Üzerimde battaniye vardı. Muazzez teyzem yine dayanamayıp üstümü örtmüştü, ter içinde kalmıştım. Odadan çıktığım, mis gibi çay kokusu etrafa yayılmıştı “Gürültümü ettim çabuk uyandın”
“Yok teyzem üzerimde ki battaniyeden olmalı ter içinde kalmışım”
“Çok az uyudun az daha dinlenseydin”
“Ne az uyuması rüya bile gördüm”
“Hayırlara olsun ne rüyası”
Birden utanmıştım, yaşlı başlı kadına rüyamda erkek gördüğümü nasıl söyleyecektim “Hiç işte öylesine bir rüya” Diyerek geçiştirdim.
Tezgâhın üzerinde hazır şekilde bekleyen bardağımı aldım. Kuzinenin üzerinde fokurdayan çaydanlıktan çayımı koydum. Camın önünde ki sedire Muazzez teyzemin karşısına oturdum. Tepsinin üzerinde ki tabağı bana doğru iteledi “Çayı boş içme dün yapmıştım üzümlü kurabiye sen seversin”
Çok güzel görünüyorlardı birini elime alıp ısırdım, ağzımın içinde dağılıverdi. “Sevmezmiyim, biraz daha burada kalırsam kilo alacağım”
“Kazadan bu yana iyice zayıfladın, birkaç kilonun zararı olmaz”
Dirseğimi pencerenin kenarında ki çıkıntıya dayadım, yağmur hala çiseliyordu… “Burayı çok seviyorum, mis gibi toprak kokusuna bayılıyorum”
“Rahmetli annen de çok severdi… Müberra Hanıma, Annene o kadar çok benziyorsun ki”
Muazzez teyze, başında ki yemeninin ucuyla gözlerini sildi. Annemi hatırlamıyordum, resimlerinden gördüğüm kadarıyla tanıyordum. “Nasıl biriydi? Beni severmiydi?”
“Ah yavrum sen onun yavrusuydun üzerine titrerdi. Hamile olduğunu öğrendiği ilk andan beri seni çok sevdi. Temiz hava, doğal yiyecekler olsun diye şehirden buraya geldi… Müberra benim sütkardeşimdi söylemişmiydim?”
“Bilmiyordum” Ayağa kalkıp çayları tazeledim, bir yudum aldı gözlerimin içine baktı. “Annenle aynı zamanlar da doğmuşuz. Büyükhanımın sütü erken kesilince annem, annene sütanneliği yapmış. Ayni göğüsten süt emmişiz. Birbirimizi çok severdik, hamile olduğunu duyduğum da çok sevinmiştim. Ben ilk çocuğumu doğurmuş ikinciye hamileydim. Bana bakıp hep iç geçirir dua et benim de bebeğim olsun derdi. Sana çok isteyerek hamile kaldı, gelişmiyordun bu yüzden İstanbul’dan ayrılıp çiftliğe geldi. Sağlıklı hamilelik geçirip senin gelişmen için ne mümkünse yaptı, bir ara kanaması olduğun da iki ay kıpırdamadan yatakta yattı. Beli ağrır ben ovarken sesini çıkarmaz çocuğum her türlü zorluğa değer derdi. Mahir bey hafta sonları mutlaka gelirdi, Müberra ile iki gün geçirir sonra yine işlerinin başına giderdi.”
“Annemle babam birbirlerini severlermiydi?”
“Severlerdi, Büyük Hanım babanı hiç istememişti”
“Neden?”
“Neden olacak, para. Annen oldukça varlıklı aile kızıyken baban parasız pulsuz hayvan doktorluğu yapıyordu”
“Veteriner”
“Aman işte o dediğinden, sende babana çektin hayvan doktoru oldun. Neyse baban hayvanlara bakmaya geldiğin de tanışmışlardı… Bir sürü olaylardan sonra evlendiler, benim şahit olduğum kadarıyla da mutlulardı. Nihayet sen doğdun Müberra’nın mutluluğuna diyecek yoktu, iki yaşında var yoktun annen ani baş ağrısıyla bayılıp götürüldüğü hastaneden bir daha geri dönmedi. Beyin kanamasından vefat ettiğini öğrendiğim de kahrımdan ölecek gibi olmuştum. Ama benim üzülmeye vaktim yoktu. İki kendi çocuğuma bir de sana bakmam gerekiyordu. Öylede oldu o suratsız kadın çocuklarıyla gelene kadar çok mutlu çocuktun. Keşke Mahir Bey o kadınla evlenmeseydi”
“Babam evlendiği için hiç üzülmedim, annemi hatırlamıyordum ve babam çok yalnız çok mutsuz görünüyordu. Daha çok gençti annemin ölümünün üzerinden sekiz yıl geçmişti. Şimdi çok daha iyi düşünüyorum erkek olarak ihtiyaçları vardı, hayat arkadaşı olmasını istemesi o zaman da ters gelmemişti şimdi de ters gelmiyor. Tülin Hanım babamı mutlu ediyordu sadece beni istemiyordu”
“Hah babanı mutlu ediyormuş, kocasının cenazesini buraya getirdiğin de bile o koca gözlüklerinin arkasında bir ton makyajı vardı. Elinde ipek bir mendil ikide bir yalandan burnuna götürüyor ağlar gibi yapıyordu. Baban sen gittikten sonra yanıma gelip benden kahve istemişti, yapıp eline vermiştim çok üzgün görünüyordu. Çocuklu kadın, ana sevgisi olur. Evladıma annelik eder diye evlendim çok pişman oldum Muazzez demişti… Tabi iş işten çoktan geçmişti. Annenin senin hakkın olan mirasını babanın da hakkından vaz geçerek tek senin üzerine geçirmesine nasıl sevindiğimi bilemezsin. Bir lira bile hak etmiyor vicdansız kadın”
“Babamdan kalanlarla yetinecekler, ben hak istemiyorum. Şimdiye kadar yediklerine saysınlar”
Hiç istemesem de ana eve gitme vaktiydi, duş yapmak istiyordum. Vedalaşarak ayrıldım, yine çitlerin üzerinden atladım. Ana kapıya kadar yürümek zor geliyordu. Eskiden çiftliğin toprakları arasında olan bu bölümü dedem Muazzez teyzeye yaşamı boyunca oturması için vermiş, kendi topraklarında yetişen ekinleri ekerler biçerler satarak geçimlerini sağlarlardı. Eşi ve çocukları hala hayvancılıkla, toprakla uğraşıyorlar hem kendi topraklarına hem de benim topraklarıma bakıyorlardı. Onlardan daha güvenilir yardımcılar bulamazdım.
Evin içine girdim, kimseler ortalarda gözükmüyordu. Üst kata çıktığımda duyduğum kahkaha sesi Melda’nındı… “Ay şekerim tabi seninle Paris’e gelirim, ha o dediğin kırmızı kıyafeti hatırladım. Ya onun benzerini Şule giymemişmiydi. Bak sana son bombayı patlatayım şaşkınlıktan bayılacaksın, Müge varya Müge hani Katırcıoğullar’ının kızı… Kocası onu boynuzlamış vallahi doğru söylüyorum”
İşi gücü hesapsızca para harcamak, arkadaşlarıyla dedikodu yapmak olan üvey kız kardeşim. Bundan sonra nasıl para harcayacaktı çok merak ediyordum. Ailece sorumluluk almalarının vakti gelmişti.
Ses çıkarmadan odama girdim soyundum, banyo çok iyi gelmişti. Küvette biraz keyif yapmak istesem de vaktim yoktu. İşlerin tümü Betül’ün üzerine kalmıştı. Havluya sarınarak banyodan çıkmamla, çığlık atmam bir oldu…
Serseri Kadir yatağımın üzerine uzanmış sırıtıyordu. Bakışlarının iğrençliğinden midem bulandı, birçok kereler beni seyretmeye çalışırken yakalamış, olur olmaz yerlerime dokunmalarını zorlukla engellemiştim. Çocuk yaşlardayken bile sapıktı…
“Kalk yatağımdan, çık dışarı” Sanki ben bu sözleri dememişim gibi hantal, şişko vücudunu yana çevirip elini uzattı.
“Abine öpücük vermeye ne dersin”
“İğrençsin çık odamdan”
“Paraları bize ver dediğini yapayım, yoksa ömür boyunca başına bela olurum”
“Ne hakkınız var, benim annem benim param. Babamın mal varlığını size bıraktım hak iddia etmeyeceğim.”
“Babandan kalanlar leblebi fıstık parasına bile yetmez, akıllı ol ver kurtul”
Ayağa kalkıp karşıma dikildi, iri yarı olmasının avantajını kullanmaya çalışıyordu. Koca göbeği neredeyse vücuduma değmek üzereyken bir adım geri attım… Pis uzun tırnaklı ellerini uzatarak havlumun kenarında gezdirdi.
“Seni şimdi altıma alır, gebertene kadar s***rim. Beni mecbur bırakma perişan olursun, kurtulmak için paşa paşa devir belgelerini imzalarsın. Ya malın, ya vücudun ya canın… Hangisini verirsen kabulümdür… Bak nasıl uyumlu adamım”
Kendi iğrenç şakasına yine kendi gülmüştü, odamın kapısından çıkarken parmağını tehdit eder gibi salladı…
Betül haklıydı boyumdan büyük işlere kalkışıyordum… Kanun yoluyla, bu asalakları hayatımdan çıkarmak çok daha iyi olacaktı. Hemen üzerimi giyinerek, küçük valizime gerekli eşyalarımı yerleştirdim. Veda etmeye bile gerek yoktu… Kime veda edecektim, ana kapıyı çekerek arabama bindim. Başımı kaldırıp eve doğru baktığım da üçü birden camda dikilmiş arkamdan bakıyorlardı. O anda çakan şimşekle beraber duyduğum gök gürültüsüyle ürperdim korku filminden bir sahne yaşıyor gibiydim. Bu zaman da böylesi bir yağmur görmemiştim.
Muazzez ablaya gideceğimi, olanları anlatıp çiftliği onlara emanet ettiğimi söyleyerek yola çıktım.
****
KEREM
Dün sanki yağmur yağmamış gibi hava açık, hatta sıcaktı. Sabah kalkıp hala devam eden inşaat sahasını dolaştım… Her şey yolun da gidiyordu, sadece iç döşemeleri kalmıştı. Ustabaşı, çalışanlar beni görünce sevindiler. Uzun süredir birlikte çalışıyorduk, ustabaşımız babamın faal olduğu zamandan kalmaydı gözüm kapalı güvenirdim. “Galip usta her zaman ki gibi çok iyi iş çıkartmışsınız. Ellerinize sağlık arkadaşlar”
“Neme lazım uyandığın da bizi kovarsın diyerek işleri aksatmayalım istedik”
“Bilmezmiyim benden çok korkarsınız”
“Korkma değil Kerem Bey, saygı. Tam babanın oğlusun… Hak yemezsin, bir gün paramızı geciktirmezsin. Bunca çalışan var, her birimizin isimlerimizi bildiğin gibi, ailelerimizi de bilir. İhtiyacımız olduğunda yardımını esirgemezsin. Sana çalışmayacağız da kime çalışacağız, gözün arka da kalmasın işler kolaylandı. Yeni yerler bulmak gerek”
Öğle yemeği vakti gelmişti, İşçilerle birlik de seyyar yemek karavanının önünde sıraya geçtim. Önceliği bana vermek için çekiliyorlardı. Engelledim, çalışıp yorulan onlardı yemek hakkı ilk işçilerimindi. Sıcak olduğundan masalar açık havada hazırlanmıştı. Ustabaşım ve birkaç çalışanla ayni masaya oturdum. Çorba, etli türlü, pilav yanına cacık vardı. Çorba istememiş türlüden başlamıştım. Lezzetsiz gelmişti, ses çıkarmadan bitirip afiyet olsun diyerek kalktım yemek şirketini aradım. “Yemekleriniz güzel değildi hele türlü etsiz yapılmış gibiydi. Daha iyi malzemeler kullanın, et tadını almalı çalışanlarım” Etsiz yapıldığı halde çok daha lezzetli türlü yediğimi hatırlıyordum… Nerede yemiştim? Elbet aklıma gelirdi…
Görevlinin ilgileniriz demesiyle, şantiye de işim bitmişti.
Acaba gidip araziye baksamıydım. Çalışanlarıma iş devamlılığı sağlamak zorundaydım. Ekibim çok iyiydi dağılmalarını istemiyordum.
Bir taşla iki kuş vurmuş olurdum, hem Hasret denen kızı da görürdüm. Nasıl biriydi acaba, çok üzgün olduğunu tahmin etmek zor değildi. Annesiyle birlikte bir başlarına kalmış olmalılardı. Kardeşleri varmıydı acaba?
Bir ayın verdiği tembellik beni yormuştu, evime giderek sabaha kadar deliksiz uyudum… Sabah ilk işim enişteme telefon açmak oldu…
“Enişte ben araziyi görmek için yola çıkıyorum, gününü birlik gidip geleceğim, sen varınca kiminle konuşacağımı söyle. Tamam, babamlara haber vereceğim”
“Temel diye biri, emlak bürosu var. Haberi ondan almıştık, telefonunu mesaj olarak atıyorum”
Yol açıktı Balıkesir üzerinden gitmeye karar verdim, arabalı vapurla Yalova’ya geçerek Bursa’ya uğradım Annem kestane şekerini çok severdi. Çok oyalanmadım hava geç kararsa da. Karanlıkta hiçbir yeri görmem mümkün olmazdı.
Kahvaltımı susurluk da yaptım tostları meşhurdu. Balıkesir üzerinden Burhaniye yoluyla Ayvalık’a vardım. İlk işim emlakçıyı aramak oldu. Adam nerede olduğumu sorunca bulunduğum yeri söyledim. Bürosunun önünde buluştuk…
“Hoş geldiniz, buyurun bir çayımızı için” Eliyle gösterdiği sandalyeye oturdum, içeri girilecek gibi değildi, sıcak iyice bastırmıştı.
“Özgür Beye araziyi satmaktan vaz geçtiklerini bildirmiştim”
“Biliyorum haberim var, eniştem çok beğenmiş belki yine fikir değiştirebilirler. Mümkünse araziyi görmek isterim. Bir de tanıdığımı soracaktım, oturduğu yeri tam bilmiyorum siz mutlaka biliyorsunuzdur. Akıncı çiftliği”
“Hah işte satışa çıkartılıp vazgeçilen arazi orası… Tanıdıksanız belki şartlar değişebilir, benim gelmeme gerek yok… Bu yoldan düz gideceksiniz, hiç sapmayın tepelere tırmanacaksınız on, on beş dakika sürer sürmez. Büyük bir çeşme göreceksiniz Rahmetli Müberra Hanım yürüyen kişilerin nefeslenmesi için yaptırtmıştı. Oradan sağa dönün Akıncı çiftliğini göreceksiniz”
“Çay için teşekkürler” Diyerek arabama binip yola çıktım, tepelere tırmandıkça manzara çok güzelleşiyordu… Aralıklı olarak durup çevreyi izledim, onlar vazgeçtilerse de burada düşündüğüm doğa evlerine çok uygun güzel araziler vardı. Zaten çok komik olurdu başınız sağ olsun bana arazinizi satarmısınız?
Çeşmeye gelmiştim, arabamdan inerek biraz da cesaret toplamak için elimi yüzümü dağlardan gelen buz gibi akan suyla birkaç kez yıkadım. Ağaçlar, yeşilin bin bir tonu mis gibi kekik, çam, ardıç, bir sürü bilmediğim çiçek kokuları. Derin bir nefes aldım, büyük şehirlerin araç egzozları, sanayi fabrikalarının bacalarından çıkan dumanlarla kirlenen havasına alışmış olan bünyem, fazla oksijene isyan etmiş olsa gerek başım döner gibi oldu…” Büyük şehir sana inat bir nefes daha alacağım” Diye söylendim…
İçeri girme zamanıydı, tekrar arabama bindim demir kapı zaten açıktı. Biraz ilerleyip park ederek dışarı çıktım, gerçekten eniştemin dediği kadar vardı. Ağaçlarla, yeşilliklerle bezenmiş göz alabildiğine muhteşem deniz manzarası yağlı boya tablo gibiydi… Dayanamayıp telefonumla resim çektim, bu kadar güzelliği beklemiyordum, bilseydim daha profesyonel fotoğraf makinesiyle gelirdim. Buraya doğanın dengesini bozmadan, bir ağaç bile kesmeden kütük evler inşa edebilirdim. Büyük şehirden sıkılanların kaçacakları, mutlu olacakları evler yapabilirdim.
“Burası özel mülk izinsiz giremezsiniz”
Arkamı döndüm, üzerinde düğmeleri yarıya kadar açık beyaz gömlek, altında siyah kumaş pantolon. Oldukça şişman iri yarı bir adam başını yana yatırmış ağzının kenarında ki kibrit veya kürdan çöpünü çiğneyerek duruyordu.
“Ben Hasret Akıncı ile görüşmek istiyordum” Sanki konuşmamışım gibi arabama doğru yürüdü. Elini üzerinde gezdirdi “Afilliymiş araban, senin mi kiralık mı?”
“Beyefendi Hasret Akıncı…”
“Duyduk, neden arıyorsun? Sen kimsin?”
“Kaza da babası ölmüş baş sağlığı dileyecektim”
“Nereden tanıyorsun? Plakan İstanbul, başsağlığı dilemek için onca yolumu geldin?”
Allah’ım bu kıza ulaşmak merkez bankasının kasasına girmek kadar zordu. İyice sıkılmaya başlamıştım.
“Bir baş sağlığı dilemek niye bu kadar zor, arkadaşından burada olduğunu duydum, işim vardı gelmişken uğramak istedim”
“Ha dediğini anladım da, nereden tanıdığını anlamadım”
“Tanımıyorum, tanımadım bu gidişle de tanımayı hiç düşünmüyorum. Ayni kaza da yaralandığınız kişi baş sağlığı diledi dersiniz”
Bu kızın tanıdıklarının hepsi mi özürlü olurdu, neydi bu bulunmaz Hint kumaşı mı?
“İyi söyledin uzak dur, bir kez daha seni Hasret’in arkasın da önün de dolaşırken görmeyeyim”
Pes diyecek söz bulamıyordum… Tanımadığım kız için bu yarmanın karpuz suratını dağıtmaya değermiydi? Değmezdi, okkalı bir yumruk vursam kesin benim de elim acıyacaktı.
Arabama doğru yürüdüm, kapımı açtım “Muhallebi çocuğu, kıstır kuyruğunu bacaklarının arasına kaç”
“Kadir terbiyesizlik etme misafirimize… Kimi aramıştınız?”
Oldukça zayıf orta yaşlarda bir kadın merakla yüzüme bakıyordu “Kimseyi aramadım, gidiyorum”
“Hasret’i aramış beyzade”
Kadın“Niye aramıştınız ben annesiyim” Deyince durmak zorunda kaldım. “Başınız sağ olsun efendim, kaza da yaralananlardan biri de bendim. Eşinizin öldüğünü duyunca baş sağlığı dilemek istedim”
“Ah ne zor günler geçiriyoruz bir bilseniz, buyurun birer çay veya kahve içelim. Buraya kadar gelmişsiniz bir şeyler içmeden asla sizi yollayamam”
Kadın elinde ki mendili gözpınarlarına bastırdı. Of mecburen verandaya doğru yürümek zorunda kaldım. Gösterilen koltuklardan birine oturdum… Adam hala kürdanı geveliyordu kendisine baktığımı görünce yere tükürdü.
Ayağa kalktım “Hanımefendi taziye dileklerimi lütfen kabul edin yola çıkmalıyım geç kalmak istemiyorum”
“Lütfen oturun, soğuk limonata yaptırmıştım. Bir bardak için öyle gidersiniz”
Bir kız yüzünden başıma gelmeyen kalmamıştı, şimdide metazori olarak misafir olmuştum. Elinde limonata sürahisi olan genç bir kız masaya gelip yanımıza oturdu. Elini uzattı “Ben Melda, Hasret’in kız kardeşiyim.”
“Ben de Kerem”
“Başınız sağ olsun” İkram ettikleri limonatayı aceleyle yudumladım “Lütfen müsaadenizi rica ediyorum, bu misafirlik çok uzadı”
Melda “Yolculuk nereye” Diye sordu…
“İstanbul’a dönüyorum”
Kız ilk annesine baktı, “Bende İstanbul’a gitmek üzereydim, arabam bozuldu rica etsem beni de götürürmüsünüz?”
Tanımadığım birisiyle hele bir kadınla yolculuk yapma fikri hiç hoşuma gitmedi. Hele böyle abisi olan biriyle asla yolculuk yapamazdım. Kardeşinin teklifini duyunca oturduğu koltuktan doğrulur gibi olmuş annesinin sert bakışıyla tekrar yerine oturmuştu.
“Hemen gitmiyorum, buraya iş için geldiğimi söylemiştim arazi bakmak için görüşeceğim kişiler var”
“Ne iş yapıyorsunuz?”
“Mühendisim, bana müsaade buluşacağım kişiyi bekletmek istemiyorum”
“Hiç olmazsa merkeze kadar sizinle gelseydim, otobüse binerdim” Eh reddedemezdim… “Ben hemen geliyorum valizimi alayım”
Hoş, oldukça güzel kızdı mavi gözlü, doğal sarışın… Giydiği minicik şort düzgün bacaklarını gözler önüne seriyordu. Uzun bacaklardan her zaman hoşlanmıştım. Kızın arkasından uzun baktığımı fark edince hemen toparlandım. Annesi limonatamı tazelemişti, aklımda ki soruyu sormamam için neden yoktu. “Bu arazi de bir ara satışa çıkmış diye duydum”
“Ah sormayın, ne kötü kızmış anlatamam”
“Nasıl kim kötü kız”
“Hasret benim üvey kızım olur, üvey dediysem asla öz evlatlarımdan ayırmadım. Annesiz diye kendi çocuklarıma göstermediğim şefkati ona gösterdim… Ama olmadı, beni kardeşlerini hiç sevmedi. Hayatımızı zindana çevirdi. Maddi manevi ailemizi mahvetti, kazadan sonra uyandığı ilk anda babasının öldüğünü söyledim, bir damla bile gözyaşı dökmedi. Araziyi satışa çıkarın diye ısrar etti, olmaz senin babanın çok emeği var sen ne hayırsız evlatsın dedim… Bana güldü inanabiliyormusunuz güldü. O anda çok üzgün olduğumdan istediğini emlakçıya bildirdim. Sonra kendime geldim kocamın çok sevgili kocamın hatıraları vardı bu evde. Vazgeçtim sattırmazdım, sevgilisiyle senelerin emeğini yemesine gönlüm razı gelmezdi”
Azman yerinden öfkeyle doğruldu “Sevgilisi mi var”
“Ah oğlum, sana söyleyemedim başın belaya girsin istemedim… Bir tane değil ki, birinden ayrılmadan diğerini buluyor. Ar namus kalmamış kızda, babanız tek çocuğunu doğru yola getirmek için konuşmaya gitti… Ölüsü geldi. Hepimizi bu evden beş kuruşsuz atacakmış… Miras onun hakkıymış, gözünü para bürümüş. Verdiğim emeklere yazıklar olsun”
Aile konularını dinlemekten içime fenalık gelmişti kız gelse de bir an önce gitseydik. Hasret ne acımasız ne ahlaksız kadınmış. Bu huylarını öğrendikten sonra başsağlığı için onu aramama gerek kalmamıştı. Hayatta en nefret ettiğim tipler erkekten erkeğe gezen, gözünü para bürümüş doyumsuz kadınlardı.
“Bence avukata verin, sizinde hakkınız var, kızınız nihayet geldi… İyi günler” Diyerek hemen kalktım, arabama bindim. Kız bavulunu arkaya koyarak yanıma oturdu. Üzerinde hala o minicik şortu vardı, bir an bakmaktan kendimi alamadım. Fark etmişti gülümsedi…
Merkeze kısa sürede geldik “Sizi bekleseydim, birlikte gider yol arkadaşlığı yapardık” Kız resmen çanak açıyordu… Güzel kız olsa da o abiyle benden yana hiç şansı yoktu.
“Hala Hasret’le konuşacakmısınız?”
“Niyetim yok, yeterince başsağlığı diledim”
“İyi çok sevindim”
“Neden?”
“Böyle güzel pahalı olduğu belli olan araba ve yakışıklı bir adam görünce hemen ağına düşürmeye çalışırdı. Gerçi onda namus kavramı yoktur, aşırı kıskançtır ne zaman erkek arkadaşım olsa elimden almak için yapmadığını bırakmadı ne yazık ki başarılı oldu. Ben onun gibi erkekleri deli edecek hareketler yapamıyorum. Terbiyem müsaade etmiyor, Hasret tam bir baştan çıkarıcı zengin yakışıklı erkek avcısı… Sizi de görseydi kesin yatağa atmaya çalışırdı. Ay affedersiniz konuşurken bile utandım, çok ayıp böyle konular”
Bu ailenin hepsi bir âlemdi… Baştan çıkarıcı, erkek avcısı Hasret’i merak eder olmuştum, ne vardı bu kadında erkeklere dayanılmaz geliyordu. Merakım gittikçe artsa da aileye bulaşmaya değmezdi… Onun karakterinde yüzlerce kadın vardı. Uzak durulması gereken tehlikeli kadın tiplerinden birisiydi.
Kızı otobüs terminaline bıraktım tam hareket edecekten cama vurdu “Kusura bakmayın, yanlışlıkla eski cüzdanımı almışım yanımda çok az para var. Kredi kartlarım evde kaldı rica etsem tabi mümkünse biletimi alsanız ben size İstanbul’a gittiğimde ödesem. Annem yarın gelecek tekrar onca yolu geri dönmek istemiyorum” Hemen arabadan dışarı çıktım bu aileden kurtulmaktan başka isteğim yoktu. Cüzdanımı çıkardım, eliyle engelledi “Sizden para istediğim için zaten çok utandım, gişenin etrafı erkek kaynıyor siz alsanız ben araba da beklesem olmaz mı?”
Konuşmaya bile gerek yoktu, bileti hemen alarak arabaya geriye döndüm içindeydi, kapıyı açarak eline tutuşturdum…
“Yarın size ödeyeceğim”
“Gerek yok güle güle” Kız bavulunu çekeleyerek yürümeye başladı. Arada bir dönüyor bana el sallıyordu. Gel desem koşarak geleceğinden emindim, bir çift güzel bacak için başımı belaya sokmaya değmezdi.Hemen arabama binerek hareket ettim, çok acelem yoktu oldukça yorulmuştum dinlenerek gitmeye karar verdim. Uykumun geldiğini hissettiğim anda durup dinlenecektim.
Dinlenmek ne mümkün, bir kez babam, iki kez ablam, beş kez annem aradığın da uykusuzluktan perişan olmuş duyumdaydım. En son eniştem aradı “Enişte benzinciye park ettim, biraz uyumama izin verin. Sağlıklı ve sıhhatteyim uyumazsam kötü olacağım, telefonu sessize alıyorum lütfen bizimkilere bildir”
****
HASRET
Yağmur yağarken kaçarcasına geldiğim İstanbul bu gün günlük güneşlikti. Gece eve vardığımda, Betül sevincinden ne yapacağını bilememişti. Bende arkadaşıma evime kavuştuğuma sevinmiştim, eve geleceğimi haber etmediğimden Betül akrabalarının düğününe gitmek için çıkmış doğru dürüst muhabbet edememiştik.
Salonda ki camın önüne geldim, sırf manzarası için bu binayı seçmiştim. Tam karşımız da ki kocaman arazi. Çoğunluğunu dev çamların oluşturduğu ağaçlarla doluydu. Tam ortada olan ev metruk haldeydi. İşgüzarın biri evi yıkıp ağaçları keserek yerine apartman dikmeye kalkışmazsa manzaram hiç değişmeyecekti.
İstanbul’da ki diğer evimden hiç hoşlanmıyordum… İçinde yaşayan asalaklar çıktığın da satmaya kararlıydım. Sabah kahvemin son yudumunu içerken, geceden kalma arkadaşım bir eli poposunu bir eli kafasını kaşıyarak geldi.
“Kahve istermisin sarhoş”
“İstemezmiyim Hasretim hem duble, hem de şekersiz olsun.”
“Ne vardı bu kadar içecek?”
“Kuzen hadi şerefe, yeğenim şerefe denince bu hali buldum”
“Senin başka derdin var, bu kadar içmezdin?” Kanepenin üstüne yığılmıştı, başını tutuyordu, arkadaşımı iyi tanırdım, bir bira bile içmezken bunca içkiyi içmesi hayra alamet değildi… Kahvesini hazırlayarak eline verdim “Çok acı”
“Kendin şekersiz istedin, biraz iç sonra şeker ilave ederiz”
Ayaklarımı altıma toplayarak yanına oturdum “Anlat dinliyorum”
“Boş ver… Sen niye apar topar geldin, hani daha gelmeyeceğim diyordun”
“Lafı karıştırma ilk ben sordum”
“Serkan nişanlanıyormuş”
“Hah derdin anlaşıldı, kızım adam senelerce ardından koştu yüz vermedin. Şimdi mi kıymetli oldu”
“Ya ne bileyim”
“Ben senin derdini biliyorum peşinden koşması hoşuna gidiyor egonu besliyordu. Kaybettiğini anladığın an gücüne gitti”
“Sende ateşe körükle geliyorsun hain”
“Doğruyu söyleyince öyle olur zaten, kalk banyo yap leş gibi içki kokuyorsun”
“Azarımızı işittik… Kımıldayacak halim yok şimdi sıra sen de”
“Her zaman ki gibi sevgi dolulardı, bir iyi davrandılar sana anlatamam”
“Hasret başla”
“Ne olmasını bekliyorsun, on yaşımdan beri beni tanıyor, bana nasıl davrandıklarını biliyorsun. Daha da kötüleştiler. Annemden kalan tüm mirasımı elimden almaya çalışıyorlar. Çiftliği daha babamı toprağa vermeden satışa çıkardıklarını biliyormusun? O it Kadir beni tehdit etti, eğer mirasımdan vaz geçmezsem çok kötü şeyler yapacağını söyledi” Bir an gözümün önüne üzerimde tek bir havluyla yarı çıplak o herifin karşısında durduğum an geldi, bana dokunmaya çalışması hala tüylerimi ürpertiyordu.
“İşte bunu dedim sana, tek başına bunlarla başa çıkamazsın. Baban kendi hakkına düşen miras payını senin üzerine devretmiş. Annenin tek mirasçısı sensin, kanun yoluyla halletmek en güzeli”
“Çok haklısın Kadir için suç duyurusunda bulunsam mı ne dersin? Ona belli etmesem de korktum”
“Polise ne diyeceksin beni tehdit etti, peki elin de kayıt varmı? Veya konuşmanızı duyan biri”
“Yok”
“Suç duyurusunda bulunamazsın canım, hadi ben banyoya giriyorum. Giyinip işyerimize gidelim, bebeklerimiz acıkmışlardır. Bu arada gelen adam bir afetti haberin olsun”
“Şimdi tek derdim o afeti düşünmek sanki. Erkek milletimi, iğreniyorum hepsinden”
“Kızım bizim dinimiz de rahibe olmak da yok, keşke göreydin adamı bak bu sözleri söyleyebilirmiydin?”
“Git banyonu yap, sanki Serkan için zil zurna içki içip sarhoş olan benim. Her gördüğüne mavi boncuk dağıtıyorsun… Şıp sevdi derler senin gibi ayran gönüllü olanlara”
Betül başını tutarak banyoya doğru yürüdü. Şıp sevdi… Bu sözü birine daha söylemiştim ama kime?
Beni arayan kazazede, kibar biri olmalıydı. Kim kazada diğer yaralananların ne olduklarını merak edip araştırma yapardı ki. Teşekkür için telefon açsamıydım acaba? Odama yürüyüp üzerimi değiştim, Betül’ün dediği gibi hayvanlar açıkmış olmalıydılar.
Çift araba gitmemize gerek yoktu, aslında hiç araba kullanmamıza gerek yoktu. İki saat trafikle cebelleştikten sonra pet shop dükkânımıza gelebilmiştik. Veterinerlik hizmeti dışında… Hayvanlar için ne gerekiyorsa satışını yapıyorduk… Sadece tanıdığımız kişilerin cins kedi ve köpek yavrularının yeni sahiplerini bulmalarına aracılık ediyorduk. Tabi olmazsa olmazımız papağanımız Cafer…
Fıstıklarrrr Cafer aç
“Geldik geveze, şişmanladın iyice seni rejime sokmalı”
Kötü kız Cafer aç, hav aç miyav aç
“Anladık, hepiniz aç”
Hayvanların kafeslerini temizleme işini ben üstlendim… Betül gelir gelmez müşteri telefonuna gitmişti, bebekliğinden beri tanıdığımız düşesin yavrularını doğurmakta zorluk çektiğini, yardıma ihtiyacı olduğunu yolda gelirken telefon açan sahibinden öğrenmiştik.
Üç dört kedi, beş köpek çeşitli hastalıklardan muzdarip olarak gelmişlerdi. Uzunca süredir hayvanlarla uğraşmadığımdan kısa sürede yorulduğumu hissetmiştim. Kapatmaya yakın yaşlıca bir kadın elinde havluya sardığı yeni doğmuş yavru kediyle çıkageldi…
“Ölüyor lütfen bakın”
Ağladım ağlayacağım yüz ifadesiyle nefes nefese karşımda duruyor, yavrudan ayrılmak istemezmiş gibi kalbinin üzerine bastırıyordu…
“Sakin olun, verin bebeğimize bakayım. İsminiz neydi”
“Berrin”
“Berrin Hanım buyurun oturun, ben hemen neyi olduğuna bakacağım”
“Ben oturamam görmem gerek, annesini öldürdüler buz gibi soğukta dört yavru kaldı… Kıyamadım evime aldım. Diğer üçünü yaşatamadım elimde tek kalan yavru… Ölürse çok üzüleceğim”
Kucağında sıkıca tuttuğu yavruyu aldım, neyi olduğunu anlamak çok kolaydı. Annesi öldüğü için bebek kediler tek başlarına boşaltım yapamazlar, annelerinin yalaması sayesinde dışkılarını yapabilirlerdi. Bu yavrunun da bağırsakları tıkanmıştı.
Arka kısımda ki muayene odasına geçtim, Berrin hanımın endişeyle ön kısımda dolaşmasına dayanamadım… “Sizde gelin, üzülmeyin yarın turp gibi olacak bu delikanlı”
“Doğrumu diyorsunuz, hiç hareket etmiyor”
Hemen bir iğne yaptım, pamuğu ıslatarak poposuna sürmeye başladığım da, minik hayvan son çabayla bağırsaklarında ne var ne yoksa boşalttı. “Sık sık benim yaptığım gibi ılık suya batırdığınız pamukla silme işlemini yapın… Rahatlayacaktır.”
Kadıncağız yine de tatmin olmamış gibiydi, neredeyse ölmek üzere olan yavru hemen kalkamayacak kadar yorgundu. “Size kartımı vereyim, herhangi bir şey olduğunda telefon açmak için tereddüt etmeyin. Sıcak tutun dinlenmesine izin verin, yarın tekrar dolaşmaya başlayacaktır.”
“Ya ölürse” Dediğinde dayanamayıp sevgiyle kadının sırtını sıvazladım “Merak etmeyin ölmeyecek, yarın sizden iyi olduğuna dair haber bekliyorum”
Müşterimi kapıdan uğurladım, hayvan seven insanları bende çok seviyordum.
KEREM
Ofisimde öylece oturuyor büyük arazileri olan yerleri internetten araştırıyordum. Yolculuktan elim boş olarak geri dönmüştüm. Ne istediğim kişiyi görebilmiş ne de arazi bakabilmiştim, telefonum çalınca baktım arayan babamdı…
“Oğlum eskiden tanıdığım arkadaşlarımdan birinin hanımına miras kalmış. Yurt dışındalar gidip ne durumda olduğuna bakmamı istediler. Ne yapacaklarına karar verememişler. Bende seni söyledim, telefon numaranı verdim. Arazi oldukça büyük ve rant yapacak bölgede. Bir bak istersen”
Telefonu kapattığım anda yine çaldı arayan yeni müşteriydi. Babamın dediği gibi ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
“Ben gidip arazinin durumuna bakıp neler yapabileceğimizin planını size fakslayayım.”
Verdikleri adres üzerinden araştırma yaptım, arazi metre karesi oldukça büyüktü, mekân olarak görünüyordu. Adres hiç yabancı değildi…