“Alpaslan Bey, ben ona bir şey anlatmadım! Yalan! Gerçekten yalan! Hem bunu neden yapayım?” diye haykıran adama bakışlarını bir an olsun ayırmadan bakan Alpaslan, sabrının bu kadar olmadığını zaten biliyordu. Çünkü buraya geldiği ve bu adamın konuşması başladığından bu yana belki de kafasına bin defa sıkması gerekiyordu. Aslına bakarsa adamın kim olduğunu biliyordu. Söyleyeceklerini de biliyordu. Fakat onu zorlaması, ne kadar bilgi alabileceğini ölçmesi için bilgi gelmişti. Bu boktan işi neden kabul ettiğini ise kesinlikle bilmiyordu. Tehlikeli olan ise genç adam kesinlikle sıkıldığını hissediyordu. Alpaslan Balkanlı, sıkılınca pek güzel şeyler olmazdı. Üstelik yalana tahammülü yoktu ve cidden karşısındaki adam her kelimesinde yalan söylüyordu. Üstelik o kadar yalan söylediğini belli ediyordu ki kesinlikle sırf bu nedenle bile onu öldürmesi gerekirdi. Keskin bir ses eşliğinde
“Doğruyu söylersen daha acısız bir ölümün olur. Bu şekilde yalan söylemeye devam edersen seni, Tuna’ya devrederim. O, acı çektirirken sabırlı olabiliyor. Ben o kadar sabırlı değilim” diyerek söylediğinde adamın gözleri kocaman oldu. Çünkü Tuna’nın namını duymayan yoktu. Karanlık dünya, tamamıyla onun işkencelerini diline dolamıştı. Çünkü hiçbiri sevimli değildi. Birkaçında Alpaslan, bizzat bulunmuştu ve son ana kadar oda kalmayı başaramamıştı. Çünkü Tuna, eline işkence aletlerini aldığında resmen başka bir kişiliğe bürünüyordu. Onu tanıdığı ilk günde öyleydi. Onu kurtarırken de öyleydi. Zaten öyle olduğu için yanında duruyordu.
“Alpaslan Bey! Yalvarırım ben ihanet etmedim!” diye haykıran adamın gözlerine keskin bir bakışla bakan genç adam,
“O silahları evinden getirdiler. Üstelik yanlarında para dolu bir çantada vardı. Üstelik döviz cinsinden. Kameraları kontrol ettim ahmak. Elinde iki çanta ile giriyorsun. Şimdi o silahları neden aldığını, neyi sattığını bana söyleyeceksin! Hem de hemen!” diye bağırdığında adamın yüzünün bir anda kireç gibi olması birazdan döküleceği anlamına geliyordu. Çünkü Alpaslan’ın sesi yükseldiyse öfkesi de yükselmişti. Yani kesinlikle burada bir kan akacaktı ve o kan kendisininki olmayacaktı.
“Abi bu işten kurtulamam!” diye yalvarırcasına bağıran adama sırıtarak bakan genç adam
“Ben de sana sarılmayacağım. B enim seçeneğim de aynı yönde. En azından acı çekmemeni sağlarım” diyerek söylenince adamın, ona son anda değişen bakışlar eşliğinde bakmasına sadece buz gibi bakışları eşliğinde karşılık verdi. Nedense bir anda içinde bir yerlerde yolunda gittiğine emin olamadığı bir şeylerin olduğunu hissetti. Derin bir nefes vererek adım adım genç adama yaklaştı ve hemen karşısında olan sandalyeye tersten oturarak onunla göz göze geldi. Birkaç saniye öylece baktıktan sonra
“Evet dinliyorum?” diyerek ona sordu. Genç adam ise başını tamam anlamında salladı ve Alpaslan, derin bir nefes vererek
“Anlat!” diyerek ona komut verdi. Genç adam ise acı dolu bir sesle
“Teşkilattanım ben. Benim gibi iki kişi daha var. Ve ben, o silahları vermezsem onları öldürecekler. Deşifre olduk. Onların hayatını kurtarmam gerekiyor. Sizinle ilgili tek bir şey söylemedim. Fakat, amirlerim bilgi istiyordu. Onları açığa çıkarmam gerekiyordu. İki kişi oraya girdi. Ben ise sizinle çalışmaya başladım. Teşkilat, beni o yüzden istiyor” diyerek söylediğine Alpaslan resmen derin bir nefes verdi. Çünkü bir teşkilat elemanına tam 5 saattir işkence ediyordu. Ne yani 5 saatte çözülmüş müydü? Başını sağa sola kütürdetti ve sert bir sesle,
“Köstebeksin yani?” diye sordu. Genç adam ise başını evet anlamında aşağı yukarı sallarken
“Komutanım, size bir şekilde yakalanırsam teşkilattan olduğumu söylememi emretti. Arkadaşlarımı kurtarmam gerekiyor” diyerek ona söylediğinde Alpaslan dişlerinin arasından
“Komutanın?” diye sordu. Genç adam, yutkunarak ona baktı ve Alpaslan derin bir nefes vererek
“Tolga?” diye söylendiğinde genç adamdan tek kelime çıkmadı. Hızla yerinden kalktı ve depodan çıktı. Telefonunu eline aldı ve depodan dışarıya çıktı. Birkaç saniye bekledikten hemen sonra bir numara tuşladı ve telefonun açılmasını bekledi. Ardından açılan telefona
“Cidden bunu bana göndermendeki amacı anlamış değilim. Akademide nasıl bir eğitim veriyorlar bilmiyorum ama emin ol ben daha sıkı bir eğitimden geçirebilirim. 5 saatte adını öğrendim” diye dişlerinin arasından söylendi ve Tolga, telefonun diğer ucundan
“Uygun olup olmadıklarını anlamak için. Senden kaçabiliyorlarsa onları her yerde kullanabilirim.” diyerek karşılık verince Alpaslan, dişlerinin arasından,
“Diğerleri deşifre olmuş. Onlar için geç olmadan harekete geçmelisin” diye söylenince Tolga kahkaha atarak,
“O, çaylağı aldığında ben çoktan diğerlerini kurtarmıştım. Onu da öldürmüş gibi yapıp aynı yere atın. Ben bizzat paketi alacağım. Ayrıca Hüseyin, başka bir iş çeviriyor. Tırlarını gümrüğe gelmeden kontrol et!” diye telefonda söylendikten hemen sonra telefonu kapatınca Alpaslan, dişlerini sıkarak hemen karşısında duran Tuna’ya
“Bu, piç kurusunu bir ara alsana buraya. Ama sadece ben karşılayayım” diyerek söyledi. Gerçekten onu oldukça sert bir şekilde yumruklamak istiyordu. Lanet olsun ona emir vermekten çekinmediği gibi isteklerde de bulunuyordu. Tuna, kendisinden istenilen talebe sırıttı ve
“O iş biraz zor patron. Ordu ile gitmek gerekiyor ki adam zaten ordudan. İki dev kapışması olur ve sanırım çok fazla hasar ile geceyi sonlandırırız. Adamın lakabı Herkül” diyerek konuştuğunda Alpaslan,
“Sana da tank diyorlardı” diyerek söylenince Tuna, sırıtmaya devam etti. Alpaslan, yıllar önce Irak’ta bir iş için bulunmuştu. Orada onun milyarder olduğunu öğrenen bir gurup tarafından kaçırılmış ve tam 40 gün resmen işkence görmüştü. Birçok yönden üstelik. Tam öleceğine inandığı zamanda bir anda karşısında teşkilattan olan bir grup asker ve Tuna’yı görmüştü. Tabi, Tolga denen piçin komutasındaydılar.
Tolga; Teşkilatın önde gelen istihbarat mensubuydu. Oldukça tehlikeli görevlerde yer alıyordu ve adam sanki mafya liderlerini çökertmeye yemin etmiş gibi içlerinde dolanıyordu. O gün onu kurtarmaya gelen kişilerden biri oydu. Ona bir hayat borcu vardı ve genç adamı bir gün mafya liderlerinden birinin sağ kolu olduğunu gördüğünde oldukça şaşırmıştı. Ama yine de sesini çıkarmamıştı. Tuna’da o zamanlar teşkilattandı. O gün hayatını hiçe sayarak onu kurtarmıştı ve yaralanmıştı. Genç adam yaralı olmasına rağmen onu kurtarmıştı. Fakat, teşkilattan ayrılmak zorunda kalmıştı. Tuna’nın tedavisi bittiğinde ise Alpaslan, onu yanına almıştı. Özel korumalığını yapıyordu. Tüm koruma ekibinin başında o vardı ve o yanında olduğu sürece genç adam kimsenin ona, yaklaşamayacağını çok iyi biliyordu. Fakat, tabi Tolga’da başına bela olmuştu. O piç kurusuna fark ettiği bir durumu kesinlikle bildirmemesi gerektiğini şimdilerde çok iyi anlıyordu.
Alpaslan, otel zincirlerinde önemli bir yere sahipti ve sadece Türkiye’de değil Arnavutluk ve Bosna’da da otelleri vardı. Misafir listelerinde gözüne çarpan birkaç detayı araştırdığında onların suçlu olduğunu anlamış ve Tolga’ya haber vermişti. Tolga ise o kişilerin, suçludan daha fazlası bir terör üyesi olduğunu söyleyip operasyon ile onları yakalamıştı. Alpaslan ise karanlık dünyada teşkilat ile mafya arasında kendini bir köprü gibi hissediyordu.
“Bir ara kapışırız. Şimdi bu çaylağı ne yapayım? Öldürmeyeceğim kesinde.” Diyerek sorduğunda Alpaslan, derin bir nefes vererek
“Paketle aynı yere bırak. Kendi alacakmış” diyerek söylendi ve arabaya doğru yürüyerek
“Ben, otele geçiyorum. Beni bardan alırsın” diyerek siyah BMW marka arabasına bindi. Tuna, hemen arkasında güvendiği. Birkaç elemanına başı ile işaret verdi ve başka bir araba ile onu takibe koyuldular. Çünkü, lanet olası arabaya da onunla bir tek Tuna binebilirdi.
…………………………….
“Kızım delirdin mi? bu kıyafet eli değil Ali, tüm bar sana bakacaktır. Çıkarmayı aklından bile geçirme!” diye ona bağıran Emine’ye, kocaman olan gözleri ile bakan Defne, ona sırtını dönerek
“Elbisenin sırtını dikmeyi unutmuşlar ve sen bana bunu giymem gerektiğini mi söylüyorsun? Çıldırmışsın!” diye bağırınca Emine,
“O bir dekolte!” diyerek ona açıkladı. Defne ise
“Sırtım komple açıkta bu kesinlikle hiç hoş değil. Kesinlikle hoş değil!” diyerek anlatmaya çalıştı ve Emine,
“Bu gece, şu despot iffetli kadın olma durumunu bir kenara bırak. Her ikinizde otelde kalacaksınız. Şimdi ya bu kıyafeti giyecek ve onunla aynı odada kalacaksın. Sabaha kadar sana çığlık attıracak. Ya da o lanet rahibe kıyafetini giyecek ve ayrı odalarda yatacaksınız. Tabi o başka bir sürtüğe sabaha kadar çığlık attıracak. Seçim senin!” diyerek söylendiğinde Defne, derin bir nefes vererek
“Kesinlikle bir kızım olursa senden uzak tutacağım. Sana benzeyecek olursa kesinlikle bir sürtük olacaktır. Tamam ama makyajımı abartma! Saçımı da düz yapacaksın. Yüzüme sim falan istemiyorum. Kırmızı ruj asla sürmem” diyerek söylendiğinde Emine, sırıtarak
“Kapa çeneni!” diyerek onu, hemen önündeki koltuğa oturtmuştu ve tam bir saat boyunca saçı ve makyajı ile ilgilenmişti. Tam bir saatin ardından genç kadın aynadaki yansımasına cidden inanamamıştı. Daha önce bu kadar açık bir elbise giydiğini hatırlamıyordu. Gerçi o kesinlikle klasik takımlar haricinde bir elbise de giydiğini hatırlamıyordu. Fakat, şu anda üzerine olan gece mavisi, tüm hatlarını saran ve kesinlikle sırtı dikilmeyi unutulan elbisenin içinde açık olan saçları mükemmel makyajı ile harika bir güzellikte görünüyordu. Zaten Ali’nin, bu hali ile ilgisini çekemeyecek olursa kesinlikle hayatta hiç ama hiç şansı olmadığına inanmıştı.
Tamam bütçesini biraz sarsabilirdi fakat, bu kıyafet ile toplu taşımaya binme ultra riskini göze alamayan Defne, evinin önüne çağırdığı taksi, her sabah mesaisini başlattığı otelin önünde durduğunda ise derin bir nefes verdi. Kalbinin derinliklerinde ruhunun ta merkezinde bu gece için bir alev yandığını hissediyordu. Sanki bu gece tüm bedeni alev alev yanacaktı ve Defne, o alevlerin içinde karşı koymandan küle dönecekmiş gibi hissediyordu. Taksinin parasını verdikten sonra arabadan indi ve her gün selem verdiği güvenlik görevlisine gülümseyerek
“İyi akşamlar Fatih” diye seslendi. Fatih, tam bir yıldır onunla bu otelde hizmet veriyordu. Onu her gördüğünde selam verirdi ve bu adamın, birkaç kere mesaiden geç çıktığı için ona güvenilir taksi çağırdığını biliyordu. Fatih, gözleri kocaman olarak
“İyi akşamlar Defne Hanım. Birilerini pataklamak gerekirse numaramı biliyorsunuz. Kesinlikle muhteşem görünüyorsunuz” diyerek karşılık verdiğinde ise Defne, sadece gülümsemişti. Adım adım gelen gürültülü müziğe doğru ilerledi ve otelin lüks barına adım attığında bedeninin ateşi daha da harlandı. Çok kalabalıktı ve birçok misafiri oldukça iyi tanıyordu. Sakin ve titreyen bacakları ile merdivenleri indiğinde birkaç mesai arkadaşına selam verdi ve bakışları Ali’yi bulmak umudu ile etrafta dolandı. Fakat yoktu. Henüz gelmemiş olmalı diye düşünerek bara ilerledi. Barmeni tanıyordu ve onunla muhabbet ederken Ali’nin gelmesini bekleyebilirdi. Genç kadın bar taburesine oturduktan hemen sonra hayranlık dolu bir ıslık eşliğinde
“Bana, tek geldiğini söyleme” diyerek onunla göz göze gelen barmene sırıtan defne,
“Birkaç dakikaya kalmaz partnerim gelir. Yalnız olmayacağım” diyerek karşılık verdi. Barmen ise
“Buna sevindim. Hem müşteriler ile ilgilenip hem de seni koruyamam. Muhteşem görünüyorsun. Sana ne vereyim?” diye sorduğunda Defne, gülümseyerek
“Hafif bir şeyler olsun” diyerek siparişini verdi. Genç adam, saniyeler sonra Defne’nin önüne hafif alkollü bir kokteyl bıraktı. Defne, kokteylden bir yudum aldı ve etrafı izlemeye koyulduğunda yan tarafında olan adamın cüssesini fark etti. Adam, o kadar iri ve o kadar heybetliydi ki ürkmeden edemedi. Fakat sırtı ona dönük olduğundan kim olduğunu anlamadı. Gerçi tanımak içinde uğraşmadı. Çünkü genç kadının, bakışları merdivenlerdeydi. Ali’nin gelmesini bekliyordu. Tam bir saat boyunca da bu bekleyiş devam etti. Bakışlarını merdivenlerin olduğu taraftan çekerek üzgün çıkan sesi eşliğinde onunla göz göze gelen barmene
“Bu seferki sert olsun” diyerek siparişini verdi ve barmen derin bir nefes vererek
“Bir saate vardiyam değişiyor ben seni dansa kaldırırım. Seni, eken piç geldiğinde kıçına tekmeyi de basabilirim” diyerek onu tebessüm ettirdi. Fakat Defne, neredeyse ağlamak üzere olduğunu düşündü. Aslına bakarsa düşünmedi bunu iliklerine kadar hissetti. Lanet olası hissi ise bastırmak adına önüne bırakılan içkiyi tek dileyişte içti. Bunu yaparken barmen
“O senin…” diyerek onu durdurmak isterken bir anda sustu. Çünkü içkinin sahibi ona kaşı ile susmasını işaret etmiş ve içkisini yenilemesi için elini tazele dercesine sallamıştı. Defne, boğazından aşağıya inen yakıcı sıvının etkisini midesine kadar hissetti ve oldukça sert olan içkinin bir anda onu çarpmasının verdiği tepki ile
“Vay canına. İnsan öldürür bu!” diye haykırmıştı. Fakat, birkaç saniye sonrasında
“Ama güzelmiş” diyerek onay verdiğinde hemen arkasından
“Defne!” diye seslene bir ses ile bir anda yutkundu. Çünkü bu ses Ali’ye aitti ve kalbi yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Yavaşça arkasını döndüğünde ise deli gibi atan kalbi bir anda durmuştu. Nefes almasını bile engelleyecek bir duraksamayla üstelik. Çünkü Ali, hemen karşısında ona bakıyordu ve kolunda sarışın bir afet duruyordu. Onun boylarında, ondan daha dekolteli giyinmiş, makyajı ile kendine yeni bir yüz yaratmış kıza baktı. Gözlerindeki takma kirpik yüzünden neredeyse göz rengi bile görünmüyordu. Ama Ali’nin kolundaydı. Ona bakıyor ve genç adamın, ona selam vermesinden pek memnun değilmiş gibi somurtuyordu. Defne ise kalbinin içinde hayal kırıklığı ile öldüğünü hissetti. Her bir hissinin yavaş yavaş öldüğünü. Onu geceye davet edip bir de yanında kız arkadaşı ile mi gelmişti? Bu piç kuruluğu değildi de neydi? Diye düşündü….
Evet, size yeni bölüm ile geldim hanımlar. biliyorum bölümleri hemen yayınlamamı istiyorsunuz ama görüyorsunuz ki her gün bir bölüm yayınlıyorum. Fakat, hala çok az yorumumuz var. Okuyan herkes bir yorum yapsa mükemmel olur. Hadi bakalım yorumlara hanımlara 200 yorum olduğu anda yeni bölüm gelecek... Hepinize keyifli okumalar ve bol yorumlar. Tüm detayları yazacağım için yavaş yavaş ilerliyoruz. Keyifli okumalar. Serinin önceki kitaplarını yazar notunda paylaşıyorum.