BÖLÜM 1
Sırma KORKMAZ
Alarmın sesiyle uyandığımda bir an zaman kavramımı kaybettim. Yataktan kalkmayıp kendime gelmeyi bekledim. Zihnim yerine geldiğinde yatağımda doğruldum.
Dün akşam annemlerle film izlemeye daldığım için geç yatmıştım. Şimdi de kendime gelemiyorum. Aman ne güzel!
Yatağımdan kalkıp odamdaki banyoya girdim. İşlerimi hallettikten sonra hızla bir duş alıp hazırlanmaya başladım. Saçlarımı kuruttuğumda kendi halinde bırakmaya karar verdim.
Odama geçip bedenimi kuruladım ve dolabın önüne geçtim. Siyah düz bir iç çamaşırı takımına karar verip, giyindim.
Dolaptan siyah yüksek bel eteğimi ve beyaz kalın askılı tişörtümü aldım. Üzerimi giyindiğimde yaptığım kombini beğendim. Şık duruyordum. Hoş hareket ettikçe göbeğim biraz gözüküyordu ama sorun olacağını sanmıyorum.
Giyinme işim bitince saçlarımı tarayıp sıkı bir at kuyruğu yaptım. Hafif bir makyaj da yaptım. Tişörtüm çok sade olduğu için siyah bir kolye taktım. Parfümümü de sıktığımda hazırdım.
Yatağımı düzeltip etrafı toparladıktan sonra kırmızı küçük çantama gerekli eşyalarımı koydum.
Odamdan çıktığımda burnuma dolan kokularla gülümsedim. Annem yine döktürmüştü. Kokulardan dolayı acıkan karnımla mutfağa yöneldim. Annem ocağın başındaydı.
Sessizce arkasından sarılıp;
“Günaydın annelerin en güzeli.” Dediğimde yerinden sıçradı.
“Allah cezanı vermesin Sırma! Kaç kere dedim sana sessizce gelme diye. Aklım çıktı.” Korkuyla konuştuğunda kıkırdayıp yanağından öptüm.
“Ama anneciğim ne yapayım çok tatlı duruyordun.” Dediğimde annem de güldü.
“Ah benim sıpa kızım. Sana da günaydın.” Deyip işine geri döndü.
“Yardım lazım mı annem?”
“Yok kızım hallettim ben. Babanı çağır sofraya geçelim.” Diyen annemle mutfaktan çıktım.
Salona girdiğimde babamın elinde gazetesiyle oturduğunu gördüm.
“Günaydın komutanım.” Deyip asker selamı verdiğimde babam sert yüzüyle bana bakıp;
“Günaydın asker.” Deyince ikimizde gülmeye başladık.
Babam emekli askerdi ve ona böyle yapmamı çok severdi. Annem ile benim küçük ordusu olduğumuzu söyler her zaman.
“Baba sofra hazırmış annem çağırıyor.” Dediğimde gazetesini katlayıp kenara koydu.
Ayaklandığında yanıma gelip beni kolunun altına aldı. Babamın heybetli bedenin yanında küçücük kalınca surat astım.
1.85 boyunda bir babam varken ben neden 1.68 olan anneme çekmiştim ki? Topuklu ayakkabı giysem de yine de küçük kalıyorum. Babam saçımdan öpüp;
“Minik kızım benim.” Deyince gözlerimi devirdim.
“Baba ben 27 yaşındayım bilmem farkında mısın?”
“Ama hala küçücüksün.”
“Anneme çektiysem benim suçum ne?” Diye isyan ettiğimde babam kahkaha attı.
“Annen kadar güzel olduğun doğru.” Dediğinde bende gülümsedim.
Babam ve anneme olan mükemmel aşkı…
Salondaki kapıdan bahçeye çıkıp köşedeki kahvaltı sofrasına yöneldik. Daha havalar tam soğumadığı için yemeklerimizi hala dışarda yiyebiliyorduk.
Evimiz tek katlı, geniş bir bahçenin içerisindeydi. Babam bu araziyi alıp evi istedikleri gibi yaptırmıştı. Ben o zamanlar çok küçük olduğumdan hatırlamıyorum. 3 oda 1 salon olan ev çok genişti.
Annemlerin ve benim odamın kendi banyosu vardı. Bir de ortak bir banyomuz vardı. İki odayı daha içine alacak kadar büyük bir salonumuz ve annemin rahatlıkla iş yapabildiği geniş bir mutfağımızda vardı.
Bahçemizde güzel bir havuz ve masa sandalyelerimiz vardı. Şehirden biraz uzakta olması da kafa dinleme açısından çok güzeldi.
Babam benim için bahçe salıncağı bile almıştı. Genellikle yazın tüm vaktimi orada geçiririm.
Annem tüm evi açık renklerde döşemişti. Bu sayede evimiz çok ferah ve dinlendirici oluyordu.
Annem elinde çaylarla geldiğinde kahvaltımıza başladık.
“Sırma kızım durgunsun bu sabah?” Diyen annemle ilgimi onlara yönelttim.
“Dün geç yattım ya uykumu alamadım ondandır.”
“Sana o kadar dedim yat diye.” Diyen annemle kıkırdayıp;
“Anne sözü dinlemezsem böyle olur.” Dedim.
Annem de gülmeye başladığında kahvaltıma geri döndüm. Biraz atıştırdıktan sonra yemeği bırakıp çayımı içtim.
Çocukluğumdan beri hiçbir zaman çok yemek yiyemem. Annem bu duruma çok kızsa da elinden bir şey gelmiyor.
Hatta beni kaç kez doktora da götürdü ama neyse ki bir sorun çıkmadı. Sonunda annemde bunu kabul etti. Büyüdükçe iştahım iyice kapansa da pek önemsedim.
1.65 boyum olduğu için 45 kilo olmayı pek dert etmiyorum. Bir de dolgun kalça ve göğüs özelliğimi annemden aldığım için rahattım. Allah’tan tahta gibi dümdüz durmuyorum. O da bir şey.
Saatin geldiğini anlayınca ayaklandım.
“Anneciğim ellerine sağlık. Benim 1 saat sonra randevum var çıkmam lazım.”
“Tamam kızım dikkat et kendine.” Diyen annemi yanaklarından öptüm.
“Görüşürüz komutanım.” Deyip babamı da öptüm.
“Dikkat et minik kızım.” Diyen babama dil çıkarıp eve girdim.
Kaç yaşına gelirsem geleyim çocuk gibi olmayı seviyorum. Salondaki çantamı alıp dış kapıya yöneldim. Kapının kenarındaki ayakkabılığa bakıp ne giyeceğimi düşündüm. Siyah bantlardan oluşan ayakkabım gözüme çarpınca onu aldım.
Çekmecedeki arabamın anahtarını da alınca çıkmaya hazırdım. Ayakkabılarımı giyinip evin taş yolundan yürümeye başladım. Araba garajı biraz ilerideydi.
Garaja vardığımda beni bekleyen kırmızı bebeğimin kilidini açtım. Babam doktorluk hediyesi almıştı Audi A3’ümü. Direksiyona oturduğumda çantamı yan koltuğa atıp anahtarı yerine taktım.
Kemerimi bağlayıp müzik çalardan Güliz Ayla’yı açtım ve motoru çalıştırdım. Annemle babamın duyacağını bildiğimden korna basıp yola çıktım. Ormanlık alandan ilerlerken şarkıya büyük bir keyifle eşlik ediyordum.
45 dakikanın sonunda ofisime vardım. Yol biraz uzun olsa da mecburdum. Danışanlarımın ulaşımda zorlanmasını istemediğim için biraz daha merkezi bir yerde tuttum ofisimi. Arabayı park edip çantamı aldım ve indim.
Üzerimi düzeltip kapıları kilitledim. Ofisin olduğu binaya yöneldim. Ofisim 2 katlı bir iş yerinin ikinci katındaydı. Boğazı görüyor olması benim için büyük bir avantajdı. Köprünün bir kısmını gören çocuklar bundan etkileniyordu.
Merdivenleri çıktığımda kapıyı çaldım. Çok beklemeden gülümseyerek kapıyı açan Melisa;
“Hoş geldin Sırma. Günaydın.” Dedi.
“Hoş bulduk canım. Sana da günaydın.” Derken içeri girdim.
Girişteki uzun koridorun bir duvarını maviye diğerini de pembeye boyatmıştım. Erkek çocuklarının ve kız çocuklarının sevebileceği çizgi film karakterleri ile süsletmiştim duvarları. Biraz ileride Melisa’nın masası vardı.
Beyaz olmasına rağmen onunda üzerinde çeşitli karakterler vardı. Melisa’nın masasının karşısındaki kapıda benim odamdı.
“15 dakika sonra ilk randevu gelecek. 1 saat sonra da bir kontrol var. Sonrasında 2 yeni danışan daha gelecek. Bir de öğleden sonra saat 3’de bir randevu var.” Melisa programı anlatınca gülümseyerek;
“Teşekkür ederim canım. Ben odaya geçip hazırlıklarımı yapayım.” Deyip odama yöneldim.
Melisa ofisi açtığımdan beri asistanımdı ve çok iyi anlaşıyorduk. 20 yaşındaydı ve üniversite okuyordu. Okulu akşamları olduğu için gündüzleri benimle çalışıyordu.
İçeri girdiğimde renklerin huzuruyla gülümsedim. Odamı beyaz, açık mavi ve şeker pembesi renkleriyle hazırlattım. Bu üç rengin huzur ve pozitiflik verdiğini düşünüyorum. Onun dışındaki tüm mobilyalarım beyazdı.
Masamın hemen çaprazında ağaç şekline büyük bir kütüphane vardı. Küçük çocuklar için çeşit çeşit oyuncaklar vardı. Okumayı bilenler içinde bir sürü kitap almıştım. Her gelen danışanıma istedikleri bir şeyi hediye ediyorum.
Masama oturup notlar aldığım ajandamı çıkardım. Gelecek olan danışanımı beklerken notlarıma göz atmaya başladım.
Gelen çocuklara asla hasta demem. Danışan demeyi tercih ediyorum. Çünkü onların hiç biri hastalıklı değil. Sadece biraz anlaşılmaya ve dinlenmeye ihtiyaçları var. Ne yazık ki anne babalar çocuklarını dinleyip, dikkate almadıkları için bir çok çocuk farklı davranışlarda bulunuyor.
Sonrada aileler onlara yaramaz ya da hasta diyor. Oysaki onların tek istediği dikkate alınmak. Onları çocuk diye hor görmek yerine bir birey gibi yaklaşsalar sorunlarını çözebilecekler.
Kapımın tıklatılmasıyla düşüncelerimi bir kenara bıraktım. Melisa;
“Sırma ilk danışanın geldi.” Dediğinde gülümseyerek ayağa kalktım.
İçeri giren danışanım ve babasını gülümseyerek karşıladım.
***
Danışanımı gönderdikten sonra kendime yaptığım papatya çayını alıp odamda dinlenmeye başladım. Saat 3’de bir randevum daha vardı.
Çocuklara yardımcı olabilmek, onları anlayabilmek beni çok mutlu ediyor. Liseye giderken pedagog olmaya karar verdiğimde babam ile annem arkamda durmuştu.
Sıkı bir araştırma yaptıktan sonra eğitimime yurt dışında devam etmek istedim. Çok çalışmayla tam burslu olarak üniversiteyi yurt dışında kazandım.
Oradaki düzeni oturttuğumda ikinci bir ana dalı da okumaya başladım. Bu sayede 7 senenin sonunda uzmanlığımı alıp ülkeme geri döndüm.
Burada bir süre dinlendikten sonra da kendime güzel bir ofis açtım. Bir buçuk senedir severek yaptığım işimde tahminimden hızlı ilerlemiştim. Kısa sürede iyi bir ünvanım olmuştu. Şimdi yardıma ihtiyacı olan tüm anne babalar bana geliyordu.
Küçücük bedenlerin ne yükler taşıdığını bilseydiniz şaşırıp kalırdınız. O küçük kalplerinde öyle yükler barındırıyorlar ki, her seferinde daha çok üzülüyorum. Çok şükür ki bu güne kadar yardım edemediğim bir danışanım olmamıştı.
Tüm bilgilerimi seferber edip bana gelen tüm çocukları iyileştirmek için elimden geleni yapıyorum.
Kapımın tıklanmasıyla önünde dikildiğim camdan ayrıldım. Melisa kafasını içeri uzatıp bana baktı.
“Gelebilir miyim?” Dediğinde gülümseyip;
“Elbette.” Dediğimde içeri girdi.
Onunda elinde papatya çayı vardı. Zamanla Melisa’yı da alıştırmıştım. Çayı içtikçe sakinleştirdiğini anlamıştı. Çift kişilik koltuğa oturduğunda bende gidip yanına oturdum.
Bacak bacak üstüne atıp rahat bir pozisyon aldım ve Melisa’ya döndüm.
“Son danışanda bayağı gelişme var. Bana gülümseyip sonra görüşürüz dedi.” Diyen Melisa ile gülümsedim.
İlk buraya geldiğinde hep surat asan, mecbur olmadıkça konuşmayan bir çocuktu. 5 aylık uzun bir seans maratonundan sonra çok yol kat etmiştik. Elbette ki anne ve babasıyla da uzun bir zaman harcamıştım.
“Gerçekten büyük bir yol kat etti.”
“Eskiden neden öyleymiş?” Diye merakla sorduğunda gülümseyip;
“Danışanlarım hattında konuşmadığımı biliyorsun Melisa. Hasta gizliliği diye bir şey var.” Dediğimde Melisa anında kızardı.
“Özür dilerim boş bulundum.”
“Sorun değil canım. Bilerek yapmadığının farkındayım.” Dediğimde yüz hatları rahatladı.
Melisa çekingen, utangaç, kendi halinde bir kızdı. Her zaman nerede ne yapacağını bilir. Oldukça akıllı ve ağır başlı biriydi. Böyle biriyle çalışmak benim içinde büyük bir artı.
“Anlat bakalım Melisa hanım. Hoşlandığın çocuktan ne haber?” Sorduğum soruyla Melisa bir ton daha kızardı.
“Aynı.”
“Nasıl aynı?” Dediğimde ofladı.
“Aynı işte. Her zamanki gibi beni görmüyor. Bende onu uzaktan hayran hayran izliyorum.”
“Melisa bir şeyler yapmazsan nasıl farkına varsın ki? Uzaktan bakmak yerine konuşsana.” Dediğimde gözlerini kocaman açıp bana baktı.
"Öldürseler konuşamam.” Dediğinde gülümsedim.
Melisa üniversiteye başladığından beri aynı sınıfta olduğu çocuktan hoşlanıyordu ama bir türlü konuşamıyordu. Onun yerine çocuğa platonik olmayı tercih etti. Ne dediysem aksini yapmaya ikna edemedim.
Hoş bu konularda hiç bilgim yok ama ben olsam konuşurdum. Geri çevirse de dünyanın sonu değil ya. Ama belki de kötüdür. Sonuçta hiç sevgilisi olmamış biri olarak tahmin yürütmek zor.
Okumakla o kadar meşguldüm ki erkeklerle hiç işim olmadı. Sanırım sonunda annem beni görücü usulü ile evlendirecek. Çünkü bu yaşıma kadar hiç sevgilim olmadı. Teklif edenler elbette ki oldu ama derslerim benim için daha önemliydi.
Okul bittikten sonra da çalışmak, ofisimi kurup, insanların güvenini kazanmak ön plandaydı. Hiçbir zaman özel hayatımı düşünmedim bu yüzden.
“Sana bir şey sorabilir miyim Sırma?” Melisa’nın çekingen sesi ile ona döndüm.
“Sor bakalım.”
“Seni bir buçuk senedir tanıyorum ama yanında baban dışında hiç erkek görmedim. Başarılısın, zekisin ve çok güzel bir kadınsın. Neden sevgilin yok?” Dediğinde şaşırdım.
Açıkçası böyle bir soru beklemiyordum. Omzumu silkip;
“Bilmiyorum ki. Açıkçası hayatımda bir erkeğe hiç gerek duymadım. Önceliğim okumak ve mesleğimi hakkına vererek yapmak. O yüzden de hiç sevgilim olmadı.” Dediğimde Melisa yorum yapmadı.
O sorunca bir an düşündüm. Gerçekten neden hiç sevgilim olmadı? Bırak sevgiliyi bir arkadaşım bile yok. Ne gerekmedikçe alışverişe çıkarım ne de eğlenmeye giderim. Tüm hayatım ev ve iş arasında geçiyor.
Aman olmuyorsa olmuyor. Herkes öyle yaşayacak diye bir kaidemi var? Ben halimden memnunum. Çok sevdiğim işim, güzeller güzeli annem ve aşık olduğum komutanım var. Babamdan başka erkeğe hiç gerek yok.
“Yanlış bir şey sormadım dimi?” Melisa’nın sorusu ile çok sustuğu fark ettim.
“Hayır canım. Sadece düşünüyordum.” Dediğimde gülümsedi.
Bende ona gülümseyip elimdeki çaydan bir yudum daha aldım. Melisa’nın okulundan konuşmaya başladığımızda güzel bir sohbet başladı. Melisa bilgisayar mühendisliği okuyordu ve çok yetenekliydi.
Burada da okul harçlığını çıkarmak, ailesine yük olmamak için çalışıyordu. Ailesi Marmaris’te yaşadığı için o burada yurtta kalıyordu. Kaç kez bizde kalabileceğini söyledim ama kabul etmedi. Melisa çok gururlu bir kızdı ve ben onun bu huyunu çok seviyorum.
Karakterli, onurlu, gururlu insanlara her zaman sonsuz bir saygım olmuştur. Son danışanımın seans saati gelince Melisa çay bardaklarını alıp odadan çıktı. Bende masama geçip notlarıma baktım.
Gelen danışanımla keyifli bir seansa daha başlamış oldum.
Son danışanımı da gönderdiğimde gitmek için bir engelim kalmamıştı. Randevulu çalıştığımız için boş boş tüm gün ofiste durmamıza gerek kalmıyordu. Gelişimizi ve gidişimizi randevu saatlerine göre ayarlıyoruz.
“Melisa son dakika bir randevu var mı?” Odanın kapısından seslendiğimde bilgisayardan başını kaldırıp bana baktı.
“Yok Sırma bitti.”
“Tamam canım. O zaman çıkabiliriz. Hadi hazırlan senide bırakayım.” Deyip itiraz etmesine izin vermeden odaya geri girdim.
Odamdaki küçük banyoya girip işimi hallettim ve ellerimi yıkadım. Saçımdan firar eden birkaç asi teli yola getirdikten sonra banyodan çıktım. Tam çantamı toparlayacakken kapı tıklatılıp açıldı.
“Sırma bir beyefendi geldi ve seninle görüşmek istiyor. Çıkmak üzere olduğunu söyledim ama acil olduğunu ve bekleyemeyeceğini söyledi.” Diyen Melisa ile kaşlarımı çattım.
“Tamam sorun değil. Madem acilmiş al içeri.” Dediğimde Melisa çıktı.
Elimdeki çantayı yerine bırakıp odanın ortasına geçtim ve bekledim. Kapı açıldığında içeri giren adamla şaşırıp kaldım. Hayatımda hiç bu kadar iri cüsseli bir adam görmemiştim. Odaya girdiğinde sanki oksijen ve alan yetersiz kalmıştı.
“Sizinle acil görüşmem lazım.” Diyen adamın telaşlı olduğu her halinden belliydi.
“Tamam konuşalım beyefendi. Sorun ne?” Dediğimde ellerini saçlarından geçirip olduğu yerde volta attı.
Yaptığı hareketten kasılan kol kasları ile korkutucu gözüküyordu.
“O-oğlum iyi değil!” Yüzündeki dehşeti görünce şaşkınlıkla baktım.
“Tamam biraz sakin olun. Şuraya oturun da doğru dürüst konuşalım.” Dediğimde lafımı dinleyince şaşırdım.
Ne oluyoruz ya?
Hatalarım varsa affola.
*Bayan ATABAŞ*