Bölüm 4

1544 Kelimeler
"Masanın altına geç." Profesör sessizce kulağıma mırıldandığında, hızlıca masasının altına geçerek en dibe kıvrıldım ve beklemeye başladım. Profesör kapı kilidini açıp hızla masaya döndüğünde kapı sertçe açılmış, derin bir nefes alarak yutkunmamı sağlamıştı. "Bu kapı neden kilitli böyle?" Kızgın bir şekilde konuşan, büyük ihtimalle derse girmediği için profesörün sorumluluğunu üstlenen, üst dekanlardan biriydi. "Kapı kilitli değildi." Profesör o kadar sakin konuşmuştu ki, eğer yalanına şahit olmasaydım kesinlikle ona inanırdım. Adam sert adımlarla masanın yanındaki koltuğa gelip oturduğunda, anlık bir refleksle dengemi kaybederek profesörün dizlerini tutmuştum. Sadece adamın ayakları gözüküyordu fakat, o bile beni strese sokuyordu. "Kapı kilitliydi profesör." Aralarında soğuk rüzgarlar eserken ellerimi profesörün dizlerinden çektim ve tam o sırada profesör elimi havada yakalayarak sıkıca tutup, bacaklarını iki yana açtıktan sonra beni iç bacağına sıkıştırdı ve elimi sertleşmiş erkekliğine bastırdı. Yutkunarak titrek bir nefes verdim. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Sertleşmiş erkekliği dokunuşumla daha da sertleştiğinde, bu gidişle penisinin kumaş pantolonunu yırtacağından kesinlikle emin olmuştum. Profesör elimi erkekliğinde gezdirerek derin bir nefes aldığında, kesik bir nefes vererek hırıltılı nefesiyle sertçe konuştu. "Size neden yalan söyleyeyim? Kapı kilitli olsa kilitli derdim. Oda benim odam, kapı benim kapım. Okul benim okulum sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Bugünkü dersimi yarına blok ders olarak ekleyeceğim." Adam sustu ve derin bir nefes verdi. "Pekala," diyerek ayaklandı. "Bu durumu babanıza ileteceğim." Profesörün gerildiğini hissetmiştim. Ama tek kelime dâhi etmemişti. Adam ise odadan çıktığında, profesör sinirle masaya vurarak irkilmemi sağlamıştı. "Kel kafasını siktiğim." Profesör dalmıştı. Biraz bekledikten sonra masanın altına doğru eğilerek bana garip bir ifadeyle baktığında, çatık kaşlarını düzelterek damarlı elini bana doğru uzattı. "İyi misin?" Diye sorduğunda yüz ifademin saçma sapan olduğunun farkındaydım. Uzattığı elini tutarak uzun ince parmaklarının yanında ufalmış, sıcak ellerinin beni daha fazla hipnoz etmesine izin vermeyerek masanın altından çıktım ve bakışlarımı elinde gezdirdikten sonra elimi hızlıca elinden çekerek dağılmış olan üzerimi düzelttim. "Benim gitmem gerek efendim, bu odada yaşananlar bu odada kalsa iyi olur. Yoksa büyük ihtimalle bu okulda bir yeriniz, şatafatlı bir odanız olmayacaktır." Hızlı bir şekilde, konuşmasını beklemeden odadan çıktığımda, yüzünün aldığı şekli az çok tahmin ediyordum. Sadece bana yaptığı muammeleyi ona yapmıştım, her ne kadar hatasını anlayıp, 'bak haklısın' diyerek özür dilediğini sansa da başka türlü rahatlayamayacaktım. Çantamdan telefonumu çıkardım ve gelen cevapsız aralamalarla aniden duraksayarak titrekçe bir nefes verdim. 15 cevapsız çağırı, Baba. Sahiplik eki koymamıştım, gerçi baba yazmamı bile hak etmiyordu ama arkadaşlarımın babalarıyla ilişkisine şahitlik ettiğimde, babamın beni sevmemesi sonsuz bir iç çekiş ve imrenerek gezinen gözlerle beraber utanmamı da sağlıyordu. İnsanlar gerçekten seviliyordu, gerçekten beni seven bir babam olsaydı sanırım hayatım boyunca yanından ayrılmazdım. Onun sevgisizliğini, boşluğunu kalbimde çok derin bir şekilde hissediyordum. 10 mayıs 2016'da canımdan çok sevdiğim annemi aort yırtılmasından dolayı toprağa vermiştim. Babam yüzündendi, zaten her şey babam yüzündendi. Annemlerde kalp genetik bir rahatsızlıktı ve bunun bilincinde olarak sağlıklı yaşaması, sinir stresten uzak durması gerekiyordu. Ama Allah'ın cezası adam eve her gün beş parasız, rezil bir hâlde içki şişeleriyle geldiğinde, annem ekmek paramızı bile içkiye verdiğini görünce haklı olarak sinirlenerek onunla tartışmaya başlıyordu. Her sabah, her akşam sırf benim için, babam olacak o adamla kavga ediyordu. Yoksa anneme kalsa zaten bu ayyaş adamdan hiçbir beklentisi yoktu. Tek derdi gözümde bir şeyler kalmaması, okulumu okuyup, hayatımı kurtarmamdı. Onun için o öldükten sonra üzülme gibi bir şansım olmamıştı. Her üzülmeye başladığımda annemin beni görmek istediği yeri düşünerek derslerime daha sıkı çalışıyordum. Üniversite sınavında dil alanında ilk 10'a girerek paralı bir üniversitede yüzde yüzlük bir burs kazandığımda bir yandan okul okumaya, bir yandan da cep harçlığımı çıkartmaya çalışmak bana gerçekten fazlasıyla zor zamanlar yaşattırmıştı. Babama hiçbir masraf çıkarmadığım halde yüzüme iğrenç bir çöp parçası gibi bakarak sarhoş bir halde, "Keşke anan gibi sen de geberseydin, nefret ediyorum senden" dediğinde o an, o zehirli ok tam da kalbime saplanmıştı. O beni sevmese de, ben onu sevmeye, hiç değilse nefret etmemeye çalışmıştım çünkü acizliğim hep sevgiye muhtaçlığımdandı. Belki bir şeyler düzelir diyerek gerçekleri inkâr ettiğimde annemin ölüsüne bile saygımı kaybettiğimi fark etmiştim zamanla fakat, o benden tüm olanlara rağmen gün geçtikçe nefret etmiş, benden uzaklaşmıştı. En sonunda şansı yaver gitmiş oynadığı at yarışlarından yüklü meblağlar kazanarak, kumarla beraber 5'e katlamıştı parasını; daha sonra da biriyle evlenmiş, kadın beni evde istemediğinden ötürü bana siktiri boktan mahallede stüdyo bir ev alarak sözde vicdanını rahatlatmıştı babam. Kadının iki kızı bir oğlu vardı ve şu an babamdan bir kız çocuğuna hamileydi. Babam üvey çocuklarının hepsini benim aksime büyük bir şefkatle seviyor, hepsinin cebine cep harçlığı koyarak bir dediklerini iki etmiyordu. Bir zamanlar üvey çocuklarının cebine koyduğu o parayı evine koysaydı, ve şu anki koca rolünü anneme karşı üstlenseydi belki de annem şu an yaşıyor olurdu. "Siktir et" dedim kafamdaki düşünceleri atmak istercesine titreyen elimle zar zor onu geri aradığımda, bağırıp çağıracağını biliyordum. Telefon çaldığı gibi telefonu açarak, "Neden açılmıyor bu telefon?" Diye sinirle soluduğunda ekranın içinden elimi geçirerek aptal yüzüne bir tane yumruk atmak istemiştim. "Dersteydim baba, bir şey mi oldu?" Sinirden nokia 3310 gibi titrememe rağmen ılımlı bir şekilde konuşmuştum. "Bu akşam yemeğe gel sana bir sürprizimiz var" Sesi düz bir beton yığınından farksız olduğunda, hayal kırıklığıyla koca bir kahkaha patlatmıştım mikrofonu kapatarak 'bana bir sürprizleri varmış ha.' Diye kendi kendime mırıldandıktan sonra mikrofonu geri açarak konuştum. "Tamam, saat kaçta müsaitsiniz?" Evet müsait oldukları zamanı soruyordum, çünkü orası babamın(!) Evi değilmiş gibi vakitsiz gitmek zorunda kaldığımda, karısı bana gerçekten tiksinerek bakıyordu. Gerçi karısı bana hep tiksinerek bakıyordu, hatta bana kızlarıyla yaptığı iğrenç zorbalıklar ve takındığı alaylı tavrı babamın yanında da devam ediyordu. Gerçi babam adam olup da kızını savunmak yerine, kızı kendisine yapılan haksızlığa göz yummayıp ağzını açtığında, kızını biricik ailesinin(!) yanında rezil ederek susturuyordu. Aslında babam kadının sikinde bile değildi. Kadının tek siklediği şey babamın parasıydı, babam hâlâ fakir olsaydı, kadın yolundan dönüp de suratına tükürmezdi. O kadının sadece oğlunu seviyordum, adı Barış'tı. Ve Barış abi yanımda olduğu zaman bana gerçekten abilik yapıyordu. 28 yaşındaydı, benden beş yaş büyüktü ve o da benim gibi onlardan ayrı yaşıyordu. Ben babamlara gittiğim zaman, Barış abi de mutlaka eve geliyor, annesine karşı beni babamdan daha iyi savunuyordu. Gerçi babam beni savunmuyordu, işin ironik kısmı oydu. Barış abi ailesinin bana olan kötü davranışlarına rastladığında, annesini savunup sineye çekmek yerine sinirleniyor, annesini ve kardeşlerini babamın yanında susturuyordu. Babam ise ona ağzını açıp da bir şey diyemiyordu çünkü; O karısının oğluydu ve kadın oğlunu kızlarından daha çok seviyordu. Bu yüzden kadın oğluyla yüz göz olmamak için sadece oğlu olmadığı zamanlar bana sataşıyordu. Pislik. "Kaç gibi gelsin?" Babamın sesi uzaktan geliyordu büyük ihtimalle mikrofonu kapattığını sanıyordu. "Aslında gelmese de olur, onu görmeye dayanamıyorum. O çirkin yüzünü görünce doğum sancısı tutuyor beni, kızım bile onu istemiyor, hatta kızlarım." İğrenç bir ses tonuyla ağzını yaya yaya konuşması, kalbime bir sancı düşürmüştü. Onun dediği şey umrumda bile değildi, ama bu hayatı hak edecek hiçbir şey yapmamıştım. Gerçekten yapmamıştım. Tek istediğim biraz olsun, bana verilcek sevgiydi. Ve işin kötü yanı yaşıtlarımın bana olan sevgisi beni tatmin etmiyordu. Yaşıma uygun birilerini sevmeyi defalarca denedim ama bu ilişkiler beni iyileştirmek yerine daha çok yormuştu, yıpratmıştı. "Çağırdık bir kere, gelsin söyleyeceklerimizi söyleriz sonra sen ona sataşırsın, o da karşılık verdiğinde ben onu evden kovarım. Olur mu? Üzülme sen." Duyduğum sözlerle yere çökme hissiyatı hissetmiştim, dizlerimin üzerine halsizlikle çöktüğümde, bu kadar can alıcı söze maruz kalmak beni çok yoruyordu. Baba ya, baba! Bir baba nasıl bu kadar kötü olabilir? Ben onun kızıydım, iyi veya kötü fark etmez. O da benim babamdı. Ben ona ne yapmıştım ki? Bana karşı olan bu nefretini anlayamıyordum. Titreyen ellerimle dolan gözlerimi hızlıca sildim ve stresten dudak etlerimi dişlerimle kıstırıp çekiştirerek, dudak etimi kopartmaya başladım. Ağzıma gelen metalsi sıvı midemi bulandırdığında, kampüsün ortasında güçsüzlüğüme sinirlenerek ayağı kalkmıştım. "İyi madem kovacaksak, 8 gibi gelsin." babamın kahkahası kulaklarımı doldurduğunda elimi yumruk yaparak onları dinlemeye devam ettim. "Alemsin hatun, gör bak akşam sana bir dillensin ona nasıl davranacağım." İkisi gülüştükten sonra biraz cızırtı çıktı duraksadılar ve babam konuşmaya başladı. "8'de gel." Telefonu yüzüme kapattığında konuştuklarını duyduğumu umursamamıştı bile. Duyduğumu biliyordu, mikrofonu kapatmayı unutmuştu çünkü. "Adın gibi babalığın da batsın." dedim kampüsten çıkarak söylene söylene durağa doğru ilerlemiştim. Mideme sancı oturduğunda, kolumu mideme bastırarak iç çektim. "Allah hepinizin belasını versin ya." Daha fazla dayanamayarak boş durakta elimi yüzüme kapatarak ağlamaya başladığımda, tahminen 15 dakika sonra gelen aralıksız korna sesiyle başımı kaldırdım ve dolu gözlerle korna çalan kişiye baktım. "Kızım," dedi farkında olmadan zaafımdan vurmuştu. Ama sesine o kadar yakışmıştı ki, ağlarken bir yandan gülümsemeden edememiştim. Siyah spor arabasının yan kapısına uzanarak açtı ve konuşmaya devam etti. "Manyak mısın? Neden durakta oturmuş ağlıyorsun?" Ellerimle gözlerimi sildim. "Gel hadi." Dedi profesör baskın ve otoriter sesiyle, ona ihtiyacım olduğunu tam da o zaman anlamıştım. Sesi beni sakinleştirmişti. Arabaya hızlıca binip kapıyı üzerime kapattım. Ve hızlıca ona sarılarak başımı boynuna gömdüm. O kokusunu bir türlü kestiremediğim hafif ama burna gelen güzel kokusunu derince içime çekip gözlerimi kapattığımda, içim huzurla dolmuştu. Tek taraflı bir sarılmaydı benim sarılmam. Profesörün eli havada kalmıştı ve sadece duruyordu. Belki de kararsız kalmıştı fakat bu çok olanaksızdı. Açık açık söylemişti beni değil, ona gösterdiğim ilgimin hoşuna gittiğini kendi söylemişti. Ben ona deli gibi aşıkken, o dudaklarından öylece 'hayır, hayır yanlış anlama aşık değilim.' diyebilmişti. Umursamadım daha sıkı sarıldım, karşılıksız da olsa bana iyi gelen sarılma benim ağlamamı kuvvetlendirmişti. "Şşt." Dedi puslu bir sesle elini belime koyduğunda şaşırarak hafifçe geri çekildim ve koyu mavi gözlerinin içerisine baktım. Yüzüme iç çekerek baktı ve başımı göğsüne yaslayarak bana benim ona sarılmamdan daha sıkı bir şekilde sarılarak, başımın üzerini öptü. "Ağlama, ben yanındayım."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE