3. Bölüm

1902 Kelimeler
Ayy yeminle bıktım.. Merve geldiğinden beri yeni taşınanları anlatıyor. Hayır sanki insan değilde başka bir ırkmış gibi. En az 1.90lar kaslı, yakışıklılar diye. Ulan bu mahallenin gördüğü en yakışıklı kişi abim. Oda 1.80 kası falan da yerinde yani. Bence çok abartıyor. Hayır yani ne kadar yakışıklı olabilirler ki?? Keşke o gün bu lafı söylememiş olaydım. Ulan bunlar insansa benim bu güne kadar gördüklerim neydi? Hayır korkuyorum dilimi tutamayıp 'yavrum bu kasların hepsi senin mi?' diyeceğim diye. İlk kez markette çalıştığım için mutlu oldum. Hergün mutlaka birini görüyorum. İkisi çok konuşkan ama biri dilsiz sanırım. Bir insan hem bu kadar yakışıklı olup, hem bu kadar sevimsiz suratsız olmayı nasıl becerir anlamış değilim. Kağan ve Emre sempatik olduğu kadar diğeri kasıntı. Daha ismini bile öğrenemedim. Ama... markette çalışmanın nimetlerinden biri de budur: Gün gelir, kasaya gelen bir yabancının kimliğine bile göz ucuyla bakarsın. Kaldı ki ben daha kart çekmelerini bekliyorum. Belki oradan bir ipucu yakalarım. Belki bir “Burak Yılmaz” olur, belki “Atlas Demir” gibi havalı bir şey çıkar. Ama bu sessiz adam, adını söylemeden gitmeye yemin etmiş gibi. Ve ben... her geçen gün ona biraz daha dikkat kesiliyorum. Sırf gülümsemedi diye değil. Gülseydi belki bu kadar etkilenmezdim. Ama işte o suratsız hâli, o “sen kimsin de bana bakıyorsun?” bakışı... Lanet olsun, hoşuma gidiyor. Zaten ben normale ne zaman ilgi duydum ki? Hayır üst katta ki ihtiyarı çözemeden birde bu çıktı. Off Asya offf neden hep zoru seçersin ki? Merve kasaya geçince bende yüzüncü kez rafları düzeltmeye geçtim. Ulan ne var bunları böyle dağıtacak. Alıp sepete koymak zormu? He ablacım he biz iyi ürünleri hep arka tarafa koyuyoruz. Ön raflara koyduğumuzu sakın almayın. Yine sinirle rafları düzeltirken kafam bir şeye çarptı. Umarım kırılacak bir şey değildir düşünsem de ses gelmediğine göre kırılan sadece benim kafamdı. Ahhlayarak bu kadar sert ne vardı diye kafamı kaldırdığım da yunan tanrısıyla göz, göze geldim. Nerde olsa tanırım bunları, sonuçta o kadar sene tarihleriyle ilgilendim. Kafamı tutarak kalktığımda bir özür bekledim. Ama özür yerine resmen aşağılandım ya.. "Fare gibi ne arıyorsun orada ezileceksin haberin yok." diyerek arkasına bile bakmadan gitti. 'Öküz insan bi özür diler' dediğim de duyacağını asla düşünmedim. Tekrar yere eğilmiştim ki iki bacakla karşılaştım. "Özür dilememi gerektirecek bir şey olsa dilerdim. Kendi sakarlığın için özür beklemen de tuhaf.." O an ona verecek cevabımın olmadığını düşünebilirsiniz. Yanılırsınız. İçimden geçenleri sansürsüz bir şekilde söylesem, adam büyük ihtimalle beni kasanın içine sokar, üzerine fiş çekerdi. Ama dilim tutuldu. Çünkü o an sadece söylediklerine değil, söylediği şekle takıldım. Soğuk, kibirli kendini beğenmiş bir ukala.. Allah kahretsin ki ben bu haline birazcık yükselmiş olabilirim. Boşver rafları diyerek elim kafamda kasaya doğru gittim. Merve, "Ne oldu kafanı bir yere mi çarptın?" "Taşa çarptım.. Hem de öyle, böyle değil taş, taş" derken Merve'nin kaşı gözü ayrı oynamaya başladı. "Ne var be.." diyerek arkamı döndüğüm de dönmez olaydım. 'Allahım lütfen duymamış olsun. Yok duyduysa şu an burada taş gibi donup kalayım' Duydu.. Yani duymuş Hem de öyle bir baktı ki… dondum. Göz göze geldiğimizde bir anlığına zaman durdu sanki. Sonra o soğuk, donuk ifadesiyle başını hafifçe salladı. Sanki “bu seviyeye inmeyeceğim." demek ister gibi. Ardından yürüdü, gitti. Geride de bana hafif bir baş ağrısı, rezillik ve saçma bir kalp çarpıntısı bırakarak. "Umarım çarptığın taş bu değildir Asya?? Yok öyleyse sıçtın kızım, adam seni öldürecek gibi baktı." dediğin de tabiki de kabullenmeyeceğim. "Bundan taş mı olur kızım. Bundan olsa, olsa kaya, olur meteor olur oda gelip bana çarpmaz" yani yine de küçümseyemedim ya.. Rezillik kanım da var benim, asla yaptığım hatalara üzülemiyorum. Üzülme sürem beş, on saniye kadar sanırım. Yine ismini öğrenemeden gitti. Neyse oğlum öğreneceğim o adını. Göstereceğim ben sana fareyi.. O günden sonra markette her sabah "bugün gelir mi acaba?" diye içim içimi yiyerek gidiyorum. Annem bile şaşırmaya başladı işe bu kadar hevesli gitmeme. Ah anne bir bilsen amacım para değil. Sana şöyle en yakışıklısından damat getirmek. Tabiki de böyle söylemiyorum anneme. "Evde canım sıkılıyor, en azından çalışıyorum daha ne istiyorsun? Gitsen suç, gitmesen suç.." diyerek her zaman ki gibi üste çıkıyorum. Aslında annemden gizlim, saklım olmaz ama kızının bir sapık olduğunu bilmesine gerek yok değil mi? Hayır yani ben sabah altıda kalkıyorum, abdestimi alıp dua ediyorum: "Allah’ım ne olur bugün markete gelsin, ben kasadayken. Hatta kartı temassız okumazsa çok sevinirim. Şifre girmek zorunda kalsın, ben de ismine göz atayım." Duayı tüm ayrıntılarına göre etmek lazım değil mi? Ben kasada değilken gelse hiç bir işe yaramaz sonuçta. Yeminle dualarım bir FBI görevlisi titizliğinde... Ama yok. Herkes geliyor, o yok. Üç gün oldu, üç! Merve bile fark etti. “Senin taş gelmiyor kaç gündür, hasta falan olmasın?” "İnşallah hasta olmuştur Merve.. Hatta doktora gittiğin de tek çaren Asya desin" Merve ile yine dedikodunun dibine vururken içeri bir rüzgâr esti. Sanki kör müşüm gibi Merve koluma vurarak "Senin ki geldi" Ay kör bile olsam içeri dolan rüzgarından anlardım. "Merve defol git raflarla ilgilen. Hatta depoya git eksikleri getir" Merve canım benim söz dinleyen bir arkadaş olarak gitti. 'Gel bakalım koçum gel' Kasada sanki onun gelişini beklemiyormuşum gibi telefonumla ilgilenmeye başladım. Ondan önce başkaları kasaya gelince mecburen işimi yapmaya başladım. Sıra da beklediğini görünce bir an elim, ayağım dolaşmadı desem yalan olur. Yeni bir rezillik yükleniyor gibi, hadi hayırlı olsun Asya.. Kahvenin tüm çeşitlerini almış gibi. Hepsini tek, tek geçtim. Hadi be nakit verme, uzat şu kartı. "Temassız da sıkıntı var" diyerek kartı elinden almaya çalıştım. Kartın köşesinden göz ucuyla bakmaya çalışırken, şerefsiz öyle bir tuttu ki, sanki kredi kartını yicem. Altı üstü ismini öğrenicem. Şifreyi girdi... Ve tam ben, ekrana göz gezdirirken 'Gökhan Dağlı.' Kartı geri verirken şöyle bir “Teşekkürler Dağlı Bey” dedim. "Pardon Gökhan Dağlı bey" diyerek düzeltip sırıttım. İnsan bir şey söyler ama yok.. Adam sanırım gerçekten dağlı bu ne arkadaş böyle?? Ama olsun sonunda ismini öğrendim. İlk iş olarak akşam bütün sosyal medyadan stolklamak olacak. Bakalım bakalım Gökhan Dağlı kimmiş, neciymiş? Akşam eve geldiğim de yemekten sonra odama geçtim. Önce güzel bir duş alıp odama geçtim. Tüm vücuduma kremler sürdüm. Kokularına bayılıyorum bu kremlerin. Bazen acaba tatları nasıl diye tatına bakma isteği doğmuyor değil. İç çamaşırlarımı giyinip yatağın üzerine uzandım. Hadi bakalım şimdi seni bulalım Dağlı.. Nerenin dağından mışsın öğreneyim. Saatlerce elimde telefon aradım tüm sosyal medya uygulamalarını didik, didik aradım. Ama yok.. Bizim dağlı hiç bir yerde yok. Ulan bu devirde sosyal medya kullanmayan insan mı olurmuş? Tüm heveslerim gitti. "Kızım sana yüz defa söylüyorum akşam olunca şu güneşlikleri kapa diye. Allahım bir de bu halde duruyor. Kızım sen abin katil mi olsun istiyorsun?" diyerek odaya girdiği gibi söylene, söylene güneşlikleri kapattı. "Off anne görende karşı apartmanda bizi dikizliyorlar sanacak. Hem Necla var karşımızda oda abimin evde olduğu zamanlar balkona çıkıyor. Kim görecek beni?" "Olsun belli mi olur. Bir daha görmücem" Valla bu anneleri anlamıyorum bazen. * * * * * Gökhan Dağlı Belki de bugüne kadar ki en kolay görevimdeyim. Ama nedense bana en zoru gibi geliyor. İnsanlarla muhatap olmak bana göre değil kesinlikle. Sanki bu görevi ceza olsun diye vermişler gibime geliyor. Sanki tüm meraklı insanlar bu mahalleye taşınmış gibiler. Bir alt komşumuz var evlere şenlik. Ya kapının önünde yada pencerede nöbet bekliyor gibi. Hangimizin olduğu fark etmeksizin yürüyor. Hem de öyle, böyle değil.. Zaten mahallede herkes ne mal olduğunu biliyormuş, ama ne hikmetse kimse bir şey söylemiyor. Tabi bunun sebebini öğrenmemiz çok kısa oldu. Kağan telefonuna girince anladı. Kız kimle ne halt yediyse hepsininde özel görüntülerini almış. Söylerseniz paylaşır rezil ederim deyince mecbur hepsi susmuş gibi. Tabi bunu hep erkekler yapacak değil ya. Karısını bırakıp buna gelen her şeyi hak ediyor bence. Neyse bizden uzak dursun da ne bok yiyorsa yesin. "Valla bu görüntüleri görmemiş olsam hani bi pas veresim vardı. Allah korumuş lan beni. Düşünsene tüm TSK da vidyolarım dolaşıyormuş." diyen Kağan'ın kafasına bir tana vurdum. "O şeyinize sahip çıkın. Buraya tatile karı, kız ayarlamaya gelmedik. Şu şerefsizin derdi neymiş öğrenip gideceğiz. Mümkünse en kısa bir şekilde." Karşı binaya bakan odaya tüm gerekli malzemeleri yerleştirdik. Gün boyu evini izliyoruz. Ama bir haftayı geçti elimiz de hiç bir şey yok. Adam emekli yaşlısı gibi evden çıkmıyor. Telefonda bile konuşmuyor. Arada bir markete gidiyor, biraz yürüyüş yapıp eve dönüyor. Şerefsiz hiç bir açık vermiyor. Bizim bir adım daha ileri gidip evine böcek koymamız gerekiyor. Kağan bugün onuda halledecek bakalım. Hayır hem bu şerefsizle uğraşıyoruz, hemde insanlarla. Mahalleye boşu, boşuna taşınmadık. Spor salonu açtık. Günlük birimiz orada oluyor. Diğerlerimiz de takibe devam. En azından bizi görenler ne iş yapıyorsun demeyi bıraktı. Bir kaç kişi geliyor şimdilik o yüzden sıkıntı olmuyor. Umarım bu sayı artmaz da bir de orada uğraşmayız. Özellikle çok gelen olmasın diye aylık ücreti biraz yüksek tutmuş olabiliriz. Bir de kadınları şimdilik kabul etmiyoruz. "Abi ben bugün çok yorgunum, sabah da salona gidecem, dikizleme görevi sizde ben yatar." diyerek Emre odadan çıktı. "Benim de birazcık işlerim var. Alt komşusu hakkında bilgi topluyorum. İstersen bulduklarımı anlatayım" deyince mecbur iş bana kaldı. Pencerelere özel koruma taktırmıştık karşı taraf asla bizi görmüyor. Ama biz istediğimiz gibi onları izliyoruz. Aslında dürbüne bile gerek yoktu, ama yine de Kağan özel bir düzenek kurmuş ve oturduğun yerden izliyorduk. Şerefsiz elinde bir kitap koltukta öylece oturuyordu. En sıkıcı görevim sanırım. Düzeneği sağ, sol yapıp bir şeyler var mı bakayım derken onu gördüm. Küçük fare... 'Lan ne yapıyor bu böyle' dememle Kağan oturduğu yerden kalkıp. "Bir şey mi oldu?" dediğinde "Yok bir şey sen işine bak sen gelme" diyerek durdurdum. Tövbe, tövbe.. Tekrar düzelttim ama aklım aşağıda kaldı. Markette çalışan kız. Bir kaç kez karşılaşmıştık ve asla bakışlarını kaçırmıyor. Tabi bir de dilini tutamıyor. Kesinlikle tuhaf biri. Bir kaç dakika şerefsize baksam da aklım kaldı, bir kere baksam ne olur diyerek tekrar aşağı indirdim. Neyse ki bu kez iç çamaşırı giyinmeyi akıl etmiş. Salak mı bu kız neden bu haldeyken ışığı açar? Hadi açtı o güneşlik orada süs diye mi var? Odanın içini nerelerden görülebileceğini baktım. Neyse ki bizim alttan başka gören bir yer yok. Onlarda zaten bakacağını sanmıyorum. Annesi saat on dedimi uyuyor. Kız da maşallah evde durduğu yok. Siyah iç çamaşırları giyinip yatağa uzandı. Ne oluyor lan bana?? 'Allahım sen affet' Yukarıda ki şerefsizi izlemek yerine ben kimi izliyorum. "Abi markette ki kız seni araştırıyor. Maşallah ismini sormadığı platform kalmadı. Şansını her yerde deniyor." deyince Kağan'a döndüm. "Sen nasıl biliyorsun peki bunu?" dediğim de anlamadığım yine bir çok şey anlattı. Kendi kurduğu bir sistemmiş. Belli bir konum içinde ismimizi aratan olursa bilgi geliyormuş. Bazen teknolojiden korkmuyor değilim. Tabi boşuna aradığının farkında değil henüz. Hiç bir yerde kayıtlı bir hesabım yok. Saçma, sapan işlerle uğraşacak vaktim yok. Zaten mecbur kalmasam telefon bile kullanmayacağım. "Bu kızın hakkında ne biliyoruz?" derken yine gözlerim küçük farenin üzerindeydi. "Asya Maya 23 yaşında Arkeoloji ve sanat tarihi mezunu. Okul bitince işsizlik kervanına adını yazdırmış. Son bir kaç aydır markette çalışıyor. Abisi Ali Maya 26 yaşında polis memuru. Annesi ev hanımı babası özel bir şirkette çalışıyor. Ev kadının babasından miras kalmış. Üst kat da kardeşininmiş. Yıllarca boş kalmış ama ne hikmetse bu şerefsiz tutmuş. Dayı Haydar Sarı kayıtlı olmasada çok tekin biri değil. Eşi boşanma davası açmış, sonra geri çekmiş. Bir kaç kez uzaklaşma kararı almışlar ama sonra tekrar birleşmiş." İki dakikada tüm sülalesini tanıdım resmen. Ama bu dayı hiç hoşuma gitmedi. Var birşeyler bunda. "Neye bakıyon abi sen öyle adam yatmış" diyen Kağan'ın sesiyle kendime geldim. Neyse ki annesi gelmişte perdeyi çekmişti. "Hiç öyle dalmışım. Neyse bundan sonra akşam saat ondan sonra bende bu iş. Siz dinlenirsiniz." dediğim de Kağan tuhaf bir şekilde baktı. Bunlara iyilik yaramıyor. İlla Emir vereceğim böyle insanca söyleyince bünyeleri kabul etmiyor. Küçük fare neyin peşindesin acaba?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE