BİR HAFTA

2737 Kelimeler
Defne, hayatının hiçbir mutluluğunda anında veya saniyesinde bu şekilde hissettiğini hatırlamıyordu. Nasıl oluyordu da tüm bedeninin yandığını hissederken zerre acı duymuyordu oldukça şaşkındı. Hatta nasıl oluyor da bir ateş olmadan yanabiliyordu onu da anlamıyordu. Tamam, genç kadın çok fazla kitap okurdu. Özellikle aşk romanları. Oradaki bazı sahneleri okurken bu şekilde hissederdi. Aslına bakarsa bu şekilde hissederdi diye düşünmesi bile bu ana hakaret gibi gelirdi. Fakat yine de bu şekilde hissetmesinin nasıl olduğunu hayal etmeye çalışırdı. Kitaplarda okuduğu karıncalanmanın tam olarak bu şekilde olduğunu yemin bile edebilirdi. Şimdi kitaplardaki kadın karakterlerin ne demek istediğini daha net anlıyordu. Tüm bedenindeki karıncalanmayı ne bir şekilde hissediyordu. Fakat, tek bir farkla şu anda bedeni karıncalanmıyordu. Tüm bedeninde milyonlarca karınca taarruz yürüyüşüne kalkmış gibi geliyordu. Her bir yanı yanıyordu. Her bir yanı cidden yanıyordu. Hissettiği yoğunluk karşısında derin bir nefes verirken inlemesini tutamıyordu. Kolları genç adamın boynuna dolanmıştı ve öpüşme daha ateşli bir hal aldığında beyni nihayet yerine gelerek görevine başlamayı seçti. Hızla onu kendine getirerek bir anda durmaya çabalamasını sağladı ve “Şey bir saniye lütfen” diye söylendi. Yine görevine başlayan beyni titrek ellerine komut verdi ve onları genç adamın çıplak göğsüne yerleştiğinde oranın bir göğüsten çok duvar olduğunu düşündü. Çünkü avucunun altında resmen bir kaya vardı. Sert, güçlü ve üstelik sıcacıktı. Genç kadın, bu duruma da yutkundu ve neden bir tişört giymediğini sorgulamak istedi? Fakat bunu sorması çok ama çok komik olacağı için zaten yeterince rezil olduğunu düşünerek bu soruyu sorma girişimini şaşırtıcı bir şekilde atladı. Ardından gözlerine sorgulayıcı ve bir cevap beklercesine bakan genç adama, oldukça utangaç ve titrek bir sesle “Dün gece sizin kim olduğunuzu bilmiyordum. Cidden sizin kim olduğunuz hakkında en ufak bir fikrim olsaydı eğer burada olmazdım. Üstelik…” diyerek yutkundu ve nefesini kaybetmeden hemen önce “Kendimi kaybedecek kadar sarhoştum. O kadar içmemem gerekiyordu. Fazla saçmaladım. Fakat şu anda sizin kim olduğunuzu biliyorum ve fazlasıyla kendimdeyim. Üstelik gece ne yaptığımı bile hatırlamıyorum.” Diyerek söyledi ve genç adam, bir anda tek kaşını havaya kaldırarak dudağına yerleştirdiği seksi bir sırıtma eşliğinde “Yani?” diye sordu. Sesinde tatlı bir alaycılık vardı. Çünkü cidden bu panik ve tatlı savunmanın nereye gideceğini merak ediyordu. Onun için genç kadın cesaretini kaybetmesin diye sırıtmaya devam ederek bakışlarını ona dikti ve konuşmasını bitirmesini bekledi. Defne ise tedirgin bir sesle “Yani dün geceki kadar cesur olamayabilirim.” Diyerek karşılık verdi. Evet, dün gece hiç ama hiç kendinde değildi ve ruhunu ele geçiren sürtüğün nasıl davrandığı hakkında tek bir fikri yoktu. Öyle ki şu anki hallerine bakılacak olursa ruhuna girenin oldukça cesur bir sürtük olduğunu anlaması zamanını almıyordu. Tüm bedeni hem yanıyordu. Hem titriyor hem de ona yaslanmak istiyordu. Çünkü ayakta bile durmakta zorluk çekiyordu. Üstelik lanet olası başı fazla dönüyordu. Genç adam ise oldukça sakin, genizden çıkan yakıcı ve büyüleyici bir sesle “O zaman dün geceki gibi bana bırakmaya ve sadece sana verdiğim zevki yaşamaya ne dersin?” diye sorarak genç kadının dudaklarına, dudaklarını yapıştırıldı. Fakat hareket ettirmedi. Bunun için genç kadının dudaklarını aralayıp ona izin vermesi gerekiyordu. Çünkü Defne’nin dediği doğruydu. Dün gece, genç kadın sarhoştu ve oldukça cesurdu. Tabi ki kiminle birlikte olduğunu bilmiyordu. Üstelik söylediğinde fazsıyla haklıydı. Genç kadın, gece onun kim olduğunu anlasaydı kesinlikle onunla birlikte olmadı. Fakat genç adam, bunu anlamadığı için şükrediyordu. Çünkü büyüleyici olduğunu asla atlayamazdı. Genç adamı, tatlı inlemeleri, kahkahaları, minik minik başlayan ateşli öpücükleri ile resmen büyülemişti. Bunu gayet net bilen Alpaslan ise o büyüden şimdilik kurtulmak istemiyordu. İlk defa bir kadının büyüsünde kendini sadece Alpaslan gibi hissediyordu. Devasa bir karanlığın içinde ona bir ışık sunulmuştu ve genç adam, o ışığı kesinlikle kaybetmek istemiyordu. Nefes almanın ne kadar güzel olduğunu da bu kadının dudaklarında anlamıştı. Birkaç saniyenin ardından bedeni kaskatı olan genç kadının kollarında gevşediğini ve dudaklarını aralayarak onu ağzına davet ettiğini fark etti. Tabi ki genç adam bu daveti geri çevirmeyecekti. Genç adamın sakin, şehvetli ve yumuşacık öpüşü Defne’nin doğru düşünmesine engel olabilecek kadar mükemmeldi. Başını yana yatırarak dudaklarının dans etmesine izin verdi ve her bir zerrenin tadına büyük bir istekle karşılık verdi. Genç adamın, dili tüm ağzını tararken Defne, inledi ve kendi inlemesini duyduğu anda ne yaptığını fark etti. Burada durması gerekiyordu. Burada kesinlikle durması gerekiyordu. Çünkü kollarında olduğu adam, onun patronuydu. Lanet olsun bunu nasıl yapmıştı? Gece sarhoştu. Fakat şu anda tamamen ayık hali ile bu hatayı devam ettiremezdi. Onun içine genç adamın göğsüne ellerini yaslayarak durmasını isteyerek biraz ittiğinde Alpaslan, zorda olsa kendini frenlemiş, çatık kaşları eşliğinde genç kadına bakarak “Sorun ne?” diyerek sormuştu. Çünkü birkaç saniye önce gayet güzel bir şekilde gidiyorlardı. Zevk alıyordu ve birkaç saniye sonra daha fazlasını ona sunmak için onu hazırlamaya devam ediyordu. Durmak istemiyordu. Devam etmek ve her bir zerresini tekrar tatmak istiyordu. Defne, titrek çıkan bir sesle “Siz benim patronumsunuz. Bu hiç olmaması gereken bir durum. Dün geceyi geri alamam ama bugün için dur diyebilmeliyim. Lütfen gidebilir miyim?” diye sorunca Alpaslan, sadece yutkundu. Çünkü genç kadının saniyeler önceki kararan bakışlarından eser yoktu. O karanlık, şehvet, arzu kesinlikle yerini korkuya bırakmıştı. Üstelik titriyordu ve bir kadın daha ondan korktuğu için gitmek istiyordu. Bir mükemmel kadının daha onanda korkmasına dayanamazdı. Bu lanet olası hissi kesinlikle bir daha yaşamak istemiyordu. Onun için genç kadının saçında elini dolaştırdı ve “Bir duş al” diyerek söylendi. Sesi yumuşacıktı. Bakışları sıcacık ve oldukça rahatlamasını sağlıyordu. Ardından “Senin için getirttiğim kıyafetleri giy” diyerek konuşmasına devam etti. Üzerindeki kıyafet oldukça mükemmeldi. Fakat, yine de bu kıyafet ile buradan ayrılmak kendisini kötü hissetmesine neden olurdu. Sonrasında ise daha yumuşak çıkan tatlı bir sesle, “Sonra benimle kahvaltı yap ve ilacını iç. Sonra seni kendim bırakacağım.” Diyerek söylediğinde Defne yutkundu. Genç kadının bakışlarındaki korku daha çok büyüdüğünde Alpaslan içindeki gerginliği bastırmak istedi. Ona kötü davranmıyordu. O hiçbir kadına kötü davranmazdı. Fakat korkmasına ise dayanamıyordu. O hiçbir zaman bir kadının ondan korkması için hamle yapmamıştı. Neden mükemmel kadınlar hep ondan korkardı? Bunu hiç ama hiç anlamıyordu. Sakin kalamaya çabalayan Alpaslan, “Patronun olmam, bir insan olmadığım anlamına gelmiyor. Üstelik patronun olmam benimle bir ilişki yaşadığın için pişman olma nedeni değil. Ayrıca yaşadığımız sıradan bir gecede değildi. Bana, çok değerli bir hediye verdin ve ben, bunu yok saymak istemiyorum. Onun için şimdi gir ve o duşun altında rahatla. Tabi eşlik etmemi istersen bundan da onur duyarım” diyerek söylendiğinde Defne tekrar yutkundu. Genç adam ona o kadar rica eden bir bakışla bakıyordu ki sanki bunu kabul etmez ise fazlasıyla kabalık olacağını düşündü ve ardından kısık bir sesle “Tamam. Ama yalnız gireceğim?” diyerek söylendi. Alpaslan ise sırıtarak eğlenceli bir sesle “Bu, kesinlikle büyük bir kayıp” diyerek ona karşılık verdi ve Defne şaşkın bir bakışla ona bakarken genç adam “Bazen kendimi kontrol etmekte zorlanıyorum. Bunu dün gece başaramadım. Şu anda ise başarabileceğimi hiç sanmıyorum küçük gelincik. Onun için gir şu banyoya” diye hırladığında Defne, hızla içeriye girmişti. Normalde duşun altında oldukça uzun bir zaman harcayabilirdi. Fakat, b u sefer kesinlikle doğru bir zaman değildi. Hayatında ilk defa bu kadar büyük ve lüks bir banyoda duş alacaktı. Normalde keyfini sürmesi gerekiyordu ve oteldeki kral dairesini cidden 7 ay boyunca fazlasıyla merak etmişti. Bu oda burada olduğu sürece tek bir gece dahi rezervasyona açılmamıştı. Üstelik otelin sitesinde oda seçeneklerinde bile yoktu. Oldukça merak ettiği odanın içinde olmasına rağmen tek bir detayına bile bakamıyor olması ise fazlasıyla üzücüydü. Duşun geniş haznesine girdiğinde Defne’nin kalbi deli gibi atarken hızla duşunu almıştı. Hayatında ilk defa bu kadar hızlı duş alıyor olmasına ve bunu bayılmadan yapabilmiş olmasına ayrıca ödül vereceğini zihninde not aldı. Çünkü genç kadın, bugüne kadar resmen suyun altında kalmak için uykusundan feragat eden tiplerdendi. Sıcak su onu her zaman rahatlatırdı ve şu anda bu rahatlığa fazlasıyla ihtiyacı varken tadamıyor olması da fazlasıyla üzücüydü. Üstelik bir daha bu kadar mükemmel bir duşta bulunamayacağını düşününce durum daha üzücü oluyordu. Duştan çıktıktan sonra kapının nasıl açıldığı hakkında bir fikir yürütemedi. Bu konuda savaşmak istemedi ve onun için bırakılan kıyafetlerini hızla giydi. Sonraki aşamada saçlarını kurutması gerekiyordu fakat bununla vakit kaybetmek istemedi. Buradan olabildiğince hızlı gitmek istiyordu. Saçlarını evinde kurutabilirdi ve bunun için beklemesi gerektiğini düşünmüyordu. Onun için banyonun kapısını olabildiğince cesaretini toplayarak açtı ve Alpaslan Balkan’lıyı banyonun içine girerken bıraktığı yerde bir anda karşısında buldu. Ne yani? Buradan milim bile ayrılmamış mıydı? Defne içinde yükselen korkuya engel olmaya çalışırken içinden “Lütfen psikopat çıkma” diye söylendi. Fakat, Alpaslan’ın yüzünde beliren sırıtma ile yutkundu ve gözlerini sıkıca yumarak “Bunu sesli söylemedim?” diyerek kendi kendine söylendiğinde genç adamın yüzünde sırıtması daha çok büyüdü ve oldukça eğlenceli bir sesle “Sanırım o kadar yaşlanmadım. Fısıltıları bile duyabiliyorum” diyerek karşılık verince Defne gözlerini yavaşça açtı ve şaşkınca “Yaşlı olduğunuzu söylemedim değil mi?” diye sordu. Çünkü geceyi hatırlamıyordu. Ne kadar saçmaladığını ne kadar saçma sapan konuştuğunu ne kadar aptalca davrandığını kestiremiyordu. Hatta bunun için tahminde bile bulunamazdı. Çünkü daha önce hiç o kadar çok içmemişti. Tüm benliğini kaybedecek kadar alkolün içinde kaybolduğunu hatırlamıyordu. Fakat bir daha bunun tekrarlanmaması için içkiden uzak duracağına şu anda yemin bile edebilirdi. Alpaslan ise içindeki farklılığı göz ardı etmeden sıcacık bakışları eşliğinde genç kadına bakmaya devam ederek tek kaşını havaya kaldırdı ve “İlginç soruların vardı. Mesela evli olup olmadığım? Yakışıklı olup olmadığım ve yaşlı olup olmadığım konusunda. Bunlardan evli olmadığım konusunda ben cevap verdim ve yaşlıda pek sayılmam. Yakışıklı olup olmadığım konusundaysa kararı senin vermen gerekiyor Defne Hanım? “Dedikten hemen sonra yüzünü genç kadının yüzüne daha çok yaklaştırarak “Söyle bakalım yakışıklılık kriterlerine uyuyor muyum?” diyerek sorduğunda Defne derin bir nefes verdi ve içinden yakışıklılık kriterim var mı bilmiyorum. Fakat, yakışıklı teriminin bir bu balkan kralı için türediğini söyleyebilirdi. Parlak mavi bakışları, keskin yüz hatları ve mükemmel dudakları ile özene bözene yaratıldığı kesindi. Yakışıklı mı? adam tam bir şaheserdi. Ve tabi ki Defne, gece bolca saçmalamıştı. Genç kadın, yutkunarak nefes verdi ve aptal görünmemeye çabalayarak “Alpaslan bey, ben… şey… cidden özür diler….” Diyerek konuşmaya başlıyordu ki Alpaslan, dudaklarına yerleştirdiği parmakları ile bir anda susmasını sağladı ve oldukça içten bir sesle “Sen dün gece özür dilemeni gerektirecek bir şey yapmadın defne. Onun için özür falan dilemene gerek yok. Dün gece mükemmeldi. Çok güzeldin. Çok tatlı ve karşı konulmazdın. Bunlar için özür dileyemezsin.” Dedikten sonra genç adamın bakışları Defne’nin saçlarına gitti. Hala ıslaktı. Bu hasta olmasına neden olabileceği için çatık olan kaşları eşliğinde “Öncelikle psikopat değilim” diyerek ona sırıttı ve çatık olan kaşlarına rağmen bunu nasıl yapabildiği konusunda defne şaşkınca baka kaldı. Ardından seksi bir sesle tam bir şey daha söyleyecekti ki kapısı çaldı. Yemekler gelmiş olmalıydı ve Alpaslan, “Saçlarını kurutmalısın” diyerek ona söylendi ve odanın kapısına giderken “Şimdi!” diye bir komut verdi. Sesinde her ne kadar emir tonu olsa da kesinlikle korku hissetmesini sağlamıyordu. Kapıyı çalanın kim olduğunu bilmeyen genç kadın, kim olursa olsun görmemesi için hızla banyoya girdi. Tabi aklında tam olarak saçlarını kurutmak ve bir an önce buradan defolup gitmek vardı. Alpaslan, tıklatılan odasının kapısını yavaşça açarken kahvaltının geldiğini biliyordu. Yavaşça kapıyı açtığında bakışları Tuna’yı aradı. Fakat, Tuna görünürde yoktu. Genç adam, kıstığı bakışları ile kahvaltı için getirilen yemeklere baktı. Birkaç saniye sonra ise Tuna’nın neden ortalıkta görünmediğini rahatça anlayabilrdi. Çünkü Boşnak böreklerinde eksikler vardı. Normalda menü tabağı 7 adet Boşnak böreğinden oluşurdu. Fakat tabakta sadcee 5 tane vardı. Kayıp olan 2 tanesinin Tuna’nın çoktan midesine inmiş olduğunu gösteriyordu. Hâlbuki adamlarına Tuna’yı servisine yaklaştığında vurmaları talimatını vermişti. Onun için dişlerinin arasından “Onu vurdunuz mu?” diye sordu. Kahvaltı arabasını diğer ucundan tutan genç elemanı derin bir nefes vererek “Tuna Bey’i durdurabilme yeteneğimiz yok efendim. İnanın ne ara aldığını bile fark etmedim” diyerek ona karşılık verdi ve yine hızla “Ben mutfağa haber verdim. Birazdan başka bir tabak getirecekler. Sadece servisi geciktirmek istemedim” diyerek karşılık verdiğinde genç adam, derin bir nefes verdi. Cidden bu adam her konuda güvenirdi. Fakat kesinlikle yemek konusunda güvenmezdi. Buda oldukça net bir şekilde onu doğruluyordu. “O pis boğaza bana görünmemesini söyleyin” diyerek söylendikten sonra arabayı içeriye bırakmak için hamle yapan adama “Ben hallederim” diyerek durmasını sağladı ve arabayı içeriye çekerek aldı. Çünkü genç kadının şu anda kimse tarafından görünmemesi gerekiyordu. Çok hassastı ve onunla bir süre ilgilenmesi kendini toparlamasına yardımcı olması gerekiyordu. Öyle de oldu. Defne saçları kuru bir şekilde banyodan çıkmış, onun oturduğu koltukta yananına oturmuş ve yemeğini Alpaslan Balkanlı ile konuşarak yemişti. Genç adam ona birçok soru sormuştu. Tamamı iş hakkındaydı. Özellikle kendi satışları olmasına rağmen Ali’ye vermiş olduğu satışlar hakkında yorumlar yapmıştı. Genç kadın bunun nedenini bilmiyordu fakat Alpaslan ona oldukça zarif, naif ve saygılı bir şekilde davranıyordu. Onu gördüğü üç karşılaşmadaki o anları düşününce bunları rüyasında bile görse kesinlikle inanamazdı… Sonra ise kahvaltının tam ortasında genç kadın çayını yudumlarken Alpaslan onun daha rahat ve iyi göründüğünü fark etti. Artık korkmuyor, bir yanlış yaptığını hissettiren bir şekilde bakmıyordu. Üstelik genç adamın tüm bünyesini alevlendiren kahkahalar bile atmıştı ve genç adama kahvaltı masasının üzerindeki ilaçlara baktı. Biri ertesi gün hapıydı. Bir diğeri ise ağrı kesici. Bu ilaçların ikisi olmasa bile bir tanesini içmeden bu odadan hiçbir kadın çıkmamıştı. Buna genç adam izin vermemişti. Oda ertesi gün hapıydı. Derin bir nefes alan Alpaslan ağrı kesicinin olduğu tabağı çenesi ile genç kadına işaret ederek “Yemeğini yediğine göre o hapı almalısın. Yoksa gün boyu miden başın tüm bedenin ağrı içinde olur. Daha önce bu kadar içmediğin için etkisi de sert olur. Yarın yoğun bir gün olacak. İyi dinlenmelisin” diyerek söylendiğinde Defne gülümseyerek “Ah tabi.. yarın bir çok şikayet alacağız ve hepsi ile ben ilgilenmek zorunda kalacağım” diyerek söylenip ilacı ağzına attı ve birkaç yudum su içtikten sonra diğer ilaca yöneldi ve “Buda ağrı kesici mi?” diye sordu. Alpaslan, bir an yutkundu ve bakışlarını genç kadının bakışlarında birkaç saniye sabit tuttu. Hayatında hiç bu kadar doğal, saf ve tertemiz bir kadınla tanışmamıştı. Aslına bakarsa bir tane ile tanışmıştı. Fakat onu kaybetmesi zaman almamıştı. Fakat, içinde deli gibi bir sıkışma vardı. Neden olduğunu bilmediği bir istekle onu kaybetmek istemiyordu. Gitmesini, kopmasını ondan korkmasını istemiyordu. Onu hep yanında istiyordu ve bunu neden istediğini kesinlikle bilmiyordu. Genç kadın parmaklarını hapa doğru uzattığında birden “Hayır. O benim için. Daha sonra içeceğim.” Diyerek onu durdurdu. Ve bunu neden yaptığını da bilmiyordu. Tamda o sırada genç adamın bir telefonu cebinde çalmaya başladı. Defne, telefonda kimin olduğunu bilmiyordu. Bilmesi de imkansızdı fakat kendisi olmadığına şükrediyordu. Çünkü genç adamın bakışları zifiri karanlığa gömülmüştü. Hızla yerinden kalkmış ve üzerine bir şeyler giymek için odanın içinde ayrılan yere doğru yürümüştü. Defne ise ne yapacağını bilemezken saniyeler içinde geri gelmiş ve genç kadının yüzüne her iki elinin avucunu yerleştirerek ona sıcacık bakıp yine aynı sıcak bir sesle “Bana söz ver. Bir hafta işim var ve geri geldiğimde benimle bir akşam yemeği yiyeceksin. Kesinlikle burada bitmedi. Üstelik hayır cevabını da kabul etmiyorum” diyerek hızla odasının kapısını açtı ve kapının önünde duran, genç kadının adının Tuna olduğunu bildiği adam ile göz göze geldi. Alpaslan net bir sesle “Defne Hanım’ı evine sen bırakıyorsun. Sonra hızla buraya gel ama güvenli bir şekilde evine girdiğinden emin ol. Benim asansör ile inin ve asansörden çıktığını kimse görmesin. Dikkatli olun” diyerek söylendiğinde genç kadının yüzüne parmaklarını yerleştirdi. Ardından “Sadece bir hafta” diyerek söylendi ve Defne, neden, niçin, nasıl olduğunu anlamadığı bir hisle gülümseyerek başını tamam dercesine salladı. Tuna ise ağzı açık bir şekilde her ikisine bakıyordu. Tamam kıyamet bir yerde kopuyordu ve kesinlikle Balkanlı otel başlama yeriydi. Bunu anlamıştı. Çünkü karşısında kıyametin bir alameti vardı. Alpaslan balkanlı bir kadının yüzünde parmaklarını dolaştırıyordu ve bir hafta sonra muhtemelen onu tekrar görmek istediğini söylüyordu. “Siktir dünyanın sonu mu geldi?” diye söylendi ve Alpaslan sert bakışları eşliğinde amda bakarak “Niye daha fazla Boşnak böreği mi yiyeceksin?” diye sorunca Defne şaşkınca ikisinde baktı ve Tuna sırıtarak, “Stok yapmam gerekiyor diyebiliriz.” Diyerek söylendiğinde ise Alpaslan başını sağa sola sallayarak “Bir gün yemek yerken öleceksin. Bundan eminim” diyerek söylendiğinde defne sadece kıkırdadı ve Alpaslan bir anda donup kaldı. Hayatında çok fazla müzik dinlediği söylenemezdi fakat bu belki de kulaklarına ulaşan en mükemmel melodi gibiydi. Genç kadına sıcacık bir bakışla bakarak “İyi dinlen. Bir hafta sonra seni evinden alırım.” Diyerek Tuna’ya sert bir şekilde bakarak “Güvende olduğundan emin ol” diyerek genç kadının gitmesini izledi. Defne asansöre binip kapılar kapanana kadar bakışları ayrılmadı ve kalbinin daha önce hiç bu kadar hızlı attığını düşünemedi. Çünkü daha önce hiç bu şekilde atan bir kalbi olmadı… Evet hanımlar nasıl buldunuz Alpaslan'ımızı? ben yazarken çok sevmeye başladım ve harika anlarımız sahnelerimiz var. Hepinize keyifli okumalar. Bir sonraki bölümde küfürler cidden serbest. Çünkü ben yazdıktan sonra kendi karakterime yağdırdım:)))
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE