Başlangıç
KARANLIK SIRLAR
Heyyy… Uyan uykucu, kalkma zamanı!"
"Ihhh… Aşkım, biraz daha mı uyusak ha, ne dersin?"
"Hayır aşkım, kalk hadi. Bugün toplantım var, biliyorsun. Bir hafta olmayacağım, uçağa yetişmem gerek."
"Aşkımmm, gitmesen olmaz mı? Biraz zaman geçirsek mesela… bu yatakta. Ne dersin?"
Deyip belimden yakalayıp beni yatağa attı.
"Yaa aşkımmm… Senin o 'aşkım' diyen dudaklarını yerim!"
"Ye o zaman…"
Ve uzun, soluksuz bir öpüşme...
Her şey aslında bir peri masalı gibi başlamıştı.
Ben, Güneş…
Adım gibi her zaman etrafını ısıtan, aydınlatan biriydim.
Ta ki… o güne kadar.
O gün ben, karanlık tarafından yutuldum.
Aynı bir güneş tutulması gibi…
Mert benim ilk aşkımdı.
İlişkimiz üç yıl önce, üniversitedeyken başladı. Ben işletme okuyordum, o ise bilgisayar mühendisliği. Mert, adı gibi mertti.
Anlamını tam karşılayan bir delikanlıydı. Ya da ben öyle sanıyordum...
Uzun boylu, geniş omuzlu, güzel yüzlü bir adamdı. Hani her kadının dönüp bir daha baktığı cinsten.
O yıllarda onunla ortak bir dersimiz sayesinde karşılaştık.
İlk başta onu pek umursamadım ama zamanla duruşu, bakışları beni içine çekmeye başladı. Sanki onu yıllardır tanıyordum.
Tabii o da o aralar beni çoktan göz hapsine almıştı.
Bir gün kafeteryada otururken yanıma geldi, bana bir kahve uzattı. İşte o gün konuşmaya başladık.
Üniversite bitene kadar her şey çok güzeldi.
Ben bir plazada güzel bir iş teklifi almıştım. Mert ise evden çalışıyordu, kendi işlerini yürütüyordu.
Sonra bir gün yanıma geldi ve dedi ki:
“Aşkım, aynı evde yaşasak beraber? Seni çok özlüyorum. Hem senin için de iyi olur, ev arıyordun zaten.”
O zamanlar gerçekten bir eve ihtiyacım vardı. Yurttan çıkmam gerekiyordu.
Ben de cevap verdim:
“Aşkım, nasıl olur bilmem ki…”
“Çok güzel olur aşkım, sen bana bırak.” dedi Mert, kendinden emin.
O zamanlar gençtim. Ve ona aşıktım…
Sözde her şey bir peri masalı gibi başlamıştı.
Güzel giden bir ilişki, güven, sevgi, aşk…
Ta ki beni iş seyahatime kadar...
“Mert hadi ama aşkım, kalk artık yataktan. Kahvaltımızı yapalım, sonra evden çıkacağım. Hadi!”
“Tamammm aşkım, şimdi iniyorum.”
Kahvaltıyı hazırlarken birden belimden sarıldı.
Beni çevirip öpmeye başladı. Artık tezgahile onun arasında kalmıştım.
Öpüşmemiz biraz daha sürse, uçağı kaçıracağım belliydi.
“Ihhh aşkım, şimdi durmazsan uçağı kaçıracağım.”
“Ihhh gitme… boş ver.”
“Ama aşkım, olmaz ki. Hadi toparla kendini.”
Deyip onu kendimden biraz uzaklaştırdım.
Güzel bir kahvaltının ardından, bol öpüşmeli bir şekilde beni kapıdan uğurladı.
“Ihhh aşkım, yeter... Alt tarafı bir hafta yokum!”
“Yetmez! Ben sensiz bir hafta ne yaparım, sen hiç düşündün mü? Ben bu öpücükleri idare etmek için alıyorum hem!”
“Tamam tamam, seni seviyorum. Kendine iyi bak.”
“Ben de seni, aşkım. İnince ara beni mutlaka.”
Evden çıkıp taksiye bindim ama içimde garip bir huzursuzluk vardı.
Havalimanında ekibimle birlikte beklerken, değişen hava şartları yüzünden uçağımızın rötar yaptığını ve ancak ertesi sabah kalkacağını öğrendik.
O an düşündüm; orada sabaha kadar beklemenin anlamı yoktu.
Dönmeye karar verdim. İçimden kendi kendime güldüm:
“Mert... Yine çok şanslısın aşkım. Ne yaptın, dua mı ettin gitmeyeyim diye?”
Bir taksi çevirdim. Ama hâlâ içimde tanımlayamadığım garip bir sıkıntı vardı.
Evin önüne geldiğimde bu his daha da arttı.
Saat gece 2’ydi.
“Şimdi benimki kesin uyumuştur…” diye düşündüm.
Anahtarla kapıyı sessizce açtım.
Ev tamamen karanlıktı.
Ama o an... Gözüm, portmantonun üstündeki bir çift topuklu ayakkabıya takıldı.
Asla benim tarzım olmayan bir ayakkabıydı.
Tabii ki salak değilsen ne olduğunu hemen anlarsın.
Ama ben…
Kendime yediremedim.
Yavaş adımlarla salona doğru yürüdüm.
Masada iki kadeh şarap, birkaç çerez ve bazı atıştırmalıklar vardı.
Elimde hâlâ valizimle, donmuş bir şekilde etrafa bakıyordum.
Valizi bir kenara bıraktım.
Salondan çıkıp yatak odasına doğru ilerlerken, yerde saçılmış kıyafetleri fark ettim.
İçimden sadece şunu geçirebildim:
“Lütfen… Bunu bana yapmamış ol…”
Lütfen…
İçimde fırtınalar koparken yatak odasının kapısına kadar geldim.
Bizim yatak odamızın kapısına…
Kapıyı yavaşça açtım.
Ve o görüntü…
Tam 5 yıl boyunca kabusum oldu.
Mert.
İlk aşkım, her şeyim…
Beni, kendi yakın arkadaşlarımdan biri olan Pınar ile aldatmıştı.
Gözümün önünde, bizim yatağımızda…
Onları uyandırmadım.
Sessizce birkaç fotoğraflarını çektim.
Sonra Mert'le ortak kullandığımız banka hesabındaki bütün parayı kendi hesabıma aktardım.
Merak etmeyin…
Bu kadar ucuz kurtulmadılar.
Aldatılan bir kadın olarak, ilk işim mutfağa gitmek oldu.
Ketılda biraz su kaynattım.
Sonra elime o kaynar suyu alıp tekrar yatak odasına döndüm.
Ve...
Suyu üzerlerine fırlattım.
Pınar: "Ayy! Yandım!"
Mert: "Ne oluyor be! Yandım!"
Ben: "Oo… Demek yandınız ha?"
İkisi de şaşkın ördek gibi bana bakıyordu.
Mert’in gözündeki pişmanlık…
Pınar’ın gözündeki korku…
O gece asla unutulmadı.
Mert: “Açıklayabilirim aşkım!”
Ben: “Bir daha bana ‘aşkım’ dersen, seni öldürürüm Mert.”
Mert: “Lütfen… Lütfen izin ver, pişmanım. Aklıma girdi.”
Ben: “Demek aklına girdi ha?”
Mert: “Evet, evet aşkım. Kandırdı beni.”
O anda direkt Pınar’a döndüm.
Pınar: “Mert yalan söylüyor. İki aydır deliler gibi sevişiyoruz. Ben mi kandırıyorum seni yani?”
Mert: “Kes sesini! Ne sevişmesi! Yalan söylüyor!”
Ben: “Yeter be! Sizi bu yatağa gömeceğim!”
Pınar’ı saçından tuttuğum gibi evden dışarı attım.
Biraz da hırpalamış olabilirim…
Mert de peşimden gelmeye çalıştı.
Mert: “Dur aşkım, sakin ol bebeğim…”
O an, onu orada öldürmek istedim.
Ben: “Mert, kes sesini! Topla eşyalarını ve bu evden defol git!”
Mert: “Yapma Güneş… Lütfen. Sana çok aşığım. Bizi bu şekilde bitirme…”
Ben: “Kes ya! Kes! Ne aşkı? İki aydır deliler gibi seviştiğin o ‘diğer aşkın’a git!”
Mert: “Hataydı… Çok büyük bir hataydı. Beni affet…”
Ben: “Affı falan yok! Defol git!”
Ne kadar yalvardıysa da...
Kabul etmedim.
Çünkü bitti.
Gece… Zor da olsa tüm eşyalarını topladı ve gitti.
O gittikten sonra ben sadece oturdum… ve günlerce ağladım.
Tabii bu süre içinde kapıma geldi, yalvardı.
Ortak hesabımızın boş olduğunu görünce daha da delirdi.
Ama hiçbiri…
Hiçbiri, beni geri kazanmasına yetmedi.
Bir ay sonra, patronum bana heyecan verici bir teklif sundu:
Fransa’daki ekip için bir üyeye ihtiyaçları vardı.
Hiç düşünmeden kabul ettim.
O evi, o şehri ve eski Güneş’i geride bırakarak yeni bir hayata başladım.
Ve orada, bana "bitti" diyen hikâyemin aslında yeni başladığını fark ettim.
İşte o zaman tanıştım onunla…
Kara.
İsmi gibi karanlık, bakışı gibi derin ve gizemli.
Hayatlarımız bir tesadüf gibi çakıştı.
Başta etkilenmemek imkânsızdı…
Ama sonra...
Kara: “Güneş... Tatlı sevgilim… Beni bu halinle fena kışkırtıyorsun.”
Ben: “Kara! Saçmalamayı bırak, beni buradan çıkar artık. Ellerimi çöz!”
Kara: “Güzelim... Beni çıldırtma. Bana boyun eğ ve itaat et.”
O an dudaklarımı öpmeye başladı.
“Ihh!”
Kurtulmak için onu ısırdım.
Kara: “Uhh! Vahşi kız... En sevdiğim tarafın bu.”
Ben: “Kes sesini Kara! Bir daha bana zorla dokunursan…”
Bir anda yüzündeki ifadeyi göremeden sesini alçalttı.
Boynuma hafifçe yaklaştı.
Kara: “Güneş... Beni gerçekten delirtme.
Ya benimsin... Ya da sevdiklerin tehlikede olur.”
Ve işte o an…
Asıl hikâyem o ilk gördüğüm anda başladı.