— Merhaba Gökhan, bekletmedim umarım.
— Hayır, gerçekten çok dakiksin. Bir de "uyanamazsam" diyordun.
— Sözlerimi tutarım, —dedim gülümseyerek.
Yüzüme dalıp,
— Çok güzel olmuşsun, dediğinde hemen kızardım.
— Teşekkür ederim. Sen de çok yakışıklısın, dedim ve tekrar kızardım.
Aferin İpek, biraz daha bat! Dedim kendi kendime.
Restorana doğru ilerledik. Birlikte yemeklerimizi seçtik ve deniz manzaralı masaya oturduk. Bu otel gerçekten çok güzeldi.
Bir de Gökhan’la olunca daha da güzeldi. Bu adamda bana iyi gelen bir şey var ama çözemiyorum. Diğeri kara, bu ak gibi... Ve o gözleri, neden bilmiyorum ama beni çok etkiliyor. Bakışları çok derin, çok anlamlı.
Saçmalama İpek, adam çok yakışıklı, kim bilir kaç kız vardır etrafında? Sevgilisi varsa? Ama niye beni yemeğe davet etti? Ya çapkın biri ise, birkaç kızla aynı anda konuşan tiplerdense?
Bu sırada Mete tam karşımdaki masaya oturdu. Önünde Gökhan olmasa karşılıklı olacaktı. Umursamadım bile.
— Yemekleri beğenmedin mi? dedi.
— Yoo, beğendim. Sevdiğim yemeklerden aldım.
— Hiç dokunmadın yemeklerine.
Deminden beri Gökhan'ın yüzüne daldığımı o an fark ettim. Kıpkırmızı olup kafamı kaldırmadan tabağımdakileri yemeğe başladım.
— Eee, nasılsın, görüşmeyeli?
— İyiyim. Masaj çok iyi geldi, çok rahat uyumuşum.
— Sevindim. Yorgun görünüyordun.
— Şu an çok iyiyim.
— Eee, neler yapıyorsun? Ne işle meşgulsün? İsmin dışında hakkında pek bir şey bilmiyorum. Kendinden bahseder misin biraz? Seni tanımak istiyorum.
— İstanbul'da yaşıyorum. Buraya tatile geldim. Bir şirketim var, onunla uğraşıyorum. Bayağı yorucu oluyor. Bütün zamanımı alıyor. 25 yaşındayım. Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim.
Kahkaha attı birden ve gülümseyerek:
Gökhan'ın kahkahasıyla Mete öfkeyle yumruğunu sıktı ve restorandan ayrıldı...
— Zor olmuyor mu bu yaşta şirket yönetmek?
— Oluyor elbet… Uzun zaman sonra ilk kez tatile gelebildim. Ama ben seviyorum işimi. O, benim bebeğim gibi elimde büyüdü. Peki ya sen… Ben de ismin dışında pek bir şey bilmiyorum.
— Ben de Bursa’da yaşıyorum. Doktorum. Aynı senin gibi çok yoğunum, bu nedenle ancak tatile gelebildim. 32 yaşındayım.
— Doktor musun gerçekten mi? Hangi alanda?
— Genel cerrahi.
— Ooo, gerçekten çok güzel ama ben yapamazdım. Beni kan tutuyor, dedim gülerek.
Gökhan, sanki bir şey sormak istermiş de lafa nereden gireceğini bilemez gibi kıvranıyordu. Ona yardımcı olmak için gözlerinin içine bakarak:
— Bana sormak istediğin daha önemli bir şey var sanırım... Seni dinliyorum, dedim.
Bunu fark etmem onu oldukça şaşırtmış olmalı ki hemen göz temasını kesti, tabağındaki yemekle oynamaya başladı. Sanki duyacağı şeyden korkuyormuş gibi, kafasını tabağından kaldırmadan:
— Bugün yanında gördüğüm adamla… aranızda bir şey var mı?
— Mete mi? Hayır, tabii ki. Yüzerken yanlışlıkla onu boğmaya kalktım. Onunla ilgili bir durumdu ama… artık bana yaklaşamaz.
— Neden, ne yaptın ki?
— Hak ettiği sözleri söyledim diyelim… Boş ver.
Gözlerinin içine bakarak devam ettim. O an, yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Duydukları hoşuna gitmişti belli ki.
— Peki… Senin hayatında biri var mı? diye sordum, gözlerini benden hiç ayırmadan.
— Hayır yok. Gönül işlerine pek vaktim olmadı açıkçası.
Bu defa benim yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Ama içimdeki kurt beni yemeye devam ediyordu… Ya yalan söylüyorsa?
— Neden? Oldukça yakışıklısın. Kim bilir, etrafında kaç kız vardır…
— Etrafımda kızların olması umurumda pek olmadı. Önemli olan, kalbimin bunu istemesi. Aslında aynı şey senin içinde geçerli… Senin gibi güzel bir kızın tatile yalnız gelmesi oldukça şaşırtıcı. Senin de hayatında kimse yok sanırım?
İçimden “Beni ne doktorlar ne mühendisler istedi de ben varmadım,” dememek için kendimi zor tuttum.
— Evet… Beyaz atlı prensimi henüz bulamadım. Onu bekliyorum, dedim gülümseyerek.
Bir an sessizlik oldu. Sadece birbirimize bakıyorduk. Ama ben neden onun yanında kendimi bu kadar iyi hissediyordum? Sanki koskocaman bir puzzle’ın eksik parçası sonunda yerine oturmuş gibiydi. Gözleri… Gözleri çok anlamlı ve derin bakıyordu. Yemeğim bitmişti ve kalkmak üzereyken beni beklediğini fark ettim.
— Biraz deniz kenarında yürüyelim mi? Hem yediklerimizi eritiriz.
— İyi olur ama… benim ilacımı içmem gerekiyor. Odada kaldı. Hemen içip geleyim, sen lobide bekle olur mu?
— Hangi ilaç?
— İsmini bilmiyorum. Doktor aksatmamamı söyledi.
— Bana ismini söyler misin? Merak ettim.
— Boş ver ya… Önemsiz bir şey. Doktorun pimpirikliliği işte. Ben de uyum sağlıyorum.
— Peki… Bekliyorum ben.
"İpek, ne saçmaladın?" Gerçekten… Daha ne kadar saçmalayabilirim yarışması yapılsa, kesinlikle birinci seçilirdim. Odaya çıktım, ilacı içtim. Odadan çıktığım anda biri kolumdan tuttu. Öfke dolu siyah gözlerle bana bakan Mete.
— Bu adamda bende olmayan ne buldun, İpek? Bu adam yüzünden mi söyledin bana o lafları? Yoksa… dedi ve beni kendine çekerek, “bu adamla beni mi kıskandırmaya çalışıyorsun?”
Önce beni tutan elini ters çevirdim. Hızlı bir hareketle dizine vurup dizlerinin üzerine çökmesini sağladım. Sonra gözlerinin içine dik dik bakarak:
— Sen ne cüretle bana dokunursun? Sana bir söz veya ümit verdiğimi hatırlamıyorum. Sen beni rahatsız ettin ve ben de rahatsızlığımı sana fazlasıyla belli ettim. Sen kimsin ki ben seni kıskandırmaya çalışayım? Beni rahat bırak. Yoksa bir dahaki sefere canın yanar.
Dedim ve hızla yere fırlattım.
— Zorum diyorsun yani… Zor kadınları severim! dedi arkamdan bağırarak.
Bu sahneyi yaşanmamış farz edip, beni bekleyen o ela harelere doğru ilerledim. Gökhan’ın yanına geldiğimde,
— Geldim… Çıkabiliriz.
Deniz kenarına doğru yürümeye başladık. Gökhan’ın üzerinde krem rengi spor pantolon, beyaz tişört ve koyu bej renkte bir ceket vardı. Kendisi kumral olduğu için bu renkler ona çok yakışmıştı.
Birlikte yürürken, “Acaba ona da mı kahve falı baksam?” diye geçirdim içimden. Belki de çok kötü biridir. Ama onun yanında bu kadar iyi hissetmem… bunun aksini söylüyordu. Ben ondan sonra ilk kez birinin yanında bu kadar huzurlu hissediyordum. Fakat içimdeki o beni kemiren kurtları ancak böyle susturabilirdim.
— İstersen yürüme mesafesinde bir kafe var, oraya gidelim.
Belli etmeden şaşırdım. Gökhan da benim mi aklımı okumuştu? Yok artık… Beni kendi yeteneğimle kimse vuramaz. Bu sadece bir tesadüf, dedim. Muhtemelen yürümekten yoruldu ve oturabileceğimiz farklı bir yer olsun istedi.
Geldiğimiz kafe çok güzeldi. Dışarıdan salaş görünse de içi özenle düzenlenmiş, ahşap bir müstakil ev havasındaydı. Duvarları ve zemini tamamen ahşaptı. Tabii ki yine deniz manzaralı. Otantik havası ve nostaljik yapısı beni, Türk sinemalarındaki eski meyhanelere götürdü. Aynı bu yapıdaydı. Kim dizayn ettiyse… bu konuda oldukça başarılı olmalıydı.
— Çok güzelmiş burası. Çok beğendim.
— Evet, ben de koşu yaparken görmüştüm. Yorulduğunu düşünüp buraya gelelim dedim.
Kahve içelim mi? dedi bana bakarak.