Pâyidar | 5

3624 Kelimeler
Nihayet kazasız belasız işimi hallettiğimde ellerimi ve yüzümü yıkamak üzere lavoboya doğru eğildim. İdrar kesemin tamamen boşalması sonucunda oluşan o huzur verici rahatlık gülümsememe sebep olmuştu. İdrarımı yaptığım için gerçekten çok mutluydum. Tabi az önce elin adamına çişim var deyip kendimi rezil etmem aklıma gelince gülümsemem suratımda donuncaya kadar mutluydum. Şimdi ise o mutluluk yerini derin bir acıya bırakmıştı. Ne kadar da aptaldım ben ya?.. Hayır yani Dünya Reziller Günü diye bir gün olsaydı eğer, o gün bilboardları süsleyen fotoğraflarım şehirlerin dört bir yanında yerini almış olurdu ve ayrıca küfürlerle anılırdım. Panik olduğum zamanlar nerede ne yapacağımı ve ne konuşacağımı bilmediğim içindi ya tüm bu rezilliklerim... Derhal bu durumu aşmam gerekiyordu. Umarım o adamı bugün içinde bir daha görmezdim. Yoksa gerçekten kafamı utançtan duvarlara gömebilirdim. Derin bir nefes verip saçlarımı düzelterek kapıya doğru öneldim, kulpu çevirerek kapıyı açtım ve lavobodan çıktım. Ardından şöyle bir etrafıma bakındım, neme lazım... Bir yerlerde onu görürsem saklanarak masama gidecektim. Hatta kızları da alıp bu kafeden def olacaktım. Neyse ki kimse yoktu ve ben de rahat rahat masama gidebilirdim. Onu göremememin verdiği memnuniyetle henüz birkaç adım atmıştım ki, "Yaptın mı çişini?" diyen bir sesle olduğum yere çivilendim sanki. Hayır ya, bu gerçek olamazdı. Hayal görüyordum ben öyle değil mi? Ya da... Hayal görmekten ziyade biraz erken konuşmuştum. Az önceki rezilliğimden ötürü midem kasılmaya başladı. Gözlerim yuvalarından çıkarcasına büyüdüğünde arkamı dönmek adına bir hamle dahi yapmadım, daha doğrusu yapamadım. Rezil olduğum kadar kördüm de. Koskoca herifi -üstelik hemen arkamdayken- nasıl görememiştim? Bazen ben bile kendime inanmakta güçlük çekiyordum. Şimdi önümde iki seçenek vardı; ya arkamı dönerek Belalı'yla yüzleşip utancımdan ikiye yarılacaktım, ya da arkama bile bakmadan kızların olduğu masaya doğru kaçacaktım. Ve tabii ki de ikinci seçenek en hoşlaştığım seçenek oldu. Derin bir nefes vererek adımlarımı hızlandırdığımda, neredeyse kafenin giriş kısmında oturan kızların yanına ulaşmaya çalışıyordum. Lakin sanki oldukları yerden uçmuşlar gibi onları bir türlü bulamıyordum. Ayrıca kafenin içi de bayağı kalabalıktı. Yani Muzaffer ağabey kafe kalabalık, işler yoğun derken demek ki palavra atmıyordu. Bir süre neredeyse kafeyi tavaf ettim. Dönüp dolaşıp aynı yere yine geri dönüyordum ve kafam karışmıştı. Üstelik kafede harıl harıl çalışan klimalara rağmen terlemiştim. İleride gözüme ilişen kocaman ayıcık, dikkatimi dağıtarak beni bir an korkuttu. Oyuncak bebek tarzı birçok şeyden korkuyordum ama neyse ki içinde bulunduğum bu durum, bu korkuya kafa yormamı engelliyordu. Dönüp durduğum sırada kolumda bir el hissettim. Hayır, hayır, olamaz ve olmamalı! Ama maalesef ki oldu. Bu adam her tarafta karşıma çıkmak zorunda mıydı? Üstelik ben tuvaletten çıkana kadar beni kapıda beklemesine ne demeliydim? Gerçekten hayret edilesiydi. Gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum. "Saatlerdir döne döne kafamı bulandırdın, sarışın." Dedi sırıtarak. Anlaşılan sadece kapıda beni beklememiş, bir de koştuğum bu süre zarfında beni takip etmişti. "Siz..." Dedim konuyu saptırabilmek adına. Ardından kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Beni takip mi ediyordunuz?" "Kafede deli deli dolandığın için bütün kafenin dikkatini çektiğin gibi benim de dikkatimi çekiyordun. Bu yüzden seni takip etmiş sayılmam sanırım, öyle değil mi?" Etrafıma şöyle bir bakındığımda onun gerçekten haklı olduğuna şahit olarak tekrar yüzüne baktım. Onun yüzüne baktığım her nanosaniye rezilliğim, yüzüme bir tokat gibi çarpıyordu. Hayır yani, neden her yerde karşıma çıkıyordu ki bu adam? Karşıma çıkıp sürekli bana salak olduğumu hatırlatıyordu. "Şey ben... Sadece bizim kızları arıyordum ve... Onları bulamayınca da panikledim galiba, üzgünüm." Ah, harika! Oldu olacak onları bulamadım diye ağlasaydım da! Kaşlarını çatarak, "E kızlar burada." deyip kızların oturduğu masayı bana gösterince büyük bir afallama yaşadım. Hem de ne afallama... Bu adam bende, arkama bile bakmadan kaçma hissi uyandırıyordu. Şimdiki yaptığıyla ise bunu daha çok körükledi. Yan tarafıma baktığımda tekrar tekrar baktığımda resmen masanın dibinde olduğumu gördüm. Hatta Meryem bana alayla el sallıyordu, "Buradayız, canım." Eğer yanımda şu herif olmasaydı, Meryem'i, beni rezil ettiği için pataklayabilirdim. Ama ne mümkün... Sema ve Yaren resmen gülmemek için morarmışlardı. Aksi şekilde ben de utancımdan ağlamamak için domatese dönmüş olmalıydım. Belalı ise açık açık sırıtıyordu. "Aaa..." dedim hala elini sallayan Meryem'in eline sinirle vururken. "...siz burada mıydınız? Neden eski yerimizden kalktınız ki? Sizi bulamayacağımı düşünmeniz gerekirdi." Yaren gözlerini devirerek söze girdi, "Kızım iyi misin? Biz yer filan değiştirmedik. Burası ilk oturduğumuz yerdi zaten." Bu kız ne kadar zekiydi ya böyle? "Öyle mi Yaren," dedim imayla. "Demek ki ben unutmuşum. Teşekkürler aydınlattığın için. Ayrıca, bu kadar etkileyici zekanla sence de buralarda heba olmuyor musun?" Bunun üzerine bir de pişkin pişkin, "Yoo..." demesi yok muydu?.. Tam bir dayaklıktı. Yahu ben daha fazla rezil olmayayım diye kıçımı yırtarken, Yaren beni ele vermişti. Hayır yani, gerçekten bu zeka ona fazlaydı. Ama ben ona bunun hesabını soracaktım. Aynı şekilde Meryem pisliğine de... Arkadaşlarım bana hiç de yardımcı olmuyorlardı. Aksine, sanki sözleşmiş gibi canıma okuyorlardı. Belalı ise hala pişmiş kelle gibi bana sırıtmakla meşguldü, maymun surat ne olacak! "Kalkın gidiyoruz!" diye buyurdum sinirle. Sema, "Nereye ya? Daha yeni ge-" "Eğer şimdi kalkmazsanız..." Belalı denen herifin kahkaha atmamak için kendini zor tuttuğunu görünce daha da sinirlendim. Komik miydi ya! Komikse ben niye hiç gülmüyordum! "...şimdi kalkmazsanız, hepinize küserim! Biliyorsunuz ki barışmam... Bütün bir yıl Almina tribi çekmek zorunda kalırsınız!" Tripleri çekemeyeceğini belli edercesine Sema, "Aman Allah korusun!" diyerek yerinden fırladı. Buna bir an gülecek gibi oldum lakin kendimi frenlemem uzun sürmedi. Bütün kızlar aynı anda kalkarken hepsi de teker teker ücretlerini masaya bıraktılar. Öte yandan hala sırıtan Belalı'ya öfkeli öfkeli bakmaya çalışıyordum ve aynı zamanda da yürümeye... Fakat ayağım, onun ayağına takıldı ve tam yere kapaklanmak üzereyken beni tuttu! Rezillik yine had safhadaydı. Bir kere de bu hayat benim üzerime oynamasa olmuyordu yani ha! Kollarında beni tutan Belalı, "Sakar sarışın," dedi o kapkara gözleriyle tam gözlerimin içine bakarken. "Seninle işim var, desene..." Burnuma tanıdık ve bir o kadar da hoş gelen o parfüm kokusu beni hipnotize ediyordu ama neyseki kendimi toparladım. Hızlı bir hamleyle ondan ayrıldım ve ardından koşar adımlarla kafenin çıkışına doğru yöneldim. Etrafımdaki herkes mi anlamsız ve garip olurdu yahu! Ya da ben o kadar anlamsız ve gariptim ki, çevremdekiler bana bu şekilde geliyordu. Bir süre kendi içimde bunun hesabını yaptım. Kendi iç hesaplaşmam sürerken arkamdan gülüşerek gelen arkadaşlarım ise sinirlerimi bozuyorlardı. Sinirle onlara döndüm ve, "Komik mi ya!" diye serteldim. "KOMİK Mİ! SİZİN YÜZÜNÜZDEN DAHA ÇOK REZİL OLDUM BEN!" Kafeden çıktığımız andan itibaren kahkahalara boğulan arkadaşlarım gülmekten, neredeyse yollarda yuvarlanacaklardı. Bense öfkeden ateş püskürtüyordum. Benim yanımda olacaklarına, bir de gülüyordu yosmalar! "Bak kime diyorum ya... Hala gülüyorlar." Sema, "Ama komikti," deyip gülmekten neredeyse yerlere yatacakken ben de kollarımı göğsümde birleştirip somurttum. "Küseceğim ama gerçekten." Gülmeyi ilk kesen Meryem oldu. Kolumdan tutarak beni kendine çevirmeye çalışınca buna izin vermeyerek ona aldırmadım. Çocuk gibi ayaklarımı yere vura vura buradan uzaklaşasım ve koşup bu insanları babama yetiştiresim vardı. "Almina çok şapşalsın," dedi Meryem yanağıma kocaman bir öpücük kondururken. "Şapşalsın ama acayip de tatlısın. Bence bu şapşallıkların Bertan ağabeyin de hoşuna gidiyor, benden söylemesi..." Bunu dedikten sonra göz kırpması, gözlerimi devirmeme neden oldu. Zaten benim rezil olmamın o adamın gayet de hoşuna gittiğinde emindim. Ona da eğlence çıkıyordu ne de olsa! *** Ertesi gün saat öğlen iki civarı olmalıydı. Bu hafta Bülent amcamlarda kalacağım için onların evine gittim. Yani bir alt kata indim. Meltem yengem beni eve buyur ettikten sonra elime toz bezlerini tutuşturdu. Neymiş efendim yarın altın günü varmış... Şu mahalle kadınlarının altın günü ayağına milletin dedikodusunu yapma buluşmaları yok mu... Altın günü, bahanesiyle eve gelerek sağı solu inceliyorlardı. Hatta kimisi masaların veya koltukların üzerini parmaklarıyla kontrol ederek toz analizi yapıyordu. Perdeler ütülü, camlar ayna, yerler temiz, mutfak ve diğer odalar pak olmalıydı. Yoksa laf bana kadar uçuyordu. Neymiş efendim, evde boyları kadar biz kız varmış da hala ev toz içindeymiş... Yahu benim boyum 1.65, boyları kadar olsam ne olurdu! Bir keresinde altın günü Canan yengemdeydi. Kadınlardan biri -güya tuvalet arıyor- yengemin yatak odasına girmiş, dolapların üzerinde toz var mı diye kontrol ediyordu. Ya, sen nasıl bir psikopatsın? Sırf dedikodu çıkarmak için olacak iş değildi. Tabi ben, bir de salak gibi kadını Canan yengeme şikayet edince evde kavga çıkmıştı. Sonuç, üç yaralı. Zanlı, Canan Akel. Temizliğimizi bitirmiş, yengemle kahvelerimizi yudumlarken kapı çalındı. Koşarak kapıyı açtığımda Canan yengem ayağındaki terlikleri geriye doğru fırlatarak eve daldı, "Canım sıkılıyor kız evde. Televizyonda da hiç doğru düzgün bir şey yok ki anam... Hepsi palavra. Ben de koştum buraya geldim." Gözlerimi devirerek, "Onu görebiliyoruz yenge," dedim. Neyi, anlamında kafasını sallayınca, "Koştuğunu." diyerek açıkladım. Çünkü kadın nefes nefeseydi. "Sus kız yelloz. Ağzına terliği yemeden kapa kapıyı da bana bir kahve yap. Meltem'le iki sallayacağız." Dedikodu yapacaklar... Canan yengemin arkasından başımı umutsuzca iki yana sallarken tam mutfağa gidiyordum ki tekrar kapı çalındı. Kapıyı açtığımda bu sefer eve elindeki çantasıyla birlikte gelen Bülent amcamdı. "Hoş geldin amca." "Hoş buldum kızım," diyerek içeriye girdi. "Meltem yok mu?" "Yok, evde. İçeride Canan yengemle muhabbet ediyorlar." Amcam dehşetle dudaklarını dişlediğinde gülmeden edememiştim. Kapıyı açtı ve, "Kaç kurtar kendini kızım," dedi. "Beni de merak etme... Sorarlarsa aşırı dedikodudan şehit oldu dersin." Amcamla kapı eşiğinde gülüştükten sonra o, elini yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldi. "Amca sen de kahve ister misin?" diye sordum arkasından. "Vallahi iyi olur." Diyerek de yanıtladı beni. Meltem yengem de içeriden bir bardak daha kahve istediğini söyleyince sıvadım kolları. Zaten hepsi de sade içiyordu. O yüzden fincan başına düşen kahve ve su miktarını hesaplayarak cezveye doldurdum ve karıştırmaya başladım. Bu kahve köpüklü olmazsa Canan yengemin beni öldüreceğini bildiğimden yavaş ve olabildiğince temkinli hareket ediyordum. Kahvenin üzerinde biriken köpükleri bir çay kaşığı yardımıyla fincanlara pay ettim ve kaynayan Türk kahvesini hepsine teker teker doldurdum. Harbiden bol köpüklü olmuştu. Kendimle gurur duymadan edemedim. Kahveleri götürüp hepsine teker teker servis ettiğimde, kendi kahvemi de alarak tekli koltuklardan birine yerleştim. O sırada da konuşmalara kulak misafiri oldum. Meltem yengem, "Hayrola Bülent," dedi eşine bakarken. "Elindeki çantayla ne yapacaksın?" "İşyerindeki spor çantamı alıp geldim. Bugün mahalledeki gençlerle halı sahada maç var, boylarının ölçüsünü almak için gidiyorum." Meltem yengemin kaşları hayretle kalktı, aynı zamanda benim de. "Kendin söylüyorsun Bülent, mahalledeki gençler. Sen kırk yaşına varmış koskoca adamsın, bir yerini sakatlarsın falan, mazallah." "Bana hiçbir şey olmaz," dedi amcam kendinden emin bir şekilde. "Hem yaşımda ne varmış? Yirmilik gençlerden neyim eksik?" Diyerek bana göz kırpınca kıkırdadım. "Doğru, hatta fazlan var. Hem de yirmi yaş fazlan, Bülent'ciğim... O yüzden evde kalman daha mantıklı değil mi?" Dedi Canan yengem alayla. "Vallahi biricik yengem, maalesef ki gideceğim. Koskoca kebapına iddiaya girdik. Bunu kaçırır mıyım?" "Ya ben de istiyorum," diye cırladım. "Amca lütfen beni de götür... Ben de oynamak istiyorum." Amcam bana ilk başta inanamayan gözlerle baktı. Canan yengem her zamanki gibi ayağında ev terliğimi popoma fırlatırken Meltem yengem cıkcıklıyordu. Ne vardı yahu bu kadar abartacak? Sanki ahlaksız bir şey teklif etmiştim. Daha sonra Canan yengem, "Ne işin var kız onca erkeğin içinde," dedi öfkeyle. "Çiğ çiğ yer kızım onlar seni... Gencecik yaşında sakat kalırsın öküz gibi heriflerin arasında." "Ya yenge sakat filan kalmam! Ben de oynamak istiyorum ne var? Eminim ki hepsinden daha iyi forvet oynarım evelallah!" Ben, erkeklerin arasında büyümüştüm. İki amcamın dört çocuğu da erkek olduğu için onlarla ve arkadaşlarıyla hep futbol oynardım. Ankara'dayken mahalle maçlarında çektiğim şutlar yüzünden birçok evin camını çerçevesini indirdiğim çok olmuştu. Bülent amcamlar sırf bu yüzden az çekmemişti benden... Zaten genel olarak o zamanlar mahallenin erkeklerinin çoğundan iyi futbol oynuyordum. Tabi Serhat ağabey hariç. Serhat ağabeyim ve Muzaffer ağabeyim zaman zaman canları sıkıldıkça Ankara'ya bizi ziyarete gelirlerdi. Geldikleri zamanlarda da mahalle gençleriyle hepbirlikte futbol oynardık. Serhat ağabey de bizimle her oynadığında mahallenin resmen futbol yıldızı olurdu. Geçtiğimiz yıllardan birinde yine Ankara'da, kuzenlerim, arkadaşlarım ve aşağı mahallenin gençleriyle birlikte maç yapmıştık. Bense o zamanlar en fazla on dört veya on beş yaşında olmalıydım. Rakip takımı yediye üç yenmiştik ve gollerin dört tanesi bana aitti. Hatta o maçtan sonra aşağı mahallede nerede bir futbol delisi nobran varsa hepsi bana asılmıştı. Eski mahallemizde o maçtan sonra Aleyna Tilki misali parmakla gösteriyorlardı beni... "Yengen doğru söylüyor, Almina. Orada yirmi küsur erkek olacak. Onların kuvvetleriyle boy ölçüşemezsin bile. Üstelik fıstık gibi de kızsın. Aralarından densizin biri kalkıp sana yavşarsa öldürürüm onu!" "Amca lütfen," diyerek adeta miyavlamaya başladım. Kedileri pek sevmezdim, hatta korkardım bile lakin bazen kendilerini sevdirme taktikleri işe yarıyordu. Meltem yengem araya müdahil olarak, "O izin verse ben vermem Almina," diyerek çıkıştı. "Hem amcan haklı. Hepsi genç genç çocuklar, illa ki birinin gözü sana kayacak." Yengemi aldırmayarak amcama yalvarmaya başladım, "Amca lüüütfeeeeen... Ya orada birisi bana yan gözle bile bakamaz sen varken... Hem ben izin vermem buna! Amca lütfen bak bir kerecik." "Olmaz, Almina." "Ama amca lü-" "Sözümün üzerine söz istemiyorum!" Somurtarak yerime oturduğumda buna içerlediğini fark ettiğim yengem, "Dur kız, kahveni çevirmiştim. Falına bakayım senin... Hem neşen yerine gelir!" dedi. Kolumu göğsümde birleştirmiş, kaşlarımı çatmış bir şekilde otururken Canan yengem beni, kolumdan tutarak ayağa kaldırdı ve Meltem yengemle arasına oturttu. Ardından başladı falıma bakmaya. "A-aa..." dedi gözlerini belertirken. "Kız sana kocaman bir kısmet var. Bak görüyor musun?" Fincanın içini bana gösterdiğinde o karmakarışık ve anlamsız telve yığınından başka bir şey göremedim. Fakat o, devam etti. "Böyle boylu poslu, yakışıklı birisi bu. İsminde L ve D harfi var bu oğlanın... Şaşırdım doğrusu. Hemen nasıl şey olmuş..." Resmen ciddi ciddi fal bakıyordu. Böyle hurafe şeylerde ne buluyordu, anlamıyordum. Sırf meraktan, "L ve D harfinde bir isim taşıyan yabancı bir erkek tanımıyorum," diye yanıtladım. "Kim olabilir sence yenge?" "Sadece isminde değil, o harfler belki varsa ikinci isminde veya soyadında olabilir. Sonra bak şurada şey-" "Yenge yapma Allah aşkına," diye çıkıştı amcam. "Yok öyle şeyler... Hurafe hurafe işlerle uğraşmayın. Hem benim kızım daha küçük." Bülent amcam çok kıskançtı Burhan amcamın aksine. Benimle ilgili böyle şeylerden pek haz etmezdi. Eski mahallemizde beni beğenip oğullarına isteyen birkaç aileyle kanlı bıçaklıydı mesela. Bazen bazı şeyleri abarttığını düşünüyordum ama yine de ona kıyamıyor, zaman zaman bu kıskançlıklarını tatlı bile buluyordum. "Sana ne Bülent," diye karşılık verdi Canan yengem. "Hem unuttun mu? Sen Meltem'i henüz on yedisinde almıştın." Amcam hemen savunmaya geçerek, "O başka bu başka canım... Şimdiki aklım olsa biraz daha büyümesini beklerdim. Ayrıca da ben kızımı kimseye vermem, o kadar!" dedi. Meltem yengem haince sırıtarak söze girdi, "Gün gelecek elin oğlu senin büyüttüğün kızı ellerinden öyle bir alacak ki, sen sadece arkasından bakacaksın Bülent. Bu sözümü de unutma!" "Oho..." diyerek araya girdim. "İki dakikada gelin ettiniz beni ya! Hem konuşmuyordum değil mi ben sizle ya, ne diye araya girdiysem sanki!" Tam kalkmış gidiyordum ki amcam, "Tamam dur," diyerek kolumdan tuttu. "Dediğin gibi olsun cimcime. Zaten ben varken kimse sana yan gözle bakamaz. Hadi gidelim bakalım." Sevinç çığlıkları atarak amcamın boynuna atladığımda kahkaha atarak onu gıdıklamaya başladım, "Canım, babam!" Ona böyle hitap etmemden çok mutlu oluyordu ve aynı şekilde o da sevinç nidaları atmaya başladı. *** Maça başlamadan önce, günün şu anki durumunu kısaca özet geçmek gerekirse; üzerimde bana oldukça bol gelen mahalle takımının forması (!), altımda dizlerimin iki parmak üzerinde biten bol şort ve neredeyse dizlerime kadar çektiğim siyah çorabımda birlikte kramponlarım vardı. Saçlarımı da tepeden sıkı sıkıya toplamıştım. Aslında yirmi bir erkekle aynı sahada oynamak beni ilk başta biraz gerdiyse de, takımda Bülent amcam, Kerem, Akgün, Muzaffer ağabey, Serhat ağabey ve Berke'nin oynayacağını bilmek beni rahatlattı. Ayrıca Fırtına, Fişek, Kasımpaşalı ve Belalı'nın oynaması da aynı oranda beni gerdi. Ama bu gerginlik çok da uzun sürmemişti. Biz Gökalp tarafında oynuyorduk. Karşı takım ise bizim bir üst mahallemiz Yeşiltepe'ydi. Aldığım bilgiye göre iki taraf da kebapına iddiaya girmişti. Kaybeden taraf, kazanan tarafa sınırsız bir şekilde kebap ısmarlayacaktı. Maç da Gökalp'in sahasında oynanacaktı. Mahallenin sahası bile vardı yahu... İki takımın da mahallelisi tribünlere doluştuğunda aralarında bizim kızları da görmem uzun sürmemişti. Üçü de bana şokla bakarken sahadan taraftan Canan yengemin bana doğru sinirle koştuğunu gördüm. Panikle nereye kaçacağımı bilemeden koşarak ilerideki boş bir kulübenin kapısından içeriye daldım. Fakat burasının boş bir kulübe olmadığını anlamam çok da uzun sürmedi. Burası soyunma odasıydı ve rakip takımın erkeklerinin hemen hemen hepsi yarı çıplaktı! En az onlar da benim kadar şok olmuşlardı. Hatta aralarından birkaç tanesi gözlerini bacaklarıma dikip sırıttığında, onlara ateş saçan gözlerimle baktım. O bacaklarıma bakan adam bir de gevşek gevşek, "Sen kimsin ya böyle?" deyince tam ağzımı açıyordum ki, arkamdaki ses bütün konuşma hevesimi dağıttı. "O gözlerine hakim ol ve seni ilgilendirmeyen işlere burnunu sokma! Ayrıca bana o açık kalan ağzınla ilgili çeşitli fantaziler kurdurtmadan hemen önce, o ağzını kapamaya bak!" Belalı Bertan. Bir an neye uğradığımı şaşırdığımda Belalı, soyunma odasının kapısını öyle şiddetli çarptı ki, adeta saha titremişti. Ardından alev alev yanan siyah gözlerini bana dikti. "Burada ne işin var?" "Ben de sizinle oynayacağım da ondan geldim." "Ha, niyetin maça girerek rakip takımın dikkatini dağıtmaksa gayet başarılı bir iş çıkartacağına eminim!" "Hiç de öyle değil... Maçta oynayacağım ben!" "Yok öyle şey," dedi sertçe. "Kızım sen yürek mi yedin? Adamların sana nasıl baktığını gördün sanıyordum? Oynamayacaksın!" Öfkeyle dalgalanırken, "Sana ne oluyor be," diyerek cırladım. "Amcam izin vermişken, sana mı düşmüş bu? Sen de o iğrenç eril ağzını derhal kapatsan iyi edersin!" "Kadın halinle erkeklerin arasında oynaman çok tehlikeli, bunu sen de biliyorsun. Kıyafetlerini geçtim ayrıca-" "Hiç de bir şey olmaz!" Yahu bu adamın dipsiz bir kuyuyu andıran o kara gözleri, ona her baktığımda bende arkama bile bakmadan kaçma isteği uyandırıyordu. Bakışları bir garipti. Hatta şu anki davranışları da. Ona neydi ki sanki? "Her neyse," diyerek geçiştirip bütün anlaşmazlıkların önüne bir set çektim. "Sahada mutlaka göreceksin yeteneklerimi. Beni küçümseme." Son cümleme karşın güler gibi bir ses çıkarttı ve alayla sırıttı, "O kadar emin olma, sarışın. Bakalım o top senin ayağına gelecek mi?" Sinirle kaşlarımı çattım, "O ne demek? Tabii ki gelecek!" "Görürsün... Hatta maçtan kendin çıkmak zorunda kalacaksın, malum... Top sana gelmeyeceği için bize küseceksin ya." Bu herif kendini mizahşör zannediyordu herhalde! Tam ağzımı açmış bir şey söylerken kaçar adımlarla uzaklaştı, kalas! Ama görecekti benim gücümü. Sahada üzerime tanımazdım. Çok geçmeden sahaya gittiğimde erkeklerin aralarında fısır fısır bir şeyler konuştuğunu gördüm. Büyük ihtimalle maçtan önce aldığımız taktikleri aralarında tartışıyorlardı lakin bunu yaparken beni de aralarına almamaları gururuma dokunmuştu. Domuzlar, ne olacak! Akılları sıra bu kızdır, kızlar futbol oynayamaz diye düşünüyorlardı. Ama göreceklerdi. Onlara sağ gösterebilirdim lakin soldan çakacaktım! Ardından düdük öttü ve çok geçmeden maç başladı. Ama hiçbir şey istediğim gibi gitmiyordu. Şerefsizlerin hiçbiri bana pas atmıyorlardı. Demek ki az önce aralarında konuşurlarken mevzu buydu... Ama ben istikrarla rakip takımın oyuncularından birinin ayağından topu kaptım. Zaferle gerindiğimde tam gole doğru koşuyordum ki başka bir oyuncu bana çelme takınca yeri boyladım. "Ulan şerefsiz! ŞEREFSİZ!" diye arkasından bağırdığımda, "Faul yaptı!" diye haykırdım. "Kaptaaaaan! UYUMA UYUMA! ADAM FAUL YAPTI!" Fakat hakem beni takmayarak oyunu devam ettirince amcam bana çelme takan çocuğa saldırmaya çalıştı. Nefret ediyordum bu ayrımcılıktan. Ne olurdu sanki onlara eşlik etmeme izin verseler? Erkeklikleri hasar mı görürdü sanki? Egoları mı tatmin olmazdı? Aptal sürüleri! Düşüncelerimle birlikte somurttuğum anlardan birinde Belalı yanıma geldi ve kahkaha atarak, "Neden somurtuyorsun? Küstün mü yoksa?" diye sordu. Ardından kalkmam için elini uzattı. Eline vurarak onu kabaca reddettim. "He, küstüm! Defol git ya! Bunu ödeteceğim size ama!" Nasıl ödeteceğim hakkında hiçbir fikrim de yoktu ya, neyse. Bu tepkimden sonra Belalı, "Sen bilirsin." diyerek maça geri döndüğunde ne yalan söyleyeyim, bunu beklemiyordum. Fakat ben de bir nevi protesto için çimlerin üzerine bağdaş kurarak oturdum ve maçı izlemeye başladım. Ona bakılırsa gerizekalı Akgün hiç oynayamıyordu. Pas atacağım diye rakip takımın oyuncularının arasında kalmış ve bir ofsayta neden olmuştu. Onun dışında Kerem, önüne geleni vurarak deviriyordu. Amcam ise göbeğinden dolayı arada bir soluklanmak zorunda kalıyordu. Dolayısıyla maçı sadece Serhat ağabey topların kaleye girmesini engelleyerek, Belalı ve Kasımpaşalı da gol atmaya çalışarak yürütüyordu. Fırtına ve Fişek'te de iş yoktu, ne yalan söyleyeyim... Herifler bir kişi eksik oynamayı göze alarak beni oynatmıyorlardı ya... Allah da onlara gol attırmayarak belalarını veriyordu işte! İyi de oluyordu. Umarım yenilirlerdi köpekler! Başarısızlık üzerine başarısızlık sergileyen iki taraf da bir türlü gol atamadı. Oh olsundu onlara. İçimin yağları eriyordu onları gördükçe. Canan yengem tribünden bana gelmem için el işareti yaparken ona aldırmadım ve maçı keyifle izlemeye devam ettim. Bunlar başlarına gelen her şeyi sonuna kadar hakediyorlardı! Ve beddualarım eşliğinde başarısızlıkları son ana kadar devam etti. Ve maç, sıfıra sıfır berabere bitti. Buna rağmen oyundan vazgeçmeyen yüce gönüllü Gökalpliler halısaha sürelerinin dolduğunu bildikleri halde görevliye, "Ağabey lütfen son gol..." diyerek tam elli dokuzuncu dakikada yalvarmaya başladılar. En sonunda görevliyi bıktırarak bunu başardıklarında maç, son gol uğruna devam etti. İki taraftan biri gol atarsa maç bir galibiyetle bitecekti. Ama bu sönmüş kadroyla iş, çok zordu. Top, Yeşiltepeli bir oyuncuya geçtiğinde adam bizim kaleye doğru yardırmaya başladı. Bizimkilerin çoğu arkada kaldığı için şu durumda benim devreye girmem her şeyi değiştirebilirdi. Ne olursa olsun bu kendini beğenmiş erkeklere gücümü göstererek bir şeyleri ispatlamalıydım. Vakit, intikam vaktiydi! Koşarak adamın önüne çıktığımda bunu beklemiyor olacak ki şaşırmıştı. Ben de bunu fırsat bilerek adamın boş bir anından faydalandım ve topu ayağından kaptım. Üzerime doğru gelen altı yedi erkeği de çalımlarımla atlattıktan sonra bizimkilerin kendilerine pas vermem için bağırmalarını aldırmadan kaleye doğru koşmaya başladım. "İŞTE ŞİMDİ BANA MUHTAÇ KALDINIZ, EZİK GÖKALP OYUNCULARI! HİÇBİRİNİZE PAS ATMAYACAĞIM, KUDURUN!" Diye bağırırken bir yandan da rakip takımın oyuncularından sıyrılarak ayağımda topla kaleye doğru depar atıyordum ve tüm rakibi neredeyse gerimde bıraktım. Ayıptır söylemesi her zaman hızlı koşmuşumdur! Kaleye yaklaştığımda gol pozisyonunu almaya hazırdım. Şu durumda her şey bana bağlıydı; ya gol atıp takımıma sayı getirecektim, ya da gol atamayıp milletten küfür yiyecektim. Arkadan Serhat ağabeyin sesi yankılandı, "HADİ ALMİNA, YAPABİLİRSİN!" Sol tarafımda iki dizinin üzerine çökmüş ve kollarını başında birleştirmiş bir şekilde heyecanla beni izleyen Belalı'ya bakarak sol kaşımı kaldırdım ve, "BU DA SANA KAPAK OLSUN, BELALI!" diyerek hiç bakmadan tüm gücümle topa vurdum. Ardından bütün Gökalp tribünü ayağa kalktı! Belalı, "GOOOOL..!" diye gürleyerek bana doğru koştuğunda belimden tuttuğu gibi beni havaya kaldırdı ve kahkahalarım eşliğinde beni havada döndürmeye başladı. Hatta hiç beklemediğim bir anda yanağımı öyle bir öptü ki, yaşadığım afallamayla birlikte öylece kalakaldım. Bütün bedenim utançtan cayır cayır yanarken, bana bu olayı unutturan şey bizim takımın hepsinin beni havada taşıyor olmasıydı. "Almina... Almina... Almina...." Tezahüratlar eşliğinde neşeyle kahkaha atarken binlerce kızın bana hasetle baktığını gördüm ve rakip takımın oyuncularının üzüntüden yerlerde yuvarlandıklarına şahit oldum. Ne de olsa onların da deyimiyle ufak tefek bir kızdan gol yemişlerdi! Hangi yüce (!) erkek buna katlanabilirdi ki?.. Havada taşınmak ve tezahüratlarla adımın haykırılması her ne kadar egomu okşasa da, az önce Belalı'nın beni öpmesi tüm neşemi silip süpürerek yerini utanca bırakmıştı. Ama yine de çok pis koymuştuk!
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE