Part9

1917 Kelimeler
Bazı insanlar zalimdir. Siz onlara ne yaparsanız yapın yaranamazsınız. Ewin bir tek an bile Hesna’nın kötülüğünü düşünmezken, Hesna hiç düşünmeden onu ateşe atmıştı. Welat acil servisin önünde, elleri sevdiği kadının kanıyla kaplı, öylece kalakalmıştı. Durmadan çalan telefonu alıp cevap verdi: “Ne var Meryem, ne istiyorsun?” diyerek. “Abi… Sana söylemem gereken bir şey var. Hani dün doktora gitmiştik ya… Az önce hemşire aradı…” “Eee, ne olmuş? Kısa kes Meryem!” diye bağıran Welat’a, “Yengem hamileymiş…” demişti genç kız. “Ne? Ne diyorsun sen? Gerçek mi bu?” diye soran abisine, “Sana sürpriz yapacaktı… Şüphelendiği için gitmiştik,” demişti. Telefonu kapatıp acil servisten içeri girdi Welat. “Buraya giremezsiniz,” diyen hemşireye, “Size söylemem gereken bir şey var. Karım hamileymiş. Doktorla konuşmam gerekiyor,” demişti. “Tamam, siz çıkın, ben haber veririm,” dedi hemşire. Bitmişti Welat. Kolu kanadı kırılmıştı. “Allah’ım, sen bu günahkâr kuluna yardım et…” diyerek dua etmeye başladı. Saatler süren ameliyat bittiğinde içeriden çıkan doktora koştu: “Karım nasıl?” “Karınız iyi ama bebeği almak zorunda kaldık. Zaten çok yeniymiş gebeliği. Eşiniz şimdilik yoğun bakımda kalacak, kendine gelince normal odaya alacağız. Hayati riski yok,” demiş, genç adama az da olsa nefes aldırmıştı. Ama içi cız etmişti. Baba olacağını öğrendiği gün bebeğini kaybetmişti. Korumaları hastane önünde yığmıştı. Sigara içmek için dışarı çıktığında Yusuf’un abisini kapıda gördü. “Senin ne işin var lan burada?” diyip üstüne yürümüştü. “Ağam, yemin ederim olanlardan haberim yoktu. Ne istersen, ne yaparsan kabulüm,” diyen genç adama, “Sana bunun hesabını sonra soracağım,” diyip soluğu Yusuf pisliğinin olduğu depoda almıştı. “Ağam, sen gelmeseydin biz gerekeni yaptık,” diyen adamlarına, “Bu mesele benim meselem,” diyip girdi içeri. Zaten ağzı yüzü dağılmış olan Yusuf’a doğru yürüyüp hiç düşünmeden yumruğu geçirdi suratına. “Ulan ben seni, abini kardeşim bildim! Nasıl yaparsın lan böyle bir şeyi? Nasıl dokunursun benim karıma? Nasıl cesaret edersin? Söylesene lan! Şimdi kim alacak seni benim elimden?” diyip belindeki silahı çıkarıp dayadı Yusuf’un başına. “Öldür beni… Sana ‘öldürme’ diye yalvarmayacağım. Çünkü Ewin’in seni sevdiğini bilerek yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim,” demişti Yusuf. “Kes lan! Karımın adını bir daha ağzına bile almayacaksın, anladın mı? Senin cezanı tek başıma vermeyeceğim,” diyip bacağına hedef alıp ateş etmiş, sonra adamlarına: “Şu iti doktora götürün, ölmesin. En azından aşiret toplanana kadar,” demiş, geldiği gibi çıkmıştı. Bu kez konağın yolunu tutmuştu. Sırada Hesna vardı. Konağın önünde durdurduğu arabadan indiği gibi koşarak çıktı yukarı. Odasında annesiyle oynayan kızını, “Gel bakalım,” diyip kucaklamış, “Meryem!” diye bağırmıştı. “Ne oluyor Welat, nereye götürüyorsun Şevin’i?” diyen Hesna’ya cevap vermeden indi avluya. “Ne oldu abi?” diyen kardeşine, “Şevin’i Pelda’ya götür ve ben geri çağırana kadar getirme,” dedi. Genç kadın hiç soru sormadan kucaklamıştı yeğenini; korumalarla çıkmışlardı yola. Meryem Şevin’i alıp çıkar çıkmaz, merdivenlerin başında duran Hesna’ya dikti öfkeli gözlerini. Babası, annesi ne olduğunu anlamaya çalışırken başladı konuşmaya: “Ben her şeyi affederim, bana yapılan her şeyi… Ama bu çatı altında yaşayıp üstüne bir de bana ihanet ederseniz gözünüzün yaşına bakmam,” diyip koşarak merdivenleri çıkmaya başladığında Hesna başına geleceği anlamış gibi geri geri gitmeye başlamıştı. “Bir adım daha atayım deme,” demiş, durdurmuştu onu. Hesna’ya bugüne kadar bir kez bile el kaldırmamıştı ama bu yaptığı affedilecek şey değildi. Yüzüne yediği tokatla neye uğradığını şaşırmıştı. “Bırak! Yemin ederim ben bir şey yapmadım!” diyen Hesna’ya, “Sen benim doğmamış bebeğimin canına sebep oldun,” dedi. “Hayır, hayır! Yemin ederim ben bir şey yapmadım! Bak, söylediklerini, seni neye inandırdıklarından haberim yok!” diyip kendini aklamaya çalışan Hesna’ya yaklaşıp: “Biliyor musun? Yusuf her şeyi itiraf etti. Ne sanıyordun, Ewin gidince sana mı kalacaktım? Ulan tek Allah’ın günü kadın olarak görmedim seni. Abimin emaneti, kızımın anasısın diye ses etmedim. Ama bitti. Bundan sonra değil bu kapıdan geçmek, bu şehirde nefes bile alamayacaksın. Ömrün kızının hasretiyle yana yana geçecek. Bana bunu yaptın ya, gözünün yaşına bakmayacağım,” dedi. “Ne evladı yavrum, ne diyorsun sen?” diyen babasına: “Ewin hamileymiş. Ama bu yılan yüzünden doğmamış bebeğim öldü. Karım hastanede can çekişiyor. Bu şerefsiz, yeğeninle bir olmuş kaçırmışlar Ewin’i. Defalarca uyardım, ‘ayağını denk al’ dedim. Ama dinlemedi beni. Şimdi ara o kız kardeşini, söyle: ‘Welat kızını boşuyor.’” “Hayır, olmaz! Yapamazsın böyle bir şeyi, kabul edemem! Senden vazgeçmem!” diyip ağlamaya başlamıştı Hesna. “Kes sesini lan!” diyip üç kez, “Boş ol! Boş ol! Boş ol!” demişti bağıra bağıra. Sonra kapıdaki korumalardan birini çağırıp: “Alın şunu, kilere kitleyin. Ben diyene kadar oradan çıkmayacak,” demişti. “Ne yaptın oğlum, iyi etmedin,” diyen babasına: “Yeter! Bedel ödemekten bıktım. Hayatımda ilk defa birini sevdim, onu da kimse için kaybetmeyeceğim,” demiş, üstündeki kanlı gömleği çıkarıp temiz gömlek giyip geri dönmüştü hastaneye. Elbet o da biliyordu, ikisinin de kafasına sıkmayı. Ama aşiret toplanmadan böyle bir şey yapmayacaktı. Onları herkesin karşısına çıkarıp karısının bir günahı olmadığını ispat edecek, adını temize çıkaracaktı. Hastane önünde beklerken amcası gelip: “Oğlum, nerde? Ona ne yaptın? Bir kadın için kardeşim dediğin adamı harcamadın inşallah,” dediğinde delirmişti Welat. “Neden bahsediyorsun sen? Senin oğlun olacak o köpek benim karıma el uzattı! Ve ben o kadına, senin oğlun gibi on tane erkek kurban ederim, anladın mı?” demişti. “Bana bak Welat Ağa, oğluma zarar vermene izin vermem. Gerekirse aşireti toplar, oğlumu kurtarmak için elimden geleni yaparım,” diyen yaşlı adama: “Senin oğlun yaşamıyor artık, anladın mı? Benim olana el uzattığı anda öldü. Tıpkı bundan sonra dil uzatan herkesin öleceği gibi,” diyip resti çekmişti amcasına. Taş üstünde taş bırakmayacaktı Welat. Yemin etmişti. Hele bir karısı iyileşip hastaneden çıksın, gösterecekti herkese yerini ve haddini. Saatler sonra kendine gelmişti Ewin. Normal odaya çıktığında Welat hemen girmişti yanına. Tek kelime etmeden yaklaşıp elini öpmüş, “Güzelim, iyi misin?” diye sormuştu. “Bana ne oldu?” diye sordu genç kadın. “Vuruldun güzelim… Beni korumak için silahın önüne atladın,” diyen Welat’a, “Sen iyi misin?” demişti telaşla. “İyiyim, iyiyim canım. Hiçbir şeyim yok benim,” dedi. Nasıl anlatacaktı? Daha hamile olduğunu bile öğrenemeyen karısına “Bebeğimiz öldü” diye nasıl diyecekti? Hiç bilmiyordu Welat. İki günün sonunda çıktılar hastaneden. Gözünün içine bakıyordu Welat karısının. İyileşsin, ayaklansın, toparlansın bir an önce diye gözünün önünden ayrılmıyordu. Dün doktorlar “Bebeğinizi kaybettiniz” dediğinde geçirdiği sinir kriziyle bütün gece ağlamıştı Ewin. Şimdi ruh gibi duruyordu. Bu hâli mahvediyordu kocasını. Bugün sırf morali düzelsin diye anne ve ablasını getirtmişti konağa. Az da olsa gülmüştü genç kadının yüzü. Ama içi buruktu. Anne olacağını öğrenmeden bebeğini kaybettiğini öğrenmişti. Akşam olup herkes gittiğinde gelip uzandı karısının yanına. Güzeller güzeli yüzünü sevip okşadı Welat. “Sen mi geldin?” diyip gözlerini açan genç kadına yaklaşıp öptü. “Nasılın güzelim, ağrın var mı?” diye sorarak. “Yok, merak etme, iyiyim,” diyen karısına, “Sen hep iyi ol güzelim. Sen iyi ol ki ben de olayım. Yoksa bu deli adam daha da delirir,” demişti. Şefkatle, sevgiyle sarmıştı Welat karısını. Açılan yaraları tamamen iyileştiği zaman haber salıp toplamıştı aşireti. Karısı iyi olduğuna göre artık herkes hak ettiği cezayı alabilirdi. Konakta toplanan aşiret büyüklerinin önüne çıkıp konuşmaya başladı Welat. “Öncelikle bir şey sormak istiyorum,” diyerek. “Bugüne kadar bu aşiret için elimden geleni yaptım. Kimseye karşı bir kusurum olduğunu ya da kimseye haksızlık yaptığımı düşünen var mı?” “Estağfurullah ağam, ne kusuru…” diyen ağalara, “O zaman şimdi karıma sorun, o da anlatsın olup biteni. Ben hükmümü sonra açıklayacağım,” diyip karısını çağırdı. Ağalardan biri gelen Ewin’e, “Geç otur kızım,” dedi. Ewin geçip oturduktan sonra, “Şimdi sana soracaklarıma doğru cevap vereceğine yemin eder misin?” dedi biri. “Ne üstüne isterseniz yemin ederim. Allah için doğru söyleyeceğime inanın,” dedi kendinden emin genç kadın. “Yusuf’u daha önceden tanıyormuşsun, doğru mu?” “Doğru,” dedi Ewin. Ne olacaksa olsun diyordu artık. Bir şeyleri saklamak istemiyordu. “Peki evlendikten sonra onunla hiç görüştün mü?” “Şu dünyada en sevdiğim insan önce anamdır, sonra,” diyip gözlerini karşısında duran kocasına dikti, “Welat Ağa’dır. İkisinin üstüne yemin ederim ki hiç görüşmedim. Evet, o benim karşıma çıktı, Meryem de şahittir. Ama ben bizzat hiç görüşmedim onunla. Olay günü de zaten sağlık ocağına gitmek için çıkmıştım evden. Sonra olanları herkes biliyor. Yusuf’un Hesna ile iş birliği yaptığını bile Yusuf telefonla konuşurken duydum,” demişti. “Tamam kızım, sen içeri geç,” diyen yaşlı adama, “Peki,” diyip girdi mutfağa. Onun ardından önce Yusuf, sonra Hesna aynı anda girdi içeri, Welat’ın emriyle. Hesna babasını görür görmez, “Ben bir şey yapmadım baba, yemin ederim!” diyip aman dilerken, onun aksine Yusuf her şeyi itiraf etmişti. Hesna her ne kadar inkâr etse de herkes gerçekleri öğrenmişti. Çabası boşa çıkmıştı. “Gerçekler ortaya çıktığına göre… Dersin, getir kâğıtları,” diyip boşanma kâğıtlarını koydu masaya Welat. “Bahoş Ağa, kızını Allah huzurunda boşadım zaten. Şimdi sıra resmiyette boşamakta. Eğer Şevin arada olmasa acımaz, alırdım canını. Ama anasının katline sebep olmak istemiyorum kızın. Bu kâğıtları imzalayacak, sen de onu bir daha hiç göremeyeceğimiz bir yere götüreceksin. Başka memlekete mi, yurt dışına mı, orasını sen bilirsin,” dedi Welat. Bahoş Ağa, “Keşke öldürseydin… Keşke ölseydi de beni böyle rezil etmeseydi,” demiş, ayağa kalkıp kızına, “İmzala şu kâğıtları,” demişti. Hesna, “Yapma baba, ne olur…” diyip son bir medet dilemişti. Hâlâ merhamet dileyebileceğini sanıyordu. Doğmamış bir bebeğe sebep olmuş, gram utanması yoktu. “Kızım, ne olacak?” dediğinde Welat hiç acımadan: “Seni öldü bilecek zaten. Senin gibi vicdansız bir anası olduğunu bilmese de olur. Şimdi imzala şu kâğıtları, sonra da defol git hayatımızdan,” demiş, geçip oturmuştu yerine. Yusuf da Welat’ın çağırdığı jandarmalara teslim edilmişti. Adam öldürmeye teşebbüs suçundan. Hayatındaki bütün pürüzleri temizlemeye yemin etmişti Welat. İstediği tek şey Ewin’le mutlu olup kendine yeni bir hayat kurmaktı. Yeniden anne-baba olmak. Tabii Şevin’i annesinin yokluğuna alıştırmak biraz zor olmuştu ama çocuktu işte; okuldu, evdi derken unutup gitmişti. Bir de Ewin üstüne titriyordu zaten. Yalnız o değil, herkes. Hayatları normale dönmeye başlamış, Ewin’le Welat her zamankinden daha mutlu yaşamaya başlamışlardı. Welat her fırsatta çocuk istediğini söylüyor, Ewin ise erken olduğunu düşünüyordu. Kaybetmekten korkuyordu aslına bakarsanız. Şevin’i uyutup odaya gelen Welat, banyodan üstünde kırmızı bir gecelikle çıkan karısını gördüğünde küçük dilini yutmuştu adeta. “Yavrum, ne bu güzellik?” dediğinde, “Beğendin mi? Senin için hazırlandım,” diyen karısına, “Beğenmek mi? Bittim!” diyip çekmişti kendine. Ewin, “Hani çok istediğin bir şey vardı ya… Ben diyorum ki bu gece onu yapmak için çalışmalara başlayalım, ha? Ne dersin?” diyen genç kadına, “Ciddi misin?” diye sordu Welat. “Hem de hiç olmadığım kadar,” diyen Ewin’e, “Sana kurban olurum kadın!” diyip hiç vakit kaybetmeden yapışmıştı dudaklarına. “Seni seviyorum…” diyerek. Yeni bir bebek fikri, onlar hiç sönmeyen bir ateşi tekrar yakarken… O öğlen merdivenlerden inerken açılan konak kapısından giren korumalardan biri, “Hanım ağam, misafiriniz var. İçeri alalım mı?” dediğinde, “Kimmiş?” diye sorup inmişti aşağı. “Kim gelirdi ki onu görmeye?” “Tanımıyorum, bir kadın,” diyen adama, “Alın içeri,” demiş, kapıdan giren ve buralı olmadığı her halinden belli kadına, “Buyrun, hoş geldiniz,” demişti. “Hoş bulduk. Ben aslında Welat’la görüşmek istiyordum ama şirkette bulamayınca mecbur buraya geldim. Bu arada kendimi tanıtmayı unuttum… Ben Eflin,” diyen kadın, onu aylar öncesine, telefonda o mesajı gördüğü güne götürmüştü… Ewin’in kalbi bir an durmuş gibiydi. Geçmiş, tam her şey yoluna girmişken, kapıya dayanmıştı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE