Episode -10-

1642 Kelimeler
Bölüm10 Lavinia... Gözlerimi tanıdık olmayan bir evde açtım. İlk başta stres yapıp yataktan hızlı bir şekilde kalktım. Ama yanımda Ursula'yı görünce, derin bir nefes alıp tekrardan kendimi yatağa attım. Dün akşama dair hiçbir şey hatırlamıyordum. İçmiştik, belliydi. Bir anlık aklıma gelen şey ile üzerimi kontrol ettim. Kıyafetlerimi yerinde görünce, rahatladım. Hayır, eş cinsel değildim ve sarhoşluğun verdiği cesaret ile bir kızla sevişmem, doğru olmazdı. Sadece midemi doyurmam için yanımda olan tatlı kıza baktım. Beni tanıyor, belki seviyor ama ne olduğuma dair bikri olmuyordu. Sağ elimi yüzüne koyup, pürüzsüz yüzünü nazikçe okşadım. Cidden çok güzeldi ama hormonlarım ona aşık olmama izin vermiyordu. E tabi bir de coğrafya :) Onu uyandırmadan buradan tüymem gerekiyordu. Elimi yavaşça yanaklarından, şakaklarına doğru götürdüm. Gözlerimi kapattım. Gözlerimin önüne dün geceye dair bir şey gelmiyordu. Bir kaç silinik anıları vardı ama gerisi sadece karanlık. Yeniden mi güçlerimi kaybediyordum. Sol elimi yumruk yaparak tırnaklarımı, tenime geçene kadar sıktım. Sikerler! Düzelene kadar burda durman zorundaydım ve bu da ailemi endişelendirebilirdi. Daha doğrusu, Alicia'nın ailesini. Yine de şu an ben daha önemliyim. Ursula gözlerini hafifçe açmaya başlayınca ona döndüm. Bir anlık güçlerimi kullanamadığımı unuttum ve ona uyumasını emrettim. Ancak uyumaya devam edince işler iyice çığırından çıktığını düşünmeye başladım. Anılarını göremiyordum, ama emir verebiliyordum. O zaman sorunun bende olmaması lazım. Aklıma gelen şey ile bir anda yataktan uçarak kalktım. Doğru ya! İçmiştik ve o bir şey hatırlamıyordu şu an! Carlo'yu da içtiği zamanlar anılarına bakamamıştım. Ursula, akşamdan kalma olduğu için onu az da olsa kontrol edebiliyor, anılarının bir kısmını görebiliyordum. Carlo ise ikinci defa kontrol etmeye çalıştığım zaman, kör kütük sarhoştu. Demek ki, ilkinde de sarhoştu. Yani benim bir problemim yok! İçimde rahatlıkla Ursula'ya uyanması için emir verdim. direk uyanıp bana bakınca gülümsedim. o da gülümseyip, esneyince, hiçbir şey anlamadığı için rahatladım. Dün akşamı hatırlamadığı için, ona bunun tarzında sorular sormam saçma olurdu. "Dün akşam ile ilgini ne hatırlıyorsun?" Yine de emin olmalıydım. "Hiçbir şey, en son içiyorduk sanırım. Ve votkanın tadı efsaneydi. Bunu hatırlıyorum. Çünkü hala tadı ağzımda." Güzel, cidden bir şey hatırlamıyordu ama bun hiçbir zaman hatırlamayacağı anlamına gelmezdi. "Dün akşam olanları hiç kimseye anlatmıyorsun. Bunun kötü sonuçlar doğuracağından emin olabilirsin." Hem onu korkutmamam, hemde emir vermem gerektiği için yanına alakasız kelimeler de eklemem gerekiyordu. Kafa sallayınca gülümsedim. Tekrardan gelip dünü unutturmam lazım olacaktı. Eğer beslendiysem ve bunu hatırlarsa, cidden problem olabilirdi. "Ha bir de, ne olursa olsun benden korkma tamam mı?" dediğimi anlamamıştı ama emir olduğu için kabul etmek zorundaydı. "Güzel..." Ayağa kalkıp komodinin üstüne bıraktığım ceketimi üzerime geçirdim. Artık gitme vakti gelmişti ve ben buranın neresi olduğu ile ilgili de hiçbir şey hatırlamıyordum. Bir şekilde bulacağız. Telefonumu cebimden çıkarıp saate baktım. Nasıl olur da bu saatte uyanabilmiştim bilmiyorum ama benim için çok iyi olacaktı. Saat sabahın beşiydi ve annemler henüz uyanmamıştı. Kapıya doğru yürümeye başlayınca Ursula beni uğurlamak için arkamdan geldi. Kapıyı açıp ayakkabılarımı giydim ve ona döndüm. Dudağına küçük bir öpücük kondurup, yavaşça geri çekildim. Gülümseyerek bakıyordu bana ve cidden tatlılığı kalbimin hızlanmasına bile sebep oluyordu. Ona, görüşürüz, yiyerek merdivenlerden inmeye başladım. bir kat indikten sonra bedenimi değiştirip, etrafı kontrol ettim. Ursula eve çoktan girmişti ve bu saatte uyanacak kimse olduğunu düşünmüyordum bu apartman binasında. Tekrardan yönümü merdivenlere çevirip, kalan üç katı da indim. Asansörde kamera olabileceği için maalesef merdivenleri tercih etmek zorundaydım. Kapıdan çıkınca, burayı hatırladığım için kendimce şükrettim ancak ev uzakta kaldığı için biraz da sövdüm. Etrafıma bakıp, herhangi bir durak var mı, diye kontrol ederken bir taksi durağı gözüme çarpınca ilerledim. Umarım bu saatte de çalışıyorlardır... Küçük kulübenin içinde bir tane yaşlı adam görünce rahatladım. "Ağabeyi, mesai saatinde misiniz." Adam benim geldiğimi fark etmediği için, sesimi duyunca bir an ürkse de çaktırmamaya çalıştı. "Evet, kızım." Tuttuğum nefesi sakince üfleyerek, rahatladığımı belli ettim. Ancak yaklaşık elli yaşlarında olan bu adam beni süzmeye başlayınca, içimdeki bütün rahatlık bir anda gerginliğe dönüştü. Sakin ol kızım. Sen Lavinia'sın unutma. Aklıma gelen bu düşünce ile kendime engel olamayarak sırıttım. Hem beni evime bırakacak, hem bana kahvaltı ısmarlamak zorunda kalacak, hem de eğer sarkıntılık yaparsa hayatına küçük kelebekler olarak devam edecekti. Bir de beleşe olacağını unutmayalım bu taksinin. "Beni buraya kadar götürebilir misin?" Diyerek adresi söyledim. Uzak olması mı yoksa o arabaya birlikte bineceğimiz için mi, bilemem ama gülümsemesi genişlemişti. Bekle sen, bu senin son gülüşün olabilir. dışarı çıkıp bana gösterdiği arabaya doğru yol aldım. Arka kapı yerine ön kapıyı açınca niyetini belli etmişti. Daha iyi. Dünyadan bir piç daha silinirdi sayemde. Kendisi de oturup, arabayı çalıştırdı ve olabildiğince yavaş bir şekilde sürmeye başladı. Hadi ama, acelem var. Sürekli dikiz aynasından bana bakıyor ve alakasız konulardan konuşup, sohbet etmeye çalışıyordu. Yaşlı olmasından faydalanıp, bununla bana güven vermeye çalışıyor ama başaramıyordu. Neyse ki korkması gereken kişi ben değildim. Oydu. "Ee, kaçıncı sınıfta okuyorsun kızım?" Bu yaş sormanın başka bir yoluydu. "Orta öğretim, son." Kısa kısa cevaplar verip, ona susması ve yaşamaya devam etmesi için bir şans vermeye çalışıyordum ama nafile. "Yani reşitsin." Tanrım, bunu da demezsin. "Evet, dede." Belki yaşlı olduğunu vurgularsam kendine gelebilirdi, değil mi? "En güzeli." Değilmiş. Bu da ne demek oluyordu şimdi!? "O ne demek dede?" Biraz sesim yüksek çıkmıştı ama yine de bu dedenin geri çekilmesine sebep olmamıştı. "Yani diyorum ki, tam olgunlaştığın yaştasın." Bunu söylerken, şortumun açık bıraktığı kısıma, vitesi tuttuğu elini koydu. İşti şimdi sınırlarını aşmıştı. Ona bakıp gülümsedim. O da benimle gülümserken, birazdan ağlayacağı için kendi adına üzülmeli idi. Arabayı durdurup göz ucuyla bakmaktan sıkıldığını belli edercesine bütün yönünü bana çevirince daha da gülümsedim. Şimdi tam sırasıydı. Her zaman kapalı tuttuğum kapüşonumu açtım. Bu onu biraz daha heyecanlandırırken gözlerinin önünde bedenimi değiştirince, yüzündeki mutluluğun hızla korkuya dönüşmesini keyifle izledim. Bu gördüğüm en güzel şey olabilirdi. Midemi bulandıran eli bacağımdan hızla kalkıp kapıya doğru yönelince, durmasını emrettim. Olduğu gibi kalınca korkusu daha da artmış ve ağlamaya başlamıştı. "Bana dön, fare." Bunları istemeden yapması, korkusuna korku katıyordu. Bu da beni daha fazla mutlu ediyordu. "Aynı şeyi bir başkası yapsaydı kardeşine, eşine, kızına ya da annene; nasıl hissederdin?" Yüzüme aptal aptal bakmaya devam edince, sinirlerim üç katına kadar arttı. "SÖYLE!" Yerinde zangır zangır titriyordu. Bu da beni daha da mutlu ediyordu. Evet, mutlu olma sırası bendeydi. "Onu öldürürdüm. Öldürürdüm..." Diyerek ağlamaya başlayınca, bir kahkaha patlattım. "Yani senin de hak ettiğin şey bu." Kafasını aşağı yukarı sallarken, verdiğim soruya istemeden de olsa cevap veriyordu. Korkusu, birazdan onun kalp kriz, geçirmesini sağlayabilirdi. "Önüne dön ve verdiğim adrese doğru sür arabayı." Korkuyor, ağlıyor ve dediklerimi yapıyordu. Teybe doğru uzanarak, bluetoothu açtım. Telefonumu bağlayarak Spotify'da en son dinlediğim şarkıyı açtım ve sesini sonuna kadar açtım. Get Lucky - Pharrel Williams & Nile Rodgers kulaklarımı doldurunca keyifle gülümsedim. Omuzlarımı hafif hafif oynatarak dans ediyordum. "Like the legend of the Phoenix, huh All ends with beginnings What keeps the planet spinning, ah The force from the beginning, hm, love" Ben şarkı söylüyor ve dans ediyordum. Yanımdaki adam ise ağlaya ağlaya araba sürüyordu. Görüntü ciddi anlamda komikti ama bunu düşünecek değildim. Eğlenmene baktım. "We've come too far To give up who we are So let's raise the bar And our cups to the stars" Dedeye bakıp kahvaltımı ne zaman alacağımı düşündüm. Ona dokunmamak en iyisiydi çünkü çok güzel planlarım vardı. "Bu şarkı bitmeden evimin önünde olabilir misin acaba?" Sorduğum soru ile arabayı hızlandırdı. Bir şey yapmamdan korkuyordu deli gibi. E haliyle, haklıydı. "En sevdiğim kısmı, sakın ses çıkarma. She's up all night 'til the sun I'm up all night to get some She's up all night for good fun I'm up all night to get lucky" Arabanın üstünde kare bir şekil görünce, bir kısmının açıldığını gördüm ve orayı açmasını söyledim. Açılınca ayağa kalktım ve şarkıyı normalden daha sesli bir şekilde söylemeye başladım. "We're up all night 'til the sun We're up all night to get some We're up all night for good fun We're up all night to get lucky" Aynı şeyi tekrar tekrar söylemek beni yorunca tekrardan oturup yolu izlemeye karar verdim. Dedeye baktığımda hala ağladığını gördüm ve keyifle olduğum yere daha çok sindi. Şarkının yavaş yavaş bittiğini görünce onu uyardım. "Bak şarkı bitiyor. Eğer şarkı bittikten sonra evde olursam seni öldürmek zorunda kalacağım." Korkusu bilmem kaç katına çıkınca gaza tamamen yüklendi. Artık kaza yapıp yapmayacağımızı düşünmüyor, dümdüz sürüyordu. Korkusu onu paniklemesine sebep oluyordu ve eğer kaza yaparsak, onu öldüremediğim için çok üzülürdüm. Şarkının sonuna yaklaşınca artık motor ağlıyordu. Ne yazık ki şarkı bitmeden eve gelmiştik. "Tebrik ederim. Seni öldürmeyeceğim ama bu senin bugün ölmeyeceğin anlamına gelmez." Anlık olarak rahatlasa da tekrardan gerilince gülüşümü arttırdım. "Buradan eve gidiyorsun ve kendini asıyorsun. Konuşmak da yok kesinlikle, anlaştık mı?" Ağlaması daha da hızlanıyor ve artık bağırıyordu. Yalvarabilirdi. Ama konuşamıyor oluşu buna engel oluyordu. Ona doğru dönüp son kez korkutmak için gözlerimin rengini değiştirdim ve parlayan sarı gözlerle ona gülerek baktım. Bundan sonra bana bakmamaya karar vermişti ki sonunda mantıklı bir şey yapması beni cidden şaşırtmıştı. Tekrardan Alicia'ya dönüşüp taksiden indim ve ses yapmamak için çabalayarak eve gittim. Annemlerin uyanmasına bir saat daha vardı ve ben bu saati uyuyarak değerlendirmek için kendimi yatağa fırlattım. *** "Kalk be, hipopotam yavrusu!" Tabii ki Dina ile güne başlamak hoş değildi. Doğru, ben çoktan güne başlamıştım. "Tamam beş dakika daha."Ciddi anlamda yorgundum ve bugünü kafama bir şey takmadan yaşamak istiyordum. "Kalk kalk, dedikodum var." Bu ses cidden hoşuma gitmişti. "Ne?" Bu kadar hızlı kalkmama şaşırırken, aynı anda gülüyordu. "Bizim şu arka mahalledeki taksi durağının sahibi evinde kendini asmış." Mutluluğumu belli etmemeliyim, mutluluğumu belli etmemeliyim... "Ciddi misin? Üzüldüm adamcağıza ya." Bana bakıp gözlerini devirince, bir problem olduğunu belli etti. "Üzülme ablacım. Bok gibi bir adamın tekiymiş. Eşi, çocuk tacizcisi olduğu ve her gün ailesini darp ettiğini söylemiş." Bu bilgi beni daha da çok sinirlendirirken, onu öldürmüş olmamın verdiği mutluluk sönüyordu. Yine de iyi yapmıştım. "Ama sorun şu ki, adam galiba deliymiş. Ölmeden önce karısının yanında bir mektup yazmış ve mektupta vücut değiştiren bir kızdan bahsettiği yazıyormuş. Bu da sanırım cidden deli olduğunun kanıtı." Nasıl bunu akıl edemezdim! Bu insanların çoğunun umurunda olmayacak, hatta Dina gibi adamın deli olduğunu düşündürecekti ama benim yaşadığımdan haberdar olup, ele geçirmeye çalışanlara, resmen yerimi haber verecekti! BölümSonu
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE