pençe timi
Mirkan'nın Anlatımı
Savaş en çok çocuklara ve kadınlara adil davranmıyor, onları her koşulda mağlup ediyordu. Çünkü savaş ilk masum ve mazlumları yok eder.
Savaşın ortasında olduğumuz yetmezmiş gibi bir de çöl sıcakları vardı. Bunaltıcı sıcaklar yaşamı daha da katlanılmaz hale getiriyordu. Gerçi savaşın ortasında hayat nasıl yaşanılabilir ki?
Üzerimdeki kamuflajlı elbise bunu daha da çekilmez hale getirirken üstümdekileri çıkarıp sadece tişörtle kalmıştım. Yazın öğlen sıcağında sırılsıklam olmuştum. Ve ben sıcaktan nefret ederim. Görev için geldiğimiz Suriye'nin çöl sıcağı da apayrıydı.
Gece gideceğimiz operasyon için askerlere gündüzden dinlenmelerini söylemiştim. Saat geçmek bilmezken güneş kendini ikindi vaktinden aşağı doğru bırakıyor, hava yavaş yavaş kızıla dönüyordu. Hava bir nebze olsun serinlemişti.
Buranın en güzel yanı güneşin batışı ve doğuşuydu. Ama artık o da toz ve dumandan izlenmesi imkânsız hale gelmişti.
Suriye'nin en güzel yeri olan Şam yerle bir olmuştu. Yıkılmış binalar, yıkılmış hayaller ve hayatlar… O binaların altında sadece hayaller ve hayatlar yoktu, çocuk ve insan cesetleri de vardı. Ölüm çok sıradan bir şey olmuştu. Hatta öyle ki sokaklar kan kokuyordu. Biz bir şekilde yaşarken onların yaşama tutunması için kaçmaları gerekiyordu.
Türkiye, İran, Irak sınırlarına kaçan mülteciler; kendi hayatlarını, namuslarını ve çocuklarını korumak için evlerini, mallarını, mülklerini bırakıp kaçıyorlardı. Düşünsenize, bir hayatınız var, kendi akrabalarınız, malınız mülkünüz… Her şeyi geride bırakıp canınızın ve namusunuzun derdine düşüp kaçıyorsunuz.
Savaşın en acımasız davrandığı kadınlar ve çocuklar kaçıyordu ama kimisi kaçamadan yakalanıyordu kadın çocuk demeden tecavüz edilip öldürülüyordu.
Bu ülkenin zenginleri bilmedikleri ülkelere mülteci olarak kaçıyordu. Oysa kimisi burada kral gibi yaşarken orada mülteci olacaklardı.
Suriye çok zengin bir ülke değildi ama halkı bolluk ve bereket içinde yaşıyordu. Çünkü buranın parası değerliydi. Her zaman az olan kıymetli olur. Hatta Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi vatandaşları doğu bölgesine çoğu zaman alışveriş için gelirdi.
Burası ve buranın arasındaki kur farkından dolayı çok daha uyguna alınıyordu eşyalar.
Eskiden, savaştan önce, Türkiye’den bayramlarda Suriye’ye iki günlüğüne gelme hakları vardı. Tabii bu Suriye vatandaşları için de geçerliydi.
Bir bayram onlar giderdi, bir bayram bunlar giderdi.
Sınıra Sıfır noktasında olan iki ülke arasında hiçbir zaman anlaşmazlık ya da savaş söz konusu olmamıştı.
Suriye’de yaşam çok kolayken savaşın başlamasıyla lanet olasıca kara böcekler gibi çıktılar. Dış güçlerden yeni gruplar ortaya çıkarken bundan sadece insanlar zarar görüyordu. Filler tepişirken yavrular eziliyordu.
Buranın başkanı nerede, kimse bilmiyor ama ülke işgal altındaydı. Herkes kendi canının derdine düşmüştü. Ama bence bir başkan önce kendi milletinin canını düşünmeliydi.
Kafamdaki bütün düşünceleri bir kenara bırakıp arabanın arkasından sandalyemi çıkarıp akşam güneşini izlerken sanki her şey olması gerektiği gibi sakindi.
_"Komutanım." diyen Agit'e bakıp,
_"Gel koçum." derken ayağa kalkıp elini sıktım.
Burada çok üst-alt ilişkisi yoktu. Çünkü biz canımızı birbirimize emanet ediyorduk. Yeri geldiğinde tabii ki herkes kuralına uyuyordu.
Agit Kılıçoğlu, can dostum Ravend'ın kardeşi, benim de kardeşim sayılırdı. Agit timin keskin nişancısıydı. Tim’in göz bebeğiydi. Onu zorla almıştım. Abisi, onu istediğimde kesin bir dille beni reddetmişti ama Agit’e ettiğim ilk telefonda gelmişti.
_"Operasyona bir şey kalmadı." dediğinde başımı sallayıp,
_"Bir eksik var mı?" diye sordum.
Agit başını sallayıp güldü.
_"Fazlamız var."
Ben de gülerek ona baktım.
_"Ayşe mi?"
Başını sallayıp,
_"Hmmm… şu malum şahıs." dedi.
_"Agit, işine duygularını karıştırma."
Başını yukarı kaldırıp,
_"Yok abi merak etme, biz o mevzuyu çoktan kapattık." derken umurunda değilmiş gibi konuşuyordu.
_"Hiçbir şey yaşamadınız, konu kapandı, öyle mi?"
Başını sallayıp güldü.
İkimiz elimdeki haritadan rotayı belirlerken
Bu bölgeyi en iyi bilen kişi Çetin'di.
"Çetin nerede kaldı?" diye sordum. Gizli istihbarattan yanıma çektiğim kişiydi.
Çetin Askerlik arkadaşım kan kardeşindi.
"Zeynep ile konuşuyor." derken alaycı bir gülümseme vardı yüzünde.
"Oğlum bu Çeto, Zeynep'in kim olduğunu hâlâ öğrenmedi mi?"
Başını iki yana sallayıp:
"Yok, bilmiyor gel 2 dakikada öğrenelim diyorum yok kendisi söyleyene kadar öğrenmek istemiyorum diyor.
Evet, can dostum sadece adını bildiği bir kız ile aylarca telefonda konuşuyordu. Ve galiba ona âşık olmuştu. Delilik mi, saçmalık mı bilmiyorum ama aşk sadece acı getirir.
Boğazımı temizleyip haritayı kapatıp arka cebime koyarken Agit ile birlikte karargâhın içine girdik. Çetin, her zamanki gibi karakolun ankesörlü telefonundan bir kız ile konuşuyordu.
"Komutan geldi, sonra konuşuruz." dediğinde karşı taraftan naif bir ses geldi:
"Komutanın benimle konuştuğun için kızar mı ki? Ben senin için ondan izin alabilirim."
Ben ve Agit onun başında dikilirken Çetin rahatsız bir şekilde kıpırdanıp boğazını temizledi:
"Kendine iyi bak Zeynep, kapatmam lazım."
"Aşk olsun ya, lütfen kapatma. Bir şey söyleyeceğim… komutanına."
Çetin ses etmeden onu dinlerken Zeynep, Çetin’in ona şaka yaptığını sandı:
"Komutanım, lütfen sevgilimle bana izin verir misiniz?"
Ben ve Agit, Çetin’e bakıp gülümsedik. Boğazımı temizleyip gülmemi durdurmaya çalıştım:
"Asker, sen görev başında kızlarla mı konuşuyorsun?"
Karşı tarafta sessizlik olurken Çetin bana kaşlarını çatıp dişlerini sıkarak:
"Müsaade eder misiniz komutanım?" dedi.
Elimi onun omzuna koyup:
"Yok aslanım, müsaade falan edemem. Zeynep, ben onun komutanıyım. Gel şu arkadaşı Allah’ın emriyle iste sen de kurtul, biz de karakolun telefonunu meşgul etmesinden kurtulalım."
Karşıdan gelen kıkırtıyla:
"Çetin acı kahve yaparsa olur." deyince Çetin düz bir sesle bana dönüp, resmiyeti bir kenara bırakarak:
"Neden böyle yapıyorsunuz abi, biliyorsunuz işim var."
"Kusura bakma paşam, burası babamızın karargâhı değil."
Çetin telefonu kapatırken Agit kahkaha atmaya başladı.
"Abi Allah için doğru söyle, daha önce gördün mü şu kızı Bence sen kızla görüşüyorsun ama bizi kekliyorsun gibime geliyor?"
Çetin onlarca kez verdiği cevabı yine verdi:
"Bilmiyorum abi, hiç görmedim. Sadece sesini duydum. Tamam, oldu mu?"
Agit alt dudağını ısırıp:
"Oldu da abi, bu kız belki çok çirkin biridir."
Ben de gülerek:
"Belki kördür, belki topaldır." derken, Çetin sessiz sedasız biri olduğu için bize ters ters bakıp odadan çıktı.
Anında ikimiz gülmeye devam ederken ciddileşip Agit’e baktım:
"Asker, gülme arkadaşına."
"Emredersiniz komutanım." deyip hâlâ gülüyordu. Biz çıkarken Agit gülmeye devam ediyordu.
Akşam yemeğini yiyen time bakarken:
"Ayşe nerede?" diye sordum.
Agit:
"Bilmiyoruz." diye kestirip attı.
Murat ağzındaki lokmayı bitirip:
"Hasta yatacakmış komutanım." dedi.
Alaz, ekipte yeniydi İlk görevi olduğu için lakabı “Çaylak”tı.
"İyi. Bir saatte herkes toplantı odasına gelsin. Ayşe de hastaysa yeni doktor gelmiş, hastaneye götürün."
Ali "Emredersiniz komutanım." dedi. Başımı sallayıp:
"Afiyet olsun arkadaşlar." diyerek çıktım.
İçimde koca bir huzursuzluk vardı. Benim kaybedecek bir şeyim yoktu ama timdekilere bir şey olsun istemiyordum. Bu yüzden güvenlik önlemlerini en üst seviyeye çıkarmıştık. Burada kan gövdeyi götürüyordu. Bizden çok ölen olmuştu, artık kimse ölsün istemiyordum. Daha geçen ay bizden iki kişi kollarımda şehit oldu.
Sadece onları yok etmek istiyordum; bu kadar insanın canına ve namusuna kıydıkları için.
Bir saat olmadan herkes toplantı odasına gelmişti. Önümdeki haritadan saldırı yapacağımız yeri tespit edip konumu belirleyecektik. Masada oturan herkesin gözünde gezindim.
Ben, Kıdemli Üsteğmen Mirkan Ayaz, tim komutanıyım.
Teğmen Çetin Karasu, lakabı “Kara Kutu”; içine kapanık ve gizemli.
Agit Kılıçoğlu, lakabı “Tetikçi”; keskin nişancı olduğu için timin en komik ama aynı zamanda en öfkeli elemanı.
Ayşe Zeran, rütbesi Üstçavuş, hafif silah uzmanı. Lakabı “Zehir”; çünkü zehir gibi bir aklı vardı.
Evin, en küçüğümüz. Rütbesi Uzman Asker. Lakabı “Sakar”; çünkü aramıza yeni katılmıştı.
elinin çarptığı bardağı kırmıştı. Herkes gülerken o utançtan kıpkırmızı olmuştu.
"Özür dilerim komutanım."
"Önemli değil Evin." deyip yerdeki camı ayağıyla kenara iterken. Ona ters ters bakınca alt dudağını ısırıp başını eğdi.
Murat Bozdağ, ağır silah uzmanı, rütbesi Üstçavuş. Lakabı “Deli”; çünkü operasyonlarda en önden gitmekten korkmaz, atılgan ve deli doludur.
Ali Korkmaz, rütbesi Uzman Onbaşı, istihkam uzmanı.
Hüseyin Şahin, rütbesi Kıdemli Onbaşı.
"Herkes hazır olsun. Operasyon saatine kadar bekleyin." deyip çıktım. Sert adımlarım bana bir şeylerin ters olduğunu hissettiriyordu. İçimdeki huzursuzlukla sanki hiçbir yere sığamıyordum. Çünkü hissediyordum.
Aklım bana: “Bu his…” diye fısıldadı ama onun tamamlamasına izin vermedim.
"Yok Mirkan, saçmalama. Geçmişte kaldı. Unut onu ! Yok öyle bir şey. Unut lan! Kafayı mı yedin?" Aklımdan geçmişi atıp.
Kendi kendime kızarken silahımı temizlemeye başladım.
Aradan geçen zamanla tüm askerler hazır bir şekilde bahçede beni bekliyordu. Ben de çıkıp selam verdim:
"Sakın ola öleyim demeyin! Biz buraya ölmeye değil, yaşatmaya geldik. Çünkü onların ölümüze değil, sağ hâlimize ihtiyacı var."
"Emredersiniz komutanım!"
Hep birlikte verdiğim emri onayladılar. Gecenin karanlığında bindiğimiz helikopterle havadan paraşütle atlarken:
Alaz bana bakıp"Ayşe’nin yükseklik korkusu var komutanım."
Agit, önünde duran Ayşe’ye:
"Evine dön, senin burada işin yok." deyip daha onun lafını beklemeden helikopterden atladı.
Ayşe’nin ağzında gevelediği şeyin küfür olduğuna yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.
_" Ayşe korkuyorsan atlamak zorunda değilsin karargaha geri dön.
_" hayır komutanım bu benim görevim ve ben görevimi yapmak zorundayım.
Agit'e olan Siniri ile gözlerini kapatıp kendini boşluğa bıraktı. ben de atladım.
Saldırı yapacağımız konuma 2 kilometre uzaklıktaydık. Araçla girmemiz imkânsız olduğu için havadan atlamıştık. 2 kilometreyi yürüyerek gidecektik.
Yavaş ve temkinli adımlarla ilerlerken kulaklıktan:
"Herkes iyi mi?" diye sordum.
"İyiyiz komutanım, bir sıkıntı yok." diyen Agit ile yola devam ettik.
Onlara yaklaştıkça Ayşe kulaklıktan:
"Komutanım, onlar yem atmışlardır, dikkat edelim burası onlara giden tek yol O yüzden yola bir şeyler yapmış olabilirler ."
Agit alaycı bir gülümseme ile
"Bir tek sen biliyorsun akıllı kız." derken Ayşe sinirle ona "Bence biz de yem diye seni atalım önlerine, nasıl fikir?"
"Umarım operasyon boyunca sizin didişmenizi dinlemeyiz."
"Özür dilerim komutanım."
"Tamam Ayşe, sorun yok."
Ayşe’nin verdiği fikirle yoldan ayrıldık. Çünkü onlara yaklaştıkça yola büyük ihtimalle mayın döşemişlerdi. Çetin buraları iyi bildiği için geldiğimiz yolun sadece adım atılacak kadar kısmı vardı. Gerisi uçurumdu; biri düşse paramparça olurdu.
_" herkes dikkat etsin siz buradan gitseniz kimse size aferin demeyecek aksine pisi pisi öleceksiniz.
Herkesi uyarırken dar yolu geçip herkes yerini aldı. Agit, uzaktan dürbünlü silahıyla nöbetçilerin yerini tek tek söyledi. Her birimiz sessizce onları hallettik.
Gece, hepsi uyurken baskın yaptık. Yüzlerce kansızın arasına el bombaları attım. Patlama sesiyle çil yavrusu gibi bağırarak dağıldılar.
"Agit, Çetin, Ayşe sıra sizde!"
Onlar keskin nişancı tüfekleriyle vururken biz içlerine girmeden bekledik.
"Murat, sıra sende hadi koçum!"
Murat havadan ateş açarken, Agit ve Çetin iddiaya girdi.
Agit "Bu kadar aşağıdan vurması imkânsız." dedi.
Murat gülüp "İzle o zaman tetikçi." dedi ve en alçak mesafeye inip aralarına bomba bıraktı.
"Murat’ı vurma ihtimalleri var, keskin nişancılar Murat’ı koruyun!" dediğimde Murat çoktan F-16 ile havaya uçmuştu.
Kalanları da biz hal ediyorduk "Dikkat edin, kuduz köpek gibiler."
"Emredersiniz komutanım."
Meydana indiğimizde gördüğümüzü vuruyor, ama kara böcekler gibi yeniden çıkıyorlardı. Öldürdükçe çoğalan cinstendiler.
Silah ve bomba sesleriyle ortalık kıyamet yerine dönmüştü.
"Sanırım hepsi geberdi komutanım."
"Ortalığı iyice kontrol edin Agit."
Onlar bakarken biz de yerdeki silahları öteye iterken Ayşe:
"Kimse kalmadı komutanım."
Başımı sallayıp:
"Elinize sağlık arkadaşlar."
Ayşe "Ne demek komutanım, bu bizim görevimiz. Ama günün kahraman Murat.
Başımı salladım:
"Evet, yaptığıyla hepsini bize bırakmadan halletti neredeyse. Ama yine de yanlış bir şeyde kendi canını tehlikeye atmaması lazım. Duydun mu Murat?"
"Duydum komutanım, ama yapabileceğimi en çok kendime göstermek istedim."
Elim kulaklıktayken:
"Arkadaşlar toplanın , buluşma yerine gidelim. Helikopter birazdan bizi almaya gelecek."
Ben konuşurken Ayşe önümde durmuş, silahını kontrol ederken görüş alanımda tam ardında ona doğrultulan silahı gördüm. Adam kanlar içinde, ona doğrulttuğu silahla nişan alırken hiç düşünmeden ateş etti. Ani bir refleksle Ayşe’yi ittiğimde kurşunun hedefi ben olmuştum.
Göğsümün altında aniden saplanan acı ile vücuduma yayılan sıcaklık bir oldu. Yer ayağımın altından kayarken sesler uğultu gibi kulağıma geliyordu. Ama kendimi bırakmamam gerektiğini en iyi ben biliyordum. Elimdeki silahla hiç düşünmeden adamın kafasına sıktım.
— “Mirkan, komutanım vuruldu!”
Ayşe’nin sesi kulaklarımda yankılanırken diğerleri yardıma koştu.
— “Bir şey yok lan, iyiyim. Çetin bırak beni, ben yürürüm.”
Çetin bana sinirle bakıp:
— “Allah rızası için sus!” dedi ve kolumun altına girip destek oldu. Helikopterin bizi alacağı yere kadar o halde iki kilometre yürümüştük.
Yürürken sanki her an düşecekmişim gibi hissediyordum. Başım dönerken hâlâ kendi başıma yürüyeceğim diye diretmem Agit’i kızdırıyordu.
Biz vardığımızda helikopter beş dakika içinde geldi. İlk yardım yapılırken karargâha dönmüştük. Karargâha çok yakın olan hastaneye getirildiğimde bayılmak üzereydim. Agit yaranın üzerine bastırmış, tişörtümden kanlar damlıyordu.
Beni sedyeye uzandırdıklarında tek istediğim bir an önce bayılmaktı ağrım çok vardı… ta ki onu gördüğüm ana kadar. Kalbim bunun gerçek olduğunu söylese de aklım bana bunun bir hayal olduğunu söylüyordu. Ben kalbime bir kez inandım ama artık sesini bastırmayı öğrendim.
Onu burada olması imkansızdı.
bölüm bitti
hadi bakalım ilk bölümü attım hayırlısıyla