düşünüyordu.
"Amcan anlatmadı mı sana? Eğer anlatmadıysa... benim konuşmam doğru olmaz gülüm," dedi, gözlerini kaçırarak.
"Anlat lütfen Berivan Abla. Dinliyorum," dedim kararlı bir sesle.
Bir an duraksadı. Sonra derin bir iç çekerek konuşmaya başladı:
"Bak gülüm, buralarda namus her şeydir. Anlatması zor ama... anneni başka bir aşiretin ağası da istemiş. Babanla da arkadaşlarmış eskiden. Aileler arasında gerilim çıkmış. Ama baban kimseyi dinlememiş, gönlünün peşinden gitmiş. Annenle imam nikâhı kıyıp konağa getirmiş.
Sabah olunca, adet işte... Kapıya dayanıp çarşaf istemişler. Ama annen olayı bilmediğinden, temiz bir çarşaf vermiş. Baban o sırada uyuyormuş. Sonra, hani o meşhur çarşaf meselesi var ya... Annenin bakire olmadığını düşünmüşler. Baban umursamamış aslında. Anneni çok sevdiği için hiç önemsememiş ama buralarda işler öyle yürümüyor gülüm. Babaannenle deden, 'Al karını git,' deyip göndermişler."
Bir an durdu. Gözleri dolmuştu. Sonra devam etti:
"Aslında anneni korumak istemişler. Dedikodu çıkacaktı, belki de öbür ağa ile ilişkisi var diyeceklerdi. Baban da dinlemeyip geri dönmeyecekti. En azından yaşasınlar istemişler. Başta görüşüyorlardı... Baban benim düğünüme bile geldi. Ama sonra ne olduysa, bir daha kimse birbirini görmedi."
Yutkundum.
"Peki ya ben? Beni neden istememişler?"
"Bilmiyorum güzelim. Belki istemişlerdir ama baban getirmemiştir. Çünkü burada kızlar en fazla liseye kadar okur. Üniversiteye giden kız sayısı koca Midyat’ta bir elin parmağını geçmezdi," dedi üzülerek.
Berivan Abla anlattıkça, kafamdaki taşlar birer birer yerine oturuyordu. Annemle babam büyük bir aşk yaşamıştı ve bunun bedelini ağır ödemişlerdi. Demek babam, bu yüzden sevgilim olmasını hiç istemedi. Büyük aşkların büyük bedelleri olur diye mi düşündü? Kalbim çarptığında kimse duramaz demesi boşuna değildi. Ama ben babamı dinlemeye niyetli değildim. Zaten kalbimi çarptıracak biri de çıkmamıştı karşıma. Birkaç denemem oldu, ama... olmadı. İnsan, annesiyle babasının hikâyesine tanık olunca, kolay kolay sevmiyor kimseyi. İlk görüşte aşk olmalıydı; bir bakışta çekilmeliydim.
Tam bu düşünceler içindeyken, istemsizce gülümsedim. Berivan Abla hemen fark etti:
"Ne o kız, neye sırıtıyon yine?" dedi, kaşlarını kaldırarak.
Düşüncelerimden sıyrıldım. O sırada kahvaltım da gelmişti.
"Yok bir şey abla. Canım babacığım, her şeyi düşünmüş benim için," deyip kahvaltıma başladım. Yedikten sonra biraz dolaşmak istedim.
"Tamam gülüm, çok geç kalma. İleride ahır var, atlar var, bak istersen. Ben de gidip şu elticiğime bir bakayım," dedi, alaycı bir ifadeyle. Gülümsedim. Bu kadın da az deli değildi, benim gibiydi.
"Tamam, hemen gidiyorum," dedim heyecanla.
Atlara hep ilgim olmuştu ama hiç bu kadar yakından görmemiştim. Yavaş yavaş yürürken etrafı da inceliyordum. Konağın ilerisinde taş yapılar, depolar, kilerler, çalışanların odaları vardı. Ahıra yaklaştıkça burnuma hafif bir koku geldi ama rahatsız edici değildi.
Etrafta kimseler yoktu. Tedirgin olsam da içeriye adım attım. Sağlı sollu bölmelerde atlar vardı. Her birinin önünde bir tabela: isimleri ve bazı bilgileri yazılıydı. On tane attı hepsi. Gözlerim hızla dolaşırken biri dikkatimi çekti. Sıradan bir kahverengi attı ama bakışları... öyle derindi ki. İçimi titretti.
Yavaşça yaklaştım.
"Merhaba," dedim fısıltıyla.
Adı Kızılcık’mış. Gözlerini benden ayırmadan yaklaşmaya başladı. Biraz korktum, çünkü daha önce hiç ata dokunmamıştım. Kocamandı. Sanki bana bir şey anlatmak istiyor ama dilimiz ayrıydı.
Tam elimi uzatacakken bir sesle irkildim:
"Kızım!" diye seslendi babam.
Kızılcık da kafasını o yöne çevirdi. Ben heyecanla döndüm:
"Baba, bakar mısın, çok güzel bu!" dedim, çocuk gibi.
Babam yanıma geldi, Kızılcık’ın burnunu sevdi. Sonra bana döndü, alnımdan öptü. Sarıldım hemen.
"Ben de dokunabilir miyim?" diye sordum.
"Tabii kızım. Bak böyle, yavaş yavaş," dedi. Elimi uzattım, dokundum. Tüyleri kadife gibiydi. Sıcacık nefesiyle içimi ısıttı. İçimde ilk defa sahiplenme duygusu doğdu. Sanki yıllardır tanıdığım bir dostumdu. Kalbimi ona açtım.
"Erken kalkmışsın. Kahvaltı ettin mi?" diye sordu babam.
Başımı salladım. Gözüm Kızılcık’tan ayrılmıyordu.
"Sevdin mi buraları? Alışabildin mi?" diye sordu, biraz endişeyle.
"Alışabilir miyim bilmiyorum ama... şimdilik sevdim," dedim gülümseyerek.
Yüzündeki rahatlamayı fark ettim.
"Hadi, gidelim de konağı gezdireyim sana," dedi.
"Baba, ben burada kalmak istiyorum. Konak çok kalabalık, herkes koşuşturuyor. Burada daha huzurluyum. Zaten sabah dolaştım biraz," dedim, göz kırparak.
"Tamam o zaman, çok geç kalma. Şirkete uğrayacağım, sonra yanıma gelirsin," dedi. Ardından çıktı.
Ben de Kızılcık’la baş başa kaldım. Dakikalarca konuştum onunla. En çok annemi anlattım. Babam üzülmesin diye hep güçlü durdum ama... insan annesizliğe ne kadar dayanabilir ki?
Sessizce ağladım. O ise sadece yanımda durdu. Sanki beni gerçekten anlıyordu. Artık korkmuyordum ondan. Dokunabiliyor, sevebiliyordum.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Gülperi geldiğinde sırtımı Kızılcık’a yaslamış, öylece oturuyordum.
"Abla, ne yapıyon burda saatlerdir? Hadi, amcam çağırıyor seni," dedi şaşkınlıkla.
Ayağa kalktım.
"Ee Kızılcık, bana ayrılan sürenin sonuna geldik. Emir büyük yerden," dedim, gülerek. Eğildim, burnuna dokundum. El sallayarak çıktım ahırdan.
Konağa geldiğimizde salona yürüdüm. Babaannem, dedem ve babam kahve içiyorlardı. Yanlarına oturdum. Sohbete yeni başlamıştık ki dışarıdan bir ses yükseldi.
Hepimiz telaşla ayağa kalktık.
Dedem öfkeyle bağırdı:
"Yine ne oluyor burada?!"
Avluya yürüdü. Konağın kapısında amcam görünmüştü. Öfke içindeydi, sesi tüm konağı doldurdu:
"Boran! Boran neredesin?!"
---