Pâyidar | 6

2473 Kelimeler
Garip bir maç gününün sonunda hepimiz bir kebabı hak etmiştik benim sayemde. Rakip takım paralarını birleştirip hepimize kebap ısmarlamıştı ve Akgün embesili maçta hiçbir atak göstermezken yemek yemekte marifetini esirgemeyerek tam iki porsiyon kebap yemişti. Üstüne üstlük bir de Azad ağabeyden ensesine -yediği boğazında kalacak şekilde- kocaman bir şaplak yemişti. Yemeklerimizi yerken bir yandan da şen şakrak muhabbet ediyorduk attığım golden dolayı takımın kraliçesi ilan edilmiştim. Gökhan ağabey bundan sonra halı saha maçlarına beni de çağıracağı konusunda yeminler ederken Azad ağabey de onu şiddetle onaylıyordu. Yemeğin ardından isminin Furkan olduğunu öğrendiğim rakip takımdan bir adam benim numaramı istemiş ve başta Belalı olmak üzere bizim takım adamın önüne çıkarak onu benden önce reddetmişlerdi. Hatta bir ara Kerem, "Mazallah sevgilisi olmaya kalksa, bütün mahalle üzerine yığılır kızın kısmetini kapatırsınız." diyerek hepimizi güldürmüştü. Ertesi gün yatağım, yakıcı güneşi ağırlarken kan ter içinde uyanmıştım. Yüzüme adeta ateş topu düşmüştü ve saç diplerim terden yapış yapış olmuştu. Bir an önce duşa girmezsem kesinlikle ölürdüm. Yataktan kalktığımda uyku mahmurluğunu hala atlatamamış olan gözlerimi ovuyordum. Gecelik şortumun dahi terden ıslak olması mide bulandırıcıydı. Hal böyle olunca daha geceleyin yıkandığım banyoya tekrar girdim ve suyu açarak kıyafetlerimi bedenimden sıyırdım. Ilık su bedenimden aşağıya süzülürken her bir hücremin arındığını bilmek beni rahatlattı. Ardından bir süre öylece duş başlığının altında bekleyerek saçlarımı şampuanla yıkadım. Çok geçmeden duşumu alıp saçlarımı kuruttuktan sonra da banyoyu terk ettim. Kısa sürede kıyafetlerimi giyinip yatağımı topladığımda, aşağıdan gelen mis kokuları takip edip mutfağa doğru adımladım. Mutfağa girdiğimde Canan yengemin yine döktürmüş olması iştahımı kabartarak beni bir hayli acıktırdı. Bir anda arkadan beline sarıldığımda bunu hiç beklemiyor olmalıydı ki irkildi, "Kız Allah canını almasın, ödümü koparttın." Baş parmağıyla üst damağını yukarı kaldırdı. "Yine döktürmüşsün Canan Sultan," diyerek yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. "Bunu neye borçluyuz?" "Neye olacak," dedi gözlerini devirerek. "Altın gününe tabii ki." Bu sefer ben de gözlerimi devirdim. Nasıl da unuturdum ki... Dün Meltem yengemin evinin tozunu ala ala toz içinde kalmış ve canım çıkmıştı. Hatta o yorgunlukla bir de maça gitmiştim. Gerçi, maçta gol atmam dışında pek bir faaliyette bulunmamıştım ama o ayrı konu... "Meltem yengem nerede? Onun yerine yemekleri sen mi yapıyorsun bugün?" "Yok kız. O evdeki eksiklikler için markete gitti. Ben de işte ona altın günü yardıma geldim." Rezalet bir günün başlangıcına kan ter içinde uyanmak çok da garip olmasa gerekti. Kim bilir rüyamda hangi dedikoducu teyze beni dürtüklüyordu da ben ondan kaçarken ter döküyordum. Gerçekten şu altın günleri benim için kabus gibiydi. Özellikle de oramdan buramdan beni dürtükleyerek sevgilim var mı, diye ağzımı arayan kadınlardan artık daral gelmişti. Ya da cinsel fantezilerini ballandıra ballandıra anlatan azmış kadınlardan... Gerçekten hiç abartmıyorum, kadın yatak odasında yaşananları en ince ayrıntısına kadar betimliyordu. Hiç de masum olmayan anılar psikolojimi altüst ederken onlar bunun farkında mıydı acaba?.. Kesin yine çıkacaktı öyle bir iki edepsiz. "Aman," dedim mutfak masasına kalçamı yaslarken. "Benden uzak, Allah'a yakın." Yengem, "O ne demek kız," diyerek elini beline koydu. "Altın günleri önemlidir... Kadın kısmının boyunun ölçüsünü, hamaratlığınla ve titizliğinle almak lazım gelir." "Peki neden bunu -illa- yapmanız gerekiyor?" Diye sordum. O da buna cevaben, "Mahalle kadınlarının can sağlığı için," deyince bir an anlamadım. Fakat daha sonra bu konuyu daha da çok açınca gözlerim şaşkınlıktan iri iri oldu, "Ben bunlara önem vermezsem mahalledeki meymenetsiz kadınlar arkamdan konuşacak ve ben de bu dedikoduyu başlatandan başlayıp hepsinin teker teker ağızlarını dikeceğim. Ayrıca biliyorsun ki Meltem'in de arkasından konuşturmam. Bugünkü altın günü bende değil de Meltem'deyse bile o da bir nevi beni temsil ediyor demektir. Yani anlayacağın, tek bir kötü lafa katliam çıkar." Yengemi biraz tanıyorsam, bu söylediklerini harfi harfine yapardı. Bu abartı tepkilerine gülmeden edememiştim. "Ya sen ne psikopat bir kadınsın ya... Yemin ediyorum senden korkulur. Acaba çok merak ediyorum, sen amcamı o kadar dişi rakibinin arasından nasıl elinde tutabildin?" Anlatılanlara göre Burhan amcam gençken yakışıklı bir adammış. Yani çoğu mahalle kadınının aklını çeldiği kesinmiş. Bu kadar kadının içinde Canan yengemi acaba kendisi mi seçmişti, yoksa Canan yengem tarafından onu seçmek zorunda mı bırakılmıştı, Allah bilir! "Ay kız," dedi omzuma vururken. "Bir ara hatırlat da anlatayım bunu." Tamam, anlamında kafamı sallarken Canan yengemle birlikte birbirimize bakıp samimice gülüştük. *** Akşamleyin yedi veya sekiz civarı olmalıydı. Altın günü çoktan gelip geçmişti. Dışarıdan geçen polis arabalarının ışıkları perdeye yansırken biz, tabaklarımızdaki yemekleri tüketmekle meşguldük. Kısacası olanlardan bir haberdik. Hepimiz masada oturmuş sessizce yemeğimizi yerken polis arabalarının ardından bir iki tane ambulans geçti ve bir anda kapı alacaklı gibi çalınmaya başladı. "Hayırdır inşallah?" Canan yengem sorarcasına hepimizin yüzüne baktığında kapıdaki her kimse, bu sefer de zilden elini çekmeksizin zile basıyordu. Burhan amcam, "Kim bu densiz?" diye söylenip ayaklanırken, kaşları çatılan Muzaffer ağabey, "Sen dur baba, ben bakarım." diyerek kapıya yöneldi. Uzanıp kapıya doğru baktığımda kapıdaki kişi, nefes nefese kalmış Akgün'den başkası değildi. "Ulan ne çalıyorsun kapıyı alacaklı gibi, puşt!" Diyerek çıkıştı Muzaffer ağabeyim. Akgün nefese olan açlığıyla birlikte ciğerlerine oksijen doldurmakla meşgulken aynı anda da konuşmaya çalışıyordu, "Ağabey... Ağabey dışarda olay var..." "Ne olayı oğlum söylesene!" Diye bastırdı Serhat ağabey. Akgün biraz daha nefeslendikten sonra, "Bizimkiler feci kavgaya tutuştu," dedi. "Mahalleye uyuşturucu kaçakçıları dadanmış. Bizim eski depoda bir gömüleri varmış, bilmem kaç ton eroin tıkmışlar oraya. Satıyormuş pezevenkler ona buna. Bertan ağabey bunu öğrenince iş çığrından çıktı. Araştırıp bulmuş kim olduklarını... Peşinizi bırakmayacağım, diyor başka bir şey demiyor. Bunu duyan Mert ağabeyler ise basmışlar bu kaçakçıların mekanını... Mekanları da Tepebağ'da bir apartman dairesi. Olay çıktı işte, birkaç polis arabası geldi. Adamları fena yamultmuş bizimkiler. Herkes birbirine girmişti gittiğimizde." Akgün böyle anlatınca hiçbirimiz kulaklarımıza inanamadık. Amcam araya girerek sertçe, "Oğlum bunlar eşkıya mı," dedi. "Ülkede hak, hukuk varken bunlar her seferinde kendi adaletlerini yaratmaya kalkarlarsa işimiz var." Amcam söylenmeye devam ettiği sırada Muzaffer ağabey aniden kapıdan dışarı fırladı ve Serhat ağabey de onu takip etti. Yengem gitmemeleri konusunda arkalarından bağırırken bir anda panikle hepimiz evden çıkıverdik. Bina merdivenlerinden aşağıya inerken Burhan amcam, "Almina seni eve gir," diye çıkıştı. Fakat çatlardım da eve girmezdim. Hem ya gittikleri için Muzaffer ağabeye veya Serhat ağabeye bir şey olsaydı orada? "Hayır amca ben de geliyorum, evde duramam." Amcam, "Biriniz de laf dinleyin kızım be!" diyerek söylendiğinde telefonundan bir numara bulup kulağına götürdü ve bizden önce aşağıya indi. Biz de Canan yengemle Bülent amcamların kapısını çaldık. Ama Canan yengemin niyeti beni burada bırakmak olduğu için yapmıştı bunu. Meğerse Bülent amcamlar çoktan olay yerine gitmişlerdi. Şu durumda olmasak buna sevinebilirdim ama olayın ciddiyetini bir kez daha hatırladığımda bunu yapamadım. Beni yanına almak zorunda olan yengemle birlikte aşağıya inerken, amcamın giderken elime tutuşturduğu anahtarların birbirlerine çarpma sesleri, hızlı hızlı indiğim için binada yankılanıyordu. Demir kapıyı hızla açtım ve dışarı çıktık. Bizim çıkmamızla birlikte bir polis arabası ve bir ambulans daha olay yerine doğru intikal ederken, hemen biz de adımlarımızı hızlandırarak oraya doğru yöneldik. Gören de sanacaktı ki savaş çıkmıştı. Tepebağ Mahallesi, hemen iki sokak ötedeydi. Oraya doğru koşuşturan gençlerin arasından Canan yengem, birinin önünü çevirerek olayın aslını astarını sordu. O da, uyuşturucu ticareti yapan bir çetenin son zamanlarda mahallelere dadandığını ve birçok kişiyi zehirlediğini söyledi. Buna takriben de mahalle ağabeylerinin de harekete geçtiğini belirtti. Koca yürekli kırolar! Olay yerine gittiğimizde etraf mahşer yerine dönmüştü. Oğulları için polislere yalvaran analar mı desem, ilerideki kavgayı ayırmaya çalışan polisler mi desem, polisleri ve olayı merakla izleyen mahalle kadınları mı desem, her şey vardı. Kavga hala sürüyordu anladığım kadarıyla. Çünkü ileride Mert ağabeyi, dövmekte olduğu adamdan ayırmaya çalışan polisler mevcuttu. Burhan amcam çoktan polislerin arasına karışmış, neyin ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Bülent amcam ise her an saldırmaya hazır bir ordu gibi bekleyen mahalle gençlerini ikna etmekle meşguldü. Canan yengemse mahalleliye oğullarını soruyor ve olayı tam olarak kavramak için birkaç kişiyle konuşuyordu. Bütün bu olan bitenin arasında gözlerimle etrafı taradım. Amacım arkadaşlarımdan birini veyahut kuzenlerimi bulabilmekti. Fakat onun yerine bileklerine kelepçe vurulan gençleri gördüm. Bir de bir binanın dibine çökmüş, ağzındaki kanı tüküren Belalı'ya gözüm ilişti. Bir an ne yapacağımı bilemeyerek öylece ona baktım. Hala öfkesi geçmemiş gibiydi. Yanına biriken birkaç genç de en az onun kadar öfkeli gözüküyordu. Belalı, ileride duran bir adama parmağını doğrultarak mahalleyi titretecek derecede yüksek bir sesle ona bağırdı, "Senin peşini bırakmayacağım, piç kurusu. SENİ DÖVMEKTEN BETER EDECEĞİM, ÖLMEK İÇİN YALVARACAKSIN!" Etrafta bulunan herkes ona bakarken, yanında bulunan gençler Belalı'nın tehdit ettiği adama doğru resmen savruldular. Bir kargaşa da o sıra çıktı. Bu Belalı Bertan da resmen eşkiyaydı yahu! Ben şaşkınlıkla ona ve olanlara bakmaya devam ederken, Belalı'nın gözleri bir an bana değip geçti. Geçtiği an da tekrar beni buldu. Onca kafanın içinden beni nasıl seçebildin de gözlerin bana değdi... Beni görünce kaşları çatılmıştı lakin ben de ona bakarak kaşlarımı çattım. Böyle eşkıyalık yapanlardan hiç hoşlanmazdım. Bir de polis memurlarının önünde artistlik yapmıştı! Havalı olduğunu filan mı sanıyordu acaba? Ben Belalı'yı pür dikkat izlerken, o da gözlerini benden ayırmayarak ayağa kalktı ve çattığı kaşlarının arasından kafasıyla ilerideki köşeyi işaret etti. Ya da ben yanlış anladım. Ona boş gözlerle baktığım sırada gözlerini devirdi ve tekrar aynı yeri işaret etti. Yok yok, ben yanlış filan anlıyor olmalıydım. Belalı durduk yere beni niye çağırsındı ki?.. Ben yine ona bön bön bakarken o, sabır dilenir gibi ellerini açarak yukarı baktı ve bir şeyler mırıldandı. Ardından omuz silkerek elini cebine attığında telefonunu çıkardı ve kısa bir süre onunla uğraştı. Ve ardından benim cebimdeki telefonum titredi. Bu korkunç tesadüfe karşın bir anda midem kasılırken, telefonu cebimden kaptığım gibi çıkardım ve ekranı açarak şifreyi girdim. Mesaj gelmişti. Gönderen: Bilinmiyor. Çok fazla düşünüyorsun, sarışın. -B Gelen mesaja karşın faltaşı gibi açılan gözlerimi ileride sırıtan adama diktiğimde bir anda, "Oha!" diye bağırdım. Yüksek çıkan sesime karşın etraftaki birkaç kişinin gözleri bana çevrilirken, Canan yengem yanıma gelerek etimi çimdirdi. "Ne bağırıyorsun kız?" "Hiç... Hiç yenge." Yengem bana inanamayan gözlerle baktığında, telefonum tekrar titredi. Bertan denen heriften gelme ihtimali oldukça yüksek olduğu için yengemin yanında mesaja bakmadım. Daha sonra yengem beni bir güzel paylayıp tekrar yanındakilerle konuşmasına devam etti. O sırada ben de ondan uzaklaşarak telefonumu açtım ve mesajı okudum: Gönderen: Bilinmiyor. Eğer dediğimi yapmazsan oraya gelirim, seni kolundan tutarak götürürüm. O zaman, eminim ki insanlar bizim hakkımızda pek de iyi şeyler düşünmeyecekler, sarışın. Seçim senin. Biberoğlu'nda seni bekliyorum. -B Aptal! APTAL! Sinirle soluduğumda, olduğum yerde tepinmemek için çok zor tuttum kendimi. Bu kendini ne zannediyordu ya? Hayır yani, ne zannediyordu? Mahallenin eşkıyası tutmuş beni tehdit ediyordu, Hayvan! Gerçekten bu tür şeylerden pek haz etmemekle birlikte ne mesajına cevap vermeyi, ne de yanına gitmeyi aklımdan bile geçirmiyordum. Sadece bu dediğini gerçekten yapıp yapmayacağından emin olamıyordum, o kadar. Sahi... Yapar mıydı ki? Eğer yaparsa amcamlar katil olurdu! Ben kendi içimde bir muhasebe yaparken, telefonum tekrar titredi. Bunca olay içinde numaramı nereden bulabilmiş olacağı dahi yeni aklıma geliyordu. Gerçi, erkek kardeşi Kerem benim en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Yani kolayca bulabilmiş olması muhtemeldi. Bu duruma çok da şaşırmamak gerekirdi nihayetinde ama neden Kerem'den benim numaramı alma ihtiyacı duyuyordu ki? Kafamda deli deli sorular beliriyorken tam mesajı açmak üzereydim ki, ileride bir kafa gördüm. Evet, Belalı bana doğru geliyordu! Öyle bir paniklemiştim ki, anında onun olduğu tarafa doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Eğer beni kolumdan filan tutup götürmeye kalkarsa gerçekten hiç iyi şeyler olmazdı. Ben de bunu önlemek için kendimi feda ettim. En iyisi derdi neyse onu öğrenip yengemin yanına geri dönmekti. Nihayet yanına vardığımda, tam tersi olacak şekilde ben onun kolunu tuttum ve gücüm elverdiğince onu çekiştirmeye başladım. Aslında ben çekiştirmiyordum, çekiştiriyormuş gibi görünüyordum. Yani aslında kendisi yürüyordu. Onu Biberoğlu Parkı yerine bir binanın merdivenine doğru sürüklediğimde durdum ve sinirle yüzüne döndüm. "Ne istiyorsun?" "Bir sakin ol güzelim," dedi pişkin pişkin. Sol kaşı ve dudağının sağ kenarı patlamıştı fakat yüzünde morluklardan eser yoktu. "Sakin filan olamam!" "Tamam ulan olma," dedi masumane bir tavırla. "Sinirlenince de ayrı bir güzel oluyorsun zaten." İç sesimle birlikte aynı anda, "NE!" diye bağırdık. Bedenimdeki ısı yanaklarıma nüksettiğinde utansam da, bu adamın sapık olacabileceği fikri bana mesaj attığından beri kafamı kurcalıyordu. O, bana aldırmayarak devam etti ve, "Duydun," dedi. "O yüzden bir önceki cümleyi bana daha farklı duygu versiyonlarınla söylettirmeden, şu yüz ifadelerine bir son ver, sarışın." Gerçekten söylediklerinin mantıklı bir açıklamasını bulamıyordum. Kafam karışmıştı. Şimdi, bu herif benden ne istiyordu? Baş düşüncem bu olmalıydı fakat onun yerine aklımda birçok soru dönüyordu. O yüzden mantıklı düşünemiyordum. Ve yine mantıklı düşünemediğim bir anda, "Sapık mısın ya sen?" deyiverdim. O da bu cümleme karşın sırıtarak, "Evet." dedi ve şaşkınlıktan tüylerim diken diken oldu. "Seni Biberoğlu'na bir başına neden çağırdım sanıyorsun..." Gözlerim iri iri olurken bir süre ona bakakaldım fakat bu uzun sürmedi. Çünkü benimle apaçık dalga geçiyordu pislik. Ona gerçekten fazlasıyla sinir olmuştum. Tam arkamı dönmüş gidecekken kolumdan tuttu. Klişelerden hiç haz etmediğimi daha önce söylemiş miydim? "Benimle gel." "Hayır gelmiyorum!" "Evet geliyorsun!" "Eşkıya mısın sen ya? Dağ başı mı burası? Bir çığlık atsam linç ederler seni burada!" "Hadi o zaman bir çığlık atsana! Kim kimi linç ediyormuş..." "Beni taciz ediyorsun diye bir de beni mi linç edecekler? Irz düşmanı olan sensin!" Şaşkınlıkla, "Yok artık," diye gerindi. "Ne yaptım da sanki bana ırz düşmanı diyorsun? Vallahi ayıp oluyor." Kaşlarımı çatmış bir halde ona bakmayı sürdürüyorken, "Tamam," diyen sesine odaklandım. "Sana emrivaki konuşmamam gerekiyordu, özür dilerim. Sadece... Benimle gelmen için ne yapabilirim?" "Neden?" Diye sordum. "Neden bunu istiyorsun?" "Sadece bilmiyorum. Ama kimse de zaten bunu bilmek zorunda değil, ben bile." Sözleri anlamsızdı lakin o sözler, yitirdiği anlamı gözlerine ulaştırmıştı sanki. Kara gözlerinden geçen hisleri seçemiyordum. Bildiğim tek bir şey varsa, o da o kapkara gözlerinin, dipsiz bir kuyuyu andırdığı gerçeğiydi. Bakışları da aynı gözlerindeki kuyu gibi derindi ve baktıkça insanı içine çekiyordu. Ben bu tür bakışları kaldıramazdım. Çünkü ne zaman üzerimde bir göz hissetsem sıkılır, utanırdım. Bu huyumu, henüz küçük bir çocukken edinmiştim ve en nefret ettiğim huylarımdan biriydi. "Tekrar soruyorum," dedi tuttuğu kolumu bırakarak. "Benimle gelmen için ne yapabilirim?" Aslında bunu istemesinin nedenini gerçekten merak ediyordum lakin o, daha bunun cevabını kendine bile verebilmiş değildi. Ya da benimle dalga geçiyordu -ki bu, daha yüksek ihtimaldi. Başıma kötü bir şey de getirebilirdi bu adam... Ama yine de merak ediyordum. Hatta sırf merak ettiğimden bile gidebilirdim. Ama aklıma daha parlak bir fikir geldi! En son onu yemekten mide spazmı geçirerek hastanelik olduğum günün ertesi sabahından itibaren, onu bir daha ağzıma sürememiştim. Yengemlerin onu bana yasakladıkları günden beri hasretiyle yanmıştı gönlüm... Belki şu önümdeki herife bir çiğ köfte ısmarlatabilirdim! Bunu düşündüğüme inanamıyordum ama yine de yapabilirdim! Gülümseyerek, "Bir şartla..." dedim. Belalı, nedir anlamında kafasını salladıktan sonra muhteşem ötesi fikrimi ona sunmaya hazırdım. "Belki bana çiğ köfte ısmarlarsan seninle gelebilirim." İtiraf etmek gerekirse garip bir teklifti. E hal böyle olunca Belalı da şaşırdı. İlk önce kaşlarını havaya kaldırdı, daha sonra ise o muzip gülümsemesi yüzüne yayıldı. Normalde olsa birine bir şey ısmarlatmak fikri beni rahatsız ederdi ama yanımda para yokken ve tanımadığım bir adamın beni nereye götüreceğini bilmezken, aklıma en çok yatan fikir bundan başkası değildi. "Daha sonradan parasını alırım ama..." O an derince çattığım kaşlarımın altından ona bakmaya başladığımda, en sonunda bana dayanamadı ve, "Çiğ köfteler sana feda olsun, sarışın." diyerek kolumdan tuttuğu gibi beni kalabalığın arasından çıkardı. Evet, hiç tanımadığım bir adamla çiğ köfte yemeye gidiyorduk! Bunu yaptığıma, bunu yaptığımıza gerçekten inanamıyordum. Üzerimizde gezinen meraklı bakışlar eşliğinde ne şartlar altında olursa olsun çiğ köfte yiyeceğim düşüncesiyle neşelenip kıkırdarken, önümdeki adamı takip ettim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE