Dilhun

839 Kelimeler
Hani sesler vardır demiştim. Dipsiz kuyulara düşerken sana halat olan. Bir de o kuyulara iten sesler vardır işte. Sana değmeden yıkan, kilometrelerce uzakta olsa rüzgarıyla savuran. Üstelik bunu çoğu kez habersiz yapan. Sesler vardır... Adını sanını bilmediğin, onlar tarafından da bilinmediğin kişilere ait. Eli göğsünde, etraftakilere güler suratıyla selam vere vere benden tarafa doğru yürüyen bu adam gibi. Algül'ün kocası... Bir yetmiş bilemedin yetmiş beş boylarında, yuvarlak yüzlü, mavi gözlüydü. Saçı sakalı sarının koyu tonlarındaydı; sert bakışları onu öfkeli biri gibi gösteriyordu ama bunun aksini iddia eden gülümsemesiyle yan masaya oturdu. Kendine bir çay söylerken verdiğim nefesin sesi kulaklarımda yankılanmıştı. "Kimlerdensin yeğenim?" Meraktan mı, hasetimden mi bilemedim ama kulak kabartmıştım. Tercih edildiğim insanın kimin soyu olduğunu öğrenmek istemem ne büyük acizlikti. "Yörüklerin İhsan'ı bilir misin emmi?" Kaba sesi kulaklarımda çınlamayı bitirmeden "onun küçük torunuyum." dedi. "Öyle mi?" diye soru eki şaşkınca uzamıştı ağzında. "Çok severdim dedeni.  Rahmetli pek iyiydi. Sen Yakup'un oğlu musun? Adın ne senin?" "İbrahim." "İbrahim. Baban nasıl? Yıllar önce bir göçtü gitti bir daha yüzünü göremedik." "Babam da rahmetli oldu emmi. Biz çocukken yazları dedemin yanına gelirdik, o öldükten sonra da işe güce atıldık anca düğünde, bayramda gelir görüşür olduk." "Yaa, vay dünya. Görüyon mu şunu? Demek o da öldü ha, Allah rahmet eylesin. E sen ne ediyon burada? Sizin evi satacaklar diyorlardı. Onun için mi geldin yoksa?" "Hem evet hem hayır." dedi. Çayı gelmiş olmalıydı ki arkamda kaşığın cam bardağa çarparak "eri şeker, çabuk eri ki ona zarar vermeyeyim' dercesine acı acı dönüp duruşunu duymuştum. Kalbimdeki sevdaya yalvaran ruhum gibi. Eri aşkım, eri ki bedenimi daha fazla yormayayım. Ya bu yürekte sevdam, ya bu bedende bu can eriyip yok olacaktı. Üçüncü bir yol bulamamıştım. O bardak bendim. Şeker Algül. Ama farklı olan kaşıktı. Aramıza giren kaşık, kocası... Canımın yanacağını bile bile durup, dilinden dökülenlerle bana vurmasını bekliyordum. "Bizim mirasta o ev bana düştü. Benim işlerde yolunda gitmeyince, başkasına kiraya vermek yerine ben kendim otururum dedim. Aldım hanımı, çocuğu göçtüm buraya." Bardağını höpürdeterek içti. Demek İhsan amcanın torunuydu. Kalkmaya niyetlendiğim vakit 'senin hanım nereli?' diye boğazımı yakan bir soru yankılandı kahvehanenin duvarlarında. Dönee döne, kulaklarıma doldu. Çakılmıştım sandalyeye. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ısırırken üst dudağımla gizledim. İçime bir üşüme girmişti. Boynumdan yukarısı elimde olmadan titriyordu. Kendimi sıkıyordum. Betim benzim atmıştı. Ağzından çıkan harflerin kalbimi delik deşik etmesini dinliyordum. Kalksana be oğlum. Yürütsene şu ayaklarını zorlayarak. "Bir ara bu mahallede oturmuşlar. Zaten ben de dedemin evine geldiğimde gördüydüm de hemen istetmiştim. Emin EREN'in kızı. İsmi Algül. Hırdavatçı dükkanları vardı o zamanlar burada. Sonra memlekete döneceğim diye kayınpeder sattı." Kalbime yağlı bir kurşun girdi sandım. Göğsüm sıkışınca elimi oraya taşıdım. Nefesim kesildi. Yutkunmak istedim. Yutkunamamıştım. "Yiğit evladım iyi misin?" Şu soruya bir kez de doğru cevap vermek isterdim ama yine yalandan bir iyiyim süsledi dilimi. Dışarı karşı hep aynı tavır. İçimde fırtınaların adıydı bu kelimenin karşılığı. Bu yüzden ben hep iyiyim. Kötü olduğumu söylesem ne olacaktı zaten? İnsanlar kalbimi açıp beni kötü hissettiren yaralarımı saracak mıydı? Hayır! Şuna halimi arz edersem belki merhem olur diye beklentiye girip umut edip de kırılmaktan korktuğum içindi bu yalan. Gerçeği söyleyip bir kez kötüyüm dedim hayatımda. Onda da ihanete uğrayıp, terk edildim. Bu yüzden bir daha o kelimeyi kurmamıştım. Ben hep iyiydim. Kafamı Fatih amcaya çevirdim. Telaşlı bakışlar karşıladı beni. "Ne oldu bir anda, yüzün sarardı sanki." Arkamda kasıla kasıla oturan adamın sohbetini daha fazla kaldıramayacaktım. "Yok Fatih amca, sana öyle gelmiş. Çok dolaştım ya bugün. Yoruldum bayağı. Neyse." Sandalyeden hızla kalktım. "Ben gidip dinleneyim biraz. Ev işini de şimdilik rafa kaldırdık değil mi?" Kafasını bana kaldırdı. Öyle dedi. "Öyle ama bir an önce iş bul Yiğit. Seni sıkmak istemiyorum fakat ben de zora girdim." Dudaklarımı içe dönük şekilde bastırdım. Kafamı sallamıştım. Elimi uzattığımda, tokalaşıp bana Allah'a emanet ol diyerek içten gülümseme verdi. Yönümü kapıya çevirmiştim. Yan tarafıma kalan kalın sesli adamı başımı çevirmeden gözlerimi sağa kaydırarak an denecek kısa birkaç saniye yoklamıştım. Gevrek gülüşü duvarlara sinerken ben yalnızca boğazımdaki keşkeleri yuttum. Dermanı çekilen bacaklarım gitmekten başka çaresi olmadığını bilerek yürümüşlerdi. İçerinin kasvetinde boğulduğumu, dışarıda oksijenle buluşan ciğerlerimin rahatlığından fark etmiştim. Kapının hemen önünde az sağa doğru kalan iki katlı virane ahşap evle göz göze geldiğimde ona biraz acıyarak bakmıştım. Çürümüş tahtaları onu öldürüyordu. 'Yeter!' deyip bu ölüm kokusu sinmiş tahtaları üzerinden silkip atsa kendisinin de yok olacağını bilerek yaşıyordu. Fakat kurtulmazsa da yavaş yavaş acı çekerek ölecekti. Her yağmur yaşlı bir ihtiyarınki gibi kemiklerini sızlatacaktı. Bunca cefaya rağmen o onu var eden bu tahtalara katlanıyordu. Etrafındaki kimse onu fark etmediği için belki de bu yalnızlıktan kurtulmak adına onu öldüren tahtalara katlanmak zorunda kalıyordu. O an ince bir sızı yüreğimi yoklamıştı. Virane gönlüm! Bu ahşap evden var mıydı farkın? Seni de yavaş yavaş öldüren kırık bir kalbin yok muydu? Onca cefaya rağmen sen de o kalbe katlanmıyor muydun Yiğit diye sordum kendime? Her yağan gözyaşım sızlatmıyor muydu yüreğimi? Sağıma kalan kahvehane kapısı aralanmıştı. Biri daha masalardan eksilirken İbrahim'in gür kahkahaları kulaklarıma dolmuştu. Ağzımı yumup burnumdan ciğerlerimi patlatacak kadar çok hava çekmiştim. Yine de yetmiyordu. Nefesim kesilecek gibi oluyordu. Başımı dikleştirip ufukları izleyerek yürümeye başladım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE