1.Bölüm: Geçmiş
Playlist;
Sezen Aksu - Bu Kızı Yeniden Büyütmeliyim
****
Geçmiş Zaman 2012
Okuldan çıkıp eve doğru hızlı adımlarla ilerlemeye gayret ediyordum. Lise son sınıf öğrencisi olduğum için kaderimi belirleyen bir sınavım vardı haliyle. Ona daha rahat, sakin bir kafayla çalışabileyim diye okulun kütüphanesinde saatlerce ders çalışmıştım Merve ile birlikte. Merve'nin çalan telefonun sesiyle kendimize gelmiş saati fark ettiğimizde ise hızlıca eşyalarımızı toparlayıp, vedalaştıktan sonra okuldan ayrılmıştık. Merve'yle tanışmamız bir kitap vesilesi ile olmuştu. Kitapçıda ilgimi çeken bir kitabı incelemek için elimi uzattığım zaman, benimle birlikte o da elini uzatmıştı. Anlamsız bir şekilde gülüştükten sonra bir kafeye gidip saatlerce konuşmuş, kaynaşmış tanışmıştık. Tanışma esnasında aynı okulda olduğumuzu öğrenince daha çok bağlanmıştık birbirimize.
Eve geç gittim diye annemin kızmayacağını bilsem bile bu ıssız ve sessiz yollardan korkuyordum. En nezih semtte otursak bile beni ürküten insanları görüyordum köşe başlarında. Onun endişesiyle hızlı yürümeye çalışıyordum, bir kaç dakika kalmıştı zaten eve. Okulum eve Allah'tan çok uzak değildi de daha rahat oluyordu ulaşım konusunda, sıkıntı çekmiyordum.
İki katlı bahçeli bir evde oturuyorduk. Babam bizi, ben daha 5 yaşında küçükken terk etmişti. Hayal meyal yüzü vardı hatıralarımda. Babama olan özlemim dört bir yanımı sarmıştı. 17 yaşıma geldim, hala gidişi yaraydı kalbimde. Annemin ilgisizliği, abimin başına buyrukluğu beni daha çok yalnızlaştırıyordu, kendi idealleri için hep beni arka plana atıyorlardı. Beni kendi içimde yalnız bırakmışlardı. Sevmiyorlar diyemezdim ama seviyor da diyemezdim, ihmal ediyorlardı işte beni. Bir amcam vardı, baba yarım. Bir tek koşulsuzca o beni seviyordu. Sevgiye olan açlığımı onunla gideriyordum. Bir istediğimi asla ikiletmezdi ki bende çok bir şey istemezdim. Sevsin yeterdi bana.
Babamın her şeyini unutmak istiyordum, en çok da yüzünü. Silik olsa bile yıllardır, evden ayrılırken bana dönüp baktığı kare vardı, ha birde o deniz kokusu. Ne yüzünü unutabiliyordum ne de kokusunu. Kimi görsem bir umut babamdır diye yanaşıyordum ama hüsranla sonuçlanıyordu bu çabam. Ne aynı kokuyu hissettim bir daha, ne de yüzünü gördüm. Acaba şuan nerde ne yapıyordu? Hiç aklına geliyor muydum?
12 yıldır onsuz, onun yokluğuyla dimdik ayakta durmaya çalışıyordum. Yokluğunu fark etmemek elde değildi. En çok ilk okulda canım acımıştı. Hiç unutmam en çok o zaman yokluğu canımı acıtmıştı benim. Arkadaşlarım anne ve babalarıyla güle oynaya okula gelirken ben boynum bükük gidiyordum. 'Babam olmasa bile annem var' diyordum ama o da yoktu. Abim desen o da sessizliği seçmişti. Okula gitmek istemezdim, günlerce ağlardım ama ne istediğimi bir türlü anlamazdı annem. Anlatamazdım derdimi.
"Şımarık bir çocuksun, baban senin yüzünden bizi bırakıp gitti" derdi hep.
Ben diğer çocuklar gibi çocuktum işte, bilmediğim nasıl bir günah işlemiştim ki babam benim yüzümden bizi terk etmişti?
