"Gerçek sevgi insanların konuşmadan birbirlerini duymalarıdır.
Anlatmaya gerek kalmadan anlamaları, soru sormadan zaten cevaplarını bilmeleridir."
Ailemden gizli elde edip okuduğum bir kitap daha beni alıp bambaşka hayal dünyalarına sürüklemişti o zamanlar..Beni konuşmadan duyabilecek, anlatmadan anlayacak birini beklemiştim.Ama sonra farketmiştim ki öyle biri asla gelmeyecekti.
Kitaplardaki veya dizilerdeki aşklar ve sevgiler hiç bir zaman gerçek hayatta olmayacaktı.Olsaydı zaten insanlar kitap okumaya veya film izlemeye ihtiyaç duymazlardı.
Mutlu bir sonsuzluk izlenimi veriliyordu çünkü sürekli..
Ama her aklı olan bilirdi ki dünyada hiç bir zaman mutlu bir sonsuzluk olmayacaktı.Burası imtihan yeriydi.Sevdiklerimizle sonsuza kadar hep mutlu yaşayacağımız yer değil.
Acıların, güzelliklerin, gözyaşının ve kahkakanın aynı anda nefes aldığı, bir taraf yazken diğer tarafın kış olduğu ve insanın hem gerçekte hemde kendi dünyasında dört mevsimi yaşadığı bir yerdi dünya.
Peki şimdi benim dünyamda mevsim neydi?
Soğuk günlerin ardından gelen yalancı kış sıcağımı?
Yoksa yazın habercisi ilkbaharmı?
Sahi benim dünyama bahar gelicekmiydi?
"Hanımefendi beni duydunuz mu?"
Sorusunu kim bilir kaç defadır tekrar eden nikah memuru şüpheli bakışlarla bir bana birde yanımda ki adama baktı.Sert boğaz temizleme sesiyle kendime geldiğimde kaçamak bakışlarla Karan'a baktım.
"İyi günde kötü günde hastalıkta sağlıkta eş olmak.."
Sahi kabul ettiğimiz şeyin ne demek olduğunun farkında mıydık?
Eş olmak, yüreğinde olmak ve yüreğinle olmak demek değilmiydi?
Bu işin sonu ne olucak?Neden burdayım ve niye kabul ediyorum diye düşünmeden dudaklarımı araladım.
"Evet."
Bir film izliyordum sanki.Fatma'ların tavan arasında gizlice izlediğimiz filme bakıyordum.Hayatım bir film olsa aslında başrolünü ne kadar kınardım.Ne kadar güçsüz bir kız derdim.Demekki yaşamak ve izlemek arasında çok fark vardı.Biz herşeye sadece gördüğümüz kısımdan yorum yapıyorduk.Aslında her görülenin ardında birikmiş yaşanmışlık vardı.
Şu anda burda, biriken acıların beni getirdiği son duraktaydım..
Asla olmak istemediğim, ama hayatım boyunca en çok olduğum yerdeydim.
Çaresizdim...
İmzamı atıp önümdeki defteri yanımdaki adama uzattım.Dakikalar önce hiç tanımadığım adam, saniyeler sonra kocam olucaktı.
Ne kadar garip..Ve en çok da ne kadar ağaçlara tırmanıp kaçılası bir zaman dilimi..Acaba bu lüks evin bahçesinde bir tanede olsa ağaç varmıydı ki.?
Ayaklanan memurla işimizin bittiğini anladığımda olduğum yerde bekledim.
Toprak kokusunu birtek ben mi bu kadar yoğun duyuyordum?
Aynı köyümdeki yağmurdan sonraki kokuyu andırıyordu.Galiba ben biraz köyümü özlemiştim.Yoksa kalbi bu kadar karanlık adamdan, bu kadar güzel koku gelmesi imkansız.. Tezatlar birarada bulunmazlar sonuçta..
"Eftalya."
Güzel sesinden melodi gibi dökülen kelimeyle yavaşça ona döndüm.Anlamaz bakışlarımı mavilerinde oyaladığımda biranda aradaki mesafeyi kapattı.Ne yapıcağını anlamadığım saniyelerde korkuyla gözlerimi sımsıkı kapattım.Bir süre tepkisiz bekledim.
Parmakları önce kapattığım gözlerimde gezindi.Sonra yavaşça yanaklarıma indi.Ve en son tüy gibi dokunuşlarla dudaklarıma dokundu.
Heyecandan yerinden çıkıcak gibi atan kalbimi susturmak için iki elimle birden bastırdığımda narin ellerimde büyük ellerini hissettim.Yavaşca sarmaladı.
"Benim yanımdayken heyecanını saklamana gerek yok."
İki elimi tutup kucağıma indirdi.Hiç birşey diyemedim.Sanki az önce odada herşeyi yapacağını hiç birşeyden korkmadığını iddia eden ben değilmişim gibi, ürkek bir kuş gibi titredim elleri arasında.
Saçlarımda hissetiğimle duraksadım.
Duraksadı...
Siyah saçlarımın arasına yerleştirdiği burnu önce keşfe çıktı.Ve derin bir nefes çekti içine.
"Kokun denizi andırıyor Eftalya..Duyup duyabileceğim en güzel koku bu olmalı."
Yavaşça kolları arasından sıyrıldım.Bu büyülü atmosferi bozmak istemiyordum ama biraz daha böyle giderse sanki sonumuz hiç iyi bitmeyecekti.
"Neden bana deniz kızı diyorsun?"
Geri çekilmemden hoşnutsuz mırıldandı.
"Herşeyi de biliyorsun."
Fatma her zaman bilgi haznemin çok geniş olduğundan söz ederdi.Bunda okuduğum kitapların etkisi büyüktü.Okumayı yazmayı en çokta birşeyler çizmeyi çok severdim.Sevdiğim herşeye düşman bir aileye rağmen..
Hiç birşey demeden vereceği cevabı bekledim.
Karanlık odaya ay ışığı vuruyordu.Oda sanki ayın ışığını çehremde seyrediyordu.
Bir süre deniz mavisi hareleri gözlerimde oyalandı.
"Çünkü sen deniz kızı kadar güzel, ama yine onun kadar hayalsin."
Birden ayaklanıp beni öylece bıraktığında ise, odadan çıkmadan önce söylediği cümle beynimde yankı yapıyordu.
"Ve bir gün denize döneceksin."
*********
Yazın son günleri olduğunu belli edercesine hafif hafif esen rüzgar, savrulup duran siyah saçlarımı okşuyordu.Düşündüm bir süre.Yaşadıklarımın ağırlığı, ve yaşayacaklarımın belirsizliği içime sıkıntıyla çöreklendiğinde derin bir nefes aldım.
İstanbulun en güzel evlerinden birinde, tırmandığım ağaçta dala oturmuş boğaz manzarasını seyrediyordum.Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.Bir haftadır benimle konuşmuyor, yemek saatleri dışında ise yüzünü bile görmüyordum.Bu pahalı ev sanki bana dünyanın en kasvetli hapishanesi gibi geliyordu.Yalnızdım..Köyde de çok yalnızdım ama orda koyunları keçileri dağda bayırda gezdirir, kitap okur ve arada kaçtığım zamanlarda ise Fatmalarda vakit geçirirdik.Orda görmüştüm anne şefkatinin ne demek olduğunu.Orda görene kadar bütün anneler benimkisi gibi, olması gereken bu zannediyordum.
Dünyayla tanışmamın ailemle olması benim en zor imtihanımdı.
Çünkü aile seni dünyadan koruyandır.Benim ise saklandığım tavan arasına, bulamasınlar diye en üst dalına kadar tırmandığım ağaçlara bakılırsa dünya beni ailemden korumuştu.Kiminin kaçtığı şeyler, kimisinin sarıldığı şeylerdi.
"Ne işin var senin orda?"
Duyduğum sert ses biranda boşluğuma geldiğinde düşmemek için dala sımsıkı yapıştım.Hayır yani insan bir geldiğini belli eder.Adımdamı atmamıştı bu adam.Koca ayakları oldukça gürültü çıkaracağa benziyordu aslında."Ne var niye bağırıyorsun?"hırçın tavrıma karşı sabır dilenircesine iç çekip ağzının içinden homurdandı.
"Bugün okula kayıt yaptırmaya gideceğimizi unuttun sanırım."
Aklıma yeni düşen gerçekle mahcubiyet ifadesi yerleşti yüzüme.Nasıl unutmuştum ben bunu ya?
Hiç vakit kaybetmeden alışkın olmanın verdiği ustalıkla hızla aşağı indim.Son anda ayağımı koyucak dal bulamadığım da mesafenin atlanabilir olduğuna karar verip kendimi bıraktım.Üzerimde ki tozu silkip varlığı yeni aklıma gelen adamla yavaşça başımı kaldırdım.
Gözlerinde garip bir şaşkınlık ifadesi vardı..Evinin içine tam olarak ne aldığını ne tür bir varlık aldığını sorguluyora benziyordu.Neden sonra genç bir kız olduğumu hatırlayıp pasaklı halime karşı kendimi kötü hissettim.Siyah saçlarım birbirine karışmış, üstüm toz toprak içinde kalmıştı.Daha fazla utanıp yerin dibine girmemek için hızlı adımlarla yanından geçip gidiyordum ki koluma dolanan elle durdum.Aradaki az olan mesafeyi daha da çok kapattığında, heyecandan titreyen bedenimi sakinleştirmek için telkinler veriyordum.Kokusu o kadar yoğundu ki sanki yağan yağmur bir adamı kucaklamıştı düştüğü toprakta.Saçlarımda gezindiğini hissettiğim güçlü parmakları birşeyleri tuttu ve sertçe çekti.Canımın acısıyla"Ne yapıyorsun be!" Diye çemkirdim.
Elinde ki yaprak ve dal parçalarını farkettiğimde daha ne kadar utanabilirim acaba diye düşünüyordum.Kim bilir şuan görünüşüm nasıldı?Buruşan suratına bakılırsa pek de iç açıcı değildi anlaşılan.Sen ne zamandır görünüşünü umursar oldun? diye beynimin içinde imalı imalı konuşup duran iç sesime kulaklarımı tıkadım.
Hiçte bile bu adamla alakası yoktu ki..
"Evimi kirletmeni istemiyorum ufaklık!"
Duyduğum cümleyle bedenime saf bir öfke yayıldı.Yemedik senin evini dememek için kendimi zor tutuyordum.Bugün kapının önüne koysa gidecek yerim yoktu.O yüzden susmak ve göze batmamak zorundaydım."Şimdi git ve hazırlan.15 dakika içinde aşağıda ol."
Emrivaki konuşması, sabrımın sınırlarında gezinse bile yine sustum ve onaylar ifadeyle başımı salladım.Hızlı adımlarla yanından ayrılıp hazırlanmak için eve girdim.İlk gün bana verdiği odaya çıktım.Burayı benim için düzenlemişti.Dolabın içini benim bir ömür çalışsam bile alamayacağım kadar pahalı kıyafetlerle doldurmuştu. İşin garibi ne giyersem tam üzerime göre oluyordu.Bu adam benim vücut ölçülerimi nerden biliyordu?Aklıma gelen arsız düşünceleri kovalayıp dolabı açtım.Koyu renk bir tişört ve kot alıp banyoya girdim.Duş alıp oyalanmadan giyinip havluyla saçlarımın nemini aldım.Aynadaki yansımama gözüm daldığında belime uzanan siyah dalgalı saçlarıma, büyük gözlerimin çevrelediği uzun kirpiklerime dolgun kalemle çizilmiş gibi duran dudaklarıma baktım.Köyde herkesin söylediği cümle beni alıp o günlere götürdü sanki.
"Ne güzel kız su gibi.E boşuna dememişler Allah insanın kaderini güzel etsin.Vah bahtsız kızcağız."Sürekli duyardım bu cümleleri.Görücülerin biri gelir biri gider hatta çoğusu büyük paralar teklif ederlerdi babam olucak adama.Ama işin garibi görücüler geldiğinde onları nasıl kovalayacağını şaşırıyordu.En son gelen ve kafayı bana takan çocuk ise birileri tarafından öldüresiye dövülünce herkes elini eteğini çekmişti.Kim niye dövmüştü bilmiyordum ama son zamanlarda mutlu olduğum tek gündü.Ondan sonra kimse korkudan kapımızı açamamıştı.
Zamanımın dolduğunu hissedip koşar adımlarla merdivenlerden indim."Dur yavaş güzel kızım düşeceksin."Hatice teyzenin tatlı sesiyle elimle uçarı bir selam verip hızımı kesmeden kapıdan dışarı çıktım.Kızıyla beraber evde yardımcı olarak çalışıyorlardı.Onlar olmasa bu kasvetli evde zaman nasıl geçerdi gerçekten bilmiyorum.Çok iyi ve sevecen insanlardı çünkü.
Kapının önünde lüks arabasıyla beni bekleyen adamı gördüğümde yine atış hızını üst seviyelere çıkaran kalbime sakin olması için komut veriyordum.Başıyla ön tarafa oturmamı işaret etti.Bugün uslu bir kız olmaya karar vermiştim.O yüzden hiç ikiletmeden ön koltukta yerimi aldım.
Yıllardır hayalini kurduğum, gündüz işlerden başımı kaldıramadığım için gece hiç uyumadan çalışıp kazandığım üniversiteye, kayıt olucaktım belki de dakikalar sonra.Neden bana bu iyiliği yapıyordu?Kimdi ki bu adam?
Ama varlığımın ona lazım olduğu kesindi.O yüzden bende aramızdaki sessiz anlaşmaya uymuştum.
Yeni bir hayat, yeni bir başlangıç..Belki de güzel başlangıçlar, herşeyin artık sonlandığını düşündüğümüz anlarda geliyordu...
Bu adam benim sonum mu yoksa başlangıcım mı bilmiyorum ama, kendimi hep tek bir cümleyle teselli ediyordum.
"En fazla ne kadar kötü olabilir ki?"
Çünkü yaşanmış acılar, yaşanılacak acılara teselli sebebiydi...