6
Babamın çekiştirmesine koşturarak ayak uydurmaya çalışsam da çok yorulmuştum. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Ayrıca susmak bilmeyen anonslardan, panik halinde bir yerlere koşuşturan insanlardan, onları çekiştiren, döven, hatta öldüren silahlı kuvvetlerden delicesine korkuyordum. Tüm bunlar beni dehşete düşürüyordu.
Kulakları sağır eden yeni bir anons başlarken durdum. En azından denedim. Fakat babam dönüp bakmadan yürümeye devam ediyordu. "Sevgili vatandaşlarımız evinizden kaçmak vatanınıza ihanet etmektir. Şehirden ayrılmak yerine birlik olmalı ve sadakatinizi göstermelisiniz. Kaçanlar, yalnızca kendilerini değil, ailelerini de riske atar. Gücümüzü sınamaya kalkmayın. Güvenliğiniz için evlerinize dönün, Valor'da güvende olacaksınız."
"Baba yoruldum." Neredeyse yere yığılacaktım, adımlarım artık iradem dışındaydı. Soğuktan burnum, kulaklarım acıyordu. Komşumuzun oğlu Ekin hemen yanımdaydı. O da ebeveynlerinin gerisinde kalmıştı fakat açıkça benden daha dayanıklıydı. "Az kaldı," dedi nefes nefese. "Hadi, yapabilirsin."
Birilerine çarpıp duruyor, dengemi kaybediyordum. Babam beni sıkıca tutmasaydı çoktan kaybolmuş olurdum. "Yapamam" diye ağlasam da sesim babama ulaşmıyordu. Gömleğinin ucundan tutup sesimi yükselttim. "Baba lütfen! Yoruldum." Biraz dursak yeterdi. Ayak tabanlarım yanıyor, bacak kaslarım seğiriyordu.
"Vatandaşlar, başkent Valor’dan ayrılmaya teşebbüs edenler, devletin düşmanları olarak değerlendirilecektir. Şehirden kaçmaya çalışan herkes, emirlere itaatsizlik nedeniyle cezalandırılacaktır. Güvenliğiniz, düzenin korunmasına bağlıdır. Yetkililere karşı gelmeyin; aksi halde sert yaptırımlar uygulanacaktır. Halkımızı korumak için her önlem alınmıştır!"
Yanımızdan geçen bir kadın bağırarak "saraya yürüyorlar!" diyordu. "Şehri başımıza yıkacaklar. Öleceğiz." Aklını kaçırmış gibiydi. Çığlıkları arasında yüzü kaskatı kesilmişti. Gerçi kimsenin aklı başında göründüğü söylenemezdi. "Öleceğiz hepimiz."
Hıçkırıklar içinde babamın gömleğini sıkmaya devam ediyordum. Parmaklarım kasılmış, sızlıyordu. Babam bir an bana döndüğünde her ne hâldeysem cehennemin orta yerinde olsak da durmayı göze aldı.
Arkadaşları, Ekin'in annesi ve babası "hadi", "devam etmeliyiz" diye bağırsa da o umursamadan "siz gidin, yetişiriz" dedikten sonra durup önüme diz çöktü.
Soğuğa inat sıcacık, büyük avuçlarıyla yüzümü avuçları arasına alıp yanaklarımı sildi. "Güzel kızım, ne konuşmuştuk seninle?" Ona sarıldım. "Korkuyorum" dedim iç çekerek. "Yoruldum. Evimize dönsek olmaz mı?" Artık bir evimiz yoktu, sabah saatlerinde korkunç bir saldırıyla uyanmıştık. "Belki annemler döner," diye ekledim, içimde hâlâ bir umut kırıntısıyla. "Bizi bulamazlar."
Buradan gidersek abilerimi ve annemi bir daha nasıl görecektim? Ben onları şimdiden çok özlemiştim. Onlar da özleyince geri gelirlerdi.
Babam elini sırtıma koydu. "Gitmek zorundayız kızım." Sesi boğuktu. Çocuk da olsam bu konunun onun canını ne kadar yaktığını biliyordum ama bir yanım bizi terk etmiş olmalarına rağmen giderek onların dönmesi umudumdan vazgeçmek diyordu. "Söz veriyorum onları arayacağız ama şimdi gitmemiz gerek." Beni kucağına alıp ayağa kalktı. "Korkma tamam mı? Baban yanında, korkma."
Hızlı adımlarla şehir dışına yürüyordu. Boynuna sarılmış kalabalığı izlerken artık ağlamıyordum ama hâlâ çok korkuyordum. "Kaçmaya çalışanlar, ordunun hedefi olacaktır. Bu bir uyarıdır: Yollar kontrol altındadır, sınırlardan kaçış yoktur. Evlerinizde kalın, düzeni koruyun."
Ara sokaklarda asker ve polisler daha azdı, bir kısmı da ayrılan gruptaydı. Bir köşeyi döndüğümüz anda kulakları yırtan çığlıkla babamın donup kalması eş zamanlıydı. "Oğlum!"
Başımı çevirdim, ne olduğunu görmeliydim. Babam ani bir refleksle hareket eden başımın arkasını tutsa da şahit olduğum birkaç saniyelik manzara hayatım boyunca unutamayacağım bir kâbustu. Ekin kanlar içinde yerdeydi. Çığlıklarla oğlunun üstüne kapanan Nisan teyzenin önüne geçen eşini üniformalı bir adam vurmuştu.
Ter içinde gözlerimi karanlığa açtım. Elimi hızla inip kalkan göğsüme yerleştirdim. Buradaydım, sadece kâbustu. Oysa çok gerçekti, babamın sıcaklığını, kesilen nefesimi, iç parçalayan çığlıkları net bir şekilde hissedeceğim kadar gerçekti.
Yataktan kalkıp pencereye koştum. Camı açıp başımı korkuluğun izin verdiği kadar dışarı uzatırken aldığım her soluk akciğerlerimi yakıyordu. Buna rağmen yüzüme vuran rüzgâr, tenime çarpan yağmur damlaları ve kokusu burnuma dolan toprak iyi geliyordu.
Zaman mefhumumu yitirmiştim. Yatağa geri otursam da yeniden uyuyamadım. Çok ölüme şahitlik etmiştim, acınası da olsa bu sıradanlaşmıştı fakat bunu aşamıyordum.
Güneş doğmuş, gri bulutları aşamamıştı. Arada gök gürlüyor, yağmur şiddetini arttırıyordu.
Kapıdan gelen tıkırtılarla irkilip başımı çevirdim. Fazlasıyla dalgındım, o acı görüntü zihnimi perdelemişti, başka bir şey düşünemiyordum. Gelen Kutan'dı.
“Günaydın,” dedi, bakışları pencereye kayarken. “Buz gibi olmuş burası, donacaksın.”
Benim boş bakışlarıma karşın kaşlarını çattı. "Sen iyi misin?"
Boğazımdaki düğümden kurtulma ihtiyacıyla yutkunmaya çalışsam da yapamadım. Çenem titredi. Başımı iki yana salladım. Gözlerim yanıyordu.
Kutan camı kapatıp karşıma oturdu. Bir süre konuşmadı. Sessizliğin kasveti aramıza çökerken eğdiğim başımı kaldırıp onun pişmanlık, hüzün dolu bakışlarıyla karşılaştım. "Bahçeye çıkmak ister misin?" diye sordu, beklenmedik bir teklifti.
“İzin vermezler,” dedim istemsizce. Dün geceki kaçma girişimimden haberi yoktu tabii.
"Ben çıkarırım. Sen hazırlan, geliyorum."
Arkasından bakakaldım. Kaçacağımdan endişelenmiyor muydu? Dakikalar içinde elinde büyük bir montla geri geldi. Üstüne de bir tane giymişti. "E sen pijamalarını değişmemişsin."
"Şey..." Yataktan çıktım. "Değiştiriyorum."
Montu bana uzattı. "Bunu bulabildim. Kapıda bekliyorum."
İnanamasam da hazırlandım. Çıktığımda duvara yaslanmış bekliyordu. Üstümdeki omuzlarımdan düşen, büyük montun önünü kapattı. "Gel bakalım."
Onunla koridorlardan geçip büyükçe bir kapıya yürüdük ve hiç kimse tek kelime etmedi. Bakışları üstündeydi, izleniyordum ama müdahale eden yoktu.
Kapıyı çenesiyle işaret etti. "Açın."
İki güvenlik önce bana ardından birbirine baktı. Biri "ama efendim Ural Bey'in kesin talimatı var" deyince omuzlarım düştü. Böyle olacağını biliyordum.
"Benimle birlikte. Sorumluluğu alıyorum, açın şimdi."
Kararsızlardı, bu yüzlerinden okunuyordu ama sanırım Kutan sözü geçen biriydi çünkü çok geçmeden kapı açıldı. Günler sonra dışarıyla aramda parmaklık olmayışı kalbimi hızlandırdı.
Ayaklarım yere mıhlanmış gibi misali kaldım. Yürüsem biri engel olacaktı sanki. Oysa koşmak için içim gidiyordu.
Kutan belimden tutup beni yönlendirmese denemeye cesaret bulamayacak gibi bir korku ele geçirmişti bedenimi. Dışarı çıktığımda dâhi bir anda geri çekilecekmişçesine ürkektim. Köşkün koca duvarları, her taraftaki güvenlik bile özgürlük hissimi baltalayamayacak kadar açtım dışarı çıkmaya.
Hızla bize doğru gelen birkaç güvenliği Kutan el işaretiyle durdurdu. Ardından belimi bırakıp kolunu omzuma sararak beni kendine çekti. Küçükken de böyle yapardı. Okuldan dönerken beni kolunun altına alır, evin önündeki yokuşta da tüm yükümü çekerdi. "Biz senin en büyük yaran olduk, değil mi?" Bu bir sorudan ziyade kabullenişti. "Dayanağın olmamız gerekirken..."
Yağmur ikimizi de ıslatıyordu ama huzur veren bir yanı vardı. İtirafı mıydı yüklerimi azaltan, yağmur muydu beni arındıran? Aslında hiç sevmezdim yağmurlu havaları. Şimdiyse bir zulümden azat edilmiştim. "Babam..." Adımları yavaşladı. "Çok mu kötüydü gerçekten?" Cevabım içini acıtacaktı ama bilinmezlik de kordu. "Sen yapayalnız mı kaldın?"
"Kötüydü." Yalanlara lüzum yoktu, zaten inandırıcı da olmazdı. Babam nasıl iyi olabilirdi ki? Onca alkole rağmen hayatta kalması mucizeydi. "Ama yanımdaydı." Yalnız mıydım? Her gece zil zurna sarhoş da olsa gelen bir babam, hayatını bana adamış bir halam vardı. Alt dudağımı ısırdım. Zor gelse de acı verse de ben de bazı cevapları istiyordum. "O kadın..." Dilim varmıyordu annem demeye. Hangi anne evladından geçerdi?
Büyük köşkün camlarına baktım. Onu hiç görmemiştim. Bana dair en ufak bir merak beslemiyor muydu? Kalbinde nokta kadar yerim olmadığını biliyor ama kabullenemiyordum. "Beni hiç sormadı mı?" Bir avuç kumu yutmak bu soruyu sormaktan daha kolaydı. Delicesine koştuğum bir maratonun bitişine ulaşmış ama sonuncu olmuştum sanki. İçinde büyüdüğüm kuyudan çıkacaktım bu cevapla. Ellerim ve dizlerim kanaya kanaya da olsa... Sondu işte.
Göz pınarımdan süzülen damlayı sildim. Kutan derin bir nefes aldı. "Annem... duygularını hep içinde yaşardı. Belki bu yüzden..." Sormamıştı yani. Bir kez bile düşmemiştim aklına.
"Belli ki bu sadece bana karşı geçerli." Acınası haldeydim. On beş yıl beni bir kez anmayan birinin yasını tutmuştum ve hâlâ kalbimi paramparça etmeyi başarıyordu. Hem de hiçbir şey yapmadan... "İnsan kaybettiği eşyasını bile düşünür. Beni aylarca karnında taşımış, anlamıyorum, neden bir yabancı kadar değersizim?" Burnumu çektim. "Günlerdir buradayım, bir kez gelmedi. Hesap sormaya bile hakkım yok mu?"
"Var" dedi hiç düşünmeden. "En çok senin hakkın var. Ama soramazsın, o da gelemez. Bunu istese de yapamaz."
Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Kötü bir şey gelecekti, yüzü allak bullaktı. "O ne demek?" Zihnimde hızla birleşen parçalara, bütün kırgınlığıma rağmen ihtimal vermek istemedim. Hayır. Bir kez daha yapamazdı. Beni bir kez daha, bu şekilde tek edemezdi. Hem anneler ölmezdi ki... Ama benim annem annelerin yapmayacağı çok şey yapmıştı. "Tamay, annem... o artık burada değil." Sesi düştüğüm boşlukta yankılanıyordu. "Annemi kaybettik."
Dünyam sarsıldı. Yer ayaklarımın altından kaydı. Gözlerim kararırken Kutan beni sıkıca tuttu. "Tamay."
"Hayır" dedim sayıklarcasına. Kendi sesimi tanıyamıyordum. Her şey uğultuydu. Çocukluğumdan annemin sesini duyuyordum hayal meyal. "Hayır. Gidemez tekrar."
Kutan beni kucağına aldı. "Hşşt, sakin ol. Tamam, geçti."
Biri bağırıyordu, hiç durmadan bağırıyordu. Çenem ağrıyordu. Ağzımı kapatamıyordum. "Ne oldu?" Ural'ı dayana kadar bağıranın ben olduğumun farkında değildim.
"Annemi öğrendi."
"Hayır, benim..." Konuşamıyordum. Benim ona soracaklarım vardı. Benim ona bir kez olsun sarılmaya ihtiyacım vardı.
"Doktoru çağırın." Ruhum çekilmişti, halsiz ve hareketsizdim. "Biri hemen doktoru çağırsın."
"Geçti. Geçti Tamay."
Bir yandan beni sakinleştirmeye çalışıyor bir yandan ne zaman geldiğini bilmediğim Akın'la niye söylediğiyle ilgili tartışıyorlardı. "Öğrenecekti, ne kadar saklayacaktık?"
"Böyle olmasına gerek yoktu."
"Şimdi bunun sırası değil." Beni bir yatağa bıraktılar. Bir el saçlarımı okşuyordu ama zihnim o kadar karmaşıktı ki kime ait olduğunu seçemedim.
"Neden?" Neden ölmüştü, savaşın ortasından kaçıp nasıl ölürdü?
Kolumu tuttular, küçük bir acının ardından bilincim kapanmadan önce duyduğum son şey "iyi olacaksın"dı.