4. Bölüm (Ferhat Nerede?)

1775 Kelimeler
İşe pazartesi başlayacağım için önümde koskaca dört günüm vardı. Babama işi anlattığım da "Hayırlı olsun" dese de çok sevindiğini sanmıyorum. Bakışları her şeyi anlatıyor çünkü. Sanırım bu konuda da babama çekmişim. Dilimin mecburen söylediği şeyleri yüz ifadem ile anında karşı tarafa yansıtıyor. Dilime bir şekilde hakim olsam da, yüz ifademe henüz çare bulamadım. Tabi bir de Serkan ile halletmem konular var. Sürekli bana bahaneler bulan adamın istediği zamanlar ne kadar da sosyal olduğunu gördük. En son görüşmemizden sonra hala konuşmadık. Arada bir arıyor cevap vermiyorum. İnsan bir mesaj yazar, bir sinirlenir falan değil mi? Ama yok iki günde bir arıyor o kadar. Serkan ile bir çok şeyi kadamda bitirdim sanırım. Bir kaç kez gördüğüm adam bile benimle ilgilenirken, Serkan resmen yok saydı beni. Yeni iş yerim hakkında bilgi edinmek için sosyal medya hesaplarından ve başka hesaplarını inceledim. İki sene olmuş kurulalı ve bir çok küçük çaplı markalarla çalışmışlar. Sadece marka değil bazı insanlar kendilerini tanıtmak için bile bunlarla çalışmış. İçerik üretici, reklam ve benzeri şeyler. Artık herşey İnternet üzerinden pazarlanır olduğu için, kaliteli olan değil en çok ilgi gören kazanıyor. Evden çıkıp motoruma bindim. Alışveriş yapmak istiyorum. Sanırım yeni iş yerine uygun kıyafetler alsam çok daha iyi olur. Gördüğüm kadarıyla çalışanların hepsi de çok şıktı. Bir ara alışveriş yapmak yerine annemi arayıp Ankara'daki kıyafetleri istesem diye düşünmedi değilim. Canım motorum Ferhat ile çok hız yapmadan sakince gittiğimiz yolda kırmızı ışıkta durduk. Yanımızda duran beyaz BMW i7ye gözüm kaymadı değil. Millet böyle arabalara nasıl biniyor gerçekten anlamıyorum. Daha doğrusu bu parayı nerden buluyorlar? Benim Ferhat'ı alana kadar canım çıkmıştı. Tamam en son babamın desteği ile almıştım. "Yarışalım mı?" diye bağıran sesi duymamazlıktan gelsem de Allahın öküzü kendini duyurmak için elinden geleni yaptı. "Heyy!! sana diyorum yollar boş yarışalım mı?" camı açmış birde utanmadan yarışalım diyor. Altındaki arabadan da utanmıyor benle yarışmak isterken. "Yok abicim ben hız sevmiyorum" diyerek bana yakışmayacak bir şekilde sakin konuştum. Adam camdan eğilerek ısrarla bir şeyler söylemeye devam etti ama ben bakışlarımı yolun ilerisindeki trafik levhasına sabitleyip duymazdan geldim. "Çattık yine, bütün manyaklar beni buluyor" diye geçirdim. Ferhat'ın gidonu elimde, içimde garip bir tedirginlik ve sinirle ışığın yeşile dönmesini bekledim. Neyse ki ışık yandı da o abuk sabuk an bir an önce sona erdi. Gaza hafifçe dokunup ilerlemeye başladım. Yanımdaki BMW deli gibi hızla uzaklaştı. Güya yarışıyor. Yüzümde hafif bir tebessümle "Hadi bakalım, kendi kendine yarış" diye mırıldandım. Bu şehirde herkes bir yere yetişme telaşında. Herkes bir şeylerin peşinde ama neyin peşinde olduklarını kendileri bile bilmiyor çoğu zaman. Ben ise sadece huzurun peşindeyim. Oda inatla bana gelmiyor sanki. Bir kaç kilometre ilerledim ki yine aynı araba yanıma yanaştı. Hayır bu hızla onun çoktan uzaklaşmış olması gerekmiyor muydu? Trafik kurallarına asla uymayarak yanıma yaklaşıp. "Ben yarışalım dediğim de yarışacaksın, yoksa sonuçlarına katlanırsın" diyerek arabayı üzerime doğru sürdü. Motorumun dengesi bir anda bozuldu. Ferhat yalpaladı ama Allah’tan hâkimiyetimi kaybetmedim. Kalbim göğsümden çıkacak gibi atarken bir elimle gidonu sıkıca kavradım, diğer elimle de adama sert bir el işareti yapmamak için kendimi zor tuttum. "Ne yapıyorsun sen be?!" diye bağırdım ama sesim motorun gürültüsünü ve BMW'nin homurtusunu aşması mümkün değildi. Bu nasıl bir kafaydı? Sırf biri seninle yarışmak istemedi diye onu tehdit mi ediyorsun? İnsanların içindeki bu boşluk duygusu ne zaman bu kadar tehlikeli bir hale geldi bilmiyorum. Kendi kompleksini, benim gibi yolunda gitmeye çalışan insanların üzerine boşaltan bu tür adamlar yüzünden, güvenli sürüş yapmak bile lüks oldu. İçimden tüm küfürleri saydırırken bu kez daha hızla canım Ferhat'ıma vurunca tüm dengem kayboldu ve kendimi asfalta yapışmış bir şekilde buldum. ...Gözlerim kararmıştı. Kulaklarımda bir uğultu, bedenimde tarifsiz bir acı vardı. Asfaltın soğuk yüzü ile ilk kez bu kadar yakın olmuştum. Yerde hareketsiz bir şekilde uzanıyordum. Bir kaç saniye mi geçti, yoksa dakikalar mı bilmiyorum ama göz kapaklarım titreyerek aralandı. İlk gördüğüm şey gri gökyüzüydü. Ardından birinin koşarak yanıma geldiğini fark ettim. Sesler boğuk, uzaktan geliyormuş gibiydi. "Hanımefendi iyi misiniz? Ambulans çağırıyorum!" dedi biri panikle. O an gözüm, ilerideki kavşaktan hızla uzaklaşan o beyaz BMW'ye takıldı. Allah kahretsin ki plakasını bile alamadım. Sadece uzaklaştığını izleyebildim. Kaçtı. Tıpkı bir suçlunun yaptığı gibi, kaçtı. Acı içindeydim ama bir yandan da öfkeliydim. Sırf egosu tatmin olmadı diye beni yoldan eden bir adamın ardında hiçbir iz bırakmadan uzaklaşmasına izin vermemeliydim. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Sağ bacağımda dayanılmaz bir acı vardı, kımıldatmaya çalıştığımda neredeyse bayılacak gibi oldum. "Ahhh bacağım!!" diye inledim. "Kımıldama sakin ambulans gelene kadar" diyen ses bir an çok tanıdık gelince kaskın içinden bakabildiğim kadarıyla kafamı doğruttuğumda "Yok artık!!" diye bağırmak geldi içimden. Pars'ın burada ne işi vardı ya? Kaskıma elini attığında hemen durdurdum. Kesinlikle beni görmemesi lazım. Neden bilmiyorum ama ne zaman karşılaşsak bir olay içinde görüyor beni. "Kaskı çıkartalım daha iyi nefes alırsın." aynı şeyi etrafımıza toplanan insanlarda söyleyince mecbur kaldım. Tabi bir gerçekte vardı ki nefes alışverişim kesinlikle normal değildi. Kaskımı çıkardığım da Pars ile göz, göze gelince şaşkın bir şekilde "Şirinn!!!" dediğin de sanki suç işleyen ben mişim gibi utanarak "Efendim" diyebildim. Bu durumda ne demem gerekiyor bilmiyorum. Kafamı asfalta vurdum desem kask vardı, ve çok şükür ki vurmamıştım. "İyimisin sen, çok canın acıyor mu? Merak etme birazdan ambulans gelecek" Pars'ın yüzüne bakmak yerine etrafıma bakarak "İyiyim galiba, sadece bacağım da acı var" dediğim de Ferhat'ı öyle asfalta yapışmış şekilde görünce "Ferhat!!!" diye bağırdım. Birileri motorumu kenara çekmeye çalışıyordu. Ferhat’ın hasar almış hali içimi parçaladı. Gidon yana yatmıştı, aynası kırılmıştı. Sanki bir dostumu yaralanmış görmek gibiydi. Yutkundum. Gözlerim doldu ama ağlamadım. "Ferhat kıyamam sana ne olmuş sana böyle" dediğim de Pars etrafa bakarak "Ferhat nerede, onada mı bir şey oldu? Engin etrafa bir bak Ferhat'ı bul." dediğin de gözlerimi devirerek "Ferhat yerde yatıyor görmüyor musun? Motorumun ismi Ferhat. Ayy canım benim ne hala gelmiş" derken bu kez göz yaşlarımı durduramadım. Pars önce bir an duraksadı, sonra söylediklerimi anlayınca yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Ama gülümsemesi hemen yerini endişeye bıraktı. Yanıma eğildi, ciddiyetle konuştu: "Şirin sen ciddi ciddi motoruna isim mi verdin?" "Ne var yani? İnsan sevdiğine isim vermez mi?" "O senin ulaşım aracın, canlı değil ki." "Ferhat benim yoldaşım, yoldaş! Canımı emanet ettiğim tek şey. Öyle deli görmüş gibi bakmayı da keser misin lütfen" derken gayet ciddiydim. O sırada ambulansın sesi yaklaştı. Kalabalık biraz daha toparlandı, Pars beni yalnız bırakmadı. Ambulans yanaştığında sağlık görevlileri hızlıca sedye getirdi. Pars bir an bile kenara çekilmedi, yardım etmeye çalıştı. "Sol bacakta ciddi ağrı var, muhtemelen kırık. Kask sağlam, kafa travması görünmüyor" dedi sağlık görevlilerinden biri. Sedyeye alınırken Pars yanıma eğildi: "Ben de seninle geliyorum, yalnız kalamazsın şimdi." "Hayır Pars bey gerçekten gerek yok. Ben, ben iyiyim." yani gelmese çok iyi olurdu. Düğün, karakol şimdide hastane yok, yok valla gelmese çok daha iyi.. "İnat etme, bu halde bırakmam seni." dediğin de yüzünde ki ifade itiraz kabul etmez haldeydi. Daha fazla tartışacak halim yoktu. Gözlerim kapandı, kulaklarımda uğultu yeniden başladı. Ambulansın kapısı kapanırken Pars'ın Ferhat'a dönüp "Merak etme, seni de bir ustaya götürürüz" dediğini duydum. Hastaneye vardığımızda her şey çok hızlı gelişti. Röntgen, muayene, sargılar… Sonuç netti: Diz kapağımda eziklik vardı ve bir süre ayağa kalkarken zorlanabilirmişim. Ayağıma bir süre yük bindirmemek gerekiyormuş. Çok şükür kırık falan yoktu. Ambulansda kırık olabilir deyince korksam da şükür ki sadece eziklik vardı. Ayağımda ağrılar artınca seruma ilaç katmışlardı. Artık nasıl bir ilaçsa beş dakika içinde gözlerim kapandı. Kendime gelmeye çalıştığım da yine sesler duymaya başladım. Gözlerimi bir kaç kez açıp, kapattığım da daha net görmeye başladım, Pars sağa, sola volta atarak telefonda biriyle konuşuyordu. "Evet, kamera kayıtlarını istiyorum. Nasıl olmuş, yada kim yapmış öğrenmek istiyorum. Tüm mobese görüntülerine bak Engin" Pars'ın konuşması bitince konuştuklarını duyduğumu belirterek "Boşver uğraşma magandanın biriydi. Yarış yapmak istedi bende kabul etmedim. Manyak sonra durup bekledi sanırım" dedim ama keşke söylemeseydim. "Şirin sen ciddi misin? Bunu sana kasti olarak mı yaptılar? Lan ben kaza oldu kaçtı diye düşünürken, bile, bile mi seni bu hala getirdiler?" Pars’ın gözlerindeki öfke neredeyse havayı yakacak gibiydi. Yumruklarını sıkmış, çenesini kasmıştı. Bu halini görünce korkmadım desem yalan olurdu. “Keşke susaydım” diye geçirdim ama iş işten geçmişti bir kere. "Pars bey bakın gerçekten önemli değil. Polisler halleder zaten, siz yeterince uğraştınız.. Çok teşekkür ederim.. Hem iyiyim artık sizi daha fazla kalmayın gidin isterseniz" dedim. Yani kibarca kovmuşda olabilirim. Ama o bana aldırmadı. Yavaşça yanıma gelip göz hizama indi. “Şirin, biri seni neredeyse öldürüyordu. Bu ‘önemli değil’ denecek bir şey değil. Bunu yapan cezasını çekecek. Kameralara baktıracağım, plakayı tespit ettireceğim. O herifin yanına kar kalmayacak. Ulan kaç gün önce araba çarpacak diye ortalığı ayağa kaldıran sen, şimdi önemli değil mi diyorsun? Şirin acaba kafanı falan vurdun da farkında mı değilsin? Polisler birazdan ifadeni almaya gekecek, kesinlikle onlara bir şey demeyeceksin.” dediğin de itiraz edecektim ki öyle bir baktı ki mavi gözleri ateş saçıyor gibiydi. Bana da sadece "Tamam" demek kaldı. Aslın da çok haklıydı ama bir kez daha aynı şeyleri yaşayıp annemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Hayır anlamıyorlar bela çeken bir yanım var.. Hastane polisi geldiğin de Pars'ın gözlerinin içine bakarak ifade verdim. "Görmedim bir anda oldu." diyerek yalan söyledim. Umarım yalan ifade verdiğim için başıma iş almazdım. Pars telefonumu uzatıp "Baban, annen, kardeşin hepside aradı. Babana mesaj atıp biraz geçikeceğini yazdım. Annene müsait olmadığını. Kardeşine de aynı şeyi yazdım. Sen istersen ara durumu anlat" dediğin de şimdilik kimseyi aramak istemiyorum. Annem ne kadar geç duyarsa o kadar iyi, babam da eve gidince görecek zaten. "Birde Serkan kimse o aradı. Ama elim yanlışlıkla değince açıldı konuşmak zorunda kaldım. Ona da müsait olmadığını söyledim. Çok ve boş konuşunca engelledim." Aslında iyi yapmışsın demek isterdim ama bunun yerine "Ben engelini kaldırırım söylediğin iyi oldu." deyip sustum. Pars'a git dememe rağmen doktor gelsin öyle giderim deyince daha da bir şey demedim. Zaten elinde telefonla uğraşıyordu. Yarım saat sonra doktor gelmiş ve taburcu olabileceğimi söylemişti. Sabah çıktığım eve akşam saatlerin de dönmek zorunda kaldım resmen. Hastaneden Pars çıkardı ve eve kadar bıraktı. Yolda babamı aradığımda dışarıda olduğunu söyleyince, mecburen bir kez daha Pars'ın yardımına ihtiyaç duyarak "Babam evde değilmiş ve merdivenleri bu halde çıkamam.. Bana yardım edermisin?" dediğim de gerçekten utanmıştım. Evimiz müstakil görünüşlü iki katlı bir evdi. Alt kat boş ve senelerdir kimse oturmuyor. Daha doğrusu babam kimseyi istemiyor. Arabadan inip zorla bir kaç adım atmıştım ki canımın acısıyla "ahh" deyince bir anda kendimi Pars'ın kucağında buldum. "Ne yapıyorsun sen ya?" desem de valla rahattım. "Seni evine bırakıp yapmam gereken işlerimi yapmaya gidiyorum" diyerek merdivenlerden çıktı. Boynuma taktığı çantadan anahtarı alıp kapıyı açtım. Eve girdiğimiz de yönlendirmem ile salona geçtik. Beni kanepeye bırakıp. "Aradığım da açarsın. Motorunu pardon Ferhat'ının işi bitince haber veririm" deyip çıkışa doğru yürümeye başladı. Arkasından "numaram yok nasıl arayacaksın?" "Senin numaran var bende.. Ama yine de telefonuna bakarsan benim numaramı da bulursun" deyip gitti. Ayağımı uzatıp yine belanın bir şekilde beni nasıl bulduğunu düşünmeye başladım. Evden çıkarken hayaller neydi, şimdi ne haldeyim. Ahhh Şirin ahh senin bu halin ne olacak acaba???
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE