Bölüm5
Zamanı geri alabilecek bir gücünüz olsaydı, neyi değiştirmek isterdiniz? 'Yaptıklarımdan hiçbir zaman pişman olmadım.' demeyin. İlla vardır hayatınıza yer edinmiş saçma sapan hatalar. Her aklınıza geldiğinde yüzünüzün ekşidiği, belki de kalbinizdeki burukluğu hissettiren bir olay. Yaptığınız ya da size yapılan bir şey.
Neydi o? Belki sınıfta yaptığınız küçük bir rezillik, belki canınızdan çok sevdiğinizin canına zarar vermeniz, belki de canınızın size zarar vermesi. Aldatılmak da bunların içine girer miydi ki? Aldatanlar pişman olur muydu? Bunun vicdan azabını çeker miydi yoksa huzur içinde hayatlarına devam eder miydi? Peki, bunun bir cezası var mıydı? Evrenin onlara geri dönüş olarak sunduğu bir ceza olur muydu?
Pekala, neden ben her üzüldüğümde bu kadar soru soruyorum?
İki gün olmuştu o olaydan sonra ama ben hala dümdüz yatakta yatıyordum. Temel ihtiyaçlarım dışında kalkmak, uyanmak istemiyordum. Kurduğum hayallerim ve rüyalarımdan uyanmak istemiyordum. Gerçek dünya şua na bana çok ağır geliyordu ve benim dünyam her ne kadar hayal kırıklıkları ile dolu olsa da burada yaşamak daha çok mutlu ediyordu beni.
Tabi buna mutlu olmak sayılırsa.
Her ayağa kalktığımda, her ne kadar yaşadığımı hissetsem de bu bana korkunç gelirdu. Yatmaktan uyuşan bedenim kalkmakta zorluk çekiyor, yürümek ölüm gibi geliyordu. Oysa ki Lavinia'nın hiçbir zaman böyle dertleri olmamıştı. Neden herkesten kendimi sonsuza kadar unutturup, Lavinia olarak hayatıma devam etmiyorum ki?
Evet, insan düşmancıklarım var.
Korkmam gereken insanlar olup olmadığını bilmiyordum. Her geçen gün güçleniyordum ve onların benden korkup kaçması gerekirken, ben onlardan kaçıyordum. Haksızlık. Kendimi gösterip az da olsa korku vermeliydim belki de. Ama kime vereceğimi bile bilmiyorum.
"Kalk artık hayvan! Hamile inekler gibi uyumaktan başka bir şey yapmıyorsun." Dina odaya baskın yapar gibi girince düşüncelerimden sıyrıldım. Yüzüne baktığımda etrafa iğrene iğrene bakıyordu. Ne var az odayı dağıttıysam ya da hiç havalandırmadıysam?
"Ah... Özür dilerim hayvanlar. Bu ucubeyi size benzettiğim için. Ben hayatımda bu kadar iğrenç bir koku almadım. Sadece ben değil, dünya üzerinde hiçbir varlık bu kadar kötü kokamaz. Kalk, banyoya giriyorsun!" Tek eli ile burnunu kapatıp, diğeri ile beni kaldırmaya çalışıyordu. Bu görüntü cidden moralimi bozmaya yetmişti. Cidden bu kadar kötü mü kokuyorum.
Neden ben bu kokuyu alamıyorum?
"Abartma sende." Yüzüme öyle bir bakmıştı ki, her an beni öldürecek gibiydi.
"Bu kokunun abartılacak bir payı bile yok." Derin bir nefes aldım. Bu kadar ciddi bir meseleydi demek ki. Elini tutup ittirdim ve odamdaki banyoya koşarak gittim. Kendimden ciddi anlamda iğrenmiştim.
***
Son adımımı attım ve kafamı ağaca çevirdim. Gördüklerim beni şaşırtmamıştı ama üzmüştü. Gerçekten, bu muydu?
İkisi de ağaca yaslanmış ağlıyordu. Ne demekti bu? Bir şey mi olmuştu?
"Yine mi sen!" Carlo'nun yanında bir şişe alkol vardı. Tahminen körkütük sarhoştu ama beni hatırlayacak kadar açıktı zihni. Gözlerimdeki altın sarısı rengi söndürüp tekrardan, daha çok insana benzeyen halime döndüm. Lucia bana dönüp anlayamaz gözlerle bakmaya başladı. Belli ki ikisi de sarhoştu. Yüzümdeki damarların ve gözlerimin değişmesini anlamamışlardı.
"Şimdi bana cevap vereceksin. Ne yapıyorsunuz burada?" İkisi de tekrardan yüzüme aptal aptal batığında, soruyu tekrar ettim ama cevap yoktu. Yine mi güçlerim yok oluyordu?
"Lucia, bu kızdan uzak dur. Deli bu." Lucia, Carlo'ya dönüp, onu onayladı. Kimdi ki onlar bana deli diyecekti ki? Sinirle ellerimi yumruk yapıp sıktım. Madem güçlerim işlemiyordu, fiziksel gücüm ikisine de yeterdi.
Carlo'yu boynundan tutup kaldırdım. Yüzüne bir yumruk attım. Anında dudakları parçalanmıştı. Kanın kokusu beni deli etse de canavara dönüşmemek için direndim. Çok yakınımdaydı ve her ne kadar sarhoş olsa da gözlerimi rahatça seçebilirdi.
Hiçbir şey yapmıyordu. Sanki bunu beklermiş gibi sadece bana bakıyordu. Ne gülüyor, ne korkuyor ne de ağlıyordu. Tamamen ruhsuz bir yüz ifadesi ile karşımda duruyordu. E böyle eğlencesi kalmıyordu ki.
Bedenini yere bırakıp dudağının kenarından akan kana işaret parmağımı sürttüm. Kırmızıya dönen parmağımı ağzıma götürüp tadına baktım. Sağlıklı bir bedenin, taze kanı...
"Bu seni unutmamam için tatlım. Bana bir ölüm borcun var ama şu an içindeki acı her neyse onunla boğul istiyorum." Yaptığım hareketi gören Lucia çığlık ata ata kaçmaya başladı. Onunla da işim vardı ama bu meseleyi çözmeden daha çok ucube rolüne girmemem gerekiyor.
***
Sıcacık suyun altından her ne kadar çıkmak istemesem de annemin su faturası ile ilgili bağırışlarını dinlemek şu an hiç cazip gelmiyordu. Havlumu bedenime sarıp klozetin üzerine oturdum. Şu an sakindim ve dışarıda Dina olduğu için tek sakin kalacağım zaman sanırım şu andı. Düşünmeye başladım. Tarafsız bir şekilde düşünüp, mantıklı sonuçlara varmaya ihtiyacım vardı.
Yapboz parçalarımın sonuncusu değişmişti.
Bir: Gece saat üç sularında dışarıdaydı.
İki: Gergin bir şekilde bana uyuşturucu kullanmak ile ilgili şaka yapmıştı.
Üç: Lucia ile ormanda kaybolup, saatlerce birlikte içip, ağlamışlardı.
Hala sonuç benim için aynıydı. Beni aldatıyordu ama bunu ne kendime nede bir başkasına gösterebileceğim bir kanıt vardı. Eski sevgili olsalar da dertleşebilecek kadar birlikte zaman geçirmişlerdi ve Lucia onu benden daha çok tanıyordu. Belki de benden daha çok yanında olmayı hak ediyordu.
Peki, gerçekten aldatmıyorsa, derdi neydi? Neden ağlıyordu. Onun mu derdi vardı yoksa Lucia'nın mı? Aslında o gece dışarıda olması ve tek başına yürümesi onun derdi olduğu ihtimalini daha çok destekliyordu.
Neden beni değil de Lucia'yı seçmişti? Ona benden daha çok mu güveniyordu, benden daha çok mu yakındılar, yoksa benden daha çok mu seviyor?
Tekrardan gözlerimin dolması ve saçma sapan sorular ile kafamı bulandırmaya başlamam, artık sakin olmadığımın kanıtıydı. Lavaboya geçip yüzümü yıkadım. Aynada kendime baktım. Yüzüm bembeyaz kesilmişti. Gözlerimin altı çökmüş, dudaklarımda renk kalmamıştı. Yorgunluk muydu yoksa vitaminsizlik miydi bilmiyordum ama acilen makyaj yapmam gerektiğini anlamıştım. Çok pigmenti olmayan, hafif bir fondöten sürüp, yanaklarıma renk gelmesi için pembe bir allık ekledim. Kirpiklerimi kıvırıp daha canlı bir görüntü kattım ve son olarak renkli bir dudak parlatıcısı ile hazırdım. Artık yaşıyordum. Ne kadar öyle hissetmesemde.
Odama geçip dolabımın önünde dikildim. Ancak aynadan, yatağımda zaten hali hazırda kıyafetler olunca gülümsedim. Dina mı ablaydı yoksa ben mi, bilmiyorum. Yüzüme dokundurmadan kıyafetlerimi giydim. Dudaklarıma sahte olsa da küçük bir gülümseme takıp mutfağa doğru yürümeye başladım. Saat sabahın yedisiydi. Annem ve babam çalıştıkları için gün bizde erken başlıyordu. Bu her ne kadar güzel bir şey olsa da benim gibi üşengeçler için erken kalkmak tam bir dertti.
"Ooo kimleri görüyoruz! Özledik kızım seni." Babamın komik esprisi ile gülümsemem soldu. Yüzüne ters ters bakıp masaya oturdum. Bütün ev pastırma kokuyordu ve bu kokudan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmiyordum sanırım.
"Ne oldu bebeğim sana. Gözükmüyorsun uzun zamandır." Anneme gülümseyerek 'bir şey yok dedim. Buna inanması için gözlerinin içine içine baksam da, tabi ki de inanmamıştı. Derin bir nefes alıp ağzımdan üfledim. Uzun bir konuşma beni bekliyordu akşam.
Her ne kadar sevmesem de iyi olduğumu göstermek için kahvaltımı yaptım. Dina iki gündür evde olduğum için biraz sosyalleşmem gerektiğini söyleyip durdu. Bir de hiçbir şeyden haberi olmayan sevgilim arayıp duruyordu ve onunla konuşmam gerektiğini düşündüğüm için antrenmana gitme kararı aldım sonunda. Antrenörüm ağzıma sıçacaktı. Ne haber vermiştim ne de Dina'ya bir şeyler uydurma konusunda uyarmıştım.
Üzerimde hali hazırda giydiğim antrenman formalarım vardı zaten. Bir de yedek kıyafet aldım. Kulaklığımı, telefonumda şarj olmadığı için antrenmandayken biraz olması için şarj aletimi yanıma aldım. Tabi bir de suyumu. Spor çantamı elime alıp, her zaman benden önce hazırlanan kardeşimin yanına gittim. Kapıda beni bekliyordu. Bu kadar disiplinli bir ailenin kızı olmam ciddi anlamda olağan dışıydı. Her ne kadar özümde farklı biri de olsam yerine geçtiğim kişinin özelliklerini taşıyordum sonuçta.
Alicia aşırı ancıydı. Yani anı yaşamayı seven biriydi. Ne Dina kadar hızlı yaşayan biriydim, ne de tembel hayvan gibiydim. Tam ortasıydı. Hobilerim çoktu ve her birine vakit ayırmak hoşuma gidiyordu. Ders çalışmak, iş yapmak benim ruhumda yoktu. Geleceğimdeki mesleğim için hobilerimden birinin üzerinden gideceğim. Güzel sesim vardı, şarkı söylemeyi seviyor, bazen sırf bunun için Carlo ile karaoke kafelerine giderdik. Resim çizip ve satıyordum. Voleyboldan herhangi bir gelirim olmasa da şu an, geleceğimi bunun üzerine kurma düşüncesi her zaman benim için daha çok ağır basıyordu.
Ayakkabılarımı giydim ve evden çıktım. Tam yürüyecektim ki kolumdaki bir el beni durdurdu.
"Nereye geri zekalı? Carlo'yu bekleyeceğiz. Ona bir şey çaktırmamamı söyledin, bunu yaparak kendin belli edeceksin." Sayın Haklı. Derin bir nefes aldım. Carlo'yu görmek istiyor muydum? Evet istiyordum. Hayır istemiyordum. Bu nasıl bir duygu. Lanet olsun.
"Doğru, aklımdan çıkmış." Duvara yaslanıp otobana doğru döndüm. Geçen arabaları saymak, beklerken yaptığım en saçma aktiviteydi ama bundan vaz geçmeyecektim.
"Ooo kızım sen çoktan çocuğu silmişsin. Dur daha ne olduğunu bilmiyoruz. Belki ormanda Lucia fahişesi ile birlikte değillerdi." Evet. Ona Lavinia'nın gördüklerini anlatamazdım. Benim için bitmiş miydi? Hayır. Belki de evet. Ne de olsa her halükarda bana haber vermemişti ve aramızdaki bu saygı bağını koparıp atmıştı.
"Doğru." diyebildim sadece. başka bir şey çıkmazdı ağzımdan. Çıkamazdı.
Kafamı sola döndürdüm. Geldiği hissetmiştim. İki bina gerideydi bizden. Ama oradaydı. Beni gördü ve adımlarını hızlandırdı. Aramızda bir adım kala durdu ve yüz ifademi kontrol etti. O da farkındaydı. Sonuçta bir anda ikisinin kaybolduğunu fark etmek çok da zor olamazdı.
Yüzü benim gibi düşünce, dayanamadım. Kollarımı tamamen açtım. Bu halimi görünce hemen sırıttı ve kollarının arasına aldı bedenimi. Sarılmak istemiyordum ama kokusu, beni zorla ona çekiyordu. Daha çok sindim ona. Özlemiştim... Kalbinin çarpıntı sesi kulaklarıma kadar geliyordu. Hızlıydı. Sanki buna ihtiyacı vardı.
"Nerelerdesin sen prensesim? Gözlerim hep seni aradı." Tırnaklarım avuçlarımın içine geçecek kadar bastırdım. Daha fazla dayanamayacaktım.
"Asıl sen neredesin Carlo? Nasıl olurda o sürtük ile ortalıktan kaybolabilirsin. Aklımdan neler geçiyor haberin var mı?" Ani yükselmem bir anda evin önünde olduğumu hatırlattı. Kolundan tutarak çekiştirmeye başladım Carlo'yu. Her an babam çıkıp, ortalığı dağıtabilirdi.
"Sakin ol bebeğim. Kız arkada kaldı bende kaybolmasın diye onunla koştum." Gözlerim sinirden kan çanağına döndü.
"Ya sana ne ondan?" Sinirden ağlayacaktım. Onun düşünmesi değil, bana yalan söylemesi benim sinirimi bozuyordu.
"Aynı şey sana olsa ve ben fark etmesem, bir erkek senin yanında koşsa kaybolmaman için ben ona minnettar olurum. Sende öyle düşün lütfen." Evet, biraz abartıyordum sanırım.
"Sonra?"
"Sonra ne?" Cidden geri zekalı.
"Sonra ne yaptınız? Uzun bir süre sahaya gelmediniz." Göz bebekleri ellerine doğru bir yol alınca, yalan söylemeye hazırlandığını anladım. Daha fazlasını dinlemek istemiyordum.
"Sizin yüzünüzden geç kalmak istemiyorum." Dina araya girince, ayaklarına kapanmak istedim. Yalan söyleyecekti ve bu da beni ondan tamamen soğutacaktı. Hiç söylemesin daha iyi. Carlo da bunu fırsat bilmiş ve sorduğum soruya cevap vermemişti. Sağa dönüp sahaya doğru yürümeye koyuldum.
İçimde o kadar iğrenç bir his vardı ki, nefes alamıyordum ya da almak istemiyordum. Ölmek istiyordum sadece.
Ancak hiçbir şey yapamadım. Yürüdüm. Kendimi öldürsem bir daha Carlo'yu hatırlamayacaktım. Başka bir beden bulup, hayatıma orada devam edecektim. Ama o da olmuyordu. Gitmek istemiyordum. Beni tutan bir şeyler vardı ve ben ondan tutunup yaşamaya devam edecektim.
BölümSonu