Onu itekleyerek geri çekildiğimde gözlerine baktım. "Ne saçmalıyorsun sen?!" dediğimde Lorenzo gözlerini gözlerimden ayırmayarak üzerime geldi yine ve yine. "Ne saçmalıyorum değil mi... Hiç sordun mu, bu adam neden tek bir kadınla yatıyor diye?" Bana neyin ispatını yapmaya çalışıyordu, beni ikna etmek için beni ne kadar çok sevdiğinden falan mı bahsedecekti?
Benim gözümde sözde sevgiydi.
Sessiz kaldığımda üzerime gelmedi, sadece yanımdan geçip gittiğinde arkasından baktım. Bağırdım. "Seninle evlenmeyeceğim! Duydun mu! Ne olursa olsun, dünya yıkılsın, yine de evlenmeyeceğim! Ölümü göreyim daha iyi!"
Adımları çivi gibi yere çakıldı.
Ama yüzünü bana dönmedi, omzunun üzerinden baktı. "Demek benimle evlenmek yerine ölmeyi tercih edersin?" Gözleri kısıldı. "Peki sana senin değil de başkasının öleceğini söylesem?" Söylediklerine anlam veremedim. "Ne? Ne başkası? Kimden bahsediyorsun sen?!" Vücudunu tamamen bana döndürdüğünde kaşla göz arasında üzerine kaydırdığı pantolonunun fermuarını çekti. Kollarımı bağlayıp oraya bakmamaya çalıştım. Gömleğin düğmeleri açıktı. Kapatmadı. Aksine üstünden çıkararak top haline getirdi.
"Sadece bana güven. Bu evlilik meselesini öylece ortaya atmadım."
Bu sefer kesin bana sırtını dönüp çamaşır odasına giderken ben de arkasından koşturdum. "Öyleyse anlat, anlat da bileyim Lorenzo, neden seninle evlenmeliyim tek bir neden söyle bana." Kapı açıldı ve banyoya girdik. Oldukça henüz, ferah bir banyoydu. Banyodan çok oda gibiydi. Temiz bir kokusu vardı.
"Çünkü sen kurtuldun ama oradan kurtarman gereken insanlar var." Durdu, gömleği kirli sepete atıp bana döndü. Üzerime gelerek sırtımı fayanslarla buluşturduğunda, ellerini iki yandan kaldırarak beni kolları arasına hapsetti. "Seni bekleyen insanlar var." Bunu nereden bildiğine kafa yormayacaktım kesinlikle.
Gözlerimi diktim koyulaşan harelerine. "Sana neden güveneyim? Tamam, madem çok biliyorsun beni, o zaman güvenmen için de bir neden söyle."
"Biricik sen... Benim aptal olduğumu zannediyorsun değil mi?"
"Cık, zannetmiyorum öyle olduğunu biliyorum. Aptalsın Lorenzo." Yüzüne yaklaştım. Nefesimi bilerek dudaklarına verirken konuştum. "Beni fark edemeyecek kadar aptalsın. Gözlerime bakınca kaçıracak kadar aptalsın. Hâlâ kokum nefesini kesiyor... Ve buna dayanamayacak kadar aptalsın. Bilmiyor muyum sanıyorsun, geceleri yanıma gelip üstümü örttüğünü? Yetmezmiş gibi kokumu içine çekmeni?" Bilerek üzerine gittiğimi anladığında yine sesini çıkarmadı.
Gözlerini yummuştu, iki saniyelik duraksamamdan yararlanıp hızla açtı ve çenemi kavradı. "Madem sen de farkındasın her şeyin, neden acı çektiriyorsun bize?"
Dudaklarım alayla kıvrıldı. "Bize mi? Sen biz'in ne olduğunu biliyor musun ki? Biz mi? Biz diye bir şey yeryüzünde asla olamaz Lorenzo. Biz diye çift, biz diye sen, biz diye Biricik ve Lorenzo olamaz." Bakışları kısıldı. "Ben sana hiç zaman güvenmeyeceğim. Yanlış, güvenemeyeceğim."
"Biricik..." dediğinde çenemi bırakıp gözlerime baktı, son kez bakarmış gibi. "Eninde sonunda evleneceğiz. Kendine gelinlik bakmaya başlasan iyi edersin."
Ve banyodan çıktı.
&
Bir kaç gündür buradaydım, ve nasıl kurtulacağımı kafamda tartıp düşünüyordum. İstesem giderdim, kaçak yollarla Türkiye'ye dönmenin bir çok yolu vardı. Zamanında Nurgül ablamdan az hikayeler dinlememiştim.
Çaresizce her gece yattığım koltuğa otururken başımı pencereye çevirdim. Perde açıktı, örtülmemişti. Dün temizlik vardı ve Lorenzo da iki gündür eve gelmiyordu. Nerelerde olduğu umurumda değildi ama bana en son dediklerinden sonra kafamı fena halde karıştırmıştı.
Ve beni bu halde bırakmaya hakkı yoktu.
Başkası derken, onun ölümü derken kimden bahsediyor olabilirdi? Nurgül ablam? Bu imkansız. Lorenzo onu hiç görmedi bile. Peki görmesi şart mıydı? Değildi tabii ama kim neden Nurgül ablamı öldürmek istesin.
O an aklımda ampul çaktı.
Enrico.
Enrico yapmak isterdi!
Önce Faik Abi'mi öldürmüş, ortadan kaldırmıştı şimdi de benim kaçtığımı duyunca deliye dönmüş olmalıydı. Her yerde didik didik beni arıyor da olabilirdi. Acaba... Benim Cassalini'nin yanında olduğumu biliyor muydu?
Her şeyden önce kimliğim açığa çıkmış mıydı?
Bilinsem ne olurdu ki zaten Lorenzo beni biliyordu. Başka kim bilirse bilsindi.
Oflayarak ellerimi saçlarımdan geçirdiğimde kafamda bin bir çarkın iç içe çalıştığını biri biterken diğerinin başladığını anladığımda vazgeçmek istedim. Kafamdaki düşüncelerle daha fazla boğuşmak istemedim.
Yerimden kalkıp banyoya yöneleceğim sırada duraksadım. "Ne yapıyorum ben ya..." Zaten adamın odasında kaldığım yetmiyormuş gibi, bir de banyosunu mu kullanacaktım?
Zaten kendi odamda yatmıyorum burada yatıyorum diye keyifleniyordu. Alçak! Sanki keyfimden...
Güvende hissetmediğim zaman kendimi yalnız yatamıyordum. Odada en azından biri olmalıydı. Biri ile beraber uyuduğumu beynim görmeliydi, hissetmeliydi.
Tamam, bunun Lorenzo Cassalini olması...
"Aman ya neyse ne. O şerefsizi düşünüp daha fazla doldurmayacağım beynimi." Onun odasından çıktığımda koridordaki hava bana çok farklı geldi. Anladım ki, odadaki koku Lorenzo'nun kokusuymuş.
Meğersem kokusu odayı sarmış.
Gözlerimi yumup derin bir iç çektiğimde, "Kendine gel Biricik... Kendine gel. Fevri davranma. Acele karar verme. Sağlıklı düşün, her şeyden önce sağlıklı düşün." Kendi odama geçtiğimde direkt banyoya yönelip ayna karşısında soyundum ve küvet yerine duşa kabine geçtim. O suyun kafamdan aşağıya akmasına ihtiyacım vardı.
Camı sürüyerek içeriye adım attığımda yeniden sürüyerek kapattım. Musluğu kaldırarak suyun tazyikli akmasını sağladım. Ne sıcaktı, ne de soğuktu. Gözlerimi kapatarak suyun altına girdiğimde keşke kafamın içindekiler de böyle akıp gidebilseydi dedim.
Senin kardeşini Salva öldürdü!
Gözlerim aniden açıldığında fayansla bakıştım.
Umurumda değil, Faik'i öldüren ben değildim, Enrico'ydu.
Alnımı ovalayarak diğer elimi fayansa yasladım, soğukluğu hissetmek istiyordum. Musluğu tümüyle sağa çevirdim. Saniyeler sonra buz gibi su üzerimden dökülürken üşüyeceğimi, titreyeceğimi sandım ama hayır, içim o kadar yangın yeriydi ki, hissetmiyordum bile.
Önce Martina, sonra Enrico şimdi de Salva...
Bunlar benim düşmanımdılar artık. Gerçekten bedel ödetmem gereken düşmanlarım.
Saçlarım ıslanmanın verdiği ağırlıkla omuzlarıma çökerken bedenimden sicim sicim sular dökülüyordu. Gözlerimi yumdum, ellerimle beraber alnımı fayansa yasladım. Soğukluğunu içime alırken o sırada cam sürüldü, irkilerek kafamı kaldırdım. Suyun altından bir el uzandığında arkamda sıcak bir beden hissettim ve onun kokusunu.
"Senin kafanı karıştırmak değildi amacım," Nefesi kulağımda gezinirken yutkundum, ne kafamı ona çevirdim ne de en ufak bir tepki verdim. "Sadece seni ne kadar sevdiğimi gör istiyorum, senin için neler yapabileceğimi gör istiyorum."
"Öl desem... Ölür müsün?"
Başını salladığını hissettim. "Öl desen, ölürüm Biricik. Ama beni öldür desen öldüremem. Yeryüzündeki her canlıyı yok ederim, ama seni edemem. Seni silemem. Ne kalbimden ne de bu dünyadan." Konuşmadım. Sözlerine karşılık vermediğimde çenesini omzumda hissettim. "Sana yalan söylemem, seni kandırmam, sana oyun oynamam..."
Burukça gülümsedim. "Ama ihanet dersin..." Sırtıma yaslı bedeninin kasıldığını hissedince yandan ona baktım, bana değil yere bakıyordu. Su başından aşağı dökülürken o da farkındaydı suyun soğuk olduğunu ama nedense bir şey demiyordu. "Senin yokluğunda... Çok zor günler geçirdim, ne olur beni anla."
O an ilk kez ona karşı samimi olmaya karar verdim. "Lorenzo... Sen kardeşimi öldürmemiş olabilirsin ama bu bende bir şey değiştirmedi." Gözleri beni bulduğunda gözlerindeki her duyguyu gördüm. Hayal kırıklığını, sevinci, hüznü. "Senin sevgine inanamıyorum." Derince soluk verişini işittim. "Seven ispatlamaya çalışmaz, seven ikna etmeye çalışmaz, seven yaralamaz, ve seven aldatmaz."
"Biricik..."
Başımı iki yana sallayarak ondan uzaklaştım. "Şimdi izin verirsen, duş alacağım sonra yatacağım." daha fazla bu konuda konuşmak istemediğimi belli ettiğimde bunu anladı, aptal değildi. Onun karşısında çırılçıplak olmam beni rahatsız etmiyordu, ne de olsa alışmıştım, o ise sadece baksırıyla karşımda duruyordu. Geri çekilmedi. Gitsin diye kafamı kaldırıp gözlerine bakmıştım ki, gözlerinin kızardığını neredeyse dolacağını anladım. "Beni... hiç bir zaman affetmeyeceksin değil mi?"
Şaşkınlıkla ona bakakalırken yutkundum. "Lorenzo bu affedip affetmemek meselesi değil-"
"Bana inanmıyorsun, gözlerinde nefret görüyorum..."
"Şu an görmüyorsun..."
"Ama göreceğim, beni sevmeyeceksin, sevmeyi denemeyeceksin bile!" Gözlerimi yumup açtım, "Anlaşıldı, biz seninle her halükarda anlaşamayacağız. Boşa konuşuyorum ben burada!"
Yanından geçecektim ki buna izin vermedi, kollarımdan yakalayıp sırtımı fayansla buluşturdu. Kaşlarım çatılırken, "Benden kaçan sensin, bana bakmayan sensin, nefret eden sevmeyeceğim diyen sensin. Beni yaralayan sensin Biricik. Durum böyleyken bunları senin söylemen adaletsizlik olmuyor mu?"
"Bak," dedim sakin olmaya çalışarak. Fevrim hareketlerim bir şeye yaramayacaktı. "İyi değilsin şu anda belli ki. Konuşmayalım olur mu?"
"Hala kaçıyorsun," diye bağırarak üzerime geldiğinde, "Ne yapsam gözünde bir değerim olmayacak mı?"
"Ne değerinden bahsediyorsun sen?!" diyerek aniden patladığımda kollarımı serbest bıraktı. "Madem benim olduğumu biliyordun Lorenzo, neden sustun o zaman? Madem beni bu kadar çok seviyordun, neden kurtarmadın beni? Bile bile ateşe mi attın yoksa elini uzatıp yaşattın mı?" Başımı iki ayan sallayarak, "Sen... Sen var ya sen... Adi herifin tekisin. Sana ne yapsam az. Nasıl davransam ne desem az."
"Biricik, ben seni seviyorum."
Alayla güldüm. "Sevme beni Lorenzo sevme!" Onu itekleyip cam sürgüyü açarken buna izin vermeyip kolumdan tutup beni kendine çekti, gözleri dudaklarımı bulurken, "Hayır..."
"Sana istemediğin bir şeyi yapmam."
"Bırak o zaman!"
"Sadece şunu bilmeni istiyorum," Gözleri gözlerime kayınca bir müddet bakakaldı. "Ben sana yardım edeceğim, kurtarıcın da olacağım sevdiğin adam da."
"Hadi ya, buna sen mi karar veriyorsun? Nesin sen kalbim mi beynim mi?"
"Kalbin olduğum doğru ama beynin değilim." Onu itekleyip kendimi ondan kurtaramaya çalıştığımda, "Bırak beni Lorenzo! İçmişsin belli ki, dediklerinden hiç bir şey anlaşılmıyor!"
"Evet," dedi ademelması hareketlenerek. "İçtim. Ama sor bir neden içtim?"
"Bırak diyorum sana! Daha fazla senin saçmalıklarını dinlemeyeceğim."
Burnunu boynuma dayayıp beni daha sıkı kavradığında debelendim, "Kıpırdama azdırıyorsun beni!" dediğinde bıkkınlıkla nefes vererek durdum. Başı boynumdan ayrılmadı, bir süre yuva yaptı orayı kendine. "İki sene önceydi seni ilk gördüğümde... Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Saçların uzun dalgalı... Çok güzeldin. Yalnız değildin ama Roma sokaklarında geziyordun. Beril'le beraber."
Birden anlattığına kulak kesilirken, anlamaya çalışıyordum.
"Üzerine kahve dökülmüştü ve kardeşinle beraber onu temizlemeye çalışıyordunuz ve az kalsın size çarpan ben..." Hafızam bu anıyı hatırlamak için tüm çarkları çevirirken Lorenzo, ellerini çıplak belime koydu. "İlk orada gördüm seni, yardım edebileceğimi söylediğimde yüzüme doğru düzgün bakmadım terslemiştin beni. Israr ettiğimde beni orada bırakıp acele eder gibi kaçmıştın benden. O zaman da kaçmıştın."
Zihnim anıyı hatırladığında, duraksadım. Evet, yaşanmıştı böyle bir şey. Kırk yılda bir yine Faik abi sayesinde Roma'da geziyorduk. O zamanlar üst üste dışarı çıkışımızın üçüncü günüydü ve faik abi acele etmemizi, yokluğumuzu fark ederlerse canımızı yakacaklarını söylemesiyle kaçmıştık oradan.
Demek Lorenzo ile o zaman denk gelmiştik.
"Bu... seni haklı yapmıyor."
"Dinle," dedi sadece. Birkaç dakikanın ardından devam etti. "O günden sonra takip ettim hep seni. Oteli de de sizi de buldum. Ama ben sizin otelde..." Sessiz kaldı. "Yardımcı olduğunuzu zannediyordum, sıradan bir otel çalışanı..."
"Seninle irtibat kurmak için her şeyi yaptım ama Biricik sen yoktun, bu bende bir şeyler uyandırırken aylar geçti ve bana senin öldüğünü söyledi.
"Kim?"
"Beril."
"NE?!"
Hızla bakışlarımı ona çevirdiğimde, "Ne diyorsun sen ya? Ne demek Beril? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu ya?"
"Beril'di Biricik. Oydu. Kardeşindi. Bana senin öldüğünü söyledi. Yıkıldım, mahvoldum... O da o haldeydi yani öyle davranıyordu. Bana hep yakın olmak istedi. Yakın davrandı. Ama ben buna izin vermedim. Yine de vazgeçmedi."
"Utanmıyor musun mezarda yatan kardeşime iftira atmaya?"
"Bu bir iftira değil, bir gerçek." Onu itekledim. "Siktir git Lorenzo, sana inanacak kadar aklımı peynir ekmekle yemedim ben!"
Duşa kabinden çıkıp hızlıca havluya sarıldığımda banyodan çıkmama izin vermeden beni yine kolumdan çekip durdurdu. "Bana inanmak zorundasın çünkü arkamızdan iş çevirdiler ve bu dolap hala dönüyor. Salva, Enrico hatta diğerleri... Herkes sütten çıkmış ak kaşık değil!"
"Evet sen de dahil!"
"Ama sen de Biricik, sen de sütten çıkmış ak kaşık değilsin. Bana neden beni kurtarmadın diyorsun ama kendin olduğunu söylemiyorsun! Gidiyor, aynalara yazıyorsun!" Yüzüne yaklaştım. "Konuyu saptırıyorsun, ayrıca... Aklımı bulandırmaya hakkın yok." Kendimi geri çektim. "Seninle konuşacak bir şeyim de yok bu saatten sonra." Yalancı ve iftira atan biri adamın dediklerine inanmayacaktım elbet.
"O halde Nurgül ablanın seni aradığımı bildiği halde senden saklamasına şaşıracaksındır?" Kaşlarım çatıldı. "Ne araması...""
"Seni arayan bendim, kayıp ilana veren bendim. Senin öldüğüne asla inanmadım, asla. Ama beni buna inandırmak için öyle şeyler yaptılar ki,"
"Ne yaptılar Lorenzo?"
Durdu. "En başta o çok sevdiğim dediğin Nurgül ablan... Senin bana Biricik değil de Beril olduğunu söyledi." Gözlerim irileşirken artık kafam almıyordu. "Bunu... neden yapsın ki?"
"Çok basit. Beni senden uzak tutmak için."
"Lorenzo üst üste yalanlar söylüyorsun, iftiralar atıyorsun!"
"İnanamıyorsan git sor, hadi."
"Oraya dönemeyeceğimi biliyorsun."
"Ama ben biliyorum," Yüzüme yaklaştı. Avucunun içine yanağımı aldı. "Benimle evlenirsen otel dahil tüm mal varlığım üzerindeki haklar senin de olur." yutkundum. Başparmağı tenimi okşadı. "Benimle evlenirsen... intikamını da alırsın, kimi kurtarmak istersen de onu kurtarırsın."
Duraksayıp yüzüne baktığımda sözlerinden ciddi olduğunu kararlı gözlerinden anladım. "Tamam... Dediklerini düşüneceğim." Gözlerime bakmaya devam etti. yanağımdan sakince öpüp geri çekildiğinde, "Hadi şimdi sıcak bir duşa gir, yeterince üşüttün, hasta olmanı istemem."
&
Duştan sonra Angela'ya ne kadar da yemek yemeyeceğim desem de Lorenzo buna izin vermemiş, odama kadar gelip beni omzuna atmış aşağıya kadar indirmişti. Yemek masasına zorla oturttuğunda en az yirmi kişilik masada sadece ikimiz vardık. "Angela," dedi ben sert bakışlarımla onu döverken. Umursamadan gülümsedi. "Biriciğime sıcak çorbadan getirir misin bir kase? İçi ısınsın."
"Seni yakarım." dedim sakin ama bir o kadar tehditkar vaziyette. Dirseğini masaya koyarak üzerime eğildi. "Yaksana beni," Dudaklarıma kaydı bakışları. "Bir kere olsun."
Dirseğini itekleyerek masaya yaklaştım. "Ne bir keresi be? Kaç kez seviştik saymayı unuttum."
"On yedi," dedi geri çekilerek. "On yedi kez seviştik." Düşünür gibi yaptı. "Tam ya da değil."
"Bir de nasıl olduğunu söylüyor ya?" Sırıttı. "Ben seninle ilgili hiç bir şeyi unutmam."
"Hım, o zaman doğum günümü söyle?"
"14 Şubat 1992, Floransa, İtalya. Saat, 5:46 sularında dünyaya geldin." Yuh.
Angela o sırada çorbamı getirip önüme koyarken sessiz kaldım, Lorenzo bana bakarak iç işareti yaparken onu umursamadan yavaşça içmeye başladım. Sessizlik aramızda çığ gibi büyüyüp giderken, "Omzun nasıl oldu?" diye sorduğumda bana tek kaşını kaldırarak baktı.
"Ne? Bakma bana öyle, omzun nasıl diye sordun?"
"Sen beni düşünür müydün?"
"Başıma kalıp belaya girmeyeyim diye, yoksa geber, bana ne!"
"Çok inandım şu an."
"İnanmazsan inanma!" dediğimde, "Daha iyi. Zaten sıyrıktı, bir iki güne iyice kapanır." dedi gözlerimin içine bakarak. Ama ben ona bakmadan çorbamı içmeye komutladım kendimi.
Yemeklerimiz bittiğinde, Lorenzo yerinden kalktı. "Hazırlan, gidiyoruz!"
"Nereye?"
"Otele."
"Lorenzo saç-"
"Sadece dediğimi yap Biricik!"
Hızla yerimden kalkıp sandalyeyi ittirirken, "Ben senin her dediğini yapacak kadın değilim!"
"Biliyorum."
"Biliyorsan ne diye emir veriyorsun?"
"Kararını vermişsindir diye düşünüyorum," dedi çekmeceye yaklaşarak. İkinci sırayı açtı ve motif işlemeli oldukça kaliteli görünen, parlak görünümlü silahı eline aldı. "Ki tek seçenek var."
Kollarımı bağladım. "Hayır henüz vermedim."
"Peki," dedi ceketini de üzerine geçirip yakalarını düzeltirken. "Akşama kadar süren var. Döndüğümde bana bir cevap vereceksin." dedi ve dudaklarımdan hızlı bir öpücük çaldığında kaşlarım öfkeyle çatıldı. arkasından hayretle baktım. Kendinde bu haddi nereden buluyor bu diyecektim ama demeye de hakkım yoktu. Çünkü buna ben izin veriyordum.
İç çekerek sandalyeye geri oturduğumda ellerimi başımın arasına alıp saçlarımdan geçirdim. Daha fazla günleri burada çürütemezdim.
Aklıma gelen ampulle yerimden hızla kalktım, Angela şaşkınlıkla bana bakarken, "Çıkacağım," dedim seri İtalyancamla. "Bana araba çağırır mısın?"
"Tabii, bayan Biricik."
Üzerimi hızla değiştirip aşağıya indiğimde Angela kapıyı açtı ve beni uğurladı. Arabaya binecekken arabanın arkasındaki üç siyah bmw arabaya ve korumalara takıldım gözlerim. Kaşlarımı çatarak kapımı açan şoföre döndüm. "Neden bu kadar çok koruma var? Sadece otele gideceğiz."
"Bay Cassalini'nin kesin emri Bayan Cassalini. Etrafınızda kuş uçmayacak dedi." Lorenzo'nun bu abartı hallerine göz devirmek istesem de bunu yapmadım, arabaya bindim, kapı kapandı. Aklımda bin bir türlü düşünce dolaşırken şoför kaputun etrafında dolanarak arabaya bindi ve yola koyulduk.
Malikane şehir dışında olduğundan merkeze gelmemiz uzun sürmüştü, Roma'daydık. Otelin önünde durduğumuzda, şoföre birazdan geleceğimi söyleyip güvenlikten geçtiğimde otele normla bir müşteri gibi gelmenin ne demek olduğunu anlamıştım. Bu farklı bir histi.
Danışmadaki kızı nasıl yardımcı olabileceğini sorarken ona eğlence mekanın nerede olduğunu sordum. Alt katı işaret etti. Teşekkür edip aşağıya indiğimde lobiye arkadan değil de her zaman girilen yerden girmek tuhaf hissettirmişti.
Derin bir iç çektim.
Tezgaha kaydı gözlerim.
Brad yoktu.
Sadece mesai arkadaşı Sam duruyordu orada. Nerede olabilirdi bu çocuk? Kaç gün olmuştu ne ses vardı ne seda. Bana işlem gerçekleştikten sonra numaradan haber vermesini istemiştim.
Tezgaha yaklaşıp güneş gözlüklerimi çıkardığımda, Sam bana baktı. tanıyormuş gibi ama tanımamıştı. "Arkadaşın.. Brad nerede?"
Gözleri korkuyla titredi. "Bilmiyorum."
İç çektim. "Korkma..." etrafıma baktım sonra da ona yaklaştım. "Ben Sandra."
O an rahatlamış yüz ifadesiyle, "Sandra! Nerelerdesin sen? Brad seni ne çok aradı haberin var mı?"
"Ben de ona bakmıştım ama yok sanırım?" O da benim gibi etrafı kolaçan ederek yüzüme eğilirken, "Bir kaç gündür Roma dışındaki evinde kalıyor. Marco... Marco onu öğrenmiş ve vurmuş onu."
"NE?"
"Seni arıyorlarmış her yerde!"
"Beni neden arıyorlarmış?"
"Hiç bir fikrim yok," dediğinde geri çekilip alnımı sıvazladım. "Lanet olsun," dedim. "Bana Brad'in adresini verir misin?"
"Hemen." dediğinde sipariş kağıdının arkasına adresi yazıp uzattı. "Dikkatli ol."
"Sağ ol Sam, bu iyiliğini unutmayacağım." Hızlı adımlarla lobiden ayrılıp otelden çıkış yaptığımda arabaya bindim ve şoföre kağıdı uzattım. "Bu adrese gidiyoruz."
Dakikalar sonra adrese geldiğimizde sıradan küçük bir apartmandı karşımızdaki bina. arabadan inip apartmana girdiğimde kata geldim, derin bir soluk alıp tıklatıp geri çekildim. İlkinde açılmadı, ikincisinde açıldı. Brad ağzı yüzü morluk içinde koltuk arası değneği ile karşında duruyordu. "Sandra..."
"Brad!"
Korkuyla onu incelerken hızla eve girdim, kapıyı kapattı. "Bu halin ne?"
"Marco..."
"Neyse dur tamam geç şöyle," diyerek kendisini yormasına müsaade etmeden koltuğa oturttuğumda hemen yanına geçtim. "Sam bana bir şeyler söyledi ama-"
Brad yorgunlukla başını salladı. "Marco öğrendi her şeyi. Özür dilerim Sandra. Senin adını verdim ama yemin ederim bilerek değildi."
"Benim adımı mı verdin?"
Başını salladı. "Ama bile isteye değildi, zorunda kaldım. O sırada sen zaten kaçmışsındır diye verdim de. Buna güvendim. Ama sen buradasın," Başını hayal kırıklığı ile iki yana salladı. "Kaçamadın, başaramadım. Aptalım ben."
"Şıştt sakin ol Brad... Her şey yolunda sayılır, güven bana."
Yerinde dikleşti. "Nasıl?"
O sırada kapı yeniden çaldığında Brad korkuyla baktı. "Peşinden birileri mi vardı?"
Onu rahatlamak için, "Sanmıyorum, arabayla geldim. Şofördür." dediğimde kaşlarını çattı. "Araba mı? Sen arabayı şoförü nasıl buldun? O kadar parayı-"
"Anlatacağım Brad bekle."
Kapıya yöneldiğimde Brad bağırdı. "Sandra açma!"
Ama ben çoktan açmıştım.
Lorenzo Cassalini, tam karşımda öfkeden kudurmuş ateş saçan gözleriyle bana bakıyordu.