Leylekler.

1095 Kelimeler
Ece kahveleri hazırlamak için mutfağa doğru yönelmişti, ama Lina'nın zihni hâlâ reddedildiği iş teklifine ve o kodamanlara sövmekle meşguldü. Bu proje için aylarca çalışmış, her detayı ince ince işlemişti. Başarılı olacağına emindi, ama artık finansal olarak destek alabileceği kimse kalmamıştı. Hayal kırıklığı içinde derin bir nefes aldı, parmakları masanın kenarında sabırsızca ritim tutuyordu. Bir süre sonra Ece, elinde iki fincan kahve ve birer fındıklı pankekle çıkageldi. Masaya koyarken gelişi güzel, arkadaşını bu ruh halinden çıkarmak için Lina’nın bacağını kendi kalçalarıyla dürttü. "Ahh pardon şekerim," dedi kıkırdayarak. Sonra gözlerini devirip kahvesini Lina'ya uzattı. "Hadi, somurtacaksan bari kahve içerek somurt." Lina gülmemek için kendini tutmaya çalıştı ama başaramadı. Ece, onun için sadece bir arkadaş değil, tam anlamıyla bir dayanak ve kardeş gibiydi. Ece muzipçe burnunu kıvırdı, gözlerini kısarak ona baktı. "Oww, unutmadan... Gece kulübünden nereye kayboldun bakalım? Ne telefonlara baktın ne de haber verdin. Bu normalde senin işin değil." Lina’nın vücudu, Ece’nin sorusuyla aniden elektrik çarpmış gibi gerildi. Yanaklarına sıcak bir dalga yayılırken boğazını temizledi. "Ihmm... Yok bir şey, çıktım işte. Ortam sarmadı." Ece, başını hafifçe eğip Lina’nın kaçırdığı bakışlarını yakalamaya çalıştı. "Bir şey olmuş. Ne oldu? Linaa?" Lina yüzünü kaçırdı, kahvesinden bir yudum aldı. Sonra neredeyse duyulmayacak bir sesle "Ben biriyleydim," diyebildi. Ece’nin gözleri büyüdü, ardından çığlık atarak yerinden fırladı. Sevinçle yerinde dönüyor, ellerini çırpıyordu. "Olmuşşş! Sonunda biriyle birlikte mi oldun?! Kimdi? Tanıdığım biri mi? Ya boşver, önemli olan o değil. Zevkli miydi?!" Son soru, Lina'nın utancını tavan yaptırdı. Kahvesini neredeyse düşürecekti. "Off, Ece sormasana böyle şeyler ya!" Ece, gözlerini devirdi. "Ya canım arkadaşım, sanki her ilişkini mi soruyorum? İlk deneyimin bu, merak ediyorum işte. Kısacık söyle, hemen çenemi kapatacağım!" Lina, boğazını temizledi, bakışlarını kaçırdı ve yutkundu. Sonunda zoraki bir şekilde "Evet... Güzeldi," diye fısıldadı. Ece ağzını iki eliyle kapatarak bağırmamak için kendini zor tuttu ama yine de dizlerini yere vuruyordu. "Off, çok mutlu oldum! O Erkan gereksizi var ya, bekaretini bırak, saçının telini bile hak etmiyordu! Ama ne yapayım, senin hatırına katlanıyordum!" Derin bir nefes aldı, ama belli ki duramıyordu. Biraz sustu, sonra gözleri yine parladı. "Ya, son bir şey soracağım, valla son! Bir daha buluşma durumunuz var mı?" Lina, Ece’nin aşırı coşkusuna biraz alışmış, biraz da rahatlamıştı. Hafifçe başını iki yana salladı. "Yok kuzum. Adamı bir daha asla göremem." Zaten bunu istemişti. Lina için bu, sadece bir günah gecesiydi. Ece’yle kahvelerini içtikten sonra Lina, çalıştığı dergiye gitmiş, mesaisini tamamlamış ve sonunda işten çıkmıştı. Yoğun bir günün ardından yorgun düşmüştü, ama şu an tek düşündüğü şey eve gidip uzun bir duş almak ve yazdığı romantik komedi kitabına devam etmekti. Evet, ilk kez makale ya da dergi bülteni yerine bir kitap yazıyordu ve bundan son derece umutluydu. Okurlarından sık sık, betimlemelerinin onları hikâyenin içine çektiğini ve sanki olayları birebir yaşıyormuş gibi hissettiklerini duyuyordu. Bu, ona cesaret veriyordu. Ancak konu romantizm olunca iş değişiyordu. Kendi gibi, aşkı bilmeyen, soğuk nevale bir kadının romantik bir hikâye yazması ironik değil miydi? İlham alacağı pek bir şey yoktu hayatında, ama yine de devam etmek istiyordu. Aracını apartmanın kapalı garajına park etti. Asansöre yönelmişti ki posta kutusunun dolup taştığını fark etti. Hafifçe homurdanarak kapıcıya seslendi, kilidi açtırıp tüm postaları topladı. Ardından yukarı çıktı. Eve girer girmez çantasını kapının yanındaki konsola bıraktı, ceketini astı ve yorgun bir nefesle koltuğa yayıldı. Elindeki zarfları, faturaları ve birkaç dergiyi gözden geçirdi. Standart şeylerdi… ama içlerinden biri dikkatini çekti. Sarı bir zarf. Üzerinde mühür vardı. Kaşlarını çatıp doğruldu, zarfı eline aldı ve dikkatlice yırtarak açtı. İçinden çıkan belgeyi hızla gözleriyle taradı. "İstanbul … Avukatlık Bürosu" Ne? Avukatla ne işi olabilirdi ki? Omuz silkerek okumaya devam etti, ama birkaç kelime gözlerine çarpınca kalbinin ritmi aniden değişti. "Biyolojik babanız…" Lina’nın tüm vücudu donmuştu. Benim… biyolojik babam mı varmış? Kendi düşüncesine kızar gibi gözlerini devirdi. Tabii ki bir biyolojik babası vardı, sonuçta leylekler tarafından getirilmemişti. Ama mesele bu değildi. Neden bunca zaman sonra ortaya çıkıyordu? "Otuz olacağım be adam, nereden esti şimdi?" diye kendi kendine söylendi. Fakat alt satırları okudukça, içindeki merak yerini buruk bir şaşkınlığa ve ince bir hayal kırıklığına bıraktı. "Babanız, sizi on yıl önce buldu." On yıl önce mi? O zaman neden hiç gelmemişti? Sonraki satırları okudukça boğazı düğümlendi. "Eğer sebebini sorarsa, ona söyleyin: Annesi öldü ve ben, annesini koruyamadığım için onun yanında olup baba sevgisi göstermeye hakkım yok." İşte bu kadar. Hepsi bu muydu yani? Annesi bir sebepten ölmüş, babası onu koruyamamış, Lina ise evlatlık verilmişti. Ve şimdi, on yıl boyunca bir kenarda sessizce duran o adam, ne istiyordu? Ellerindeki kâğıda biraz daha sıkı tutundu ve okumaya devam etti. "Bu ay itibariyle babanız vefat etmiştir. Vasiyetini öldükten sonra size ulaştırmamız söylendiği için, yasal olarak bu mektupla tebliğ ediyoruz." Öldü mü? Gözlerini kırpıştırdı. Beyni, kelimeleri kavramakta zorlanıyordu. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey hissetmedi. Ama en son cümle, içinde ince bir sızı bıraktı. "Başınız sağ olsun." Başınız sağ olsun. Ne kadar basit bir kelime. Ama bir yabancı bile olsa… yine de acıtıyormuş. Lina derin bir nefes aldı, telefonu eline alıp ekrana bir süre boş boş baktı. İçinde beliren garip sıkıntıyı bastırmaya çalışarak numarayı çevirdi. Çalışma saatleri içinde olduklarını varsayarak, telefonun açılmasını bekledi. Birkaç çaldan sonra karşı taraftan profesyonel ama bir o kadar da nötr bir ses duyuldu. "İstanbul … Avukatlık Bürosu, nasıl yardımcı olabilirim?" Lina boğazını temizleyerek kendini toparladı. "Merhaba, ben Lina Demir. Bana bir tebligat göndermişsiniz. Görüşme için yarın müsait olur musunuz?" Sekreter birkaç saniye sessiz kaldı, ardından klavye sesi duyuldu. "Evet, Lina Demir… Avukat Bey’in yarın öğlenden önce saat 11’de bir boşluğu var. Uygun olur mu?" "Tamam, not alın lütfen. Yarın saat 11’de orada olacağım. Teşekkürler." "Rica ederim, iyi günler dilerim." Lina telefonu kapattı ve derin bir nefes verdi. Elindeki kâğıda bir kez daha baktı. Biyolojik babası. Ölüm. Vasiyet. Tüm bunların bir anda hayatına düşmesi ona garip, hatta biraz fazla dramatik geliyordu. Sanki kötü yazılmış bir dizinin içine düşmüş gibiydi. Ama bu, onun gerçeğiydi ve şimdi gerçeği öğrenme vaktiydi. ------ Sabahın ilk ışıkları yüzüne vururken, bembeyaz çarşaflar içinde gözlerini araladı Lina. Mutlulukla esnedi, sonra yavaşça doğrulup yataktan kalktı. Çizgili pijamalarının içinde mutfağa yöneldi ve kahve makinesinin tuşuna bastı. Kahve, onun için uyanmanın ve güne başlamanın tek yoluydu. Ardından banyoya gidip yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı ve saçlarını toparladı. Mutfağa döndüğünde kahvenin mis kokusu etrafa yayılmıştı. Bir an için derin bir nefes aldı, sonra ev asistanına seslendi: "Keyifli listemi başlat, Mimi!" Kahve fincanını eline alarak salonun boydan boya uzanan camlarını açtı. İçeriye sabah serinliği dolarken, kulağına dolan melodilerle ritmik adımlarla dans etmeye başladı. "Giderim kırağınan, li-li Ha-li-li ha-li-li, fincanlım Gül yoldum orağınan, li-li Şanguk şerili, güllük perili Silfanlı'm..." Dışarıdan bakıldığında sofistike, şehirli bir kadın gibi görünse de hareketli doğu türkülerine olan tutkusu bambaşkaydı. Kendi içindeki zıtlıkları seviyordu. Kahvesinden bir yudum alıp manzaraya göz gezdirirken, bugünün getireceklerini düşündü...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE