“Erdal ben çıkıyorum, sen şantiyeye git gidişat ne âlem de bak”
“Tamam, Kerem Bey hemen çıkıyorum”
“Safran, Zeynep sizde evlerin satış durumlarını kontrol edin, gerekirse yine reklam verelim”
“Olur efendim”
“Ali sen yolculuğa çıkıyorsun, Ayvalık da satışa çıkan arazi varmı yokmu onu araştıracaksın, bizim inşaat düzenimize göre olan yerlere bakıp sahiplerinin satmaya niyeti varmı yokmu öğrenip bana bildireceksin. Acele etmene gerek yok iyi araştır, geçen yaptığın gibi hisse sahipleriyle başımız yine derde girmesin”
“Merak etmeyin Kerem Bey bu sefer hata yapmayacağım.”
“İlker sen benimle geleceksin”
Tam kapıdan çıkarken mimarımız Nur Hanımla karşılaştık, devamlı ofis çalışanım olmasa da zevk olarak uyuştuğum tek mimarımdı. “Nasılsın Kerem, yine son hız işlere başlamışsın”
“Hoş geldin Nur, çok sıkılmıştım iş bana iyi geliyor. Ya sen nasıl oldu da uğradın buralara”
“Ada ile Bora’yı okula bıraktım, ofiste neler var neler yok bakayım dedim”
“Arazi bakmaya gidiyorum, zamanın varsa gel birlikte bakalım çok uzak değil. Hem fikir verirsin”
Nur’un arabasını ofisin garajına park ederek tek araba yola çıktık. “Karhan abi nasıl?”
“Çok yoğun yine yurt dışında gökdelen yapması için teklif aldı, onun çizimleriyle uğraşıyor. Yakında göğü delecek kadar uzun bina yapmazsa şaşacağım”
“Özgür eniştemle birlikte büyük gösterişli binalar yapmayı seviyorlar”
“Senle bende tam tersi, küçük sevimli kullanışlı aile evleri yapmayı seviyoruz”
Adresi bulmam uzun sürmedi daha üç gün önce buralardaydım. Demir kapısın da kocaman asma kilit bulunan kapının önünde kalakalmıştık. Araziyi çevreleyen duvarlar çok yüksekti, içeriyi görmemiz mümkün değildi. Tam karşısında olan binaya baktım, üst katlarda oturanlar mutlaka içini görüyor olmalıydı. Erkek avcısı hangi katta oturuyordu acaba? Çok geçmeden gençten bir adam yanımıza geldi… “Mühendis Kerem Arıkan sizmisiniz?”
“Benim”
“Bende sizi bekliyordum… Avukat Sinan Bey tarafından gönderildim, bahçe kapısının ve evin anahtarları.”
Anahtarları yardımcıma verdim, kilit iyice paslanmıştı… Biraz uğraştırarak da olsa en sonunda açıldı, sanki rüya bahçesi gibiydi… Yerdeki otlar gelişi güzel büyüyüp görüntüyü vahşileştirmiş olsa da zamanında çok güzel bir bahçe olduğu belliydi.
Nur ‘da benim gibi hayranlıkla bahçenin güzelliğine bakakalmıştı “Kerem baksana şunlara… Ne güzeller, neredeyse asırlık çınar ağaçları, şu çamların güzelliğine bak”
“Gerçekten çok güzel, sahiplerinin ne yapacağını henüz bilmiyorum ama ben bu ağaçların hiç birisinin kesilmesine rıza gösteremem”
Ağır adımlarla dolaşmaya başladık, çimenler gelişi güzel büyümüş iyice çevreye yayılmışlardı… Yabani sarmaşıklar oluşmuş ağaçların gövdelerini istila etmişlerdi. Bahçenin ortasında tam evin önüne denk gelen kısımda mermerden yapılmış devasa büyüklükte kolunun altında su testisi olan yarı çıplak kadın heykeline hayranlıkla baktım… Sanat eseriydi, kadın kayanın üzerine oturmuş bir şekilde uzun örgülü saçı omzunun bir yanından sarkarak önünde ki havuzun içine kadar giriyordu. Arkasında ayakta dikilen adamla birbirlerine bakıyorlardı bakışları sanki canlı gibiydi… Kadının iki yanında duran küçük meleklerin biri kadına, biri de adama bakıyordu… Mermer yer yer sararmış, önlerinde olan havuzun içi yosun tutmuş içi çer çöple dolmuştu. Suyun geldiği testi kararmıştı… İyi bir heykeltıraş yeniden bu heykele can verebilirdi.
Evin arka kısmına geçtik, birkaç ağaç yıkılmış yerde öylece çürümeye başlamışlardı… Kendi haline bırakılan güzelim bahçe bakımsız kalmaya devam ederse diğer ağaçların akıbetinin yerde yatanlar gibi olacağı belliydi. Arka bahçedeki birbirinden ayrılmış bölümleri görünce ayrı bir sevindim, hala yaşamaya çalışan bitkiler, büyüyüp toplanmadıkları için toprağa düşmüş çürümüş olan sebzelerle küçük bir bostan gibiydi. Attığım her adımda çevrenin değişik açılardan fotoğraflarını çekiyordum.
Bahçe gezmemiz bitmiş, sıra evin ne durumda olduğuna bakmaya gelmişti. Senelerin ihmalkârlığı evin dış görünüşünden bile belli oluyordu… Bir zamanlar güzel mimarisi olduğu belli olan, şimdi harabe haline gelmiş olan eve içim acıyarak baktım.
Nur da üzüntüyle evin perişan görünüşüne bakıyordu “Ne yazık değilmi? Büyük taş evlerde, birbirimizi bile tanımadığımız kişilerle dolu olan katlı binalarda oturmanın lüks çekimine kapılıp dört bir yanı binalarla olan yapıların içine girip onlara yuva diyoruz… Esas yuva olacak ev bu”
Evin duvarına elimi sürdüm, zaten çürümüş olan tahta parçası benim dokunmamla iyice parçalandı.
“Biz şanslı olanlardanız, sizin oturduğunuz ev bahçe içinde, Özgür eniştemlerin ki de bahçeli. Site yeşillikler için de sayılır ama asla burası gibi olamaz… Yılların şekil verdiği doğal güzelliğe hiçbir yer benzemez.” Evin kapısını açtım, yavaşça ittim elimde kalmasından korkuyordum…
Nur’un “Kerem girmeyelim istersen” Sözü bitmeden açılan kapıdan birkaç karga dışarı uçtu, yüzümü korumasaydım bana çarpmalarına ramak kalmıştı… İçeri adım attım, kırılmış camlar yüzünden etraf çok kötü görünümdeydi, yağmur suları duvarlardan sızmış kabaran sıvalar parçalar halinde yere dökülmüştü. İçeri giren yapraklar, tozlar, minik ağaç dalları… Nur’dan gelen küçük bir çığlıkla birbiri peşi sıra nereye kaçacaklarını bilemeyen böcekler ve birkaç fare. Evin içine çok fazla girmeme gerek yoktu. Ne baretimiz ne de koruyucu giysilerimiz vardı. Bir çökme halinde yaralanmamız işten bile değildi. Girişi tamamen kaplayan ortasın da yıldız resimli göbeği olan mermer zemin de çatlamaların olduğunu gördüğüm de üzüldüm… Yukarı kata çıkan çift yönlü merdivenler yarı çökmüş gözüküyorlardı… Evin sahiplerine durumu anlatınca ne yapacaklarına karar verdikleri zaman daha teçhizatlı gelmek gerekiyordu… Nur “Güzelim eve yazık olmuş” Diyerek üzüntüsünü dile getirdi, katılmamak mümkün değildi.
“Gerçekten çok yazık olmuş” Evin kapısını üzüntüyle kapattım…
“Kerem senin düşüncen ne”
“Bana kalsa bu evi restore yaparım”
“Ya sahipleri istemezse ne düşünüyorsun”
“Bu ağaçlar kesilmez, bu bahçe yok edilemez… Ya ev yıkılır yerine benzeri inşa edilir, ya da ağaçlara ve bu güzelliklere zarar verilmeden birbirinden bağımsız üç dört ev yapılabilir.”
“Apartman düşünüyorlarsa üç dört evi kabullenmezler”
“Doğa ana da bunca ağacın kesilmesini kabullenmez… Ağaç dikmek sevaptır, kuşların bazı hayvanların, insanların fayda gördüğü ağacı kesmek en büyük günahlardan biridir”
İşimiz şimdilik bitmişti, bazı ön fikirlerimi not ederek bahçeden dışarı çıktık, yardımcım bahçe kapısını kilitlerken karşı binanın önüne park eden arabaya koşan apartmanın sorgu amiri kapıcısını gördüm. Neredeyse iki büklüm hale gelmiş arabanın kapısını açıyordu. Yolcu koltuğundan inen kızı tanımıştım Betül… Birden kalbim nedensiz yere çarptı merakla şoför koltuğundan kimin ineceğini görmeye çalıştım…
“Kerem bey kapıyı kapatamıyorum” Diyen yardımcıma dönüp, tekrar başımı geri çevirdiğim de iki kız sırtlarını dönmüş bir şekilde apartmana doğru yürüyorlardı. Betül’ün yanında ki büyük ihtimalle Hasret olmalıydı… Arkasından gördüğüm kadarıyla dedikleri kadar vardı. Uzun boy, incecik bele eşlik eden biçimli kalçalar giydiği daracık kotun meydana çıkardığı uzun bacaklar. İçim yangın yerine dönmüştü. Başında geniş kenarlı şapka olduğundan, saçlarının uzun mu kısamı ne renk olduğunu görememiştim… Apartman kapısı kapanmış ben hala bakıyordum, ailesinin her erkeğe pas verir sözümüydü beni bu kadar etkileyip içime sıcaklığı salan. Basit ilişkilerin adamı hiç olmamıştım, daha yüzünü bile görmediğim kadının kötü karakterini bilip, sadece arka görüntüsüne bakarak etkilenmem hiç normal değildi…
“Kerem ne daldın öyle, hadi gidelim çocuklarımı okuldan alma vakti yaklaştı”
HASRET
Evden içeri girer girmez başımda ki şapkayı çıkarttım, Betül’ün başına taktım…
“Şaşkın kız al sen tak, kendimi bir an Türkan Şoray’ın eski filmlerinde ki haline benzettim ne kocaman şapkaymış bu”
“Ya ben bu şapkayı nasıl takayım yer mantarına benzerim”
“Sende almasıydın”
“Şehriban Hanım eskiden konsolos eşiymiş, evi antika dolu. Düşes sağlıkla on yavru doğurunca bilmem kaç yılında Paris’ten aldığı şapkayı hediye olarak verdi… İstemem desem de çok ısrar etti, kimleri görmedi ki bu şapka deyip dünya kadar hikâye anlattı. Krallar, prensler görmüş olan şapkaya saygı göster Hasret Hanım… Hatta önünde reverans yap”
Yarı belime kadar eğildim “Selamlarım sizi saygıdeğer şapka”
Betül saçımdan yakaladı “Saygısız bu ne biçim reverans yapmak, bizim sütçünün eşeği bile çok daha güzel selamlar”
Örgümü bileğine dolamıştı “Bu saçlarımı kestirmezsem ne olayım” Sakın kestirme çok güzel saçların var. Birden beyimin içinden yankılanan erkek sesi kulaklarımın içinde çınladı… Ah artık sinir olmaya başlamıştım, kimdi bu niye hatırlıyordum “Sana inat olsun diye de kestireceğim” Diye bağırınca Betül şaşkınlıkla yüzüme bakakaldı… “Kız sen kafayı iyice üşütmeye başladın, kime söyleniyorsun?”
“Beynimin içinde ki sese, iki de bir rüyalarıma girip dangalaklık eden adama söyleniyorum, neymiş efendim beni bulacakmış, bulacakmış da hep sevecekmiş”
“Ay sen gece rüyalarımı görüyorsun”
“Ne demek şimdi bu”
“Hani öyle rüyalar erotik insanı deli eden uçuran rüyalardan”
“Pes Betül, senin beynin kafatasından kesin bacak arana indi, hadi saçmalamayı bırak iki lokma bir şeyler yiyelim”
Elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim, ekmek almayı unutmuştuk… Makarna yesek olurmuydu acaba diye düşünürken erzak dolabına baktım kalmamıştı. Yağda yumurta kırsak yine ekmek gerekiyordu…
“Betül ben markete gidiyorum evde hiçbir şey kalmamış”
“Yusuf efendiye haber etseydin” Betül neredeyse çırılçıplak odasının kapısından çıktı… “Betül camlar açık sen iyice şaşırttın kendini, gir odana”
“Kim görecek beni, karşımızda bina yok”
“Uzakta olsa yüksek binalar var, ne sapıklar var eline dürbün alıp sağı solu seyrediyorlar”
“Hadi ya… Seyreden yakışıklı olsa bari”
“Yakışıklı olsa izin var, çirkin olana yok öyle mi? Sana sapıklardan bahsediyorum kızım gir odana, ben ekmek alıp geliyorum”
“Yusuf efendiye seslenseydin”
“Bizim kapıcımızın bir âlem olduğunu bilmiyormuş gibi konuşma, tam yemek saati adam surat asar, hiç çekemem”
Daha hava kararmamıştı, evimize çok da uzak olmayan mini markete gidip alışverişimi yaptım… Yine kendimi kaybetmiş ekmek, meyve, sebze derken dört poşeti bulmuştum… Ay bizim ekâbir apartman görevlimiz kapının girişinde ki merdivenlere oturmuş, eline karısının yelpazesini almış yelleniyordu. Beni görünce hemen koşarak yanıma gelip poşetleri elimden aldı. “Hasret hanım niye haber etmediniz, ben yapardım alışverişinizi. Gerçi hanım börek yapmış masadan kalkmam çok zor olsa da…”
“Yemek yediğini bildiğimden ses etmedim” Huyunu biliyordum, düşündüğüm gibi çıkmıştı “Hasret Hanım bu gün ne olduğunu bilin”
“Yusuf Efendi ben nereden bileyim, sabah çıkıp akşam geliyorum”
“Beş numaranın oğlan kız kaçırmış, kimi kaçırmış tahmin edin”
“Of Yusuf Efendi bana ne kim kimi kaçırmış”
“Aman Betül Hanım olsa dinlerdi, ben size söyleyeyim Betül hanıma iletirsiniz... On sekiz numaranın kızını… On numaraya kaçırmış, on numara bunları kapının önüne koyunca, yirmi numaraya kaçırmış…”
“Dur dur kafam karıştı beş numara oğlanın evi, on sekiz numara kızın evi… On numara kim, yirmi numara kim”
“On numara oğlanın amcası, yirmi numara da oğlanın babaannesi”
“Şimdi neredeler”
“Çıkıp gitti garipler, son duyumlarıma göre iki bina ötedeki oğlanın anneannesin yedi numaralı dairesinde kalıyorlarmış”
“Oh şükür kalacak yer bulmuşlar, bir bize kaçmadıkları kalmış”
“Ha bir de”
“Yeter başka bir kaçma, kaçırılma vakası daha dinleyemem”
“Öyle değil, karşıda ki eve bu gün birkaç adam geldi içeri girip uzunca süre dolaştılar. Evi yıkıp yerine apartman yapacaklar herhalde, güzelim ağaçları keserler bunlar”
İşte buna çok üzülmüştüm, rüya bahçem rant için yok olacaktı… Kolay değildi ağaç kesmek, şikâyet etmeliydim… Asla kestirmeyecektim.
“Sağ ol Yusuf Efendi haber verdiğin iyi oldu, şimdiden önlemini almak gerek… Millet ağaç katili oldu, önüne gelen ağaçları kesip, bina avm yapıyor buna bir dur demenin vakti geldi de geçiyor… Akciğerlerimizi öldürdüklerinden haberleri yok bunların”
“Vah vah akciğerleriniz mi hasta”
“Yusuf Efendi ağaçlar için söyledim, hadi sana iyi akşamlar”
Eve çıktığımda poşetleri mutfağa bırakıp hemen pencerenin önüne gittim, karanlık çökmeden bahçeme bir kez daha bakmak istiyordum… Ne kadar güzel görünüyordu, asla bu güzel bahçenin yok edilmesine izin vermeyecektim.
“Ne oldu Hasret yine camın önüne dikilmişsin”
“Bu gün bahçeye adamlar girmiş”
“Belki sahipleridir, yıllardır boş duruyordu”
“Belki sahipleri, belki alıcılar… Şimdilik hiçbir şey bildiğim yok, eğer ağaçları kesip büyük bina yapmaya başlarlarsa… Dişimle tırnağımla mücadele edip bu güzelliğin yok edilmesine izin vermeyeceğim.”
“Elimizden ne gelir, adamlar bina yapacağız derlerse savaşamayız.”
“Elimden ne geliyorsa yapacağım, dışarı bir bak bu bahçeden başka doğru dürüst yeşil alan yok”
“Haklısın, insanların gözünü para hırsı bürüdü… Her yer taş yığını, bu gidişle doğa intikam almaya başlayacak”
“Ayvalık’ta olan oksijen burada yok, nedeni ağaçların sadece bizleri değil, gelecek nesilleri düşünmeden kesmeleri”
Pencerenin önünden zor ayrıldım, yemek hazırlama vaktiydi. Tavuğu kızartıp yanına bol salata yapıp televizyonun önünde ki sehpayı yükselttim masa haline getirdim, fazla büyük olmayan evimiz için çok beğenerek almıştık… Kapanınca sehpa açılınca masa oluyordu bir taşla iki kuş vurmak deyimi tam bu masaya göreydi.
Yemeğe başlamadan televizyonu açınca her gece yaptığımız eylemi tamamlamıştık. Birkaç kanal gezerek haberlerde karar kıldım. Televizyon seyrederken yemek yemek çok zararlı deseler de vaktimiz olmadığından günlük olaylardan anca böyle haberimiz oluyordu.
/Aşk cinayeti… Aşkına karşılık vermeyen genç kızı tek kurşunla öldürdü, kendini öldürmeye çalışırken yakalandı. Onu çok seviyordum dedi… Kızgın kocanın cinneti, yine bir kadın öldürüldü, boşandığı karısını başka erkekle evlenmek istediği için öldürdü namusumu temizledim dedi…
Betül elinde ki çatalı öfkeyle masaya çarptı “Yuh yuh haber değil ölüm ilanlarını izliyoruz, kesilen ağaçların yok olması gibi yakında kadın milletinin de sonu gelecek”
/Sarhoş sürücü nasıl vurduğumu bilemedim dedi, iki ölü üç yaralı…
“Zıkkım iç pislik, nasıl vurduğunu bilememiş tabi bilemezsin, kapat şu televizyonu içim karardı vallahi”
Yemeğim boğazıma dizilmişti, hata bizdeydi tam yemek yerken haber izlersek olacağı buydu. Tabağımı elime alarak mutfağa götürüp tezgâhın üzerine bıraktım. O gece ah o gece keşke babamı çağırmasaydım. Uzunca süredir eşiyle birlikte Ayvalık da yaşamaya başlamıştı, burada olan evde üvey kız kardeşim oturuyor kendi evi gibi sahipleniyordu. Babamın ailesinden uzak duruyordum, kendi evimin üzerinde bile hak iddia etmiyordum… Babamın huzurunun kaçması asla istemeyeceğim kadar önemliydi. Yakınım olarak bir babam vardı, Arkadaşıyla görüşmek için Bursa’ya geleceğini duyduğumda çocuklar gibi sevinmiştim. Çok yakınıma gelmişti, işi bittikten sonra İstanbul’a gelmesi için ısrar ettiğime şimdi çok pişmandım. İki aydır babamı görmemiş çok özlemiştim, geleceğini söylediğinde en güzel lokantadan yer ayırtıp doğum günü için pasta siparişi yapmıştım. Baba kız buluştuğumuz nadir gecelerin en güzelini yaşamıştık. Doğum günü pastası geldiğinde gözlerinde ki sevinç ifadesi hala gözlerimin önündeydi. “Bir tek sen hatırladın yavrum, anneni çok sevdim seni de çok seviyorum. Beni hiç üzmedin ama ben seni çok üzdüm, hata yaptım affet yaşlı babanı olur mu?” Sandalyemden kalkıp boynuna sarılmıştım, kollarımı kendi bedenime doladım sanki babam sarılmış gibiydi. Lokanta çıkışı arabaya binmeden bir kez daha sarılmıştı “Nedense bu gece sana doyamadım kızım, hatamı telafi edeceğim o kadını boşayıp, başımızdan atacağım hepsini. Senelerdir boşanmaya çalıştım her seferinde kendimi öldürürüm diye beni tehdit etti. Geçen gün elinde ki tüm malları üzerime devret boşanayım dedi. Gerçekten çok üzgünüm kızım yaptığım hatanın acısını sen çektin. Seni çok seviyorum” İkimizin de gözlerinden yaşlar akıyordu. Bana sıkıca sarılmış defalarca yüzümü öpmüştü, öyle bir bakışı vardı ki sanki bir daha hiç göremeyecekmiş gibi…
Arabasına bindiğimizde çalıştırmadan bana doğru dönmüştü “Kızım bu gün bir yaş daha aldım gittikçe yaşlanıyorum, ne zaman ne olacağım belli değil. Annenden kalan mal varlığını senin üzerine geçirdiğimi biliyorsun. Eğer ola ki bana bir şey oldu sakın sana baskı yapmalarına izin verme, hakkın olanı koru”
“Of baba bu gün doğum günün üzücü konuşmalara gerek yok” Demiş yanağından kocaman öpmüştüm. Yola çıktığımızda, bana annemi ne çok özlediğini anlatıyordu… Aklımda kalan son sesi ikinizi de çok sevdim oldu… Üzerimize gelen kütleyi bile tam göremedim o an babamın güzel yüzüne bakıyordum…
Betül elinde tabağıyla mutfağa girdiğinde bacaklarım beni taşımıyordu, yere oturup sırtımı dolaba yaslayıp bacaklarımı kendime doğru çektim. “Canım ne oldu sana, niye ağlıyorsun”
“Babamı özledim”
Arkadaşım yanıma oturup sıkıca sarıldı, sessiz gözyaşlarım hıçkırıklara dönüştü. Gözlerimde yaş kalmayana kadar ağladım. Annemin erken ölümüne ağladım, babamın birden bire ölümüne ağladım. Mutsuz geçen çocukluğuma ağladım… Nefesim kesilip, gırtlağımda düğümler oluşana kadar ağladım.
Betül gözyaşlarım dinene kadar bana sıkıca sarıldı… “Hadi gel elini yüzünü yıkayalım, sonrada yatırayım seni… Harap ettin kendini”
Sesimi çıkarmadan dediğini yaptım, zaten çıkacak sesim kalmamıştı. Banyoya götürerek elimi yüzümü yıkadı. Diş fırçasına macunu sıkıp “Aç ağzını bakayım” Dediğinde gülmeye başladım, can arkadaşımdı can…
“Hah işte böyle, fırçala dişlerini sonra doğru yatağa”
Elleriyle yatırıp üzerimi örttü, yanağıma öpücük kondurdu… “Betül yanımda yatarmısın?” Sözümü ikiletmedi hemen yanıma girip sarıldı. Şu an birinin şefkatli sarılmasına çok ihtiyaç duyuyordum. Gözlerimi huzurla kapadım…
KEREM
“Baba sahipleriyle kesin konuşmalıyız, mükemmel bir arazi görsen sende bayılırsın. Ne düşündüklerini sana söylediler mi?”
Yatağımda uzanmış babamla arazinin durumunun müzakeresini yapıyorduk. “Söylemediler, çok uzun süredir yurt dışına yerleşmiş durumdalar. Büyük ihtimalle satarlar gibime geliyor”
“Ah baba keşke biz alabilseydik”
“Astronomik rakamlar isterler, imkânsız”
“Biliyorum, yeri çok güzel arazi çok büyük… Olur olmaz kişilere satarlarsa onca ağaç heba olacak. Bir şekilde miraslarının vazgeçilmeyecek kadar güzel olduğuna ikna edilmeliler”
Telefonu kapadığımda aklımda bahçenin güzelliğinin yanı sıra Hasret de vardı “Çık beynimin içinden, senin gibi kadınları sevmiyorum” Hırsla yastığımı düzelttim, yüzü nasıldı acaba?
****
Sabah gözlerimi kapımın çalınmasıyla açtım, yarı uyur yarı uyanık kapıya doğru yürüdüm kesin annem gelmiş olmalıydı.
“Ne haber kanka”
Kapının önünde yanında bavulla duran can kardeşimdi “Vay Polat’ım hoş geldin” Sarılıp birbirimizin sırtını birkaç kez sıvazladıktan sonra bile özlemimiz dinmemişti. “Gel içeri, nerelerdeydin sen?”
“Gizli görev, bu arada yamulmuşsun diye duydum”
“Hem de ne yamulma, dur üzerimi değişeyim dışarıda kahvaltı yapalım”
Kendini koltuğun üzerine resmen attı “Dışarıda yemekten gına geldi, Firuze teyzem buzluğunu börekleriyle doldurmuştur.”
“Doldurmaz mı? Şimdi mikrodalgaya atarım çayın altını yakayım”
Mutfağa doğru yürüdüm, peşimden geldi “Duyduğumda çok üzüldüm zor kurtulmuşsun”
“Kaza işte, ne zaman öleceğimiz belli değil. Ya sen bir gittin üç ay oldu haberde vermedin” Polat’la üniversite yıllarından beri arkadaştık. Bölümlerimiz ayrı olsa da arkadaşlığımız bunca senedir devam etmişti. Okulu bitirir bitirmez babasının mesleği olan Milli istihbarat teşkilatına girmişti. Uzunca süreler ortalardan yok olur sonra birden kapımda beliriverirdi. Yarı zamanlı ev arkadaşım diyebilirdim.
“Gittiğim yerde telefonun izi sürülür diye yasaklıydık”
Börek paketini elimden alıp tabağa koyarak mikrodalgaya koydu… Ben dolapta ne varsa çıkarmaya çalışınca engelledi “Börekler yeterli Kerem”
Yorgun görünüyordu ayni yaşta olmamıza rağmen saçları beyazlamaya başlamıştı. “Mesleğin seni yıpratıyor, bırak artık ne evin ne yurdun ne kız arkadaşın var”
“Haklısın serseri mayın gibi dolaşıp duruyorum, nerede patlayacağım belli olmuyor. Senelerdir bu işin içindeyim. Girmesi de zor, çıkması da zor”
Polat’ı ilk kez bu kadar yorgun, mutsuz görüyordum. Börekler ısınmıştı masadaki tabakların içine pay etti. Çayı bardaklara koyarak masaya oturdum…
“Polat dediğimi dinle gel birlikte çalışalım”
Gülmeye başladı “Benim senin mesleğinle ne işim olabilir?”
“Niye gayet güzel konuşuyorsun, insanları ikna kabiliyetine sahipsin görünüşün düzgün… Daha ne olsun… Ben binaları yaparım sen pazarlamasını yaparsın”
Konuşurken böreklerimiz bitmişti, çayları tazeledim… Polat ikinci bardağını yarım bırakarak uzanacağını söyledi.
“Ben ofise gidiyorum halletmem gereken işler var, yedek anahtarlar bıraktığın yerde duruyor. Hiç olmazsa bu sefer habersiz gitme, yaptığım teklifi de düşün”
Polat’ın başka bir derdi vardı, ilk kez bu kadar suskun görüyordum.
****
Ofise gitmeden babama uğramak istedim, bir an evvel yurt dışıyla konuşmalı evin akıbetini öğrenmeliydim…
Anahtarımla kapıyı açıp içeri girdim, annemle babam karşılıklı kanepelere oturmuş sabah kahvesi keyfi yapıyorlardı. Bir an onları seyrettim ailesi yaşamayanlar için içim cız etti… Böylesi güzel görüntü her kese nasip olmazdı. Allahın onlara uzun ömür vermesini diledim “Ben geldim”
Annemin yüzünde güller açıverdi “Hoş geldin oğlum, karnın açmı kahvaltı yaptın mı yapmadıysan hemen hazırlayayım. Toksan kahve yapayım”
“Ah Firuzem nefes al nefes”
Yanlarına gidip ikisinin de yanaklarından öptüm “Tokum annem, Polat geldi birlikte senin yapıp buzluğa koyduğun börekleri yedik”
“Neredeymiş o hayırsız yine”
“Gizli görev dedi söylemedi, şimdi uyuyor… Bir kahveni içerim” Annem içeri geçtiğinde boşalan koltuğuna oturdum… “Baba, arazi sahiplerine telefon açıp bir konuşsak”
“Şu kahveni iç konuşalım, istedikleri düşündükleri neymiş öğrenelim”
Babamların evinden ayrıldığımda… Sevincimden ne yapacağımı bilemez haldeydim. Çektiğim tüm fotoğrafları internet yoluyla gönderdikten yarım saat sonra. Mirasçılar evin onarılmasını eğer onarılması yapılamayacak durumdaysa aynisinin inşa edilmesini istemişlerdi… Girinpis üyesi olduklarını özellikle belirtmişler… Evin ve arazinin tüm sorumluluğunu bana vermişlerdi
Hala doğaya, çevreye duyarlı olan kişilerin var olduğunu görmenin mutluluğu içindeydim… Hemen ofisime giderek ustabaşımı aradım. “ Galip usta telefonuna adresini göndereceğim yere gidip evi ve içini çok iyi incelemeni istiyorum. Yanına en iyi adamlarını al… Evi kurtarabilirsek yenileyeceğiz, kurtaramayacak kadar temeli çürümüşse yıkıp aynisini tekrar yapacağız. Ev çok harap durumdaydı gerekli önlemleri almadan sakın içine girmeyin sizden haber bekliyorum duruma göre mimarımızla gelip yeni çizimleri yapacağız. Anahtarları uğrar ofisten alırsınız”
Bu işi halletmiştim sıra peyzaj mimarlarındaydı… “Fazıl ben Kerem müsaitmisin? Üç saat sonra vereceğim adrese en iyi bahçıvanlarını alarak gelmeni istiyorum… Yarın mı? Eh yapacak bir şey yok o zaman yarın buluşuruz”
Nur’u arayarak durumu anlatıp işi aldığımızı söylediğimde en az benim kadar sevindi. “Bu gün ustalar evin durumuna bakacaklar, bende birazdan gideceğim. Verdikleri rapora göre sana geri dönüş yaparım”
Eve gittiğim de ustalar gelmişler hole kadar girmişlerdi… Başıma baret takarak aralarına katıldım, bastığımız her yer ya çatlıyor ya kırılıyordu.
Binanın kolonlarından birine bakmak istedim, elimde ki çekiçle vurmamla toprak gibi bir parçası dağılıverdi.
“Kerem bey bu binadan hayır yok, tavanın yarısı çökmüş yılların yağmuru karı evi çürütmüş. Kurtaramayız, yıkıp yenisini yapmak çok daha ucuza mal olur”
“Haklısın, Mimarımızı çağırıp evi inceleyip tekrar çizim yapmasını istememiz gerek”
“Belediyeden bulamazmıyız acaba? Araştırma yapmak gerek, tarihi eser gibi durmasa da en az yüz elli yıllık vardır”
“Ben gidip araştırayım, sonra başımıza iş açılmasın. Sizde buraya gelmişken neler gerekiyor iyice bakın”
Evin bahçesinden çıktığımızda gözüm ister istemez karşı binaya kaydı. Çalışıyormuydu? Evdemiydi? Ya da bir adamın koynundamıydı? Sorular birbiri peşi sıra beynimin içinde dolaşıyor her buraya geldiğimde kadına karşı merakım artıyordu.
Arabama binerek hareket ettim, sıkı bir araştırma beni bekliyordu… Belediyede tanıdıklarım olması işlerimi oldukça kolaylaştırdı. Tahmin ettiğimiz gibi metruk durumda ki ev tarihi eser değeri taşımıyordu. Çok eski olduğundan adres kaydı ve metre karesinin belli olması dışında, mimari planı yoktu… Nur’a oldukça fazla iş düşecekti.
Telefonum çalmaya başladığında arabamdan inmeye çalışıyordum “ Ne oldu Galip usta”
“Kerem Bey, kadının biri çıldırmış gibi bize bağırıyor sizi şikâyet edeceğim, bir çivi bile çaktırmam, mahkemelerde sürüneceksiniz deyip duruyor”
“Her zaman işgüzarın biri çıkar, zarar vermeyeceğimizi söylemedin mi?”
“Söyledim, ben sizleri bilmezmiyim yakıp yıkarsınız dedi, hah nihayet başka bir kadın yanına gelip kolundan tuttu resmen sürüklüyor… Kadına bak sen hala bizi tehdit ediyor”
“Boş ver aldırma, kısa sürede ne yaptığımızı görüp rahata ererler. Kapıyı kilitle, anahtar sende kalsın yarın bahçıvanlar gelip inceleme yapacaklar”