5
"Lumenesa ile Fraclia arasındaki su gerilimi yeni bir boyut kazandı. Fraclia hükümetinin, Lumenesa'nın tarım bölgelerine bağlı su kaynaklarını kesmesi, bölgede büyük bir krize yol açtı. Konuyla ilgili Lumenesa Tarım Bakanı Esra Sert'in yaptığı açıklama gündeme bomba gibi düştü. Bakan Sert, Fraclia yönetimine hitaben şu sözleri kullandı:"
Bakanın sesi cızırtı radyodan odaya yayıldı.
"Fraclia'nın bu eylemi, yalnızca Lumenesa'ya değil, uluslararası hukuka ve insanlığa karşı açık bir saldırıdır. Su kaynakları üzerinde baskı kurarak tarımımızı hedef alıyorlar. Ancak buradan açıkça ilan ediyorum: Lumenesa halkı ne açlığa boyun eğer, ne de adaletsizliğe! Eğer Fraclia bu hukuksuz tavrından vazgeçmezse, tüm seçeneklerimizi masaya koyacağız. Üretimimize ve emeğimize ket vurulmasına izin vermeyeceğiz. Bu tür tehditlerle geri adım atacağımızı düşünmesinler!"
Fraclia'nın başındaki yönetim her konuda insanlık dışı tutumunu ısrarla sürdürüyordu. Lumenesa'nın topraklarına bir kez göz dikmişlerdi ve her türlü yıldırma politikasını uyguluyorlardı.
"Bu sert açıklamanın ardından Fraclia'dan henüz bir yanıt gelmedi. Ancak Lumenesa yönetimi diğer topluluklardan ve uluslararası toplumdan destek arayışına geçti. Bölgede tansiyon giderek artarken, biz de gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Şimdi sıradaki haberimize geçiyoruz..."
Bana zorla yedirilen yemeğin ödülü en azından bugün sabah haberlerini dinleyebilmemdi. Ural'ın çalışma odasında o günlük programını incelerken onun ve Kutan'ın denetimi altında da olsa radyoya kavuşabilmiştim.
"Dün akşam saatlerinde Brocha’dan gelen haber ülkenin siyasi gündeminde büyük bir dalgalanmaya yol açtı. Brocha hükümet sözcüsü Tamay Hadran'ın kaybolduğu iddiaları gündeme bomba gibi düştü.
Son olarak geçtiğimiz hafta Valor yönetimini varoşlarda halkı galeyana getirmek ve birbirine düşman etmek ile suçlayan açıklamalarıyla gündemden düşmeyen Tamay’dan, iddialara göre üç gündür hiçbir haber alınamıyor. Sözcünün en son Brocha'dan yalnız başına çıkarken görüldüğü öğrenildi.
Yetkililer şu ana kadar konuyla ilgili resmi bir açıklama yapmazken, Brocha Meclisi’nin gün içerisinde bu konuda bir basın toplantısı düzenlemesi bekleniyor.
Brocha halkı, sosyal medya platformlarında kaygılarını dile getirirken, Tamay’ın bulunması için çağrılar artıyor.
Bu kritik gelişmeyi yakından takip edip resmi açıklamaları sizlere ulaştırmayı sürdüreceğiz."
Burada olduğumdan kimsenin haberi yoktu. Köşkün dışına adım atamadığım sürece de sesimi asla duyuramazdım.
Aklımdan geçenler yüzüme yansımış olacak ki Ural yerinden kalktı. "Yeter bu kadar. Kahvaltı hazırdır. Geç kalmayalım."
Ben itiraz edemeden Kutan radyoyu kapattı. Sinirle oturduğum yerde gözlerimi ona dikerken nafile bir çabayla "acıkmadım ben" desem de karşıma dikilen Ural yalnızca benim anlayabileceğim bir imayla "yardım ister misin" diye sorunca çatık kaşlarımla koltuktan kalktım. Ayaklarımı yere vura vura tepinesim daha iyisi onun boğazına yapışasım vardı. Bütün irademi kullanarak ikisini de yapmadan kapıya yürüdüm.
Bir adım gerimden gelen Kutan "yemekten sonra Mine sana giyecek bir şeyler getirecek" diye beni bilgilendirdi. Bir topluluğu değil, hayatımı yönetiyorlardı. "Duş alır rahatlarsın."
Burnumdan öfkeyle nefes verip arkamdan gelen iki adamın uzun boyuyla farkında bile olmadan üzerimde kurdukları tahakkümü azaltma güdüsüyle hızlanarak uzaklaştım.
Fakat ne yazık ki bu mesafe Ural'ın keyifli sesini duymamak için yeterli değildi. "Yoksa buna da itiraz etmeyecek misin, çok yazık."
Hayretle duraksadım. Ya delirmişti ya da beni delirtmeye çalışıyordu. İşaret parmağımı uyarırcasına kaldırıp "seni öldürürüm" diye tehdit savurduğum sırada koridorun bu ucundaki iki güvenliğin dikleştiğine şahit oldum. Ural ise gamsız ve arsız sırıtışıyla "denediğini görmek isterim, bir dahaki sefere çatalı daha iyi saklayabilirsen tabii" dedi.
Tahammül edilemez ukalalığına karşın yumruğumu sıkıp sert adımlarla merdivenleri indim. "Tiran bozuntusu, ruh hastası, zorba manyak, ukala..." Dişlerimi sıkarak içimden saydırıp duruyordum. Her birinde de hayalimde o sivri diline, ukala ağızına dalga geçtiği çatalı saplıyordum.
Kahvaltı sırasında gündem Brocha meclisinin yapacağı açıklama olduğundan konu beni yakından ilgilendiriyor olmasına rağmen sessizlik içinde karnımı doyuruyor, pür dikkat de onları dinliyordum. Kutan çayını bırakıp söze girdi. "Bir anlamı yok. Sadece halkın bir kısmında karşılık bulur. Onlara kimse yardım etmez."
Yanımda böyle rahat konuşmaları tuhaftı doğrusu. Ama haberleri zaten duymuştum ve kendim de analiz edebilirdim. Mine tabletinde bir şeylerle uğraşsa da konuya dâhildi. "Doğru, diğerlerinin aramaması daha iyi bile olabilir. Ve globalde de meraklı gazeteciler dışında kimse Nocrannia'da arama yapmak için kaynak harcamaz." Bu Valor ve Fraclia için beni ortadan kaldırma fırsatıydı. Bütün ülkeyi karış karış arayacaklarına emindim. Sonuçta ilk kez Brocha dışında olduğum kesindi.
Ural da aynı öngörüde olacak ki "kuduz köpek gibi saldıracaklardır. Valor'un da Fraclia'nın da askeri ve maddi gücü bunun için yeterli. Üstelik İlay da Karun da güç gösterilerine bayılır." Çenesini kaşıdı. "Tamay'ın burada olduğu dışarı asla duyurulmayacak. Başkanla görüşüp gerekli tedbirleri aldıracağım."
"Onu ben koruyabilirim." Kutan Ural'ın iddiasına göre beni bulmak için silahlı kuvvetlere girmişti. Şimdi de kararlılıkla beri korumayı görev ediniyordu. "Canım pahasına korurum. Birliğim topluluğun en iyisi. İlay ya da Karun ona ulaşamayacak."
Lokmalarım boğazıma takıldı. Beni önemsemediklerine en ufak şüphem olmayan insanlar bana göre yanlış bir yolla olsa bile niye benim için bir şeyler yapmaya böylesine gönüllüydüler?
"Yakında Nocrannia Zirvesi için toplanılacak. Sen ve ekibin sıkı çalışıp Ulusal Stadyum ve çevresini dahası bölgenin varoşa yakın kesimlerini kontrol altına almalısınız. Köşktekiler dışında kimse Tamay'ın yerini bilmiyor. Güvenlik ekibimiz de iyi eğitimli. Sen işini yapacaksın." Ural Kutan'ın cevabını beklemedi. "Mine sen de bugün kaynaklarımızı bir yokla bakalım."
Ural'ın bugün dışarı çıkacağını, geç gelebileceğini de öğrenmiştim sohbetin devamında. O yoksa çalışma odasından bir çıkış yolu arayabilirdim.
Bana verdikleri odada onun köşkten ayrılmasını beklerken sık sık pencereye gidiyordum. Peşinde büyük bir ekiple lüks, sıralanmış siyah araçlardan birine bindiğini gördüğümde heyecanla kapıya dönmüştüm ki karşımda Mine'yi buldum.
Anlamış mıydı? Çok mu belli etmiştim? Soğukkanlılığımı tehsis edene kadar "ben şey.." diye geveledim.
"Çıkıyor muydun?"
Sorusuyla kendime gelip "lavabo" dedim. Gidebildiğim pek de bir yer yoktu. Elimdeki en iyi seçeneğe tutundum. "Lavaboya gidecektim."
Taşıdığını yeni fark ettiğim katlanmış kıyafet yığınını bana uzattı. "Bunları getirmiştim. Hepsi temiz, beğenmezsen ya da başka bir ihtiyacın olursa söylemen yeter."
Kıyafetleri alıp yatağın üzerine bırakırken kendimi tutamayarak "neden söylemedin?" diye sordum. Beni ispiyonlamama sebebini merak etmemin yanısıra işime yarayıp yaramayacağını da tartıyordum. "Çatalı aldığımı görmüştün."
Gözlerini kaçırdı. Söyleyip söylememekte kararsızdı. Odağımı yüzünden ayırmadan kaşlarımı biraz kaldırdım. Koluna hafifçe dokunup "aramızda kalacak, sadece merak ediyorum" dedim.
Samimiyetime inanmış olacak ki omuzları gevşedi. "Çünkü insan iradesine saygı duyulmalı diye düşünüyorum." Demek beni burada zorla tutmalarını doğru bulmuyordu. "Ama yakalanacağını biliyordum da." Bedenini tamamen bana çevirdi. "Seni gördüm. Biliyorum, asi bir doğan var. Son derece de haklısın ama buradan Ural yada başkan izin vermedikçe çıkamazsın."
Kimseye güvenmesem de her şansı denemek zorundaydım. "Belki yardım edersen.."
Bir adım geri çekildi. "Yapamam. Kimse sana yardım etmez. Ne sen bunu söylemiş ol, ne de ben duymuş olayım. Üzgünüm."
O kaçarcasına çıkıp gittikten sonra yatağa oturup asık suratımla kıyafetleri karıştırmaya başladım. Bir tarakla inci detayları olan bir toka da vardı.
Siyah bir kot pantolon ve bordo kazağı ayırıp duşa girdim. Günler sonra temizlik hissiyle hafiflemiştim. Mine ne demiş olursa olsun içimde bir heyecan vardı, bugün kurtulabilirdim. Asla denemekten vazgeçmeyecektim.
Şüphe çekmemek ve defalarca kez pencereden kontrol etmiş olmama rağmen Ural'ın dönmediğine emin olmak için yemeğe indim.
Kutan da Akın da sürekli konu açmaya, benimle diyalog kurmaya çalışıyordu. Her sorularını kısa cevaplarla geçiştiriyordum. Ta ki konu ailemizin terk edilen diğer üyesine gelene kadar. "Babamla mı yaşıyorsun?" Babam... Şimdi benim de yokluğumla ne haldeydi kimbilir?
"Evet, onunla yaşıyordum." Peçeteyle dudaklarımı sildim. Duymuştum ama öyle olmasa da babam ve halamı düşününce iştahım kapanırdı. "Sayenizde belki yeniden terk edildiğini düşünüyordur." Sözlerim yemek masasına bomba gibi düşmüş, herkesin tadını kaçırmıştı. "Gerçi alışkın zaten, çok aldırmaz diye düşünüyor da olabilirsiniz. Ama alışmadı." Kirlenmiş peçeteyi masaya bıraktım. Tiksintiyle dolmuştum bir anda. "İnsan terk edilmeye hiç alışamıyor. Tabii benimki de laf işte, siz bunu nereden bileceksiniz?"
Sandalyemi geri itip ayağa kalktım. Biraz utanmaları varsa bu gece beni rahatsız etmezlerdi. "Afiyet olsun."
Odanın olduğu katta etrafa bakındım. Korumalar çalışma odasının olduğu tarafa uzaktı. Dikkatle o tarafa yürüdüm. Kulbu tuttuktan sonra indirmeden tedirginlikle etrafa bakındım tekrar.
Kimseyi göremeyince kulbu indirdim. Kapı açılmayınca kaşlarımı çattım. Birkaç kez daha indirsem de kapının sıkışmadığını, kilitlendiğini biliyordum. "Gıcık herif."
Sinirle odama döndüm. Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrıyordu. "Dikenli teller de örsen, ordu da yığsan tutamayacaksın beni. Aptal!"
Gecenin ilerleyen saatlerinde alt katı yoklayacaktım. Sonuçta köşk bir hapishane değildi, mutlaka dikkat etmedikleri bir çıkış, en azından pencere olmalıydı.
Ural
Bölgedeki azınlıklarla diğer gruplar arasında çatışmalar sürüyordu. Yatıştırmak için çalışmalar yapsak da başkanın azınlık gruplara aşırı desteği kalabalıkları rahatsız ediyordu. Zaten parçalanmış bir ülkede elimizde kalan topraklar içinde de ayrılma talepleri söz konusuydu.
Azınlıklara sözü geçen birkaç temsilcileriyle görüşmemiz bittiğinde saat gece ikiyi geçiyordu. Dahası uç grupları dizginleyebileceklerinden şüpheliydim. Yasa çalışmalarımız vardı fakat her karar başka insanları etkiliyordu. Bu kozmopolit ortamda dengeyi sağlamak zordu.
Köşke döndüğümde odama geçmeden Tamay'ın odası önünde kaldım. Uyuyor muydu? Yüzünü görsem bütün yorgunluğum dinecekti. Bütün gün aklım ondaydı.
Derin bir nefes alarak "saçmalama" dedim kendi kendime. Bu saatte ne bahaneyle odasına girecektim? Kendi odama yöneldim. Kapıyı kapatırken başka bir kapının açılma sesiyle elim kapı kolunda kaldım. Katta kalan tek kişi oydu. Tuvalete mi kalkmıştı?
Hafif aralıktan baktığımda onu etrafı kolaçan ederken buldum. Merdivenlere yöneldi, her hareketi tedirgin ve bir o kadar temkinliydi. Yeterince uzaklaştığında kapıyı açıp peşine takıldım. Kimbilir aklından neler geçiyordu.
Kattaki korumalarla kısa bir konuşmadan sonra aşağı indi. Üstünü değişmiş, saçlarını topuz yapmıştı. Korumaların yanına ulaştığımda tek gözümü kırparak uzaklaşan kadını işaret ettim. "Su içecekmiş efendim."
Mine ona pijama takımı da bırakmış olmalıydı. Bu saatte suya kalkmış birine göre fazla deli toplu ve hareketleri gereksiz ürkekti.
Alt kata indiğimde onu arka çıkışa giden koridorda buldum. Hızlıydı. Sık sık arkasına bakıyordu. Mesafemi özellikle koruyordum.
Sola dönüp kapıya yaklaştığında ben de hızlandım. Ona ulaştığımda güvenliğe yakalanmıştı bile. "Mutfağı arıyordum sadece, kayboldum diyorum size."
"Hanımefendi mutfak diğer tarafta, size eşlik edelim."
"Gerek yok." Geri dönmüştü ki benimle yüz yüze geldi. "Sen.." Afallamıştı, muhtemelen hâlâ köşkte olmadığımı düşünüyordu. Kolunu tutan korumalara direnmeyi dâhi bırakmıştı. "Senin ne işin var burada?" Onu tesadüfen yakalamıştım ama fark etmeseydim de herkes sıkıca tembihlenmişti. Kaçabilseydi ve daha kötüsü başına bir iş gelseydi gazabımdan kurtulamazlardı. "Nereye Tamay?"
"Nereye olabilir, evime tabii ki."
"Nasıl gideceksin, yürüyerek mi? Otostop mu çekeceksin? Daha bu sabah konuştuk, özellikle yanında söyledim." Üstüne bir adım attım. "Canının hiç mi kıymeti yok?"
"Sana ne? Benden sana ne? Gitmek istiyorum. Yalvarayım mı istiyorsun? Tamam. Yalvarırım. Yalvarırım, ne olur gideyim. Ben burada yapamam."
Gitmesi ihtimali ödümü koparıyordu. Ben onu buraya geldiğinden beri birkaç saat göremeyince bile arıyordum. "Burada duracaksın Tamay. Yamacımdan ayrılmayacaksın. Bunu aklına yaz." Yeminimdi bu. Sadece ona değil, kendime de sözümdü.
"Sizden nefret ediyorum. Ne istiyorsunuz benden? Bunca yıl sonra niye?" Gözleri yine dolu doluydu.
Köşk korumalarına onu içeri götürmelerini işaret ettim. Nefretini duymak canımı yakıyordu. Alışacaktı, alışmak zorundaydı. Brocha çok uzun süre ayakta kalamazdı ve onu ancak bu şekilde koruyabilirdim. O benim çocukluğumdan kalan tek şeydi. Onu götürmek için hareketlenen korumalardan kurulurken bağırdı. "Bırak. Dokunmayın bana, yürüyorum. Bırakın." Sesi titriyor yine de omuzlarını dimdik tutuyordu.Korumalar onay almak için bana baktığında gözlerimi hafifçe kapatıp açtım. Tamay çoktan odasının yolunu tutmuştu. Öfkeli adımları yeri döverek, hışımla uzaklaştı. Arkasından bakarken derin bir nefes aldım. Yüzüne karşı veremediğim cevabımı söyledim. "Çünkü karşımda sen dururken bu savaşın parçası olamam."