Bölüm2
"Neden yaşıyorum" diye bir soru yönelttiğinizde kendinize, aklınıza ne geliyor? Seçtiğiniz dininizin amaçları, işiniz, sorumluluklarınız... Bir beden? Ben bu adam/kadın için yaşıyorum, diyebiliyor musunuz mesela? Ölürsem, bir daha bu güzel yüzü göremem, bu kollara sarılamam, bu yanaklardan öpemem. Bunları düşünebiliyorsanız gerçekten çok şanslısınız. Sizi ayakta tutan çok güzel bir insana sahipsiniz ya da bu dünyada yapabileceğiniz en zor şeyi başarmışsınız. Aşık olmuşsunuz. İkisi de kolay olan şeyler değil ama imkansız da değil bunu unutmayın. Benim gözleri için yaşadığım birisi yok demeyin ve sabredin. Elbette o güzel gönlünüze göre birisi çıkacaktır karşınıza.
Carlo benim bu bedende hayatımı sürdürmemin tek sebebiydi. Evet, güzel arkadaşlıklarım ya da ailem olsa da, ona karşı hissettiğim duygu bambaşkaydı. Dörtyüz yıl sonra ilk defa böyle hissediyordum belki de.
Aklıma tekrardan Lavinia'nın gelmesi ile kafamdaki bütün Carlo ile kurduğum hayalleri def ettim. Yataktan kalkıp derin bir nefes aldım. Üzerimdeki oluşan kırışıklıkları, sebepsizce düzelttim. Saat gece üç civarlarındaydı. Kendi odamda bedenimi değiştirdim ve her bedenimi değiştirdiğimde üzerimden hayali bir şekilde çıkan siyah kelebeklere bir de saçlarımdan dökülen mat siyah çiçek yapraklarına baktım. Bunlar öldüğümde mezarımın üzerinde çıkan Ölüm Çiçeği'nin parçalarıydı. Aynanın karşısında dikilmeye başladım. Beden değiştirmek, ilk başlarda canımı yakacak kadar beni zorlasa da artık çocuk oyuncağından farksızdı.
Karşımda, yaklaşık dörtyüz yıldır ayakta duran kadına baktım. Açlıktan bedeni çökmüş olsa da hala belki de bir çok çıtıra taş çıkarabilirdi. Güç, enerji onu her geçen gün daha da güzelleştiriyordu adeta. Siyah saçları, bembeyaz teni ve iri mavi gözleri ile Alicia'nın belki de tamamen zıttıydı. Alicia'da evet, güzeldi ama Lavinia kadar değil. Koyu kahverengi gözleri, esmer teni ve sporcu fiziği ile bana benzer hiçbir yanı yoktu
Üstüme geçirdiğim siyah, oversize beden sweetshirt ve siyah bol eşofman ile dikkat çekmeyecek şekildeydim. Sweetshirtümün kapşonunu kapatarak yüzümü karanlıkta neredeyse gözükmeyecek duruma getirdim ve arka sokaklara bakan penceremden aşağıya atladım. Odam ikinci katta olmasına rağmen bunu yaparken hiçbir şekilde zorlanmıyordum. Apartmanın bahçesinde sessiz adımlar atarak kapı yerine çitlerden dışarıya atladım. Sokakta uzun adımlar atarken, amacım bir kilometre ötedeki özel kamp alanına olabildiğince hızlı bir şekilde ulaşmaktı. Yılın üçyüz altmış beş günü orada illa kamp yapan insanlar olurdu. Her seferinde bu kamp yerinde beslensem de, henüz dikkat çekmemiştim. Çünkü kesinlikle profesyoneldim. Hatırladığım son on dokuz yıl boyunca bunu sürekli yapmamın verdiği özgüven vardı.
Yol sanki bitmeyecek gibi gelmeye başlayınca eşofmanımın ön cebine sıkıştırdığım telefonu ve kulaklığı çıkardım. Kulaklıklarımı takıp, 'Rasgele Çal' tuşuna bastım ve tekrardan telefonumu cebime koydum. Kulaklarımı ve ruhumu G-Eazy & Halsey - Him and I süslemeye başlayınca yüzüme, küçükte olsa bir gülümseme taktım. Dudaklarımı, şarkının sözlerine göre oynatırken dikkat çekmemek için ses çıkarmıyordum. Yine de kendimi bir süre sonra ıslık çalarken buldum. Umursamayarak devam ettim. Ne olabilirdi ki gecenin bu saatinde değil mi?
Şarkıya uygun olmayan sözler duymaya başladım ama umursamadım. Dünyanın en güçlü varlığı olarak beni karanlık korkutamazdı.
"Sonunda!" Diyerek durdum ve kamp alanının girişinde ellerimi kendimi tebrik ediyormuş gibi kaldırım. Deliydim. Ama bunu kimse bilemeyecekti. Ta ki kulaklığımı çıkardığımda duyduğum o adım sesleri yanıldığımı az da olsa bana farkettirmişti.
Ellerim hala havadayken yavaşça arkamı döndüm. Yüzümü hafif yere eğip karşıya bakıyordum ve kocaman gülümsüyordum. Gergindim aslında biraz. Neticede dörtyüz yıl da olsa aranıyordum ve beni bulmaları an meselesiydi. Ancak gördüklerim karşısında gülüşüm, biraz daha genişledi. Bu zengin yeri olan kampa girmeme gerek yoktu artık. Karşımda duran adam bir elinde bira tutuyor, diğeri bir yerlerini düzeltmekle meşguldü. Yüzündeki gülümseme, kafasında iğrenç bir olay örgüsü olduğunu bariz bir şekilde belli ediyordu. Arkamdan bağırarak insanları etrafıma çekebilirdi ve bu hata onun hayatına mal olacaktı.
"Sonunda beni farkettin güzellik. Saatlerdir arkandan bağırıyorum ve az kalsın senin sağır olduğunu düşünecektim." Yürüyüşü, kör kütük sarhoş olduğunu belli etse de kurduğu cümlenin normalliği, onun sarhoş olmadığını söylüyordu. Bana biraz daha yaklaşmak isterken bir anda düştü ve buram buram gelen alkol kokusu, kafamdaki soru işaretlerini tamamı ile sildi.
"İyi misiniz efendim?" Yanına gidip onu kaldırdığımda, bütün oyunculuğumu kullanmam gerektiğini düşünüyordum. Aslında hiç gerek yoktu ama biraz eğlenceden zarar gelmez öyle değil mi?
"İyiyim güzellik de, sen benden daha iyi görünüyorsun." Boşta kalan iğrenç eli ile belimi kavrayınca, kusmamak için direndim resmen. Bir anda kafasını kopartıp çöpe atabilirdim şu an ama bu kendimi ateşe sürüklemekten farksız olurdu.
"Gel seni daha güzel bir yere götüreyim." Derken yüzümdeki gülümsemeyi silmemeye çalışıyordum. Onu ortalık yerden götürüp, kimsenin görmeyeceği ve duymayacağı bir yere çekmeliydim. Bir anda gülünce, yaptığımın işe yaradığını düşünmeye başladım ve onu istediğim yere, çıkmaz bir sokağa doğru götürmeye başladım. Gözleri üzerimde dolaşırken, olacaklardan habersiz dediklerimi yapıyordu piç kurusu.
Sonunda kimsenin görmeyeceği, her hangi bir kameranın olmadığına emin olduğum sokağa girdiğimde daha fazla yakın mesafeye dayanamayarak, ittirdim. Az sonra besleneceğim gerçeği ile yanıp tutuşan bedenim, karşımdaki bu aptalı korkutmaya yetmişti bile. Gözlerim mavi rengi bırakmış, altın sarısı rengine bürünerek, sokağı aydınlatacak kadar parlıyordu. Damarlarım normalden biraz daha şişmiş, sadece ellerim ve yüzüm gözüktüğü için o kısımlarda kendini belli ediyordu. Bu sefer benim gözlerim adamın üstünde geziniyordu. Aciz bedenini gördükçe resmen ağzım sulanıyordu. Ben yani namı değer Lavinia dünyanın en acımasız varlığıydım ve bunu yavaş yavaş sizde öğreneceksiniz.
Auramın yüksek olması sebebi ile istediğim her şeyi tek hamlem ile yapabiliyordum.
"Ellerini uzat." Dediğimde ellerini uzattı. Bunu kendi bilinci dışında yapmıştı ve o da fark etti. Gözleri korkudan kocaman açılmıştı, bağırmaya başlamıştı.
"Sus." Tek kelimem ile ortalık tekrardan sessizleşirken, kahkahama engel olamadım. Bileklerinin kesilmesini düşündüğüm anda, sağdan sola doğru damarlarının bana sunduğu nimeti gözler önüne serilmişti. Akan kanının altına tek elimi getirdim ve kanın birikmesi için elimi hafifçe büzdüm. Artık kan yere akmaya başlayınca, ağzıma götürdüm ve vücudumun her zerresinde hissederek içtim bu sıcak sıvıyı. Uzun zamandır bu hisse açtım. Gözlerimin biraz daha açıldığını ve eskisinden biraz daha güçlendiğimi, derinden hissediyordum. Sadece bir avuç kan bir hafta bana yetiyordu. Kendime geldim ve bana ağlayarak bakan adama tekrardan odaklandım. İşaret parmağımı gözlerinin önüne götürerek sola doğru hızla kaydırdım. Kafası bedeninden ayrılarak, tuğla duvara çarpmıştı. Çarptığı yerde kan izi bırakmıştı ki iki saniye sonra bedeni ile o kan izi de yok olmuştu.
"Normalde öldürmem de bebeğim, sen sınırını aştın." Bedeninin her parçası küçük, siyah kelebeklere dönüşmüştü ve uçarak kayboluyordu. Tekrardan eski bedenime döndüğümde kendime kızacağımdan emindim. Alicia, sadece öldürdüğüm adamı değil, onun ailesini ve etrafındaki insanları düşünecek kadar vicdanlıydı ne de olsa ama ben değildim ve aklımda olan tek şey, doyduğumdu.
Keşke yerine geçtiğim bedenlerin duygularını da kontrol edebilseydim. Yoksa bu kadar saf ve salak bir Alicia olmazdı.
Tekrardan kulaklarımı takarak ritmik adımlarla yolu geri yürümeye başladım. Enerjim fullenmişti ve yerimde duramıyordum. Dans ede ede, etrafımdaki aptal insanların dikkatini çeke çeke yoluma devam ediyordum. Gözlerimi kapatarak rüzgarı daha çok hissetmeyi planladım ancak rüzgar yerine yüzüme çarpan kocaman bir omuz hissetmemle olduğum yerde durup sinirle dişlerimi sıktım.
Kimdi bana çarpan densiz?
Önümde kırmızı ceket giyen çocuk da şaşırmış olacak ki bir an irkilerek arkasını döndü. Kim olduğunu arkasından anlamadığım adam yüzünden ne olur ne olmaz diye kapüşonumu daha da çekerek yüzümü örttüm.
"Kör müsün yoksa aptal mı?" Duyduğum ses ile iyice sinirlenirken aynı zamanda tanıdık olması ile daha çok şaşırdım ve kapüşonumu bir anda tamamen açtım.
"Evet, bu şekilde yaparsan daha iyi görebilirsin aptal kız." Carlo'nun yaptığım hareket ile beni tanıyacağını düşünmüştüm anlık olarak. Haklıydı, aptaldım.
Ama aptal olmamdan daha büyük bir sorun vardı ki Alicia'nın sevdiceği salak çocuk, gecenin üçünde ne yapıyordu dışarıda?
Benden cevap alamayınca tekrardan önüne dönüp gidecekken kolundan tuttum.
"Bu saatte neden ortalıkta geziyorsun. Yoksa sevgilini mi aldatıyorsun?" Sorduğum sorunun aptallığına bakmayın. İnsanları manipüle etmek tanrının bana verdiği güçlerden birisi. İstersem 'en son ne zaman asıldın' diye sorabilir, cevabı alır ve olan her şeyi ona unutturabilirdim.
"Sen kimsin de bana bu tarz sorular sorabiliyorsun? Alicia'nın arkadaşı mısın yoksa?" Dıt! Yanlış cevap. Nasıl olur da sorduğum soruya cevap vermez?
"Sorumu cevapla!"
"Tanrım! Yeterince derdim yokmuş gibi bir de aptallarla uğraşıyorum." Başım dertte gibi gözüküyor. Pekala, sorduğum soruya cevap alamıyorsam, Alicia daha insani bir şekilde alır. Derin bir şekilde nefes alıp gözlerimi sıkıca kapattım ve ellerimi kafasının yan kısımlarına hafifçe bastırdım. Yaşadığı anılardan kendimi unutturmalıydım. Aslında daha eskiye bakarak neler yaptığını öğrenebilirdim ancak bu kadarı biraz özel hayat ihlali olur.
Bu kadarda düşünceliydim işte.
Gözlerimin önünden, karanlıktan başka bir şey geçmeyince biraz daha bastırdım. Yine olmayınca biraz daha...
"NE YAPMAYA ÇALIŞIYORSUN! DELİ MİSİN LAN! KIZ OLMASAN SENİ YERE SERERİM. UZAK DUR BENDEN!" Bir anda ellerimi tutup ittirdi ve arkasını dönüp uzaklaştı. Yapamamıştım. İlk defa birini manipüle edememiştim. Bunun cevabını bulmalıydım acilen ama nasıl? Kimden? Kim bana yardım edebilirdi ki?
Güçlerim köreliyordu ve bu benim sonumu getirirdi. Ölümsüzlük de bir güçtü ve ben yaşamayı sevenlerdendim.
BölümSonu