Kaç Milyon, milyar sen ne yaptın!

1517 Kelimeler
Yüksek rezidanstaki dairesinin muhteşem manzarası eşliğinde kahvesini yudumlayan Lina, bir süre şehrin uyanışını izledi. Gökyüzü hâlâ soluk mavi tonlarındaydı, uzakta yükselen gökdelenlerin camlarına sabah güneşi vuruyordu. Kahvesinden son bir yudum aldı ve hazırlanmak için yatak odasına yöneldi. Her zaman olduğu gibi kahvaltıyı es geçti; hiçbir zaman kahvaltı insanı olmamıştı. Dolabının önüne geçip düşünceli bir şekilde askıları kaydırdı. Bugün avukatla görüşecekti, hem rahat hem de şık olmalıydı. İnce kumaşı tenine nazikçe dokunan, vücut hatlarını belli belirsiz saran lacivert bir kalem pantolon seçti. Üzerine, omuz dikişleri kusursuz oturan, hafif oversize kesimli, ipek beyaz bir gömlek giydi. Gömleğin ilk iki düğmesini açık bıraktı, böylece hem ciddi hem de modern bir görünüm kazandı. Ayakkabı olarak, zarif bir topuk boyuna sahip nude renkli stiletto tercih etti. Son olarak, ince altın zincirli bir kolye ve zarif inci küpelerle kombinini tamamladı. Hafif dalgalı saçlarını doğal bıraktı, nude tonlarında bir ruj sürdü ve aynada kendine son bir bakış attı. Tam kararında güçlü, şık ve zahmetsiz bir zarafet. Çantasını ve tablet bilgisayarını alarak evden çıktı. Asansörle garaja indiğinde, onu bekleyen kırmızı spor arabasını görünce dudaklarında istemsiz bir gülümseme oluştu. Kırmızı Şimşek onu böyle adlandırıyordu. Otomobilin kıpkırmızı, pürüzsüz gövdesi ışıkların altında parlıyordu. Uzun ve alçak tasarımıyla, asfalta sıkıca tutunan bir panter gibi görünüyordu. Metalik boyası gün ışığında yanardöner bir ışıltıyla dans ediyordu. İç mekâna geçtiğinde, elini deri direksiyon simidine koydu. Aracın içi kusursuz bir tasarıma sahipti; dijital göstergeler, deri koltuklar ve sürücü odaklı konsol tam anlamıyla lüksü ve gücü yansıtıyordu. Bu rezidans dairesi ve kırmızı spor araba, onun yıllarca döktüğü terin, azminin ve kararlılığının sembolleriydi. Gurur madalyalarıydı. Motorun o güçlü homurtusunu duyduğunda, içindeki gücü daha da hissetti. Kontağı çevirdi ve şehir trafiğine doğru ilerledi. Lina, avukatlık bürosunun cam kapısını iterek içeri girdi. Sekreterin masasına yaklaşıp kendinden emin bir sesle, “Merhaba, benim adım Lina Demir. Görüşmem vardı,” dedi. Sekreter, sıcak bir gülümsemeyle başını kaldırdı. “Evet efendim, Avukat Hanım içeride, buyurun.” Lina başıyla hafifçe onayladı ve odanın kapısını iterek içeri geçti. Karşısında minyon yapılı, kısa boylu, sarı saçlı ve hafif kilolu bir kadın duruyordu. Gözlerindeki keskin bakış, mesleğinde ne kadar deneyimli olduğunu hissettiriyordu. Lina, onu başıyla selamlayarak “Merhaba, ben Lina Demir. Görüşmem vardı sizinle,” dedi. Avukat hemen yerinden kalkıp elini uzattı. “Hoş geldiniz Lina Hanım, ben Berfu Şanslı. Buyurun, lütfen oturun.” Lina, deri koltuğa rahatça yerleşti, bacak bacak üstüne attı. Otoriter bir duruşla ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi ve doğrudan konuya girdi. “Mektupta yazanları okudum, ancak eksik kalan detayları aktarırsanız sevinirim.” Berfu Hanım derin bir nefes aldı, yüzüne ciddi bir ifade yerleşti. “Öncelikle başınız sağ olsun,” dedi. Lina tepkisiz bir şekilde başını hafifçe eğdi. “Siz dün randevu aldıktan sonra, mirasın diğer yetkilisiyle de iletişime geçtim. Şansımıza, kendisi de İstanbul’daymış. Az sonra burada olacak.” Lina’nın gözleri aniden büyüdü. “Mirasın diğer yetkilisi mi?” diye sordu şaşkınlıkla. Bu, bir kardeşi olduğu anlamına mı geliyordu? Açıkçası, çok iyi bir anne ve babayla büyümüştü, anne baba eksikliğini hiç hissetmemişti. Ama gerçek bir kardeşi olmasını her zaman istemişti. “Pardon, anlamadım. Mirasın diğer yetkilisi derken?” Berfu Hanım hafifçe gülümsedi. “Aaa, tabi, en baştan anlatmam gerekiyor. Hemen başlayayım.” Önündeki dosyayı açtı ve açıklamaya koyuldu. “Babanız, Mardin’in en büyük baharat şirketlerinden birinin ve birçok mal varlığının sahibiydi.” Mardinliymişim, ilginç… diye geçirdi içinden Lina. Kaşını hafifçe kaldırarak “Devam edin, dinliyorum,” dedi. “Anneniz vefat ettikten sonra, babanız bir çocuk yetiştirmiş. Önceleri sadece okul masraflarını karşılarken, sonrasında eğitiminin tamamını üstlenmiş. Hatta şirketinde en alt seviyeden başlatarak ona görev vermiş. Beyefendi şu an otuz yaşında ve şirketin başında. Yönetim kurulunun başkanı.” Lina, hafifçe dudaklarını büktü. Güçlü insanlara hayranlık duyardı. Dipten zirveye tırmanan bir adam… Açıkçası, bu mirası ondan daha fazla hak ettiğini düşünmüyordu. Hatta, tamamını bile ona bırakabilirdi. “Babanız miras için iki ön koşul belirlemiş. Bu, ikinizi de ilgilendiriyor.” Lina kaşlarını çattı. "İkimizi derken?" Avukat gözlüğünü hafifçe düzelterek devam etti. “Mirasın iki eşit paydaşı var. Siz ve…” Birkaç evrak karıştırdı. “…Poyraz Ateşoğlu.” Lina’nın içi tuhaf bir hisle doldu. Bir yabancı ile ortak mirasçı mıydı? "Peki, bu miras ortalama ne kadar?" diye sordu, umursamaz bir tavırla. Berfu Hanım dosyaları karıştırdı ve rakamları kontrol ettikten sonra net bir ifadeyle “Taşınmazlar ve şirket hisseleri dahil toplam 320 milyon TL,” dedi. Lina başını hafifçe yana eğip omuz silkti. “Tahmin ettiğim gibi. 320 bin TL benim için küçük bir tutar.” Berfu Hanım hafifçe gülümsedi. “Hayır Lina Hanım, bin değil… Milyon. 320 milyon TL.” Lina’nın yüzündeki kayıtsız ifade, anında yerini şoka bıraktı. Ağzı hafifçe açıldı, beyni birkaç saniye boyunca bilgi işlemeyi reddetti. Bir dakika, bir dakika… 320 milyon TL’nin yarı ortak mirasçısı mıyım şimdi ben? İçinden hızlıca hesap yapmaya başladı. Bu 160 milyon TL yapar… Şaka mı bu?! Bu parayla sadece kendi dergimi açmakla kalmam, yayın dünyasında kraliçe olurum! Ama belli etmemesi gerekiyordu. Cool gözük Lina, cool… Boğazını temizleyerek, “Ehm, anladım. Beyefendinin burada olması şans olmuş. Sevindim, işlemleri hemen yapalım,” dedi. Berfu Hanım tam konuşmaya devam edecekken, kapının açılış sesi duyuldu. Odaya giren adamı görünce, avukat saygıyla ayağa kalktı ve nazikçe selamladı. “Aaa, merhaba Poyraz Bey. Hoş geldiniz.” Lina, koltuğunda hafifçe döndü ve gelen kişiye göz attı. İlk gördüğü şey, mükemmel kesimli siyah bir takım elbise ve kaslı bir vücut oldu. Uzun boylu adamın bacak hatları bile atletik görünüyordu. Gözleri yavaşça yukarı kayarken, beynine kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Ve tam o sırada, elindeki kahveden bir yudum aldı… ama gördüğü yüzle birlikte öyle bir öksürdü ki, kahve yanlışlıkla soluk borusuna kaçtı. “Öhö— öhö— çok pardon, ben— öhö— çok özür dilerim,” diyebildi zorla. Adam hafif sinsi bir gülümsemeyle elini uzattı. “Merhaba, ben Poyraz Ateşoğlu.” Lina, öksürüğünü bastırmaya çalışarak elini uzattı. “Öhöhmm… Ben de Lina Demir. Merhaba.” Ama içinden çığlık atıyordu. Bu adam… bu adam… Tek gecelik kaçamağıydı! O ateşli gecenin mimarı! Ve onu bir escort sanmıştı… İçindeki şok dalgası yavaş yavaş yerini öfkeye bırakırken, "Bu bir şaka olmalı." diye düşündü. "Allah’ım…Ben önceki hayatımda firavun muydum? Şirk mi koştum? Lut kavminin şamanı mıydım? Böyle bir saçmalık sadece dizilerde olur, kitaplarda bile bu kadarına cesaret edemezler!" (Ettim bile bebeğim, Mucks) Delireceğim! Neden ben ya, neden? Bekledim, bekledim… Ve sonunda bir adamın tekiyle yattım. Sonuç? Bu mu olmalıydı? Ellerini masaya koydu, nefes alıp vermeye çalıştı ama göğsündeki sıkışma geçmiyordu. Avukatın sesi, Lina’nın düşüncelerini delip geçti. “Ne? Efendim, anlamadım.” “Hazırsanız, vasiyeti okuyorum, Lina Hanım.” Karşı koltuğunda oturan adama bakmamak istercesine, bakışlarını avukata sabitledi. “Tabii… Buyurun.” “Merhaba, ben Sait İrfan. Oldukça dolu bir ömür yaşadım. Siz çocuklar bu satırları dinliyorsanız, ben mefta olmuşum. Gelelim bıraktıklarıma… Öncelikle oğlum, Poyraz’ım.” Lina, kaçamak bir bakış attı karşısındaki adama. Dişlerini sıkmış, duygulu gözlerle dinliyordu. Anlaşılan, gerçekten bir evladı vardı, diye düşündü Lina. Avukat devam etti. “Şirketimizi bunca zaman emeğinle, özverinle var ettin. Gençliğini bu şirket için harcadın. Asla ama asla beni bir kez bile olsun hayal kırıklığına uğratmadın. Bu yüzden şirketin %70 hissesini sana veriyorum. Annenin ak sütü gibi helaldir, oğlum. Ayrıca şu an konakladığımız konak da senindir. Lina… Lina’m… Yanında olup gözlerinin içine bakabilmek isterdim. Gözlerinin elası, hareleri… Her şeyi tıpatıp annen. Biliyor musun?” Lina, etkileneceğini düşünmemişti ama yanaklarından süzülen iki damla yaşla şaşkınlığa uğradı. Karşısındaki adamın keskin bakışlarını fark edince, hızla elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. “Ne var?” diye çıkıştı. “Yazarım ben, duygusal metinler beni hep etkiler.” diye mırıldandı. Kendi kendini avutmak istercesine saçmalıyordu. Başını hızlıca avukata çevirdi. Avukat devam etti. “Gözlerinin elası, hareleri… Tıpkı annen, biliyor musun? Yıllarca uzaktan seni izledim. O kadar güzel büyüdün ki… Annen gibi asi, annen gibi cesur. Sana baktıkça, âşık olduğum o kadını gördüm hep. Baban olabilmeyi çok isterdim. Ama insanlar bazen günahlarının bedelini bu dünyada ödemelidir. Yoksa ahirette Sunam’la buluşamazdım.” Sunam mı? Lina, içinden geçirdi. Annemin adı Sunay’mış. “Sana üzerimdeki tüm taşınmazları bırakıyorum. Konaklar, iki yetimhane, birkaç aşevi, baharat tarlalarımın tamamı ve çiftlikler… Ayrıca, şirketin %30 hissesi de senin.” Avukat kısa bir es vermek istercesine durdu. “Yani, bu durumda tüm mirasın %40’ı Poyraz Bey’in, %60’ı ise sizin oluyor, Lina Hanım. İzninizle devam ediyorum.” Fakat tüm bunlar için iki şartım var. İlki, Lina için… Doğduğun evi görüp tanımanı istiyorum. Senin için, anneni ve beni anlatan birçok anı bıraktım. Bu yüzden bir yıl boyunca Mardin’de ikamet edeceksin. Lina, sinirle hareketlendi. “Avukat Hanım, bu saçmalık! Ve siz bunu onaylayarak mı okuyorsunuz? Hiçbir mirasçı için böyle bir zorunluluk konulamaz! Bu kanuna uygun mu?!” “Aslında, Lina Hanım, miras yetkisi kişinin kendi iradesine bağlıdır. Özellikle böyle şarta bağlı konular… İzninizle devam ediyorum.” Lina, sinirle homurdanarak kollarını göğsünde kavuşturdu. Poyraz ise… Hâlâ tek kelime etmemişti. İkinci şartım ise… Kızım için en iyisini istiyorum. Bu yüzden ona, kendi yetiştirdiğim bir eş bırakıyorum. Mirasın teslimi için… Poyraz Ateşoğlu ve Lina Demir evlenecekler. Bir yıl boyunca aynı ev içinde, evlilik müessesesine uygun davranacaklar. Ve eğer bir yılın sonunda boşanmak isterlerse, boşanabilirler. Bu şartlar yerine getirilmediği durumda… Aşağıda belirttiğim hayır kurumlarına tüm servetim bağışlanacaktır. Sait İrfan. Şimdi… Daha birkaç gün önce birbirlerinin tenine şehvetle doyamayan iki insan, birbirlerini bir daha asla görmeyeceklerini düşünürken, karşı karşıya oturmuş şok içinde birbirlerine bakıyorlardı. Sanırım kaderleri, bu satırlarla başlamış oldu...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE