Hayat, insana hiç olmadık yerlerde ve oldukça kötü zamanlarda fazlasıyla skoru açan bir gol atabilirdi. Hatta tam olarak kazandığını düşündüğüm maça, haksız bir penaltı ile müdahale ederek seni mağlupta edebilirdi. Hatta o gol ile tüm benliğini bile kaybedebilirdin. Tıpkı genç kadının şu anda yediği gol ile tüm maçı kaybetmesi gibi. Dakikaların bitimine son saniyeler vardı ve buradan bir atağa kalkması ve o maçı kendi lehine döndürüp sahadan galibiyetle ayrılması imkansızdı. Defne, hayattan ilk defa gol yemiyordu. Hatta daha ağır mağlubiyetler ile sonuçlanan golleri de yediği zamanlar olmuştu. Mesela annesinden. Üstelik, henüz 7 yaşındayken.
Genç kadının, babası bir iş kazasında aralarından ayrıldığında hayatının daha ne kadar kötü gidebileceğini düşünmüştü. Üstelik, bunu tam 7 yaşındayken düşünmüştü. Yani o dönemdeki arkadaşlarının tek derdi bebeklerinin kıyafetleri, tokalarının rengi olduğu bir süreçte onun da öyle sıkıntılarının olması gerekmez miydi? Fakat hayat oyunlarının kesinlikle onun ne yaşı ne zaman ne de bulunduğu yer konusunda acıması yoktu. Daha kötüsü de olabilir diye onu daha saçma bir sınava sokmaktan geri durmuyordu. Çünkü annesi, babasının ölümünden tam iki ay sonra başka bir adam ile evlenmişti. Bu annesi için hayatta kalma mücadelesi olabilirdi. Gençti, güzeldi fakat bir anneydi. Tamam o kısmı ile pek ilgilenmediği gerçeğini yok sayamazdı. Çünkü babası hayattayken bile bir anne olmaktan oldukça uzaktı. Aklı hep gezmelerde alışverişte ve lüks hayatlardaydı. Defne, çoğu akşam evde izledikleri televizyonun karşısında annesinin magazin haberlerinde gördüğü ünlü kadınlar için
“Ben onlardan daha güzelim. Benim ne eksiğim var? şu iğrenç suratlı kadının yaşadığı hayata bak bir de benimkine” diye sönmelerini duyardı. Gerçi sonunda istediği hayata ulaşmıştı. Her zaman güç, para ve saygı istiyordu. Onun için evlendiği adam bir mafyaydı ve annesine, onu bırakması koşuluyla nikah yapma garantisi vermişti. Annesi ise bunu bir gün, bir saat hatta bir saniye bile düşünme zahmetine bile girmeden onu, anneannesinin yanına bırakmış lüks hayatının keyfine dalmıştı. O günü daha dün gibi hatırlıyordu. Anneannesinin evinin eski püskü kapısında ona sıkıca sarılmış ve
“Ben, her zaman seni ziyarete geleceğim” diyerek yanağından öpmüş ve arkasını dönüp onun için açılan lüks arabanın kapısından arabaya binerek gitmişti. Aslına bakarsa gitmek lafı az kalırdı. Çünkü genç kadının annesi resmen uçarcasına kaçmıştı. Söylediği gibi öyle üzgün falanda değildi. Aslına bakarsa yalan annesi ona söylediği milyonlarca yalana bir tanesini daha ekleye yine yalan söylemişti. Çünkü onu, onca sene içinde bir kere bile ziyarete gelmemişti. Üstelik iki tane daha çocuğu olmuştu ve genç kadını ebediyen unutmuştu. Öyle unutmuştu ki Defne, kesinlikle bir tane daha kızı olduğunu hatırlamadığına emindi. 20 yaşına girdiğin de anneannesi pandemi salgınından ölmüştü. Gerçi kendi de günlerce hastanede kalmış oda neredeyse ölümden dönmüştü. Ama ona giderken ziyarete geleceğini söyleyen annesi o zaman bile anneannesinin cenazesine gelmişti. Üstelik kızım ölüyor diye korkmamış gelmemişti. Genç kadın da böyle bir şeyi zaten beklemiyordu. Bu sorumsuzluktu. Bu, onun için geri dönülmez bir hatanın sorumsuzluğuydu ve bu durum için acı çekmeyi yıllar önce bırakmıştı. Soranlara bir annesi hatta bir ailesi bile olduğunu söylememişti. Nasıl olsa ayaklarının üzerinde duruyordu. Anneannesinden kalan evin satışı için onu yıllar önce aramıştı. Defne, annesinin sesini duyduğunda boğazı düğümlenmiş ve tüm bedeni titremiş bir şekilde ona
“Anneni kaybettik. Cenazesine gelmedin ve senin için bir anlamı var mı bilmiyorum ama evi sana kaldı. Banka satışa çıkarıyor. Çünkü bankaya borcu varmış” diyerek söylemişti. Oda
“Ben hallederim” diyerek telefonu kapatmış ve oldukça korkutucu bir avukat göndermişti. Ev anında satılmış para ise genç kadının hesabına yatırılmıştı. Üstelik bankanın borcu da kapatılmıştı. Defne buna itiraz etmemişti. Çünkü okulundan yeni mezun olmuştu. Paraya ihtiyacı vardı ve o evde annesinin bir hakkı olduğuna inanmıyordu. Bu sayede geçimini sağlayacak birikime sahipti. Annesi ise bu yaptığı ile sanırım annelin diyetini ödemişti. Bir o an o kadının annesi olduğu için yıllarca hayal kırıklığı yaşamıştı. Bir de şimdi hayatının en büyük aptallığı için hayal kırıklığı yaşıyordu. Çünkü karşısındaki adamın kıyafetler, açık saçlar, gözlük veya makyaj ile bir sorunu yoktu. Çünkü kolundaki kadının kıyafetinden daha güzel bir kıyafet giyiyordu. Ondan daha güzeldi ve daha kariyer sahibi olduğuna yemin bile edebilirdi. Ya da cidden aptallıktan beyni yanmıştı. Fakat, şu anda onun kolunda kendisi değil başka bir kadın vardı. Üstelik onunla tanıştığına pek memnun bakmıyordu…
“Merhaba, gelmene sevindim.” Diyerek Ali’ye selam verdi ve elini sıkarken yüzüne yerleştirdiği sahte memnuniyet gülümsemesi ile kolunda olan kadına dönerek,
“Defne ben” diyerek kendini tanıttı. Kadın, onu tepeden tırnağa süzerken gözlerindeki tiksinti ve memnuniyetsizliği saklama zahmetinde bile bulunmadı. Oldukça sürtük bir havası vardı ve Ali ise oldukça gülümseyen bir sesle
“Sana, bahsettiğim mesai arkadaşım Aşkım. Hani şu satışlarda bana çok fazla destek veren “diyerek açıkladığında Defne, resmen bakışları ile ona küfrediyordu. Bunu sözlü olarak da yapabilirdi. Fakat, bunun sonraki günlerini düşündü ve derin bir nefes verdi. O sırada memnuniyetsiz kız arkadaş, genç kadının elini sıkmadı. Defne ise daha fazla aptal gibi görünmemek için elini yavaşça çekti ve oldukça sakin bir sesle
“Kız arkadaşın ile eğlenmeye geldin. Bence biraz sabırsız onun için ben sizi oyalamayayım. Size iyi eğlenceler” diyerek sevimli kalmaya çalışarak gülümsedi ve yanındaki kız
“Evet, masamız hangisi?” diye sordu. Ali ise Defne’ye gülümseyerek
“Sana iyi eğlenceler. Sıkılırsan Aycan’lara katılabilirsin. Onlar her yılbaşı kutlamasının yıldızı oluyor.” Diyerek yanından uzaklaştığında kız arkadaşından gece boyunca trip yiyeceğini Defne hissetti. Öne doğru dönerken
“Piç kurusu” diye söylendi ve barmen ile göz göze gelerek
“Şu sert olandan bir tane daha versene bana” diye seslendi. Barmen, her iki kaşını da havaya kaldırarak
“Seni biri almaya gelecek mi?” diye sordu. Çünkü genç kadın cidden oldukça sarhoş olacak potansiyele sahip görünüyordu. Defne ise
“Ayaklarım, beni istediğim yere götürür. Onun için ver şu içkiyi!” diye hırladığında önüne bırakılan içkiyi tek dikişte midesine indirdi ve
“Bir tane daha” diyerek ikiciyi istedi. Sonra üçüncü ve bir süre sonra dördüncü. Bu gece boyunca böyle sürdü ki gecenin sonunda barda neredeyse kimse kalmamıştı. Çünkü herkes eşini, sevgilisini alıp odalara çekilmişti. Onu, kim ne yapsındı ki? Zaten bu gece, bir ateşin çıkmasını umması kesinlikle aptallıktı. O bir aptaldı ve bu gece aptal gibi evine gidecekti. Kıyafetleri ile yatacak ve lanet makyajını bile silmeyecekti. O karaktersiz Ali, kolunda onun yarısı bile etmeyen sürtüğe gece boyunca otelin en güzel manzaralarından birine sahip olan süit odasında çığlıklar attırırken Defne, buz gibi yatağında ısınmak için çabalamak zorundaydı. Piç kurusu, onu neden davet etmişti ki? Zaten gelemeyecekti. Bu gece Emine ile evinde televizyonun karşısında içebilirdi. Aptallığına gülebilir. Hatta kendi ve yalnızlığı ile dalga geçebilirdi.
Defne, oturduğu bar taburesinden kalkmak için yeltendiğinde etrafın oldukça hızlı döndüğünü fark etti ve kollarını barın üstüne sabitleyerek
“Vay canına fena dönüyorum” diyerek kendi ile dalga geçti. Hatta kahkaha atıyordu. Ama aslına bakarsa hıçkırarak ağlama isteği ile doluydu. O sırada barmen, oldukça sakin bir sesle
“Biraz bekle. Şuraları toparlayayım seni evine bırakırım. Saat 02.00 oldu. Taksi buluruz da güvenli gitmen gerek” diyerek söylendiğinde Defne, kahkaha atarak
“Biliyor musun? Tüm erkekler koca bir aptal. O, Ali denen piç kurusu da bir aptal. Ona, bu kadar zamandır hissettiğim bu saçma şey yüzünden bende bir aptalım.” Diyerek söylendiğinde barmenin yüzünü bile göremediğini fark etti. Kesinlikle gözündeki lensler kaymıştı. Çünkü hiç ama hiç net görmüyordu. Hemen arkasında erkeksi bir kıkırtı yükseldi. Oldukça erkeksi ve fazlasıyla hissedilir bir sesti. Defne, hızla sesin geldiği yöne dönmeye çalıştı. Fakat, başı oldukça fazla dönüyordu. Ellerini bardan ayırmadan yana döndü ve karşılaştığı koca dev karanlık ile duraksadı. Karşısında biri vardı. Fakat, o birinin oldukça iri bir adam olduğunu fark edebiliyordu. Sonra, sırıtarak
“Sizi de buraya davet ettiler ve kolunda sevgilisi ile gelip aptal gibi bıraktılar mı?” diye sordu. Kıkırtı daha erkeksi bir şekilde yükselirken barmen,
“Alpaslan Bey…” diye konuşmaya başlıyordu ki Defne, daha yüksek bir sesle
“Evet! Asıl aptal o biliyor musun?” diye söylendi. Barmen ise panikle
“Def…” diye seslenip onu susturmaya çalışıyordu ki Alpaslan, tam 4 saattir bar taburesine oturmuş hayal kırıklığını dibine kadar yaşadığını izlediği genç kadına bakmaya devam ediyordu. Daha önce bunu yaptığını hatırlamıyordu. Fakat ondan bakışlarını bir an olsun ayıramıyordu. Üstelik genç adam, kendine aptal diyen birini hayatta bırakmazken bu kadına sırıtarak bakıyordu. Bu hiç normal değildi ve barmen, genç adamın elini kaldırması ile susmuştu. Defne’nin devam etmesini ve neden aptal olduğunu söylemesini umuyordu. Onun için genizden gelen bir sesle
“Neden aptal?” diye sordu. Defne ise yüzünü seçemediği fakat, sesinin tüm tenini yaktığını fark ettiği adama elini açarak tek tek parmakları ile sayma işareti eşliğinde
“Öncelikle personellerini hiç takip etmiyor. Kimin hangi pozisyonu hak ettiğin de bilmiyor. O satış departmanı sorumlusu var ya?” diye sordu ve Alpaslan sırıtarak
“Evet” diye karşılık verdi. Defne ise bir tık sitemli ama yüksek sesi eşliğinde
“Onu, satış birincisi ben yaptım. Tüm sorunlu müşteriler ile ben ilgilendim. Tüm müşteri memnuniyetini ben sağlıyorum ve sadece 7 ayda 26 bini aşkın misafirin burada konaklamasını sağladım. Fakat, hepsini o karaktersi pislik aldı. Tamam, ben verdim ama yönetim olarak kolunu bile kıpırdatmadan nasıl bu kadar satış yaptığını sorgulamadı. Onun başarısı olmadığını fark bile etmedi. Tüm maillerde ekli. Hiçbirini okumuyor. Bir tanesini bile. Bu neden Ali, dallamasının satışı olarak görünüyor? diye sormadı.” Diyerek söylendi ve ardından derin bir nefes vererek
“Şimdi ise zerre başarısı olamayan bir adamı müdür yapacak” diyerek söylendiğinde başı daha fazla döndü. Ayakta duramadığını fark ediyordu. Dünya hızla dönmeye başladı ve bir anda dengesini kaybederken Alpaslan, onu hızla yere düşmeden önce yakaladı. Yakınlarda olan adamları hızla hamle yaptığında ise onları eli ile durdurup gitmelerini işaret etti. Genç kadın, gözleri kapalı bir şekilde göğsüne yapışmışken Alpaslan kısık bir sesle güldü ve
“Belki yapmayacaktır?” diye sordu. Defne ise mırıldanarak genç adamın göğsüne daha çok sokuldu. Alpaslan daha önce hiçbir kadının ona bu şekilde güvenerek sokulduğunu hissetmemişti. Fakat, şu anda kollarında bir yavru kedi varmış gibi hissediyordu ve üstelik bu çok hoşuna gitmişti. Genç kadın ise mırıldanan bir sesle
“Yapacak. Çünkü erkeklerin hepsi aptal.” Diye söylendi ve tamamen sızdığında barmen korku dolu bakışlarının verdiği korku dolu bir sesle
“Alpaslan Bey. Kusura bakmayın aslında…” diyerek ona açıklama yapmaya çalışıyordu. Fakat, Alpaslan, genç kadını nazik bir şekilde kucağına alarak barmene baktı ve
“Tek kişi bu halini bilmeyecek.” Diyerek söylendi ve barmen hızla başını tamam dercesine salladı. Alpaslan ise adım adım barın çıkışına kucağında Defne ile yürüdü. Tuna, onu gördüğünde tek kaşı kalkık bir şekilde gözlerine bakıyordu. Gecenin o saati olmasına rağmen yine bir şey yiyordu. Çünkü Tuna sigarayı bırakmıştı. Gerçi bırakmasa bile adamın iştahı her zaman yerindeydi. Bir oturuşta dünyaları bile yiyebilirdi. Alpaslan, bu adama her konuda gözü kapalı güvenir ve ona canını bile emanet edebilirdi. Fakat tabağını asla emanet etmezdi. Tuna şaşkın bir sesle
“Evine bırakmamı ister misin? “Diye sorunca Alpaslan sırıtarak
“Ben aptalmışım. Küçük hanım uyanınca bunu tekrar söyleyebilecek mi? Gerçekten merak ediyorum” diye söylenerek sadece kendisinin kullandığı asansörün içine bindi ve kapılar kapanırken Tuna’nın şaşkın bakışlarına sırıttı. Kapı kapandığında Tuna mırıldanarak
“Bunda merak edecek ne var? Söyleyemeyecek” diye söylendi ve derin bir nefes verdi. Bu, onunla çalışmaya başladığından bu yana bir ilkti. Bu adam, hiçbir kadın ile yan yana görünmezdi. Değil kucağına almak, göz göze bile gelmezdi. Şimdi ise kucağında bir kadın ile üstelik bu kadın, onun elemanıydı. Kucağındaydı ve kendi katına çıkan asansöre binmişti. Üstelik bir kadının sabaha ne söyleyeceğini merak ediyordu. Cevabı biliyordu. Ne zamandan beridir Alpaslan Balkanlı cevabını bildiği soruları merak ediyordu…
Evet yeni bölüm ile geldim. Yorumlarımız hala çok az ama hanımlar. Hikayeyi beğenmediğinizi mi düşüneyim? Hadi bakalım sizce Defne, sabah uyandığında Alpaslan'a aptal olduğunu söyleyebilecek mi? Tahminlerinizi bekliyorum. Üstelik her okuyandan bir yorum :)) 200 yorum gelsin ve öğrenelim bakalım. Defne söyleyebilecek mi? Hepinize keyifli okumalar hanımlar. Siz okurken bende güzel güzel bölümler yazmak için yorumlarınızı bekliyorum. serinin önceki kitaplarını aşağıda link olarak bıraktım. hepinize keyifli okumalar . . . . . . . .