Hangi günahın cezasıydım ben?
Bilmiyordum, bu yaşıma geldim hala bilmem. Onun yokluğunun acısı içimde bir yerde ilmek ilmek düğümleniyordu.
Derin düşünceler içinde eve varmıştım sonunda. Geçmişi anımsadığımdan mıdır bilmem içimden bir ses sessizce hareket etmemi söylüyordu. İçimi çürütecek kadar derin bir sızı vardı. Heyecanlanmamla gelen çişim de cabasıydı. Hislerime güveniyordum, bu zamana kadar ne hissettiysem çıkmıştı hep. Bu sefer de yanılmayacaktım biliyordum. Bu yüzden sessizce bahçenin dış kapısını açtıktan sonra bahçeye girdim. Gözüm amaçsızca etrafı turladı, aradığım bir şey yoktu ama kendimi güvende hissetmiyordum. Etrafa baktıktan sonra bir şey göremeyince eve doğru ilerledim, evin kapısına geldiğimde anahtarı cebimden çıkarıp kapının kilit yuvasına soktum. Kilit sesi geldikten sonra kapı açılmıştı. İçeriye sessizce girdim. Kulaklarım uğulduyordu, kalbimin atışlarını, damarlarımda akan kanın sesini duyabiliyordum. Çantamı ve anahtarımı kapının sağ tarafında kalan konsolun kenarına bıraktım.
Küçük koridoru geçtikten sonra salona doğru ilerleyip, oraya baktım. Orada kimse yoktu. Zaten akşam üzeri olduğu için etraf zifiri karanlıktı. Yanlızca bahçe de yanan ışıklar evi silik bir şekilde aydınlatıyordu, salon da az buçuk bu ışıktan nasibini alıyordu.
Merdivenlerin olduğu kısıma ilerlediğimde anlamadığım şekilde sesler gelmeye başladı. Silikti ve ne dendiğini anlamıyordum. Bir kaç basamak çıktığımda kulağıma annemin sesi geldi bunu tanımlarsam daha çok bir inlemeydi. Merdivenleri yaraladığımda annem dışında birisi daha vardı erkek sesiydi, ne dediğini anlamamıştım. Üst kata vardığımda sesin abimin odasından geldiğini anladım. Abim miydi o kişi? Yavaşça o tarafa doğru ilerledim, ayaklarım geri geri gitse de inatla o kapının önünde durdum. Kulaklarıma çalan ses tekrar derinden gelen inleme sesi oldu.
Annem ve abimin ne alaka ki böyle değişik bir şekilde bağırıyorlardı? Galiba abim yine annemi sinirlendirecek bir şey yapmıştı ve annem sinirden bağırdığı için böyle sesi farklı geliyordu.
Korkudan mıdır, tedirginlikten midir bilmem gözlerimi yumdum, ellerim titreyerek kapıyı hafif araladığımda, kapattığım gözlerimi de araladım. Annemi gördüm ilk, abimin odasında, abimin yatağında çırılçıplak yatıyordu. Üstünde de bir beden?
Bu abim değildi. Bu yüzünü seçemediğim bir adamdı.
Odayı saran iğrenç inlemeler, iki bedenin birbirine çarpma sesiydi. Titrekçe aldığım nefes boğazımda takılı kaldı, yumru oldu geçmedi. Kaç defa yutkundum bilmiyorum ama o yumru orda kaldı, gitmedi.
"Ah bebeğim benim için gel"
Bu ses tanıdıktı, Ben ve kulaklarım bu sesi tanıyordu.
"Benim için gel hadi"
Tanıyordum...
"Aynı anda, Mehmet geliyorum"
Hangi Mehmett?
Yandan görülen erkek silueti ile o adamı tanımıştım.
Mehmet Amca... baba yarım dediğim adam, baba saydığım adam, abimin yatağında annemle yüzümü kızartacak şeyler yapıyordu. Bu, bu çok iğrenç bir şeydi! Midem ters döndü gördüğüm bu iğrenç görüntüyle. Kulaklarım uğulduyor, göğsüm hızla yukarı, aşağı kalkıyordu. Düzensizleşen nefesim, yanan gözlerim, hızlıca atan kalbim. Dönen başım hiç yardımcı olmuyordu. Ellerim kapının kolundan yavaşca uzaklaştı, hafif açtığım kapı sonuna kadar aralandı.
Ben ölüyor muydum?
Hayır ben, öldürülüyordum bu gördüklerim yüzünden, ben öldürülmüştüm. Cesedimi ise abimin odasına gömdüler, diri diri beni yaktılar.
"Eflin daha gelmedi, nerede kaldı? O gelecek diye kısa tuttum ama baksana gelmedi daha." dedi annemle bir olup beni aldatan adam.
Geldim, buradayım. Siz görmüyorsunuz ama ben bir adım ötenizdeyim. Keşke gelmeseydim, keşke geri giden adımlarımla gerileseydim. Keşke hiç gelmeseydim...
"Bilmiyorum, muhtemelen yine arkadaşıyla takılmıştır. Evet aşkım kısa tuttuk ama vaktimiz daha var."
Annemin bu cümlesinden sonra yatakta birdenbire bir gürültü koptu, ardından annemin dudaklarından çıkan gülmeyle karışık çığlık. Daha fazla bu görüntüye dayanabileceğimi sanmıyordum. Sessizce arkamı dönüp, oradan uzaklaştım. Söyleyecek çok şeyim vardı lakin söyleyemeyecek kadar kötüydüm. Dilim tutulmuş, sesimi çıkaramıyordum. Ne geldiğimi, ne de gidişimi hissetmediler bile. Gördüklerim, beni alt üst etmişti. Ben babamın beni bırakıp gitmesiyle yıkıldım sanıyordum ama ben bu gün yıkılmış, öldürülmüştüm. Bacaklarımın titremesiyle, dönen başımla hızlıca merdivenleri aşıp dış kapıya ulaştım.
Hiçbir şey hissetmiyordum, Boşluktaydım, sonu gözükmeyen dipsiz bir uçurumda boşluğa bırakılmıştım sanki. Evet ben, sonu gözükmeyen uçuruma atılmıştım hem de annem ve amcam tarafından.
Üstelik abimin odasında, abimin yatağında. Çok iğrenç bir şeydi. Evden çıktıktan sonra daha fazla kendimi tutamadan hızla eğilerek kusmaya başladım. Dilimden dökülmeyen kelimeler bir yumru olup mideme oturmuştu sanki. Midem kasılıyordu, ama boş bir öğürmeden başka bir şey yoktu. Acı safrayı bile kusamıyordum artık. O iğrenç görüntü gözümün önünden gitmiyordu; tekrar eden bir kaset gibi sürekli baştan sarıp oynuyordu gözümün önünde.
Bana acıdan başka bir şey vermeyince halsizce doğruldum ve öylece kendimi sokağa attım. Bir avare, evsizmiş gibi öylece ilerliyordum gözümün önündeki görüntüyle. Benim kanadımı kırmışlardı, beni bitirmişlerdi. Sessiz bir vaveyla firar etti dudaklarımın arasından. Beynim uyuşmuştu, hiçbir şey hissetmiyordum. Öylece önüme çıkan sokaklara sapıyordum, bilmediğim sokaklara göz yaşım damlıyordu. Her bir sokağa kendimden bir parça bırakmıştım.
En son girdiğim sokakta dizlerimin üstüne yığılıverdim. Omuzlarım sarsılıyor, gözlerim yanıyordu. Gördüklerim yüzünden bir türlü şoktan çıkamamıştım öylece hıçkırarak ağlıyordum. Bir süre öylece orada ağladım. Ağladıkça rahatladım, ağladıkça kendime geldim. Çöktüğüm yerden yalpalayarak ayağa kalktım. Göz yaşlarımdan önümü göremeyince elimi sertçe gözlerime vurup silmeye başladım. Ağladığım için yanan gözlerime vurduğumdan dolayı iyice acımaya başlamıştı. Yorgun bir şekilde bilmediğim bu sokaklarda yürüyordum öylece. Ne kadar olmuştu bilmiyorum ama ay göğe veda ediyordu sanki. Zaman baya ilerlemişti. Sızlayan ayak tabanlarım ise bana saatlerdir yürüyorsun diyordu sanki. Sakinleşmiş bir şekilde yürürken yine gözümün önüne gelen o sahneyle birlikte kendimi tutamadan hemen solumda ki ağacın dibine eğilip kusmaya başladım. Öğürmekten ileri gidemiyordum. Saatlerdir bir şey yemediğim için yalnızca midem kasılıyordu. Ağacın dibinde başım eğik sakinleşmeye çalışırken bir el saçlarımı geriye çekip sırtımı okşamaya başladı, sakinleşebileyim diye. Donmuş bir şekilde öylece başım eğik toprağa bakıyordum. Kısa çaplı yaşadığım şoktan sonra kendime geldiğimde başımı usulca kaldırıp sağıma baktım. Gördüğüm yanlızca bir çift ormanı andıran yeşil göz oldu.
Bitkin bir şekilde doğrulmaya çalışırken tökezleyip düştüm dizlerimin üstüne. Ama dizlerimin acısını hissetmedim bile, kalbimin hissettiği acının yanında hiçbir şeydi bu. Sanki az önce saatlerce ağlayan ben değilmişim gibi yine ağlamaya başladım. Yanımda ki yabancı beni kolumdan tutup ayağa kaldırdıktan sonra bir kaldırımın köşesine oturttu. Bedenimi hissetmiyordum, her yanım soğuğa maruz kaldığı için taş kesilmişti. Esen rüzgar etlerimi kesiyormuş gibi canımı acıtıyordu. Omuzlarım sarsılıyor, dudaklarımdan hıçkırık firar ediyordu. Üşüdüğüm için titrememe engel olamıyordum. Bir hışırtı duyduğumda, sağımda kalan yabancıya baktım üzerinde olan siyah kapüşonun fermuarını açıyordu. Fermuarı açtıktan sonra üstündeki kapüşonlusunu çıkardı ve dönüp bana giydirdi.
Rüzgarın esmesiyle, saçlarım gözümün önüne geldi. Saçlarımı çekmek için elimi kaldırdığım zaman, bir el benden önce davrandı. Usulca saçımı gözümden çektikten sonra, sağ gözümden bir damla aktı. Ormanı andıran gözleri o damlanın geçtiği yerleri takip etti, hemen ardından ikinci bir damla daha akmıştı. Bana göre büyük gelen baş parmağı ile narince onu sildi. Gözlerini yumup " Göz bebeklerinde idam ipi görüyorum, seni o ipe kim astı? Kim acıttı canını da bu haldesin?" dedi, genzinden gelen o sesiyle.
Biraz olsun dinmeyen yaşlarım daha hızlı akmaya başladı, kendime engel olamadan hızlıca ona sarıldım. Başımı boyun girintisine korkarak yerleştirip daha çok ağlamaya başladım. Burnuma nüfus eden denizin o iç ferahlatan kokusuyla darma duman oldum. Ben bu kokuyu babama sarıldığım zaman solurdum. Babamın özlemi daha da acıttı beni. Babam olsaydı, beni bırakıp gitmeseydi belki de böyle olmayacaktı. Bu yabancı bana annemin, abimin vermediği güveni vermişti, içim sımsıcak oldu hissettiğim kokuyla, bedenimi saran güven hissiyle. Ben sarılınca donup kalmıştı, kokusunu derince soluduğum zaman kendine gelmiş, hareket etmeyen kollarıyla beni sarmalamıştı.
Bu yabancının kolları bana iyi gelmişti. Ben ki sokakta gördüğüm her yabancıya korkarak bakarken bu adamın kollarına atlamıştım beni teselli etsin diye. Keşke eve biraz daha geç gitseydim, keşke biraz daha geç çalsaydı o telefon. Bu omuzuma binen yükle nasıl yaşayacaktım ki? Ben bu ihanetle nasıl toparlanacaktım?
Ben ki babamın gitmesiyle yıllarca toparlanamazken, bununla nasıl toparlanacaktım?
*****