Buluşma

1206 Kelimeler
“Bodruma tek giriş mutfaktan, mutfak ile tuvaletin arası otuz saniyeden daha kısa…” Adam dönüş yolunda nehrin sesi eşliğinde mesleki deformasyonunun etkisiyle sesli düşünüyordu, gidecekleri lokantaya daha önce karısı ile gittiğinden kafasında tüm lokantanın görüntüsünü oluşturup üzerinde plan yapabiliyordu. “Bodrum 1.70 bir insanın eğilmesini gerektirecek bir yüksekliğe sahip, kuru gıda, yedek ve süs eşyaları saklanıyor.” Bodruma inmekten şikayet eden bir garsonun konuşmalarından yapmıştı bu çıkarımı. “Elektrik şebekesi eski ve hala düzeltilmiyor, elektrikli aletlere çok yüklenilirse şalterler atar. Gittiğimizde durumun kontrol altına alınması yedi dakika sürmüştü, en kötü senaryoda yedi dakika sürem var demektir.” Nehir ile kendi evinin yollarını ayıran kavşağa geldiğinde kahverengi saçlı bacak kadar bir çocuk tökezleyerek Adam’ın üzerine düştü. Üzerindeki tüm pisliği Adam’a bulaştırıp ağlayacakmış gibi bakmaya başladı. “Raph? Ne kadar büyümüşsün ya? Bir haftada bu kadar değişir mi insan?” Çocuğun kafasını okşayıp kollarından ayağa kaldırdı, içinde kaybolduğu kırmızı kalın montu çırparak üzerindeki tozları aldı. Beresinin üzerindeki çamur öbeğini fiske ile atıp etrafa bakındı. “Bu havada dışarıda oynanmaz hasta olursun eve git hadi.” Çocuğun evi dereden bir kaç dakika uzakta olduğu için evi ile dere arasında tek başına çıkmasına bir şey demiyordu ailesi, zaten dereye girmesine izin vermezdi diğer yerliler. Yine de sorumsuzluk olarak görürdü Adam ailesinin bu umursamazlığını, her zaman etrafta birileri olmayabilirdi, olsa bile bu havada çocuğu tek başına bırakmak doğru bir hareket değildi. “Tek başına gidebilir misin?” Çocuk kendini montuna gömüp kafasını salladı, tek bir söz etmeden küçük ayakları ile penguen gibi koşturarak evine gitti. Adam siyah deri eldivenlerinin koruduğu ellerini paltosunun cebine sokup yürümeye devam etti. “Her masayı aydınlatan bir mum olur, mumlar boyutundan dolayı masayı bile zar zor aydınlatır. Ethan masasına mum koyulmasını istemez ama sevgilisinden dolayı masasında mum olur.” Kol saatinden saati yokladı, bu hızla eve saat yedide varacaktı ki bu gayet erken bir zamandı. Evde yapacağı çok işi yoktu zaten, duş alıp hazırlıklarını tamamlayacak ve koltuğunda yayılacaktı. “Bodrum lokantanın zemininin tamamını kaplıyor, zemin ile bodrumu ayıran her bir ahşap plakaların arasında bir parmak ucu kadar mesafe var.” Karısı ile lokantaya gittiklerinde bir çocuk parmağını plakaların arasından zar zor kurtarmıştı, neyse ki gecelerini mahvedecek bir olaya sebep olmamıştı çocuğun parmağa sıkışması. Evinin yolu oradan olduğu için alışveriş bölgesinin içinden geçerek ilerlemeye devam etti, yoldayken yine kendi ile konuşmaya çalışan onlarca kişiyi acelesi olduğunu bahane ederek geçiştirdi. Alışveriş bölgesindeki tek işi bir paket sigara ve çakmak almaktı, işini halledip çok da uzakta olmayan evine geldi. Anahtarı takarken hala kendi kendine konuşuyordu. “Binanın girişinde ve içinde iki kamera var, gece görüş sensörleri yok ve çok kör noktaları var. Dışarıdaki kamera sadece girişi görüyor içerideki kamera ise girişten itibaren lokantanın yarısını görüyor, iş verenlerinin cimriliği yüzünden daha fazla kamera takamıyorlar.” Kapıyı açtığında ev onu otomatik gül parfümünün sıktığı koku ile karşıladı, dışarıya kıyasla evin içi çok daha ferah ve sıcaktı. Üzerindeki paltoyu askılığa asıp etrafa bakmaya çekinerek duşa girdi, hala anıların gelmesini engelleyemiyordu. Birkaç gün önce düşürdüğü için ucu kırılan duş başlığından akan damlalarının sesi eşliğinde beyaz seramikleri ile gözlerini kör eden banyoya girdi. Beyaz seramiklerin arasında mavi şeritler olmasa yere düşüp gözlerini tutmaya başlayacakmış gibi hissediyordu, duşakabine girip duş almaya başladı. “Kamera takacak bütçeleri olmadığı gibi işçiler altı aydır maaşını alamıyor, patronları işi bırakırlarsa birikmiş maaşlarını alamayacaklarını söylediği için işi bırakamıyorlar.” Uzun uzun duş almak istemediği için kabaca temizlenip duştan çıktı, kendini koltuğuna bırakıp saatin akışını izledi. Saat yedi yirmi üçtü, kendini bırakıp gözlerini kapadı, uyuyakalırsa diye alarm kurmuştu. —-------------------------------------------------------------------------------------------------- Daniel üzerinde karalamalar ve çizikler olan eski masasının üzerindeki korsan desenli kupasının içindeki çayın buharı ile buz gibi olan evinde ısınmaya çalışırken içindeki gerginliğe engel olamıyordu. Lokantanın işletmecisinin karısını öldüren adamın babası olduğunu bilmeme ihtimali olmadığından emindi. “Peki neden orası?” Kalemini karalamalarla dolu masasının üzerinde gezdirerek sonsuz karalama havuzuna bir çizik daha attı, Adam ile çocukluktan beri arkadaş olmasına rağmen hiçbir hareketini öngöremiyordu. “Eskiden beri böyleydin sen, yine aklında bir şeyler var değil mi?” Adam’ı oraya tek başına yollarsa başına bir şey geleceğinden nerdeyse emindi, onunla gelirse olası bir sıkıntıda olaya el koyabileceğini umuyordu. Saate baktığında buluşma saatleri olan sekize yaklaştığını gördü. Banyoya girip buz gibi suyu yüzüne çarparak günlerdir yarım yamalak uyuyabilen kendini ayıltmaya çalıştı, göz altındaki morluğu daha belli etmekten öteye geçememiş olsa da en azından denemişti. Evi öncekine göre çok daha temizdi, etraftaki kahve ve makarna paketlerinin çöplerini zahmet edip toplamıştı. Artık pislikten taş kesilmiş olan halısını çöpe atarak yenisini alana kadar yerde yürümeye karar vermişti, yerdeki kurumuş kahve ve çaylardan zar zor yürüse de ayağını kesen bir halının üzerinde yürümeye çalışmaktan daha iyi bir seçenek olduğuna karar vermişti bunun. Soğuktan kıpkırmızı olmuş kollarını kapatacak kahverengi deriden bir mont giydi, beceriksizce kestiği tırnaklardan dolayı berbat gözüken ayağını kundura ayakkabısına geçirip kıldan görülmeyen bileğine saat taktı. “Yaşlanıyor muyum ben ne?” Aynadaki bakımsızlıktan mahvolmuş bedenine bakarken kendini sorgulamaya başladı, sakalları yer yer beyazlamaya başlamıştı. Onun yaşındaki bir insan için erkendi kıllarının beyazlaması, ela gözleri altındaki morluktan görülemez bir hal almıştı. Parmak uçları yaralarla kaplanmış avuç içindeki deriler soğuktan soyulmuştu. “Evlenmem lazım galiba… Kadın eli görmeden öleceğim bu gidişle.” Çıkmadan önce sakalını kesmek isterdi ama buluşmaya yetişmek için fazla zamanı kalmamıştı, onun yerine sakalına wax sürerek daha katlanılabilir görünmesini sağlamaya çalıştı. Uzun zamandır berbere gitmediğinden kulağını kapatan karışık saçlarını tarakla acı çığlıkları eşliğinde taradı, tarağa takılan saçlardan dolayı çekeceği acıyı kafasını buz gibi su ile ıslatmaya tercih etmişti. Evden çıkmadan önce kendine bir saç jölesi alacağına söz verdi. 2003 model beyaz sedan arabasına bindi, araba yeni olmasına rağmen o kadar hor kullanmıştı ki deri koltuk kılıfının rengi sönmüş yırtıklarla dolmuştu. Kasaba çocuklarına arabayı açıp içinde oynamalarına izin vermenin araba için kötü bir fikir olduğunu bilmesi lazımdı. Yine de çocukların arabayı kullanmalarına izin verdiği için pişman değildi, araba ile birisine hava atacağı yoktu sonuçta çocukların eğlenmesi onu mutlu etmişti. Araba ile bir kaç dakika mesafede olan Adam’ın evine sürdü, yoldayken yolun kenarında üzerinde kırmızı mont olan kahverengi küçük bir çocuk gördü. Arabayı onun yanında durdurup camı açtı. “Ralph! Yine mi dışarı çıktın sen! Evine git hadi akşam oluyor!” Çocuğa evine gitmesini söyledikten sonra camı kapattı, kasabadaki herkes Ralph’ı tanırdı. Ailesi sorumsuzlukla bilindiği için onu eve yollama sorumluluğu hep diğer lokallere kalırdı, bundan şikayetçi değildi Daniel, küçük bir çocuğa evine gitmesini söylemekten zorsunmazdı. Adam’ın evine geldiğinde çoktan onu beklediğini gördü, arabadan inip Adam ile selamlaştı. “Hey, geç mi kaldım?” Adam’ın elini sıkarken telaşlı bir tonda sordu, adam gülümseyip kafasını salladı. “Tabi ki geç kaldın! On dakikadır bekliyorum seni dışarıda ha!” Daniel kahkaha atmaya başladı, geç kaldığını direkt olarak yüzüne söylemesini beklemiyordu. “Hah, bu koca adam bazen zaman kavramını yitirebiliyor. Hadi arabaya binde gidelim.” Şimdi yola çıksalar bile belirledikleri saatten erken gideceklerinden ikisi de gerdin değildi, Adam arabaya binip kemerini taktı. “Of… Bu arabaya ne olmuş? En son altı ay önce bindim ve o zaman bu kadar kötü halde değildi.” Arabanın tepesinde aylardır temizlenmeden duran kurumuş çamuru farkettiğinde bakışı daha da absürtleşmişti. “Sen temizlenmek ne demek biliyor musun?” Daniel Adam’ın çıkışması ile şaşırıp gülmeye başladı, diyecek hiçbir şeyi yoktu çünkü haklıydı. Belki kılıfları değiştirmeye üşenmesi anlayışla karşılanabilirdi ama tavandaki pisliği bile temizlemeye tenezzül etmeden aylarca kullanmıştı arabayı. “Bunu aşacağıma inanıyorum.” Dedi gözünü yoldan ayırmadan, çok geçmeden kasabanın en doğusundaki lokantaya gelmişlerdi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE